Arap Baharı ve Nedenleri

*”Her Arap içinde düşkün bir kahramanın ruhunu taşır ve kendisini hiçe sayanlara karşı intikam arzusuyla yanıp tutuşur. Birisi ona bunu vaat ederse, hem beklenti hem de güvensizlikle kulak kabartır ona. Ama kısmen ya da simgesel biçimde de olsa, bu fırsat sunulursa ona, coşar.”

Amin Maalouf

Çivisi Çıkmış Dünya

Uygarlıklarımız Tükendiğinde adlı kitabından

**”Devrimin tohumu baskıdır.”

Woodrow T. Wilson

ABD Eski Başkanı

***“Araplar; ekmek, özgürlük ve şeref için ayaklandılar”

Prof.Dr. Hasan Tahsin FENDOĞLU

****“Yüzyıllar boyunca Osmanlı’nın vilayeti olan Arap Bölgeler, Birinci Dünya Savaşı sonrası yapay yaratılan devletler olmanın psikolojik kırıklığından kurtulamamaktadırlar.”

Dr.Erol MÜTERCİMLER

21. Yüzyıl ve Yüksek Strateji adlı kitabından

Giriş

Libya’da Muammer Kaddafi’nin devrilmesi sonrası sokak duvarlarına spreylenen bir bir grafitide yer alan Kaddafi’nin konuşma balonunda; “Keşke zenginliği halka adil biçimde dağıtsaydım.” yazmaktadır. Bu konuşma balonunda grafiticinin elindeki spreyle Kaddafi’ye yaptırdığı itiraf belki de Arap Baharı’nın nedenlerinden birine yani ülke halklarının gayri safi milli hâsıladan yeterince ve adil bir şekilde pay almamasına işaret etmektedir. Kaddafi’nin şu an nasıl bir hesaplaşma içerisinde olduğu bilinmez ancak Suudi Arabistan’a sığınan Zeynel Abidin Bin Ali ve Yemen eski lideri Ali Abdullah Salih ile ülkesinde tutuklu bulunan Hüsnü Mübarek’in hatalarına dair özeleştiriler yapıyor olmaları muhtemeldir.

Arap Baharı Nedir?

Ortadoğu ülkelerinin halkları tarafından Aralık 2010’dan günümüze değin, Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde rejim, yönetim, yönetici değişimleri başta olmak üzere değişikliklere, revizyonlara ve yenilenmelere yol açan, protesto, ayaklanma, kalkışma, devrim, başkaldırı ve daha birçok adlandırmayla söz edilen Arap halk hareketleridir. Nedenleri detaylı olarak ilerleyen kısımlarda aktarılacak olan sürecin fitilini ateşleyen olay; iş bulamamaktan ve geçim sıkıntısından dolayı seyyar satıcılık yapan üniversite öğrenimli Tunuslu Muhammed Buazizi adlı gencin bir zabıta görevlisince tokatlanması ve tezgâhı ile mallarına el konulmasıdır.

Arap Baharı’nın Adının Konulması

Arap halk hareketlerine “Arap Baharı” adı konulmadan önce gelişmelerin Tunus ile sınırlı kalacağı düşünüldüğünden de olabilir “Yasemin Devrimi” olarak isimlendirilmiştir. Ayaklanmaların Mısır ve Libya’ya sıçramasıyla “Domino Etkisi”nden yani bir olayın etki alanını büyüterek ilerlemesinden bahsedilmeye başlanmıştır.

