Avrasya Jeopolitiğinde Türk Devletlerinin Önemi

 

Değişen dünya ve 1991 sonrası çift kutuplu katı blok halindeki yapının yıkılmasıyla ortaya çıkan uluslararası yapı çok yönlü bir dış politikayı zorunlu kılmıştır. Bu zorunluluk düşüş içinde olan Avrupa Birliği ile olan ilişkiler ve tarihsel bağlarımızın bulunduğu Ortadoğu ülkeleri ile olan ilişkilerimizi geliştirme zorunluluğu getirmekle beraber kültürel, tarihsel ve etnik bağlarımızın bulunduğu Türkistan coğrafyasını önceliklerimiz arasına taşımalıdır.

Türkiye Soğuk Savaş sonrası uluslararası yapıya hızlı bir şekilde uyum sağlarcasına 1991’den sonra bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik olumlu adımlar atmışsa da, bu adımlar duygusal temayül doğrultusunda gerçekleşmiştir. Sovyetler Birliği’nin abiliğinden yıllarca çeken Türk Devletleri için yeni bir abi rolünde yaklaşılması bu devletleri ürkütmüş ve Sovyetler Birliği bakiyesi olarak kurulan Rusya için bir tehdit olarak algılanmıştır.

Türkiye’nin Türk Dünyasıyla ilgili dış politika argümanlarıyla uyumlu temel bir devlet politikası geliştirmesi zaruri ve bu politikayı kamu ve özel kurumlara, akademik çevrelere ve topluma yayması gerekliliktir. Malasef ülkemizde güncel, geçici, siyasi tartışmalar ve yapay gündemler Türkiye’nin toplumsal anlamda yakın çevresinden ve Türk Dünyasından bihaber olmasına sebep olmuştur. Ülkemizde insanların çoğu komşumuz olan İran’da 25 milyona yakın Türk’ün yaşadığının bile farkında değildir. Bir Türk Dünyası politikası geliştirilmek isteniyorsa önce kavramların doğru kullanılması gerekmektedir. Akademik çevrede bile yanlış tanımlamalar duymaktayız. Türk Cumhuriyetleri yerine sanki Türkümsü der gibi ‘’Türki Cumhuriyetler’’ denmesi, ayrı bir milletmiş gibi Azerbaycan Türk’ü yerine Azeri, Kırgız, Kazak denmesi veya yüzyıllardır Türkistan olarak bilinen coğrafyanın Rusların isimlendirdiği ve buradaki toplulukları ortak paydadan ayırmak için kullandığı ‘’Orta Asya’’ kavramının sık kullanılması… Bütün bunlar Türk Dünyasını bizselleştirmek yerine ötekileştirmeye iten nedenlerdir. Bir politika geliştirmek istiyorsak kavramları doğru kullanmalı ve kendi kavramlarımızı yaratmalıyız. Nasıl ki Avrupa Birliği Balkanlar’a Güney Doğu Avrupa diyebiliyor veya İngiltere kendi stratejik güzergâhı nedeniyle Ortadoğu’ya şu anki adını vermişse, Türkiye’nin de Türk Avrasya’sına yönelik kendine has politika geliştirmesi tabidir.

Türk Avrasya’sı, Balkanlar ile Doğu Avrupa’daki Türklerden, Suriye, Irak, İran Türklerine, Kafkaslardan Sibirya eteklerine ve Orta Asya’daki Türk topluluklarından, Doğu ve Güney Türkistan’a kadar uzanan 300 milyona yakın Türk’ün bulunduğu geniş bir coğrafyadır. Bu coğrafya aynı zamanda akraba topluluklar ve Türklerle yüzyıllardır bir arada yaşayan komşu ve kardeş halkları da barındırmaktadır. Türkiye’nin bu bölgelerdeki Türk topluluklarına karşı tarihsel ve kültürel bir sorumluluğu vardır. Türkiye, Türk dünyasının sorunlarıyla ilgilenirken Türklerin vatandaşlığı altında yaşadığı Türk olmayan devletlerin sınır ve toprak bütünlüğünü ihlal etmeden Türklerin haklarını korumalıdır.

