Azerbaycan’da Yaşanan Son Olaylar: “Bahar” Kafkaslardan da Eser mi?

Kasım 2010’da başlayan çalkantıların ardından 17 Aralık 2010’da Tunuslu seyyar satıcı Mohamed Bouazizi’nin kendisini yakması ile başlayan Arap Baharı’nın domino etkisi ile yayılarak Tunus’un ardından Mısır, Libya, Suriye ve diğer bazı bölge ülkelerine sıçraması ve halen daha devam etmesi kuşkusuz dünya kamuoyu tarafından beklenilen bir durum değildi. Uzun yıllardır insan hakları ve demokrasi alanında problemlerle yüz yüze yaşayan Arap halklarının bir anda bu denli büyük bir harekete kalkışmaları ve ciddi anlamda sonuç almaları, dünya kamuoyunda bu gibi kitlesel insan hareketlerinin artık Arap halkları gibi zor şartlarda yaşayan diğer bölgelerde de vuku bulabileceği öngörüsünü yaratmış görünmektedir.  Dünya kamuoyunun kuşkusuz Kuzey Afrika ve Yakın Doğu’dan sonra bahsi geçen kitlesel hareketler için en muhtemel gördüğü coğrafya ise Kafkaslar ve Orta Asya olarak görünmektedir.

SSCB’nin yıkılmasından sonra bu bölgelerdeki bağımsızlığını kazanmış devletlerin bağımsızlıklarının üzerinden 20 yılı aşkın bir süreç geçmesine rağmen, bu devletler halen daha demokrasi ve insan hakları konularında gerekli mesafeleri kat edememişlerdir. Bu durum gün geçtikçe daha da sıkıntılı hale gelmektedir. Bu ülkelerde yaşayan halkların işsizlik, eşitsizlik, ifade özgülüğü ve siyasi yozlaşma gibi ciddi sorunlarla yüz yüze kalmalarının yanı sıra ülke içerisindeki toplumsal sınıflar arasındaki uçurumda git gide büyümektedir.

Özellikle son bir ay içerisinde Kafkasların kilit ülkelerinden Azerbaycan’da üç büyük protesto gerçekleşmesi ve kalabalık grupların güvenlik güçleri ile karşı karşıya gelmesi, uluslararası basında çok yer almasa da dikkatin çekilmesi gereken bir durumdur. Son bir ay içerisinde; ordudaki asker ölümleri, Bine ticaret merkezindeki haksız kira artışları ve son olarak da İsmayıllı şehrindeki yaşanan olaylar yüzünden güvenlik güçleri ile karşı karşıya gelen halka devletin cevabı ise güvenlik güçlerinin müdahaleleri oldu. Azerbaycan’daki olayların genel sebepleri ise devlet yönetiminin idareciliği, ekonomik durum(petrol gelirlerinin eşit dağıtılmaması) ve özellikle yerel yöneticiler başta olmak üzere devlet görevlilerinin halka karşı davranış biçimlerinden ileri gelmektedir. Azerbaycan’da yaşanan bu olayların ardından kuşkusuz ilk akla gelen sorular ise; “Olayların büyüyüp büyümeyeceği, büyüdüğü takdirde bölgede ve Orta Asya’daki diğer ülkelerde etkisinin olup olmayacağının yanı sıra tabikide Kafkaslar ve Orta Asya’da bu tarz halk hareketleri olma ihtimali karşısında bölge üzerinde politikaları bulunan küresel güçlerin bu duruma tepkileridir.” Peki, “Bahar” gerçekten Kafkaslardan da eser mi?

Azerbaycan’daki olaylara baktığımız zaman bir ay içerisinde arka arkaya büyük denebilecek çapta olayların yaşanması dikkate değer olmakla beraber ülkede artarak yayılacağı ihtimali ise devletin ve güvenlik güçlerinin göstermiş olduğu mukavemetin derecesi itibari ile ilk etapta çokta mümkün görünmemektedir. Fakat mukavemetin derecesinin yaratacağı ters etki ve olayların çoğalarak devam etmesi ihtimali ise 16 Ekim 2013’de yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde ülke yönetimini içerde ve dışarıda bazı sıkıntılara sokabilir. Her ne kadar ülkede siyasi anlamdaki muhalefet parçalanmış bir vaziyette olsa da aktivist gençlerin ve STK’ların arasında ortak bir konsensüs görülmektedir. Bu durum da ülkede “yanlış olana tepki” kültürünü yavaş yavaş oturtmaya başlamaktadır. Fakat yinede olayların kısa vadede büyüyerek Arap Baharı coğrafyasındaki gibi bir etki yaratacağını düşünmek şuan için ütopik olarak değerlendirilebilir.