Yasemin Devrimi ise; Arap Baharı’nın başlamasına neden olan Tunuslu genç Muhammed Buazizi’nin kendisini yakması sonrası başlayan gösterilerde, “Göstericilere ateş açan polisin şiddet kullanmak yerine eylemcileri koruması gerektiğini” savunan Tunuslu blog yazarlarının “Polise karşılık olarak yasemin verelim” sloganıyla yola çıkarak, devrimi ülkelerinin bir anlamda sembolü olan “Yasemin çiçekleriyle” özdeşleştirmesiyle bu tanımlama benimsendi ve bu durum sosyal paylaşım ağlarına da bu haliyle yayıldı. Böylelikle de “Yasemin Devrimi” adı ortaya çıktı. Süreç ilerledikçe Yasemin Devrimi’nin sınırlarını genişletmesi ve “Yasemin Devrimi” tanımlamasının kısa kalmasıyla “Arap Baharı” adı telaffuz edilmeye başlandı. Bu adlandırma yapılırken “Prag Baharı”ndan esinlenildiği söylendi.

Yaşananların gerçekte nasıl adlandırılması gerektiğine dair bir şeyler söylemeden önce “Devrim” in ne olduğunu tanımlamak gerekmektedir. Devrim (İhtilal) çok kısa tanımıyla; belli bir alanda hızlı, köklü ve nitelikli değişiklik anlamına gelmektedir. Toplumsal değişimlerin insan iradesiyle hızlandırılması devrimleri oluşturur.

Daha uzun bir tanımlama ile devrim; kitle halindeki bir toplumsal hareketin başlatılmasının söz konusu olduğu, var olan bir rejimi şiddet kullanımı sonucunda başarıyla yıkarak yeni bir hükümet etme biçimi oluşturan bir politik değişme sürecidir. Fransız Devrimi (İhtilali), Ekim (Bolşevik veya Rus Devrimi) Devrimi, İran İslam Devrimi, Turuncu Devrim, Kadife Devrim olarak adlandırılan Renk Devrimleri bu tanıma göre ele alınabilir. Sayılan örneklere bakılırsa yapılan devrim sonrası halkın yönetim şeklinin değiştiği görülecektir. Ayrıca iktidar ve mülkiyetin el değiştirdiği de yine görülebilecektir. Devrimlerin en önemli yönü halk hareketleri, ayaklanmaları, protestoları ile başlamış olmalarıdır. Bir grubun, silahlı bir kuvvetin yönetimi ele geçirmesinden yani darbeden farklıdır. Meşruluğunu halktan ve halkın çoğunluğundan almaktadır. Bu bağlamda Ortadoğu’da yaşananlar sadece bir eksiğiyle devrim olarak tanımlanabilir. Eğer Suriye’de hâlihazırdaki rejim devrilir ise bu ülkede tam anlamıyla bir devrimden söz edilebilecektir. Zira iktidar, rejime hâkim olan azınlık durumundaki Nusayrilerin elinden alınarak çoğunluğun eline bırakılmış olacaktır. (Yapılabilecek demokratik bir seçimin sonuçlarının da bunu göstermesi halinde.) Hâlbuki ne Tunus’ta ne Mısır’da ne de Libya’da iktidarda bir gruba, zümreye, klana dayanan bir iktidar başta idi. Baştakiler halkın içinden gelerek zaman içinde iktidarın imkânları ve zenginliklerini kullanarak zenginleşen ve iktidarlarını pekiştiren insanlardı.

Arap Baharı (Arab Spring) olarak isimlendirilen ve ikinci senesine giren süreçte Ortadoğu coğrafyasında meydana gelenler önce protesto, ardından ayaklanma, ardından iç çatışma -Belki de iç savaş- ve nihayetinde hâlihazırdaki lider ve rejimi devirme gibi etaplardan geçmiştir. Kitle halinde hareket etme, şiddet kullanımı ve nihayetinde yeni bir hükmeden kurma şartlarının tamamının gerçekleştiği görülmüştür. Öyleyse uluslararası kamuoyu neden hala yaşananları devrim değil de “Arap Baharı” olarak isimlendirmektedir? Bunun farklı nedenleri olabilir. Öncelikle; sürecin tamamlanmamış olması buna neden olarak gösterilebilir. Her ne kadar geçici süre yönetimi elinde tutanlar vasıtasıyla yeni anayasa taslakları, yeni meclis oluşumları üzerinde çalışılıyor ve de seçimler yapılıyor ise de her şey henüz sonuçlanmış ve normale sürecine girmiş görünmemektedir. Libya’da bir bölge için otonomi talep edilebilmektedir. Mısır’da asker hala gücün (İktidarın) bir ucundan tutmaktadır. Yani yukarıda da ifade edildiği gibi süreç kendisini henüz tam gerçekleştirmemiştir. “Bahar” söyleminde ısrar edilmesinin nedeni ise kelimenin anlamının umut vadeden çağrışımlar yapması, pozitif bir kelime olmasıdır. Bu vesileyle halkların dirençlerinin taze tutulması da amaçlanıyor olabilir.