Türkiye’nin Türk dünyasına yönelik politikası yayılmacı ve emperyal güdülerle olmamalı, Avrupa Birliği modeline benzer ama kendimize has Türk Devletleri arası kültürel, ekonomik ve siyasi birliğin sağlanmasına yönelik olmalıdır. İsmail Gaspıralı’nın dediği gibi ‘’dilde, fikirde ve işte birlik’’ sağlanmalıdır. Dil birliğinin sağlanabilmesi için bütün Türk topluluklarının birbirini anlayabildiği Türkçe ve bütün Türk topluluklarında Latin Alfabesi kullanılmalıdır. Atatürk’ün de dediği gibi:’’ İstanbul’da çıkan bir gazeteyi Kaşgar’daki Türk de anlayabilmeli’’ Fikir birliğinin sağlanabilmesi için ise ortak Türk tarihinin tekrar yazılması ve ortak Türk kültürünün yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Aynı kültür, edebiyat ve folklordan gelmemize rağmen farklılaştırılmaya çalışılmamız üzücüdür. Rusların Türk edebiyat ve destanlarıyla oynamaları, Dede Korkut destanında olduğu gibi aynı kahramanların farklı adlarla değiştirilmesi, bunun sonucunda aynı Türk destanının Türk topluluklarında farklı destanlarmış gibi algılanması sonucunu getirmiştir. Bununla birlikte aynı kökenden gelmelerine rağmen Rusların Türkleri Kazak, Kırgız, Özbek diye ayırması sonucu Türk topluluklarına farklı kültür ve kimlikler yaratılmıştır. Bu farklılıklar Türkistan coğrafyasındaki Türk Devletlerine yapay haritalar çizilerek daha da belirginleştirilmiştir. Misal bugün Kırgızistan’daki insanlara baktığımızda Türk bilinci yerine Kırgız bilinci ve milliyetçiliği hakimdir. 2010’da Kırgızistan’da yaşanan Kırgız ve Özbek Türkleri arası iç savaş bu zihinsel ayrışmaya örnektir.

‘’Dilde ve fikirde birlik’’ sağlandığı ölçüde ‘’işte birliğin’’ sağlanması kolaylaşacak, bu ekonomik ve siyasi bütünleşmeye dönüşecektir. Türk Cumhuriyetlerindeki enerji hacmi ile Türkiye’nin kalifiye işgücü, jeo-ekonomik konumu ve Hazar enerji havzalarını Batı’ya ulaştırma kapasitesi Türk Cumhuriyetleri arasındaki ekonomik bütünleşme potansiyelinin ne derece yüksek olduğunun göstergesidir. Kazakistan’ın petrol ve uranyum, Türkmenistan’ın son birkaç yılda iki katına çıkan doğalgaz rezervleri, Azerbaycan’ın Avrasya’nın Kuveyt’i olarak nitelendirilmesi ve Türkiye’nin hızla artan sanayileşme hamleleri ve yakın kıta havzaları arasında kavşak noktasında bulunması, Türk Devletleri arası ekonomik bütünleşmenin ne derece önemli ve gerekli olduğunu kanıtlamaktadır.

