Kitap Analizi: Arap Talihsizliği

Yazar: Samir KASSIR

Kitabın Adı: Arap Talihsizliği

Çevirmen: Özgür Gökmen

Yayıncı: İletişim Yayınları

Yayın Tarihi: 2011

Lübnan’ın tanınmış gazeteci ve tarihçilerinden biri olan Samir Kassir’in 2005 senesinde suikast sonucu öldürülmeden önce kaleme aldığı bu eser, yakın tarihte Arap Coğrafyası’nda vuku bulan birçok olayın kaynağını deşmekte ve çeşitli akıl yürütmeler, bakış açılarının yardımıyla “ARAP” halkına farklı bir yerden bakmakta, “öteki”leştirmenin zemin hissiyâtını derinlemesine incelemektedir. Esere geçmeden önce bu ünlü düşünürün nasıl bir altyapısının olduğuna da bakmakta yarar olduğunu düşünmekteyim. Lübnanlı bir baba ve Suriyeli bir annenin evlâdı olan Kassir, özelden genele tam bir “coğrafya” çocuğu. İki ülke arasında süregelen olaylarla paralel olarak perspektifi de gelişen, Suriye rejiminin Lübnan’daki hegemonyasına karşı çıkan gözü pek bir entelektüellerden biriydi. Ülke milliyetçilerinden farklı olarak daha geniş bir demokrasi ve özgürlük anlayışını benimsemişti ve sadece Lübnan için değil Suriye ve Arap dünyası için de bu anlayışı savunmaktaydı. Bundan hareketle, Samir Kassir’in Arap halkının siyasal ve toplumsal durgunluğu üzerine kaleme aldığı bu eser, Arapların altın çağını yaşadığı NAHDA ile başlayıp modernitenin halkları nasıl alt üst ettiğine ve kültürel dönüşümüne eğilir.

Kassir, “talihsizlik” diye adlandırdığı durumu, “Arapların bir zamanlar sahip olduğu küresel konum ve gücü yeniden kazanamaması” şeklinde özetliyor. Elde imkân varken birlik olmayı başaramayan ve işgalcilere “bir bilen”, “bir bölen” ve “bir izleyen”lerle kucak açanları ve 11 Eylül sonrası gelişmeleri de çorbaya katıp tevekküle yatmanın anlamsızlığı ortada. 1950’lerde ABD’de, kapalı kapılar ardında dillendirilen dış politika düsturu “paspas olmayı seçenin üzerine hiç acımadan basarız”ın yirmi birinci yüzyıldaki halini yaşıyor Arap dünyası.

Kassir’in yakındığı Arap diktatörler, haraç kesen mafya tipi devletle onun bürokrasisi ve coğrafyanın işgali, “talihsizlikten” öte doğal bir sonuç ne yazık ki. Yönlendirilen, “haydi harekete geçin, haçlı seferini ve baskıyı yok edin” denerek meydanlara sürülen “isyancıların” başını okşayanlar, yıkılmaya çalışılan düzeni vakti zamanında oya gibi işlememiş miydi? Yüz, hatta iki yüz yıllık öngörülerle çokuluslu şirketler ve ekonomik tetikçilerin çalışma ve atış sahasına dönüşen Arap coğrafyasındaki oyunun piyonlarına indirgenen ve oyuncu olmayı kabullenen büyük bir kitleden söz ediyoruz.

Yedi bölümden meydana gelen eserde her bölümün adından da anlaşılacağı gibi talihsizlik rüzgârına kapılıp giden bir halk ve ana başlıklarla nedenleri anlatılmaktadır. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan ve 11 Eylül Saldırıları sebebiyle dünyada hızla yayılan Anti-İslamcılık, Arap=Terörist söylemleriyle de artan bir talihsizlik kaleme alınmış.