Bahar söylemine karşı çıkanlardan birisi de Ortadoğu muhabiri-gazeteci Robert Fisk’tir. Fisk “Arap Baharı” adlandırmasına şiddetle karşı çıkmakta ve kendisi bu süreci “Arap Uyanışı” olarak adlandırmaktadır. Arap Uyanışı aslında söz konusu hareketlerin nedenleri arasında yatan, halkın kendini yöneten baskıcı rejimlere karşı kötü yönetildiklerinin ve ulusal gelirlerden kendilerine düşen payı alamadıkları gibi birçok gerçeğin farkına varması ve uyanışa geçmesidir. (Halkın bu gerçeğin yıllardır farkında olduğu bilinmekle birlikte.)

Arap Baharı adının ABD’li çevrelerce konulduğu söylenegelmiştir. Arap Baharı’na adının ABD çevrelerince konmuş olmasının da, bu hareketlerin ABD tarafından organize edildiği çağrışımlarını beraberinde getirmiştir. Öyle ya da böyle bu yaşananlara bir isim konulması gerekmektedir. Bazı çevreler Libya’da iç çatışmaların başlaması, otonomi talepleri, Mısır’da Tahrir Meydanı’nda şeriat yasalarının esas alınması çağrısı yapan gösterinin yapılması, Suriye’de yaşanmakta olanlar, Tunus’ta sokak gösterilerinin başlaması üzerine Bahar’ın kışa döndüğünü de ifade eder olmuşlardır.

Arap Baharı’nın başka adlandırmaları sosyal medyanın önemli etkisi gözetilerek popüler yaklaşımlar çerçevesinde “Twitter Devrimi”, “Facebook Devrimi” olarak da kimi çevrelerce dillendirilmiştir. Gerçekten de sosyal medya vasıtalarının Arap Baharı’nda isyancıları derleyici, toparlayıcı, organize edici misyonu üzerinde hemen herkes hemfikirdir. Ancak başlı başına sosyal medya araçlarının böylesi bir hareketi gerçekleştirdiğini söylemek abartılı bir tespit veya iddia olacaktır. Geçmiş tarihlerdeki devrimlerde sokak fısıltıları, insanların diğerlerini görüp bayraklarını alarak sokağa çıkmaları, evlerde toplanıp gizli olarak örgütlenmesi ya da çarşıda pazarda fısıldaşarak konuşup devrimi hazırlamaları sosyal medyada yerini sohbet odalarına, forumlara bırakmıştır ve de herkes artık gelişmeleri alenen konuşmuştur. Rejimler de konuşulanları ve örgütlenmeleri açıklıkla görmüştür. Sosyal medya araçları başlı başına olmasa da en önemli etkenlerden biri olarak Arap Baharı’na yardım etmiştir. (1)

Arap Baharı’nın bir başka adlandırılması “Wikileaks Devrimi” söylemi olmuştur. Buna göre Wikileaks belgeleri ile özellikle Tunus başta olmak üzere Arap ülkelerinde yöneticilerin yanlışlarının tüm çıplaklığı ile halkların gözleri önüne serilmesi, dünyaya yayılması halkların gözünü açmıştır. Wikileaks Belgeleri Kasım 2010’da yayımlanmış, Buazizi kendini Aralık 2010’da ateşe vermiş, hemen ardından Tunus’ta sokaklarda gösteriler başlamıştır. Söz konusu iddia zamanın denk düşmesi ve birbirini takip etmesi açısından bu ihtimali elbette düşündürtmekte ise de Wikileaks Belgeleri’nin tek başına Arap Baharı’nı başlattığından söz etmek çok fazla komploculuk olacaktır. Wikileaks’in Arap Baharı’nı başlattığına dair iddiaya keşke yaşasaydı ve Buazizi cevap verse idi. Acaba Buazizi belgelerin çevirisini okumuş veya belgelerde neler yazdığını arkadaşlarından duymuş muydu? Buazizi eğer Wikileaks’te Tunus, Tunus’un yöneticileri ve ailelerinin yaşam tarzlarından haberdar olmuşsa bu durum kendi iç dünyasında nasıl tesirler yapmıştır? Söylediğimiz gibi bu soruya cevap verebilecek tek kişi Buazizi’nin kendisi ve belki de bir nebze olsun Türkiye’ye gelerek bir de soygunculuğa uğramış olan ailesi olabilir.

Arap Devrimleri, Arap Uyanışları, Arap Kalkışmaları, Arap Baharı, Arap Ayaklanmaları,  Arap İsyanları, Arap Protestoları, Arap Halk Hareketleri,  Sosyal Medya Devrimleri gibi isimlerle anılan bahse konu hareketlere Arapça’da zaten olan bir kelime olan “Kıyam” kelimesi ile isimlendirmek de bizim tercihimiz olabilecektir. “Kıyam” kelime anlamıyla; eğilmiş vaziyetten dik vaziyete doğru geçmek üzere yapılan hareket, hareketin tamamlanması ve öylece kalınması, bir işe karışma, kalkışma, teşebbüs etme, ayaklanma, başkaldırma, karşı gelme olarak tanımlanır. Araplar eğilmiş vaziyetten dik olarak ayakta durabilecekleri vaziyet olan kıyam hareketini gerçekleştirmektedirler. (2)

Arap Baharı’nın Nedenleri

Arap Kıyamı’nın nedenlerini aşağıda kategorize etmekle birlikte bir hususu belirtmekte fayda vardır: Görüleceği üzere bir neden diğerinin içine saklanmış olabildiği gibi, nedenler biri diğerinin nedeni olabilecek ölçüde birbirine bağlıdır.

a)Tarihsel Nedenler:

aa) Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika’da hâlihazırda var olan devletlerin, Osmanlı hâkimiyeti sona erdikten sonra ve Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminde Avrupalı güçlerin planlamalarıyla kurulması, bu bağlamda devletlerin ulusal bağımsızlıklarını savaşlarla değil Batı’nın lütfüyle, gizli anlaşmalarıyla kazanmış olmaları, dolayısıyla var olma mücadelesinin savaş veya kanla verilmemişliğinden gelen hoşnutsuzluk ve bu anlamda toplumun zembereğinin de boşalmamış olması, bunlarla bağlantılı olmak üzere sınırlarının Batı’nın menfaatleri odaklı kurulmuş olmasının Arap halkları üzerinde getirdiği eziklik duygusu,

ab)Arapların 1900’lü yıllar boyunca Batı tarafından kandırılmışlık, aldatılmışlıkları, aşağılanmışlıkları ve kuşaklardır hatta yüzyıllardır yaşamlarında bozgunlar, eşitsiz anlaşmalar, kapitülasyonlar, aşağılamaların biriktirdiği onur kırıklıkları (3),

 

ac) İsrail’in Batı eliyle öyle veya böyle bölgeye bir ileri karakol olarak yerleştirilmiş olması, Arap Dünyası’nın İsrail ile 1948’den bu yana gerçekleştirdiği savaşların neredeyse tamamını kaybetmeleri,

ad) İsrail’e karşı Mısır’ın eski lideri Cemal Abdül Nasır haricinde kafa tutucu karizmatik bir liderin Ortadoğu’da çıkmaması, (Bir ara buna yeltendi idiyse de Kaddafi’nin tutarsız tavırları ve son 10 yıl içindeki Batı ile uzlaşmaya gitmesi kendisine puan kaybettirmiştir. İran’da Humeyni, devrimi gerçekleştirmiş olsa da İranlılar Arap değillerdir.)

