2003 ABD-Irak Savaşı ve Nedenleri

2003 ABD-Irak Savaşı ve Nedenleri

Irak, Ortadoğu’daki birçok ülke gibi doğal kaynaklar açısından zengindir. Buna bağlı olarak da, bağımsızlığını kazandıktan sonra, Batılı devletler Irak’taki etkilerini sürdürmeye çalışmışlar ve bu nokta da çözülemeyen sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştır. 2003 ABD-Irak savaşı ve nedenleri incelenmeden önce iki ülke arasındaki sorunları, 1990’lı yıllardaki ve 2000’li yıllardaki sorunlar olarak iki boyutta incelemek gerekmektedir.

2003 ABD-Irak Savaşı Ve Nedenleri

1990’lı yıllarda sorunların ortaya çıkmasının bazı temel boyutları vardır. Bunlar;

  • Irak, Osmanlı döneminde Irak’ın üç büyük vilayetinden biri olan Basra’nın bir parçası olması nedeniyle Kuveyt üzerinde sürekli olarak hak iddia etmektedir.
  • 1979 yılında İran’da yapılan İslam Devrimini çıkarları açısından tehlikeli bulan ABD, Irak’ın İran’a karşı giriştiği savaşı desteklemiş ve silah yardımında bulunmuştur. Birçok Avrupalı ve ABD’li firmada Irak’a kitle imha silahlarını, sahip oldukları teknolojiyle birlikte satmışlar ve Irak’ın kitle imha silahları üretmesine katkıda bulunmuşlardır. Bu silahlanmayla birlikte askeri gücü ve güveni artan Irak yönetimi ülke kaynaklarını daha fazla silahlanmaya harcayarak, Soğuk Savaş sonrası yeni bir dünya düzeni, daha doğrusu bir dünya imparatorluğu kurmak isteyen ABD’ye meydan okumaya başlamıştır.
  • Dünyanın en büyük teknoloji üreticisi olan ABD, bu üretim için dış kaynağa bağımlıydı ve bunu da dünyanın ikinci büyük petrol rezervlerine sahip olan Irak’tan sağlamak, bu devleti kontrolü altında tutmak istiyordu. Tüm bu sebepler 1990’lı yıllardaki sorunların başlangıç noktasını oluşturmuştur.

ABD, İslam Devriminin tüm bölge ülkelerine yayılarak ABD’yi bölgede yalnızlaştırmak ve dışlamak olan amacını, bölge çıkarları açısından tehlikeli bulmuş, İran’ı düşman ülke ilan etmiş ve bu düşüncesine destek verebilecek müttefikler aramaya başlamıştır. İran’ın devrim sonrası zayıflığından yararlanarak ve eski sorunları gündeme getirerek bu ülkeye saldıran Irak, ABD’nin potansiyel müttefiki olmuş ve ABD tarafından en modern silah ve kitle imha silahlarının teknolojileriyle desteklenmiştir. Irak’ın İran savaşını kazanmasıyla birlikte ABD Irak’ı sahip olduğu askeri güç ve kitle imha silahları nedeniyle düşman ülke olarak görmeye başlamıştır. Bağdat yönetimi ise savaş sırasında bozulan ekonomik durumunu başka ülkelerin kaynaklarına göz dikerek gidermeye çalışarak diğer Arap ülkelerine olan borcunu ödemeyi durdurmuş, Kuveyt’in Irak’ın sahip olduğu petrolleri çaldığını iddia ederek bu ülkeden toprak talebinde bulunmuş ve tüm bölge ülkelerine karşı saldırgan politikalar izlemeye başlamıştır. ABD bu gelişmeleri, Ortadoğu’daki çıkarlarına (petrol, İsrail’in güvenliği) tehlike oluşturduğunu düşünürken bir yandan da Irak’a karşı yapmayı düşündüğü müdahale karşısında uluslararası camiadan destek sağlamak açısından olumlu değerlendiriyordu.

Irak’ın 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’e saldırmasıyla ABD, Irak’tan yapılacak petrol ithalatına 14 yıl sürecek ambargo koydu ve 17 Ağustos 1991’de Irak’a savaş açtı. Aslında ambargonun 6 ya da 12 ay uzatılmasıyla barışçıl bir çözüm mümkün olabilirdi fakat ABD savaşı seçti. 27 Şubat’ta Kuveyt’in ABD tarafından ele geçirilmesinin ardından ABD, Irak’ın Ortadoğu’da sürekli bir tehdit unsuru olarak kalması nedeniyle bölge ülkelerinin bir koruyucu güç arayışı içinde ABD’ye yakınlaşacakları ve böylece ABD’nin bölgedeki askeri varlığını arttırmasına yol açacağı düşüncesiyle Baas rejimini yıkmamıştır. Bu dönemden sonra Irak’a karşı uygulanan ambargo sıkı bir şekilde kontrol edilmiş ve Irak’ta silah denetçileri görev yapmaya başlamıştır. Ambargo nedeniyle ekonomisi iyice kötüleşen Irak, BM kararlarına uygun olarak, sadece gıda ve ilaç alımında kullanılmak üzere petrol satmayı kabul etmiştir.