Kendileri Farkında Olmasa da Araplar Bugün Dünyadaki En Talihsiz Halk bölümüyle başlayan ve okudukça tarihteki kaybedişlere, kazananı olmayan zaferlere inanan bir halka ve boyun eğilen baskılara genel bir giriş niteliğinde de. Toplumdaki çıkmazları; kronikleşen okuma-yazma bilmezlik oranları, zengin ve fakir arasındaki haddinden fazla eşitsizlik, şehirlerdeki aşırı nüfus ve arazilerin çölleşmesi olarak genellesek de, Arap halkı için bu içinden çıkılmaz çıkmazın başka yönleri olduğunu da görmemezlikten gelemeyiz. Arap talihsizliğinin ayırt edici yönü, kimsenin böylesi bir buhrandan etkileneceğini düşünmediği kişileri de etkisi altına alması ve kendisini istatistiklerden ziyade, algılar ve Arapların hiçbir geleceği, durumlarını düzeltecek hiçbir yolu olmadığına dair çok yaygın ve derine işlenmiş histen başlamak üzere, duygular düzeyinde dışa vurmasıdır. Bu talihsizlik aynı zamanda içinden çıkılmayacak derecede Batılı Öteki’nin bakış açısıyla da ilintilidir. Batı’nın dönüşümlü olarak şüpheci ve üstünlük taslayan bakışı daimi bir biçimde sizi üstesinden gelinemez bir halinizle karşı karşıya bırakır. Öteki’nin bakışıyla ya da kendinizi Öteki ile karşılaştırarak yolunuzdan saptırıldığınızda, kendinizin farkında olmak pek bir fayda sağlamaz. Arapların kendilerine dair algılarının altı o kadar oyuldu ki; en ufak bir şey bile onu bozmak için yeterli olur hale geldi. Bu “güçsüzlük” hissini şu cümle gayet iyi özetliyor kanımca: “Olmanız gerektiğini düşündüğünüz kişi olamaman güçsüzlüğü”.

Derin Bir Talihsizlik Duygusu Arap Dünyasının Her Köşesine Nüfuz Ediyor başlıklı ikinci bölümde ise yazarımız; Panarapçılık genelinden Mısır özeline giriş yapıyor. Arapçılığın, bu “talihsizlik” kodunda sanıldığının aksine çok da bir rolü olmadığını savunuyor ve Mısır’da modernitenin başlangıcını yapan Osmanlı Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya kadar uzanan siyasal bir analizle şimdilerde devrilen Hüsnü Mübarek’in yönetimine sert bir eleştiride bulunuyor. Kurduğu sistemin halkı nereye sürüklediğine aldırış etmeden 30 küsür sene yönetimde bulunan ve seçkinleri bile içine alan bir durgunluk psikolojisi ile “demokrasi” adı altında diktâ sistemi yürüten Mübarek, İslamcılığı da kullanarak fikirlerin üstlerini örtmüş, bir bakıma halkı “koyunlaştırmıştı.” Aynı durumları Kaddafi’nin Libya’sı, Saddam’ın Irak’ı,Yemen, Cezayir,Sudan için de söyleyebiliriz. Özelde çok derin sebeplerle dolu olan bu ülkelerde ve rejimlerinde en göze batan ise; demokrasi açığı. Bu açık belirli bir şekilde Arap sorunu olmayabilir ama Arap Dünyası hâlâ neredeyse her bir ülkenin bu açıdan sorunlu olduğu yegâne bölgedir. Rejimler ne olursa olsun, bütün Arap devletlerindeki siyasal işlev yitimi, borç manipülasyonunun ve ekonomilerinin denetiminin 19. yy itibari ile Batı’nın denetimine girmesi ile askeri ve siyasi hegemonyasının yolunun açılması ya da başka bir deyişle Batı’yı bölgede ebedileştirmekle başladı. 11 Eylül öncesinde de fark edilebilen bu durum, “Terör –İslam’a karşı Savaş” ve Irak Savaşı ile zirve yapmıştır.

Arap Talihsizliği Tarihin Bir Dönemi ve Bugün Eskisine göre Daha Şiddetli adlı üçüncü kısım ile Arap tarihi ile paralellik gösteren siyasi rejimlerdeki değişimlerle Araplar “kapılıp gitme” diyebileceğimiz bir hareket sergilemişlerdir. “NAHDA” yı (Uyanış – 19. yy’ın sonları 20. yy başlarında ortaya çıkan bir yenilenme akımı : “Entelektüel Modernizmin Doğuşu”) da içilen birçok yenilenme hareketi (Osmanlı Dönemi Tanzimatları –Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’da moderniteyi kurması vb.) otoriter rejim adamları tarafından ya sindirildi ya da görmezden gelinip unutulmaya çalışıldı. Eğer tozlu tarih sayfalarında yer alan muazzam reformlar hatırlanıp tekrar sosyal ve siyasal hayata adapte edilirse, Arapların dünya sahnesinde ayağa kalkması mümkün olacaktır.

Modernite Arap Talihsizliğinin Sebebi Değildi adlı bölümde ise; Nahda yani Uyanış hem bir Arap kültürel rönesansı hem de Rousseau’nun vatanperverliğinin billurlaşmasını karışımı olan bir kıpırtı olarak ele alınmış ve bu geniş kapsamlı olgunun tüm başarısızlık, işgaller ve sömürgeciliğe rağmen ruhunu tarihsel süreçte bir şekilde koruduğunu ve Arapların Özgürlük mücadelelerine ilham verdiğine dikkat çekmiştir.

Arap Talihsizliği Modernitenin Değil, Modernitenin Çöküşünün Sonucu adlı beşinci kısımda ise; Nahda’yı devamı olmayan, yalıtılmış bir tarihsel olgu olarak nitelendirenlere inat, bu tarihsel anın ve milliyetçiliğin hayatta nasıl kaldığını örneklerle güzel bir incelemesini bulabiliriz. Sanatın her dalında etkisini göstermiş olan bu değişim, bittabi sosyal hayatı da etkilemiş. Fakat kimilerine göre “Batı” yaftalı bu reform hareketleri maalesef beraberinde getirdiği birçok yenilik yüzünden Araplar içinde fazla barınamadı. En büyük neden olarak; İslâm yaşayışından(kılık kıyafet kuralları, kadınların oy kullanması vb.) ve katı kurallarından ödün vermeye yanaşmayan ülkeleri gösterebiliriz. (bkz. Arap Yarımadası) Buradan şu çıkarımda bulunabiliriz: Arapların bir zamanlar sahip oldukları gücü ve statüyü yeniden kazanamayacak kadar güçsüz olmamaları ve 40 yıl önce evrensel tarihe nasıl girebiliyorlarsa, kültürel ve siyasal alanda yine bu ruhu yakalayabilecek yapıya sahip olmaları.

Arapların Talihsizliği Tarihlerinden Ziyade Coğrafyalarında ve Arapların En Büyük Talihsizliği Bundan Sıyrılmayı Reddediyor Olmaları, Lakin Görünürde Mutluluk Yoksa da En Azından Bir Denge Durumu Mümkün adlı son bölümlerin adlarından da anlaşılacağı üzere; hem coğrafik hem de sosyal açıdan Arap Irkı’nın bir analizi yapılmakta ve bu “ölü toprağı serpili” ırkın bu çıkmazdan nasıl kurtarılmasıyla ilgili fikirler yürütülmektedir. Arap Baharı öncesi sıkıntılarını daha iyi tahlil etmek adına ve bu “bahar” kisvesi altındaki çığlığı daha iyi duymak için okunması gereken bir kitap olduğu kanaatindeyim.

Erzan AKTAR

TUİÇ Araştırmacı Asistanı

Marmara Üniversitesi /Yüksek Lisans

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Teknolojinin Göçmen Havaleleri Üzerindeki Etkisi: Gelişmekte Olan Ülke Perspektifi

Gökçen Ayzıt Kırkali  Göç Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Yurt dışında çalışan göçmenlerin...

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...