b)Sosyal ve Sosyo-Psikolojik Nedenler:

ba) İnsanların insanca yaşama arzusu, insan hakları ve temel hak ve özgürlüklerden yararlanma isteği, özgürlük, adalet, ahlaki bir toplum ve hükümet yapısı talebi, din ve vicdan hürriyeti ile dini inançlara saygı ve diğer devletlerle olan ilişkilerin eşit koşullarda geliştirilmesi ve ifade özgürlüğü istemleri, sayılanların onyıllar boyunca işbaşına gelen Arap Yönetimleri tarafından halklarından esirgenmiş olması,

bb) Neredeyse yarım yüzyıldır kişiler veya belirli gruplar tarafından yapılan darbelerin ömürlerini tamamlamış olması ve Arap ülkelerindeki darbeci anlayışların artık bir fayda getirmediğinin halklar tarafından görülmesi,

bc) İnsanların baskıcı ve yozlaşmış yönetim anlayışından (Ordu, polis ve istihbarata sahip olarak ve Batı’ya sırtını dayayarak ülkeyi yönetme) bunalması,

bd) Camp David Anlaşması’nın Mısır halkı tarafından benimsenmemesi, Mübarek’in bu sürecin devam ettiricisi olarak algılanması, İsrail’le uzlaşma ve ABD boyunduruğuna uygun hareket etmenin Mısır’daki Arapların gururunu kırıyor olması, bu bağlamda Mısır ve Ürdün’ün İsrail ile işbirliği sürecine girmiş olmaları,

be) Hızlı nüfus artışıyla birlikte alttan gelenlere ve yetişenlere iş bulunamamasının getirdiği toplumsal bunalım.

bf) İnsanların sosyal, kültürel hürriyetlerinden yararlandırılmamaları (Bahreyn ve Kuveyt örneklerine bakınca daha yakından görülebilir.)

c) Ekonomik Nedenler:

ca) 2008-2009 Küresel Ekonomik Krizi ve petrolü olmayan bölge ülkelerinin krize hazırlıksız yakalanması, 2008 ekonomik krizinden Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin bile etkilenmiş olması, burada çalışan Ortadoğulu işçilerin ülkelerine döviz gönderememeleri,

cb) Gıda enflasyonu, işsizlik ve fakirlik (Tunus’ta üniversite mezunlarının işsizlik oranı yüzde 55 oranındadır. Suriye’de 25 yaş altıdakilerin yüzde 50’si işsiz, ülke genelinin yüzde 25’i işsizdir.), kötü yaşam koşulları (Özellikle Fransa başta olmak üzere kendisine bir gelecek ve hayatını kazanmak için çıkış yolu arayan özellikle Kuzey Afrika ülkelerinde yaşayan gençlerin önü Göç-Göçmen Yasası ile kesilmiştir. Bu durum aynı zamanda Sarkozy’i iktidardan eden faktörlerden bir tanesidir.), çok uzun süredir boşa harcanan veya çalınan ülke kaynaklarının halka tahvil edilememesi, (Libya’da Yönetim Başkanı Mustafa Abdülcelil yaptığı bir açıklamada; ülke kaynaklarının yüzde 60’ının saçma sapan nedenlerle kaybedildiğini, boşa harcandığını ifade etmiştir.)