İki savaş arası dönemde Irak, ABD tarafından çeşitli bahanelerle yapılan bir çok saldırıya maruz kalmıştır. Uygulanan ambargo Irak’ın kitle imha silahları yapmasını engellemekten çok Irak halkına zarar vermiştir. Çekilen sefaletin BM yaptırımlarından kaynaklandığını düşünen halk, Baas rejimine daha da yakınlaşmıştır. ABD’de 2000 yılı sonunda yapılan seçimleri George W. Bush kazandı ve bu yönetimde de etkili olmayı başarabilen, büyük çoğunluğu Yahudi kökenli yeni muhafazakâr kadro, dış politikayı yönlendirmekle kalmadı, Ortadoğu politikasını bizzat şekillendirdi. Bu grup ABD’nin Ortadoğu çıkarları açısından yeni bir savaşın kaçınılmaz olduğunu düşünmekteydi. 11 Eylül saldırılarıyla ve saldırılar sonrasında ABD, halkın korkularını ve milliyetçilik duygularını körüklemek amacıyla yapılan propagandalarla ABD kamuoyu böyle bir müdahaleye ikna edildi. ABD, 11 Eylül saldırılarından sonra uluslararası terörizme karşı yürütecekleri savaşın, uluslararası terörizme destek veren Irak ve diğer başka ülkeleri kapsadığını duyurdu. Tüm 2002 yılı boyunca böyle bir savaşın fiziki ve psikolojik alt yapısı hazırlandı. Bush yönetiminin bu hazırlıkları haklı çıkarmak için kullandığı argümanlar ise, Irak’ın kitle imha silahlarıyla bölge ve dünya barışını tehdit ettiği ve BM kararlarına aykırı olarak silah denetçilerinin ülkede çalışmalarına izin vermemesiydi.

ABD’nin uluslararası hukuk kurallarına aykırı olarak gerçekleştireceği bu müdahaleye uluslararası camia da destek vermiyordu. Irak ise, ABD’nin, ülkesine saldırıyı haklı kılacak tüm gerekçelerini elinden almak için BM kararlarıyla uyum içinde çalışıyordu. ABD, kendisine ve uluslararası barışa tehdit oluşturduğuna inandığı bir ülkeye BM kararı olmadan da saldırıda bulunmanın meşru olduğunu savunuyordu. Irak bu gerekçeleri yok etmek için elindeki kitle imha silahlarını yok etmişti. ABD, uluslararası camiayı ikna etmek için, Irak’a insan hakları, barış ve demokrasi götürmek için savaş açacaklarını iddia ediyordu. Oysa işgal yoluyla bir ülkede demokrasinin tesisi için, işgal edilen ülkenin, demokrasi teorisinin ortaya koyduğu şartlara (kalkınmış bir ekonomi, etnik homojenlik, güçlü devlet kurumları, ülke geçmişinde bir demokrasi tecrübesi gibi) uygun bir geçmişe ve birikime sahip olması gerekir. Irak’ın bu özelliklere sahip olmadığı herkes tarafından biliniyordu. ABD’nin günümüze kadar süregelen Ortadoğu politikasının üç hedefi gerçekleştirmeyi amaçladığı görülmektedir:

  • Ortadoğu bölgesinin, doğal kaynakları ve zenginlikleriyle bölge içinden veya dışından herhangi ABD karşıtı bir devletin kontrolüne girmesinin önlenmesi.
  • Bölge petrolünün kontrol altına alınması.
  • İsrail’in varlığının ve güvenliğinin korunmasıdır.

İşte tüm bu amaçlar uğruna, uluslararası hukuka aykırı olarak ve uluslararası camiayı karşısına alarak 20 Mart 2003 sabahı ABD, Irak’a savaş açmıştır.

Şafak ÖZŞİMŞİR

Uludağ Üniversitesi

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Gençlere Avrupa Turu: DiscoverEU ile Kültürel Keşifler

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından başlatılan DiscoverEU programı, gençlere...

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...