Azerbaycan’daki bu olayların Arap Baharı coğrafyasındaki ülkelerde olduğu gibi birinden diğerine sıçraması ve bir diğerine ilham kaynağı olması ihtimali üzerinde ise iyice düşünmek gerekmektedir. Çünkü bu noktada dikkat çekilmesi gereken önemli bir hususta şudur ki Arap Baharı’nın yaşandığı ülkelerde devlet yönetimlerinin bu gibi durumlara çokta hazırlıklı olmadıkları aşikar bir durumdu ve bu durum karşısında halkların ayaklanmalarının netice verdiği söylenebilir. Fakat aynı husus gerek Kafkasya gerekse Orta Asya cumhuriyetleri için geçerli değildir. 2003 yılında başlayan devrimler zinciri ile önce Gürcistan ardından bir başka eski sovyet cumhuriyeti olan Ukrayna ve 2005 yılında ise Kırgızistan’ın yaşamış olduğu halk ayaklanmaları temelli devrimler Kafkasya ve Orta Asya’daki “yönetimlerin” bu konuda gerekli tecrübeye sahip olmalarını sağlamıştır. Bu sebepten dolayı söz konusu halk hareketlerinin bölge ülkelerinin birinden diğerine sıçraması ihtimali karşısında bölgedeki devletlerin olaylara karşı tutumu az çok tahmin edilebilmektedir.  Olaylar üzerinden baktığımızda, Arap Baharı coğrafyası ile Kafkaslar ve Orta Asya arasındaki bir diğer önemli fark ise olayların tamamen farklı coğrafyalarda, sosyo-ekonomik ve etnik açıdan farklı olan toplumlar içerisinde cereyan etmesidir.

Kafkasya ve Orta Asya’da gerçekleşmesi muhtemel bir “bahar” hareketinin en önemli takipçileri ise şüphesiz küresel güçler olacaktır. Özellikle geçtiğimiz on yıl içerisinde yaşanan devrim hareketleri süreci ve Rusya’nın bu sürece Ukrayna ve Gürcistan’da verdiği karşılık, kuşkusuz bölgenin Rusya açısından hassasiyetini göstermektedir. Aynı zamanda Kafkasya ve Orta Asya’nın SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya’nın neredeyse tek etki alanı olarak elinde kalması ve Rusya’nın bunu Putin ile beraber daha da önemsemeye başlaması söz konusu hareketlere karşı bu ülkenin tavrını açıkça ortaya koymaktadır. ABD ve AB açısından ise, bilindiği üzere bu bölgeler gerek coğrafi konumları gerekse sahip oldukları zengin yer altı kaynakları açısından büyük önem arz etmektedir. Özellikle, geçmişten günümüze kronikleşmiş bir istikrar sorunu yaşayan Yakın Doğu’nun Arap Baharı ile daha da vahim hale gelmesinden sonra, bu bölgenin enerji kaynağı potansiyeline alternatif olarak görülen en güvenli bölgeler Hazar havzası ve Orta Asya olarak öne çıkmıştır. Bu bağlamda, başta AB enerji güvenliği konusu olmak üzere batı için bölgenin önemi tartışılmazdır ve batılı devletler bu ülkelerdeki çıkarlarını zedeleyecek durumlara karşı sessiz kalmayacaklardır. Özellikle son dönemlerde yaşanan bazı gelişmeler bu iddiayı desteklemektedir. Örneğin, Alman diplomat Christopher Strässer’nin 23 Mart 2013 tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde Azerbaycan’daki siyasi tutukluların durumuna dair vermiş olduğu rapor oy birliği ile reddedilmiştir.  

Sonuç olarak baktığımızda, Kafkaslar ve Orta Asya’daki devletler söz konusu halk hareketleri ile yaşanabilecek devrimlere ve yönetim değişikliklerine ülke olarak hazır değillerdir. Özellikle bu ülkelerde siyasi muhalefet kavramının ve kimliğinin henüz tam anlamıyla oluşmamış olması ve olası yönetim değişikliklerinde mevcut yönetimlerin yerine geçecek nitelikli siyasi yapıların bulunmaması bu ülkeleri daha da büyük kargaşa ortamlarına sürükleyecektir. Bu sebepten ötürü de batılı devletlerin çıkarlarını korumak yolunda bu ülkelerdeki mevcut statükoları destekleme ihtimalleri bu ülkelere demokrasi ve insan hakları ihraç etme ihtimallerinden daha ağır basmaktadır.

Uğur ERTAŞ

TUİÇ Avrasya Çalışmaları Masası Direktörü

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...

Sığınmacıların Ev Sahibi Ülkelere Katkıları: Türkiye’deki Suriyeliler

Sena Özdemir Göç Çalışmaları o-Staj Programı ÖZET İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanan...