DEVLETLERARASI VE HÜKÜMETLER DIŞI ULUSLARARASI ÖRGÜTLER TARİHÇE-ORGANLAR-BELGELER-POLİTİKALAR

Giriş

Mehmet Hasgüler & Mehmet B. Uludağ. (2018). Devletlerarası ve Hükümetler Dışı Uluslararası Örgütler Tarihçe-Organlar-Belgeler-Politikalar. İstanbul: Alfa Yayınları, 819 sayfa, ISBN:9789752979420.

Bu kitap, uluslararası ilişkiler yazını içinde yer alan uluslararası örgütleri tarihsel arka planı dâhilinde inceleyip analiz ederek alanında öncü bir akademik değerlendirme haline gelmiştir.  Kitabın yazılış amacı, yazarlarının önsöz kısmında da belirttiği şekilde “uluslararası örgütler konusuna kapsamlı ve tarihsel bir analiz içeren eleştirel yöntem kullanılarak” yaklaşmaktır.  Kitabın dili ve üslubu konusuna gelirsek; dil, açıklayıcı ve akıcı bir biçimde kullanılmıştır ancak kitabın anlaşılabilmesi için belli bir düzeyde tarihsel bilgi ve uluslararası ilişkiler disiplinin terminolojisine hâkim olmak gerekmektedir. Kitapta kronoloji, şekiller, tablolar, ekler bölümünde, kitapta bahsi geçen anlaşmaların maddeleri mevcut olup, belirtilen tarihsel kongrelerin ve toplantıların fotoğrafları ve yine bahsi geçen olaylarda önemli rol almış kişilerin fotoğrafları bulunmaktadır.

Kitabın yazarlarından biri olan Mehmet Hasgüler; Kıbrıslı akademisyen ve yazardır. Pek çok makalesi çeşitli dergilerde yayınlanan yazar, 2015’ten beri YÖDAK (Yükseköğretim Planlama, Denetleme, Akreditasyon ve Koordinasyon Kurulu) üyeliği ve köşe yazarlığı yapmaktadır. Kitabın bir diğer yazarı Mehmet B. Uludağ ise İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde ders veren bir akademisyen ve yazardır. SSCB, Gürcistan ve Avrasya bölgeleri üzerine çalışmalar yapan yazarın 2011 yılında Kriter Yayınevi tarafından yayımlanan ‘’Dünya Siyasi Tarihi’’ adlı kitabı da bulunmaktadır.

 

1.Bölüm

Kitap, giriş kısmı ve dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, dünya siyasi tarihinde yer alan uluslararası örgütlerin tarihsel kökenine yer verilmiştir. Perslerle sık sık savaş yapılan Antik Yunan döneminde, uygar dünyayı tek tip yönetim anlayışından kurtarmak için bir araya gelen özgür şehir devletlerinin kurduğu Korint Helen Birliği ve Attika-Delos Deniz Birliği örnek gösterilerek, o dönemde ortak bir amaç uğruna kurulan siyasal ve askeri ittifakların modern dönemdeki örgütlerle karşılaştırması ve analizi yapılmıştır. Sparta ve Atina çekişmesi ile II. Dünya Savaşı sonrası başlayan SSCB-ABD rekabeti arasında paralellik kuran yazarlar, Roma İmparatorluğu’nun da yüzyıllar süren iktidarının nedeninin fetihlerle sonuçlanan askeri başarılar değil; iş birliğine dayanan anlaşmalar ve ittifaklar bütünü olduğu tezini savunmaktadırlar. Modern devletin temellerinin 1648 yılında Vestfalya Antlaşması ile oluştuğu, egemen ve eşit devletlerin uluslararası ilişkilerde din temelli görüşlerden uzaklaşarak, rasyonalizm temelli karar alan mekanizmalarla yönetilen kurumlar haline gelişi vurgulanmakla birlikte tarihsel açıdan devletlerin çıkar odaklı askeri iş birliklerine de örnekler verilmiştir.

XIX. yüzyıl, tüm dünyada değişim yılı olmuş ve üretim ilişkileri değişmiştir. Kapitalizmin doğmasıyla birlikte bu anlamda devletlerde bir dönüşüm yaşanmış ve süreç içerisinde ideolojik temellendirmeyle birlikte ulus-devlet halini almışlardır. Bilimsel ve teknik ilerlemelerle birlikte, uluslararası iş birliği daha önemli bir hale gelmiştir. Böylece XIX. yüzyıl siyasi, ekonomik, teknik ve ulaştırma gibi alanlarda ilk örgütlerin kurulduğu bir yüzyıl olmuştur. Aynı zamanda Kızılhaç ve Kızılay gibi ilk uluslararası sivil örgütler bu yüzyılda kurulmuştur. Yazarlar bundan hareketle, bu ilk örgütlerin kuruluş amacını ve tarihsel süreçlerini akıcı ve bilgilendirici bir üslupla anlatmaktadır. Uluslararası örgütler konusunda adeta bir tarihsel süreç bilgilendirmesi olan bu bölüm, okuyucuya daha sonraki bölümler için temel bilgiler vermesinin yanı sıra, genelde I. Dünya Savaşı öncesi dönemde pek adından bahsedilemeyen uluslararası örgütlerin kapsamını da genişleterek, antik dönemde de belli değerlerin korunması ve savunma amaçlı konfederasyon benzeri örgütlenmelerin bulunduğunu anlatmaktadır.

