Değişim ve İstikrar

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Gelişmelerin Bir Anatomisi

Tüm dünya son birkaç aydır belki de tarihin en kritik süreçlerinden birine şahitlik etme telaşına kapılmış giderken şu an doğu-batı ekseni ya da kıta fark etmeksizin tüm dünya devletlerinin gözünün kulağının üstünde olduğu, üzerine neredeyse herkesin bir fikir ve öngörü beyan ettiği Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki değişim rüzgârları belki de tarihin geri dönüşü olmayan en keskin virajlarından biri olarak literatürlere geçti bile.

Nedir peki bu kimsenin dilinden düşürmediği değişim rüzgârları?

Ortadoğu ve özellikle Arap ve İslam hâkimiyeti ülkelerinde hiç gitmeyecekmiş gibi dimdik duran ve arkasına İslamiyet’i alan diktatör rejim anlayışı ne oldu da bu denli zayıf bir iradeyle çöküşe geçebildi sorusu hala gündemde önemini korurken bunun bir halk ayaklanmasının kaçınılmaz bir sonucu olduğu bir gerçek illa ki.

Küreselleşen bir yerkürede her şey değişim, dönüşüm ve iletişim halindeyken Ortadoğu ve Arap dünyasının bu değişimlerden nasibini almaması da beklenemezdi. Ancak belki de cevabının hala düşündürdüğü temel soru ise demokrasi ile İslam’ın bir arada olamayacağı tezi, bu insanlar tarafından yıllar sonra, domino etkisi yapan bir ayaklanma öyküsü ile çürütülebilecek dereceye nasıl geldiğidir.

Bütün bunlar olurken pek çok komplo teorisiyle birlikte bu ayaklanma ve direnmeler, demokrasi ve insan hakları adına olumlu gelişmeler olarak algılansa da Irak’taki demokratikleşme çabaları esnasında yaşanan ABD’nin çarpık müdahaleleri ve bu müdahalelerin sonrasında bırakın demokrasiyi hala bir barış ve istikrar ortamının söz konusu olamadığı gerçeği de akla gelmedi denemez. Özellikle Libya’daki gelişmelerde Kaddafi’nin kendi halkına uyguladığı şiddetin hiçbir kabul edilebilirliği olmadığı gibi, şu sıralarda yapılan BM müdahalesinde ki acelecilik, iletişimsiz diplomasi ve orantısız güç kullanımı bir bakıma bunun ispatı gibi. Başka bir açıdan yapılan bu müdahalelerin bir “sivil halk kurtarıcılığından”,  bir ülkeyi işgal etme pozisyonuna dönüşmesi ise an meselesi belki de.

Her şey bir yana tüm bu gelişmelerle birlikte belki de biraz daha dikkat çekilmesi gereken nokta ise bu bölgede yaşanan dönülmez değişim rüzgârlarının ne derece “sürekli ve sürdürülebilir” bir süreç olduğudur. Koca bir halk isyanı neticesinde yerle bir olan diktatör rejim sonrasında demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi nimetlerden payına düşeni tam olarak alamamış ve bu deneyimi neredeyse hiç yaşamamış bu sivil halk topluluğu yepyeni ve demokratik bir toplum olma gücünü kendinde ne denli bulabilecek şu an için muallakta kalmış bir soru gibi duruyor gündemde.

 “Değişim ve reform”, ilk safhada yıllarca her türlü baskı ve otoriteye maruz kalmış bir millet için bu kadar cazip ve çekici iki kelime gibi görünürken bu değişim kendi çekirdeğinde sağlam temellerle gerçekleşmediği takdirde halkın kendi kendine yarattığı demokrasi isyanının, batılı güçler arasında bölge lideri olma mücadelesinin sonrasında ortak bir çıkar alanına dönmesi ise kaçınılmaz bir son olacak gibi görünüyor.

İşte bu noktada uzun zamandır Kuzey Afrika ve Ortadoğu’nun, kendini hem karar mekanizması hem de demokrasi öğreticisi ilan eden Batı’ya karşı, kendine model olarak aldığı kurtarıcı bir lider pozisyonunda Türkiye’yi alması ise bu paradoksun doğal bir yansımasıdır belki de. Bu değişim sürecinde bölgeyle bir din bağı olan Türkiye ise sahip olduğu rejimle lider konumunu kendine oldukça yakın buluyorken değişen dış politika anlayışıyla Batı’yla ipleri koparması ise an meselesi gibi.

Önce Birleşmiş Milletlerin sivil halkı koruma adına yaptığı müdahalede Fransa’nın ani ve aceleci saldırısı ve sonrasında bu müdahalelerin NATO’ya devredilmesi ve bu nokta da Türkiye arada kalmışlık durumu yaşarken girdiği bu lider rolünde daha önce NATO’nun Libya müdahalesine karşı çıkar tutumundan sonra topu BM anlayışı çerçevesinde NATO’ya devretmekle kuşkusuz çelişkili bir politika izlenimi bırakıyor.

Ancak belki de Libya’ya yapılan bu müdahaleye Uluslararası hukuk boyutunda bakıldığında, ilk aşamada Fransa’nın ön ayak olmasının ne denli doğru olduğu daha çok tartışıla gelen bir mesele oldu. Çünkü Bir BM üyesi olan Fransa’nın aynı zamanda bir NATO üyesi olması büyük bir çarpıklığın göstergesi gibi. NATO üyesi olan bir ülkenin NATO’dan çıkmış bir ortak karar olmaksızın eyleme geçmesi yani Fransa’nın bu tavrı tartışmaya açık bir zemin hazırlamıştır.

Netice itibariyle her türlü ön görüye açık olan bu sancılı değişim evresinde önemli olan Ortadoğu halkının ne denli az zararla sıyrılabileceği ve tabanında arzuyla beklediği demokrasiye ne denli hazır olduğu sorunudur. Kendi halkını bombalayan bir liderle mücadele etmekle birlikte tüm bu gelişmelerin bölgede yönetim anlayışını değiştirmesi ulusal bir güvenlik sorununu da beraberinde getirmiştir.  Bölgede tüm bu çekişmeler yaşanırken değişime nereden başlanmalı, istikrarı nasıl sağlamalı bilinmiyor. Ancak cevabı henüz bilinmeyen bir soru daha var ki o da bölgede ki çıkar savaşlarında kimin galip geleceğidir.

 

 

Zübeyde AĞSAKALLI

İstanbul Aydın Üniversitesi

Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Gençlere Avrupa Turu: DiscoverEU ile Kültürel Keşifler

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından başlatılan DiscoverEU programı, gençlere...

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...