Türk Devletleri arasındaki birliğin oluşturulabilmesi bir tercih değil, gerekliliktir. Çünkü dünyadaki güç ağırlığının 21. Yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren Asya’nın Orta ve Doğusuna kayması muhtemeldir. Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi ve Kuzey Afrika Projesi’nin son aşaması olarak Orta Asya projesi olarak gösterilmesi, Çin’in Türkistan coğrafyası üzerindeki ağırlığının ve baskısının artması; Rusya, Avrupa Birliği, İran ve Hindistan gibi bölgesel güçlerin Türkistan coğrafyasına yönelik politikaları Türk devletleri arasındaki işbirliğini gerekli kılmaktadır. Türkistan coğrafyasındaki zengin enerji kaynakları, bölgesel ve küresel aktörlerin ilgisini çekmekte, bu ilgi bölgeye karşı uygulanan etnik-ideolojik-dinsel operasyon olan etno-teolojik operasyonların gerçekleşmesine zemin hazırlamaktadır. Her ne kadar bağımsızlıklarını kazanalı yirmi yıl olmasına rağmen hızlı bir devletleşme sürecine giren ve Kırgızistan’daki iç çatışma örneğinde olduğu gibi krizleri hızlı atlatmaya kabiliyetine sahip Türk Devletleri için, bağımsızlıkla küreselleşmeyi aynı anda yaşamaları kimliklerini oluşturma konusunda olumsuz bir durum olarak yansımıştır.

ABD’nin Irak işgali ile güneyde ABD, Batı’da Avrupa Birliği, kuzeyde Rusya ve doğuda Çin gibi dört küresel aktörün arasında bulunan Türk Devletleri için aralarındaki birliğin sağlanması Avrasya coğrafyasındaki dengeyi sağlayacaktır. Bu birlik kendi içine kapalı ve sadece Türk Devletleri arasındaki işbirliğine açık olan değil, uluslararası ekonomik ve siyasi yapıya uyum sağlayabilen bir birlik olmalıdır. Türkiye’nin nasıl sadece Transatlantik, Avrupa Birliği veya Ortadoğu’yu referans alan bir dış politika izlemesi rasyonel değilse, sadece Türk Devletlerine yönelik bir dış politika izleme lüksü de yoktur. Türkiye bir pergel gibi kendi ekseni etrafında 360 derece çizen ve bu eksen içindeki yakın kara ve deniz havzalarındaki ülkelerle işbirliğini geliştirmeye yönelen, dış politika ajandasında Türkistan coğrafyasının üst sırada olduğu bir dış politika izlemelidir.

Sonuç

Başkalarının oyununda figüran yerine kendi oyununu kurgulayan bir ülke olmak istiyorsak hızla değişen dünya düzeninde yerimizi almalı ve Türk Birliği’ni merkez alan bir politika izlemeliyiz. Değişen dünya düzeninde Türk devletlerinin kendi arasında ayrışma lüksü yoktur. Türk devletleri arasındaki birliğin sağlanmasıyla birlikte Türk dünyasını ilgilendiren Karabağ meselesi, uluslararası etnikleştirilmiş Kürt Sorunu, Batı Trakya, Doğu Türkistan ve Türk dünyasını ilgilendiren diğer meselelerin çözüme kavuşması noktasında ilerleme sağlanacaktır. Türk Birliği sadece Türk Devletlerinin geleceğini açısından önemli değildir. Türk Birliği, Avrasya jeopolitiğinde bizimle aynı kaderi paylaşan ve aynı damarın cevherlerini oluşturduğumuz Boşnaklar’dan, Tacikistanlılar’a, Kürtler’den, Gürcüler’e, Alevisi’nden, Sunni’sine… kadar birçok halkı kapsayan ve bu halkların kapitalizmin boyunduruğu altında ezilmesine karşı bir duruştur. Çünkü Türklük veya Türk Birliği etnik bir tanımlamadan öte adalet, demokrasi ve sömürüye karşı milli bir duruş demektir. Bu duruş sergilendiği ve Türk Devletleri arasındaki birlik gerçekleştiği sürece Avrasya bölgesindeki sorunların çözülmesi kolaylaşacak ve bunun neticesinde bölgesel ve küresel barışın gerçekleşmesi sağlanacaktır.

 

Ümit Nazmi HAZIR

Ege Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Gençlere Avrupa Turu: DiscoverEU ile Kültürel Keşifler

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından başlatılan DiscoverEU programı, gençlere...

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...