Afganistan’ın Yeniden Yapılandırılmasında Türkiye’nin Rolü

Afganistan, Avrasya coğrafyasının güneydoğu ucunun önemli bir kısmını, oluşturmaktadır. Bu nedenle, Afganistan’ın jeopolitik önemi Avrasya coğrafyasına hâkim olmak isteyen bölgesel ve küresel güç dengelerinin değişmesi doğrultusunda açıklanabilir.

Bilindiği üzere Afganistan, kuzeyde Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan; batıda İran; güneybatı, güney ve güneydoğuda Pakistan ve doğuda ise Çin Halk Cumhuriyeti’nin siyasî idâresindeki Uygur Özerk Bölgesi (Doğu Türkistan) ile aynı sınırları paylaşmaktadır.

Bu coğrafi özelliği ile Afganistan, Orta Asya ülkeleri ile Güneydoğu Asya ve Ortadoğu ülkeri arasında bir geçit oluşturmaktadır. Dolayısı ile bu ülke tarihin çeşitli dönemlerinde, bilhassa Avrasya bölgesinde cereyan eden küresel ve bölgesel güç mücadelelerinde, “büyük güçler” diye tabir edilen ülkelerce bir “jeopolitik güzergah” olarak kullanılmıştır.

Bu doğrultuda 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında Rusya ve Britanya arasında cereyan eden güç mücadeleleri ve şartların değişmesine rağmen soğuk savaş yıllarında Sovyetler Birliği ile ABD arasındaki mücadeleleri bu kapsamda incelemek mümkün.

Soğuk Savaş yılları boyunca dünyanın en önemli petrol ve doğalgaz rezervlerinin bulunduğu Avrasya’nın büyük bir bölümünün üzerinde yer alan Sovyetler Birliği, dünyanın en büyük enerji kaynaklarını elinde tutmaktaydı. Bu da Sovyetler Birliği’nin gücünü artıran en temel faktörlerden biri olarak karşımıza çıkmaktaydı.

Soğuk Savaş’ın bitmesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Avrasya bölgesinin, yeniden bir güç mücadelesine sahne olduğunu söylemek mümkün. Dolayısı ile, Avrasya bölgesi ile Güney Asya ülkeleri arasında transit bir geçit oluşturması açısından, Afganistan’ın jeopolitik önemi daha da artmıştır.

1990 sonlarında Avrasya’nın değişen jeopolitik dengeleri bağlamında, dünyadaki büyük petrol şirketleri, bu bölgelerdeki petrol ve doğalgaz kaynaklarının nakli konusunda, Afganistan’ı yakın takibe almışlardır. O dönemlerde, Afganistan’da çatışan yerel komutanlara karşı, Taliban örgütünün ABD’deki Clinton yönetimi tarafından desteklenmesinin arkasında da, büyük petrol şirketlerinin transit yol olarak Afganistan’ı seçmesi yatmaktaydı. Büyük petrol şirketleri, Taliban örgütünün Afganistan’ın güvenliğini sağlayabileceğine inanmaktaydılar. Böylece, “Trans-Afghan Pipeline” (Trans-Afgan Boru Hattı) adı ile yeni bir boru hattı projesi gündeme gelmişti. Bu kapsamda inşası planlanan Trans-Afgan Boru Hattı Projesi, kısa vadede Türkmenistan doğalgazını Afganistan üzerinden Hint Okyanusuna ve oradan da Güneydoğu Asya ülkelerine pazarlaması planlanan önemli bir projedir. Orta vadede ise, Kazakistan’ın Hazar kıyısındaki Tengiz Boru Hattından yeni bir hat çekilerek Özbekistan’daki Karakalpakistan Özerk Bölgesi üzerinden Türkmenistan’a getirilmesi ve Trans-Afgan Boru Hattı’na kavuşturulması hedeflenmektedir. Afganistan’da Taliban rejiminin yıkılmasından sonra, söz konusu projenin hayata geçirilmesi hususunda çeşitli toplantıların yapıldığı dikkat çekmektedir. Önümüzdeki günlerde, söz konusu projenin hayata geçirilmesi beklenmektedir.