cc) Mısır’ın 2008-2009 ekonomik krizine hazırlıksız yakalanması, bu paralelde dünya çapında temel gıda fiyatlarının artması, bu artışın Mısır’da da gerçekleşmesi, bu süreçte Mısır’da ekmeğin halka daha pahalıya satılmaya başlaması ve sübvansiyonların da azaltılması, (Zira Mısır’da bir kişinin günlük geliri iki dolardır ve Mısır’da ailelerin yüzde 60’ı sübvansiyonlu ekmek yemek zorundadır. Nitekim Mısır’daki ayaklanmanın nedenlerinden birinin ekmek sorunu olduğunun farkında olan Mısır Cumhurbaşkanı Mursi, seçimlerden önce yaptığı vaatle; işbaşına geldikten sonra 100 içinde yakıt, güvenlik, trafik, temizlik ile birlikte ekmek sorununu çözeceğini beyan etmiştir.)

cd) Ülkelerin gelirlerinin ülke vatandaşlarının menfaatlerine, geleceklerine yatırımlanmaması, ülkelerin gelirlerinin sanayileşme, kalkınma, sağlıklı yatırımlarda kullanılmaması,

ce) Arap ülkelerinin ekonomik sistemlerinin olmaması (4),

d) Siyasal Nedenler:

da) Demokrasinin şu ana kadar insanoğlunun kurabildiği en iyi yönetim şekli olduğunun anlaşılmasına rağmen Arap ülkelerindeki liderlerin demokratikleşme yolunda adım atmamaları, demokratikleşememe,

db) Arap ülkelerinin Batı ile kurumsal ilişkilerinin olmaması (5),

dc) Göstermelik parlamenter uygulamalar ile halkın gerçek iradesinin sandıklara yansıyamaması, azınlıkların ve Şiilerin orantılı temsil hakkı bulunmaması (Kuveyt), halkın bu yüzden seçimlerde sandığa gitmemesi, (Hüsnü Mübarek iktidarları boyunca Mısır’da yapılan seçimlerde, seçimlere katılma oranı çok düşük olarak gerçekleşmesine karşın katılımcıların neredeyse tamamının oylarını alarak seçilmiştir.),

dd) Devletin aygıtlarıyla bürokratik yapılanmanın yetersizliği, devletin kurumsal değil patronaj olması ve devletin de aile şirketi gibi yönetilmesi (Libya’da Kaddafi’nin iktidar döneminde kabile yönetir gibi devlet yönettiği söylenmektedir. Libya Halk Sosyalist Cemahiriyesi sistemi bile Kaddafi’nin kendisinin kurduğu bir sistemdir. Suriye’de bu durum tersine işlemiş, bürokratik mekanizmaların –Yönetim, Ordu, Güvenlik ve İstihbarat- birbirine kenetlenmesi ile rejim bugünleri görebilmiştir.)

de) Liderlerin siyasi meşruiyetlerini kendi ülkelerindeki destek gruplarından değil, uluslararası düzenden almaları.

e) Yönetsel (Yönetimsel) Nedenler

ea) Bürokrasideki yozlaşma (Mısır) ve rüşvetin yaygınlaşması, halkın buna karşılık ahlaki bir yönetim özlemi içerisinde olması, (Tunus’ta mafya tarzı bir yolsuzluktan bahsedilmekte idi.),

eb) Yönetimlerin; Popülizm, Nepotizm, İltimas, Adam Kayırma gibi yanlış uygulamaları esas edinmesi, dış destekler alarak ülkeyi yönetmeleri (Tunus’ta devlet mallarının Zeynel Abidin Bin Ali’nin ve eşi Leyla Trabelsi’nin yakınlarına verilmesi, Mısır’da ihalelerin oğul Cemal tarafından belirlenmesi, Suriye’de Rami Mahluf’un ticari hayattaki kesin üstünlüğü, yabancı sermaye girişleri ve yatırımların tamamen Rami Mahluf’un inisiyatifine bırakılmış olması),

ec) Yönetimdekilerin rejimlerini ve iktidarlarını koruma adına baskıcı, sindirici ve yasaklayıcı yönetsel anlayışları, sıkı ve bunaltıcı güvenlik-istihbarat uygulamaları (Suriye’de Hafız Esad’ın rejimin devamı adına binlerce kişiyi öldürtmesi, Mübarek Yönetimi’nin İstihbarat Şefi Ömer Süleyman vasıtasıyla Hamas veya Müslüman Kardeşler üyesi olduğundan ya da rejime muhalif olduğundan şüphe edilen kişileri tutuklatması, bu kişilerin işkence görmeleri, siyasi polisler tarafından sürekli takip edilmeleri, Libya’da internetin yasaklanması),

ed) En az 30 senelik iktidarları ile babaların iktidarı oğullarına terk etmeye veya devretmeye hazırlanmaları (Hüsnü Mübarek’in oğlu Cemal’i, Kaddafi’nin oğlu Seyfülislam’ı iktidara hazırlaması) veya babaların ölümleriyle oğulların iktidarın başına geçmesi (Hafız Esad’ın yerine oğul Beşşar Esad, Ürdün Kralı Hüseyin’in yerine oğlu Abdullah), halkın bu durumun böyle gideceğini, kendisine yönetimde söz ve temsil hakkının verilmeyeceğini anlaması,

ee) Yönetimlerin ve ailelerinin gösterişli yaşam tarzları,

[Diktatör eşlerinin gösterişli yaşam tarzları her zaman ilgi çeken ve çok konuşulan konular olmuştur. Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali’nin eşi Leyla Trabelsi’nin yaşam tarzı da buna bir örnektir. Trabelsi’nin Fransa’dan yemek üzere tatlılar getirttiği (Yemek, pasta, tatlı vb. besin maddeleri konusu tarih boyunca varlıklı kesim-yoksul kesim arasındaki uçurumu en çarpıcı şekilde göstermek açısından sık sık günyüzüne çıkar. “Ekmek yoksa pasta yesinler” sözü, İran’ın Şah döneminde 2500. kuruluş yıldönümü kutlamalarında Tahran ile Paris’teki mutfaklar arasında uçaklar vasıtasıyla neredeyse bir yemek koridorunun kurularak Fransız mutfağından yemekler getirtilmesi ve bu durumun devrimi tetikleyen nedenler arasına girmesi, son olarak Leyla Trabelsi’nin Fransa’dan tatlı getirtmesi, yemek konusu ile ilgili enteresan örnekler olarak tarihe geçmiştir.), kaplan beslediği hatta bu kaplanın tavuk ile doyurulduğu, akrabalarıyla ve yakınlarıyla adeta bir ahtapot gibi devletin tüm kademelerini sarıp sarmaladıkları ve sömürdükleri, 1000 çift ayakkabısı olduğu, Esma Esad’ın giyime olan düşkünlüğü, Katar Şeyhi’nin modayı yakından takip eden eşi için ünlü bir giyim markasını 735 milyon Euro karşılığında satın alması],

Kaddafi’nin kendisinin ve oğullarının debdebeli yaşam tarzları, Hüsnü Mübarek’in oğlu Cemal’in bitmek bilmeyen kazanımları, Suriye’de Esad ailesinin ülkenin ekonomik imkânlarını Rami Mahluf marifetiyle kendine yontması, her ne kadar şimdilik “Bahar”ı atlatmış olarak görünse de Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerindeki ailelerin magazin basınına malzemeler veren yaşantıları bu durumun örnekleridir.