Bu arada Afganistan’a alternatif transit yol olarak, İran görülmektedir. İran, Orta Asya ile Orta Doğu ülkelerine ve Basra Körfezi üzerinden Hint Okyanusu’na açılan bir kapı özelliği taşımasına rağmen, İran rejiminin ABD ile olan olumsuz ilişkileri ve bu ülkeye yönelik uygulanan ambargolardan dolayı, bu yol pek fazla tercih edilmemektedir. Bu da Afganistan’ın jeopolitik öneminin bir kez daha artıran diğer bir faktördür.

Görüldüğü gibi, Soğuk Savaş’ın bitmesi ve Sovyetler Birliğinin dağılması ile, Avrasya bölgesinde ortaya çıkan jeopolitik boşluğa Avrupa, Amerika ve Asya’daki diğer güç merkezlerinin yerleşmeye çalıştığı görülmektedir. Özellikle 11 Eylül gelişmeleri sonrasında, Avrasya bölgesinde önemli bir konuma sahip olan Afganistan’da, bölgesel rekabetin daha da önem kazandığı görülmektedir. Türkiye’nin, kendi nüfuz alanının önemli bir güzergahı üzerinde cereyan eden bu rekabetin dışında kalmaması, Türkiye çıkarları açısından önemli olduğu kadar, bölgesel güç olma yolunda, aşması gereken koşulların bir gereğidir. Ancak, Afganistan’ın coğrafi olarak Türkiye sınırlarından uzak olması ve bu ülkedeki gelişmelerin Türkiye’yi doğrudan etkileme özelliğinin bulunmaması nedeni ile, Türk dış politikasında öncelik verilmeyen ülkeler arasında yer almaktadır. Dolayısı ile Türkiye, bu ülkedeki gelişmelere ABD ve NATO ekseninden bakmaktadır.

2. Türkiye – Afganistan İlişkilerinin Tarihi ve Kültürel Temelleri

2. a) Tarihi İlişkiler: İki ülke arasındaki ilişkiler, Osmanlı İmparatorluğu dönemine dayanmaktadır. Ancak bu ilişkilerin resmiyete dökülmesi, cumhuriyetin ilanından sonraya rastlanmaktadır. Özellikle Mustafa Kemal Atatürk, sahip olduğu derin jeopolitik kültür birikimi ve deneyimiyle Orta Asya’nın güney ucunda yer alan Afganistan’a özel bir ilgi duymaktaydı. Türkiye – Afganistan arasında ilk resmî anlaşma 1 Mart 1921’de Moskova’da imzalanmıştır. Bu anlaşma kapsamında, Türkiye Afganistan’da uzman yetiştirilmesi için, bu ülkeye öğretmen, doktor ve subay gibi teknik elemanlar göndermiştir. Mayıs 1928’de Mustafa Kemal Atatürk’ün resmî daveti ile, Afganistan Kralı Amanullah Han Türkiye’yi ziyaret etmiş ve Amanullah Han ile Atatürk arasında 25 Mayıs 1928’de Ankara’da ‘Türk – Afgan Ebedi Dostluk Antlaşması” imzalanmıştır. Afganistan’da Amanullah Han iktidarının son bulmasından sonra da, Türkiye – Afganistan ilişkilerinde herhangi radikal bir değişiklik yaşanmamıştır. 8 Temmuz 1937’de, Türkiye, Afganistan, İran ve Irak devletleri arasında ‘‘Sadabad Paktı Antlaşması” imzalanmıştır. O dönemin şartları dikkate alınırsa bu anlaşmanın psikolojik boyutu büyük bir önem arz etmektedir. Fakat, daha sonraki Soğuk Savaş dönemlerinde, özellikle Afganistan’ın ‘Doğu Blok’una yakın bir siyasal tercih yapması ve ülkede yaşanan komünist ihtilali gibi sebepler, Türkiye ile Afganistan ilişkilerinde bir kopukluğun yaşanmasına neden olmuştur. Türkiye ile Afganistan ilişkilerinin olumlu bir geçmişe sahip olması, Afganistan halkı arasında Türkiye’ye karşı büyük bir sempatiye neden olmaktadır. Ayrıca, Afganistan halkı, ABD başta olmak üzere, Rusya, İran, Pakistan ve diğer bölgesel güç merkezlerinin, iç savaş yılları boyunca bu ülkenin içişlerine karışmasına rağmen, Türkiye’nin Afganistan’a yönelik uzlaşmadan yana politika yürüttüğünü kabul etmektedir. Tüm bunlar, Türkiye’nin Afganistan’daki itibarını yükselten temel faktörler olarak değerlendirilebilir.

2. b) Kültürel Yakınlık : Her şeyden önce, iki ülke halkının da, büyük çoğunlukla Müslüman olması, iki toplum arasında duygusal bir bağın oluşmasına neden olmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki Hilafete duyulan saygı gereği, Türkiye’ye karşı ayrı bir sempati duyulmaktadır. Ayrıca, İslam Dünyasının en güçlü ülkesi olarak görülen Türkiye’ye, Batı Dünyası ile olan yakınlığı sebebi ile, uluslararası platformda kendilerini temsil edebilecek tek ülke olarak bakmaktadırlar. Diğer taraftan, 1928’deki “Türk – Afgan Ebedi Dostluk Antlaşması”nın üçüncü maddesi hükmü gereği, Afganistan Türkiye’yi İslam Dünyası’nın lideri olarak tanımaktadır. Her ne kadar, Amanullah Han döneminde yapılan bu antlaşmalara Afganistan Devletinin sadakati tartışılsa da, bu ülkedeki toplumsal değerler bağlamında söz konusu antlaşmanın hâlâ geçerliliğini koruduğunu söylemek mümkündür. Özellikle son gelişmeler ile birlikte Afganistan’daki tüm etnik gruplar, ülkelerinde görev yapan uluslararası güvenlik güçleri arasında, kendileri ile aynı inanç, dinî değerler ve derin tarihî bağları taşıyan Türk askerinin görmekten duydukları memnuniyeti dile getirmektedirler. Öte yandan, bu ülkede yaşayan insanlar arasında, Türk kimliğine mensup Özbek, Türkmen, sayıları az da olsa Kazak, Kırgız ve Türk oldukları bilinen Hazara gibi etnik grupların bulunması, Türkiye’nin bu ülke ile yakın birkültürel bağını göstermektedir.

3. Taliban Rejimi Sonrasında Türkiye’nin Afganistan’daki Rolü

Afganistan’da Taliban rejiminin yıkılması ile, Kasım 2001’de gerçekleştirilen Bonn Konferansında, özellikle Başkent Kabil’in güvenliğini sağlamak amacı ile ISAF (International Security Assitance Force / Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti) adı ile çok uluslu bir barış gücü oluşturulmuştur.

Kuruluşunda İngiltere’nin üstlendiği ISAF komutası, Haziran 2002’de Türkiye’ye devredilmiştir. Şubat 2003’e kadar komutayı elinde tutarak Kabil güvenliğini sağlamak adına önemli başarılara imza atan Türkiye, Afganistan genelinde olumlu bir imaj yaratmış ve Türk askeri bu ülke insanının güvenini kazanmıştır.

Şubat-Ağustos 2003 tarihleri arasında ISAF komutasını Almanya ile Hollanda ortaklaşa yürütmüşlerdir. Kuruluşunda BM kontrolünde olan ve görev alanı sadece Kabil ve çevresi ile sınırlı olan ISAF, 11 Ağustos 2003 tarihinde NATO’ya devredilmiş ve görev alanı da ülke genelinde yayılacak biçimde genişletilmesi kararı alınmıştır. Bununla birlikte, Afganistan’da oluşturulması kararlaştırılan NATO kıdemli yüksek sivil temsilciliği kurulmuş bu da Türkiye’ye verilmiştir. Böylece Ocak 2004’te Hikmet Çetin, ‘NATO Kıdemli Yüksek Sivil Temsilciliği’ görevini üstlenmiştir.

28 –29 Haziran 2004 tarihleri arasında gerçekleştirilen NATO’nun İstanbul Zirvesi sırasında Türkiye, Şubat 2005’ten itibaren, NATO liderliğindeki ISAF komutasını ikinci kez devralmayı ve ISAF’ın görev alanının genişletilmesi kapsamında yaklaşık iki bin ek takviye askeri birliğinin bu ülkeye göndermeyi kabul etmiştir.

Türkiye’nin Afganistan’daki faaliyetleri NATO çerçevesinde sınırlı kalmayıp Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı TİKA’nın faaliyetleri ile Afganistan’ın kalkınmasında da önemli roller oynamaya devam ettiği görülmektedir.

TİKA Eylül 2004’te Kabil Program Koordinatörlüğünü açmış ve bu koordinatörlük Ocak 2005’te resmen faaliyetlerine başlamıştır. TİKA Kabil Program Koordinatörlüğü resmen faaliyete başlamasından bu yana, tarihten gelen Türk – Afgan dostluk ilişkilerinin sorumluluğu bilinci ile, özellikle eğitim, sağlık, temiz su temini ve diğer alanlarda ciddi çalışmalar yapmaktadır.

4. Sonuç

Avrasya’nın değişen yeni jeopolitik dengeleri bağlamında Afganistan’ın önemi bir kez daha artmış, küresel ve bölgesel güçlerin yeni bir rekabeti sahasına dönüşmüştür. Türkiye’nin de kendi nüfuz alanının önemli bir güzergahı üzerinde cereyan eden bu rekabetin içinde kendi yerini alması, Türkiye çıkarları açısından önemli olduğu kadar, bölgesel güç olma yolunda aşması gereken koşulların da bir gereğidir.

Bununla birlikte, bu ülkenin rehabilitasyon ve modernizasyon çalışmaları için, çeşitli alanlardaki şirketlere büyük ihtiyaç doğmuştur. Bu anlamda Afganistan’da, sosyal alt yapıdan siyasal sistem ve askeri birliğe kadar yeniden bir ülkenin inşası söz konusudur. Dolayısı ile bu ülkede yeni bir dönem başlamıştır. Kuşkusuz bu yeni dönemde, bu ülkenin modernizasyonu ve yeniden uluslararası alana entegrasyonunu sağlamak için bir takım çalışmaların yapılmaya başlandığı görülmektedir. Bu ülke ile derin tarihî ve kültürel bağlara sahip olan ve son dönemlerde ortaya çıkan yeni jeopolitik dengeler çerçevesinde, özellikle İslam Dünyasına bir “model” olarak sunulmaya çalışılan Türkiye’nin, her alanda Afganistan’a öncü olması ve bu ülkedeki yerini güçlendirmesi her iki ülkenin menfaatleri gereği olarak değerlendirilebilir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, o günkü şartlar çerçevesinde Türk dış politikasında önemli bir yer tutan Afganistan, daha sonraki yıllarda, özellikle Soğuk Savaş şartları bağlamında, geri plana bırakılmıştır. Soğuk Savaşın bitmesi ile Türkiye’nin Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine yönelik siyasî atakları başlamıştır. Bu kapsamda Afganistan da Türk dış politikasında kendi yerini almıştır. Ancak, bu ülkede cereyan eden iç savaşlar ve ardından iktidara gelen Taliban rejimi sırasında, Afganistan yeniden gölgede kalmıştır. Taliban rejiminin yıkılmasından sonra, Türkiye’nin Afganistan politikasının ABD endeksli bir siyasî çizgiye girdiği görülmektedir.

Türkiye’nin her alanda Afganistan’a öncülük etmesi, NATO çerçevesinde yürüttüğü politikaların yanı sıra, ikili anlaşmalar bağlamında da, güvenlik, ekonomi ve siyasal alanlarda kendi rolünün güçlendirmesi, Türkiye’nin ulusal çıkarları gereği olduğu gibi, uzun vadeli stratejiler ile bölge liderliğine oynama kapasitesini arttırmak açısından da önemlidir.

Fazıl Ahmet BURGET

 {jcomments on}

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Teknolojinin Göçmen Havaleleri Üzerindeki Etkisi: Gelişmekte Olan Ülke Perspektifi

Gökçen Ayzıt Kırkali  Göç Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Yurt dışında çalışan göçmenlerin...

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...