(Kasım 1996’da ABD’nin Riyad Büyükelçiliği’nden Washington DC’ye gönderilen gizli bir belge Suudi Arabistan Kraliyet Ailesi’nin harcamasına dair fikir vermektedir. Belgede; kraliyet ailesinin her ferdine düzenli bir aylık bağlandığı, Abdülaziz’in oğullarının ayda 200-270 bin dolar, torunların ayda 27 bin dolar, torunların çocuklarının ayda 13 bin dolar ve torunların torunlarının ise 8 bin dolar maaş aldıkları, bu maaşların aile üyesinin doğar doğmaz bağlandığı hususları yer almaktadır. Bu ödemelerin sadece görünen kısmıdır. Binlerce prens ve prenses Suudi Arabistan Havayolları’ndan sınırsız sayıda bileti ücretsiz alabilmekte, binlerce dolar tutan telefon faturalarını Suudi devletine ödetebilmekte iken Abdullah kral olduktan sonra bu hakları iptal etmiştir. Şüphesiz ki bu ve benzeri türdeki zenginlik ve yaşam tarzı uçurumu hem Suudi Arabistan’ın içinde hem de dışında izlenmekte, insanlar hem sosyal adalet, GSMH’dan pay alma gibi kavramları bir kez daha sorgulamaktadır. Suudi prens ve prenseslerin parazit yaşam tarzları özellikle Kraliyet ailesine dini destek veren Vahhabi uleması için tam anlamıyla yüz kızartıcı bir durum olsa gerektir.) (6)

Yine Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali’nin dört ton altınla kaçtığı söylenmiştir. Uluslararası medya bir zaman Kaddafi’nin altınlarının peşine düşmüştür.

ef)Mısır’da Nasır’dan sonra ilkin Enver Sedat, sonra Hüsnü Mübarek’in Ürdün’de Kral Hüseyin’in ardından oğlu Abdullah’ın, son olarak Kaddafi’nin Batı’ya –İsrail dahil-yanaşması, Kaddafi’nin keskin söylemini kaybederek Batı’nın sorguculuk taşeronluğuna kadar kendini indirgemesi, (Libya’nın Batı’ya karşı olumlu gelişen bu tutumu karşısında Rusya’nın Kaddafi’ye Suriye’ye destek vermekten imtina ettiği ve Libya’ya müdahaleye hazırlanılan günlerde Kaddafi’nin arkasında durmayarak cezalandırdığı da söylenebilir. Nitekim İranlı yetkililer de yaptıkları açıklamalarda Kaddafi’nin bu yöne girmesinin sonunu getiren nedenlerden biri olduğunu ifade etmişlerdir.)

eg) Suriye ve İran haricinde neredeyse tüm devletlerin İsrail’e karşı söylem ve eylem hareketlerini kaybetmiş olması, bu yüzden Filistin Davası’nın da sahipsiz kalmış görüntü çizmesi,

eh) Medya üzerinde yönetimlerin baskıcı tutumu, medyanın yönetim lehine yayınlar yapmaları,

f) Diğerleri

Sosyal medya vasıtaları ile dünyanın küçülmesi, nüfus artışı ile kıt kaynakların paylaşılma telaşına düşülmüş olması, enerji kaynaklarının tükenmeye başlaması, küresel ısınma, SSCB’nin ve Berlin Duvarı’nın yıkılması ile hayat bulan “Devlet kutsaldır” anlayışının yerine geçerli hale gelmeye başlayan “Birey kutsaldır” fikrinin Ortadoğu’da henüz yankı bulması da diğer nedenler olarak gösterilebilir.

Kaynakça

1)Sosyal Medya ve Arap Baharı, Murat TEKEK, Gazi Üniversitesi U.İ.B. http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=2964

2)http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.50aa6a1213e966.57775654

3)GODAT (Gazi Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Topluluğu) tarafından 4 Mayıs 2012’de düzenlenen “Arap Baharı Sonrası Ortadoğu” konulu toplantıda Doç. Dr. Mehmet ŞAHİN’ in konuşmasından

4)Adı geçen konuşmadan

5)Adı geçen konuşmadan

6)Akademik Ortadoğu Dergisi, Sayı:11, Sayfa:1-22, Buazizi’nin Yaktığı Ateş:21.Yüzyılın Başında Arap İsyanları, Birol BAŞKAN,  Georgetown University, School of Foreign Service-Katar, Doha

Murat TEKEK

Gazi Üniversitesi U.İ.B.Mezunu

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Gençlere Avrupa Turu: DiscoverEU ile Kültürel Keşifler

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından başlatılan DiscoverEU programı, gençlere...

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...