 

2.Bölüm

Bu bölümde I. Dünya Savaşı ve neden olduğu yıkımdan yola çıkarak döneme damgasını vuran iki büyük ideoloji olan Sosyalizm ve Liberalizm ile Milletler Cemiyeti’nin oluşum süreci, organları ve mekanizmaları anlatılmaktadır. Yazarların bu bölümde savundukları temel düşünce, Milletler Cemiyeti’nin I. Dünya Savaşı galipleri tarafından mağlupların fikri alınmadan onlara dayatma yoluyla imzalattıkları barış antlaşmalarının kendi güdümlerindeki kontrolünü sağlamak amacıyla kurmuş oldukları, temeli sağlam olmayan bir örgüt olduğudur. Bu nedenle bağımsız ve tarafsız bir kurum olamayan cemiyet, kuruluş amacı olan “dünyadaki barışı muhafaza etme’’ görevinde başarısız olarak kısa sürede işlevsiz hale gelmiş ve II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte iş yapamaz bir hale gelmiştir. ‘’Örgüt üyeleri arasında dünya politikasına ilişkin derin görüş ayrılıkları oluşunca Konsey çalışamaz hale gelmiştir” ifadesiyle cemiyet hakkındaki temel görüş belirtilerek, tarihsel bilgiler çerçevesinde analiz yapılmaktadır. Milletler Cemiyeti’nin sömürgeciliği devam ettirmek için kullandığı, ‘’manda rejimi’’ olarak da adlandırılan formül bu bölümde anlatılmaktadır.

Yazarlar temel olarak bazı Osmanlı münevverlerinin de bu rejimden yana olduklarını, bu şekilde savaşın yaralarının İngiltere, ABD ya da Fransa gibi güçlü bir ülkenin himayesiyle sarılabileceği düşüncesinde olduklarını savunmaktadırlar. Bu düşüncenin de en hafif tabirle ‘’onursuzca’’ olduğunu belirten yazarlar, Milletler Cemiyeti’nin manda fikri ile, ahlaken meşruiyetini kaybettiği fikrini ortaya koymaktadırlar. Yine de yazarların da altını çizdiği gibi Milletler Cemiyeti, organları ve yönetim yapısıyla küresel çapta bir iş birliğine dayanarak kurulan ilk örgütlenme olması bakımından önemlidir. Ayrıca bu bölümde, kuruluşu Wilson ilkelerine dayanan cemiyete ABD gibi güçlü ve ağırlığı bulunan ülkelerin üye olmayışı nedeniyle varlığını uzun bir süre koruyamayacağı fikri savunulmaktadır. Bununla birlikte II. Dünya Savaşı sonrası dönemde kurulan Birleşmiş Milletler’in oluşum süreci, hukuki yapısı, organları ile Birleşmiş Milletler’e bağlı diğer örgütler ve uzman kuruluşlar, ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. 

Kitapta BM Genel Kurulu’nun bir “parlamento görünümü’’ verdiği halde bağlayıcı karar alma ve uluslararası yasalar çıkarma yetkisi olmadığı vurgulanır. BM Genel Sekreterlerinden de bahsedildiği bölümde bu kişilerin, genelde tarafsız politika izleyen devletlerin uyruğundaki diplomatlardan seçildiği belirtilmiştir. Bu durumun bir istisnası olarak, yazarlar tarafından 1991’de BM Genel Sekreterliğine seçilen Butros Butros-Gali’nin Kıbrıs sorunu konusunda Ortodoks dayanışması sergilediği ve Bosna Soykırımı konusunda da Müslümanların yıkımına sessiz kaldığı iddia edilmektedir.

’BM Müdahalesini Gerektiren Bölgesel Nitelikli Sorunlar’’ başlığı altında yer alan sorunların BM tarafından dört başlık altında incelendiği belirtilmektedir. Filistin sorunu, bunlardan en uzun soluklu ve üzerinde en çok durulan sorunlardan biridir. II. Dünya Savaşı’nın ardından Yahudilerin kendi devletlerini kurma isteğiyle birlikte 1947 yılında hukuksal olarak BM’nin gündeminde yer alan ve Siyonizm’in etkisiyle ilan edilen Balfour Deklarasyonu, başlangıç olarak kabul edilir. İngiltere’nin mandater yönetimi altındaki Filistin, bölgeye yapılan Yahudi göçleri ve1948’de İsrail’in kurulmasıyla bölgedeki yerel halkın sığınmacı konumuna gelmesiyle birlikte, yıllardır Ortadoğu’da çözülemeyen ve insani drama dönüşen uluslararası bir sorun haline gelmiştir. Kitapta yazarların Filistin sorunu ile ilgili temel argümanı, BM’nin bu süreci ABD ve İngiltere güdümünde ele aldığı, ABD’nin Güvenlik Konseyi’nde veto hakkını kullanarak BM’nin çabalarını sonuçsuz hale getirdiğidir. İsrail ile iyi ilişkileri bulunan ABD’nin, müttefiki karşısında taraflı oluşu ile İsrail’e karşı bir birlik kurulamayışı ve ambargo kararı dahi alınamadığı vurgulanarak, amacı barışı ve insan haklarını korumak olan örgütün bu misyonunda Filistinliler söz konusu olduğunda başarısız olduğu sonucuna varılmaktadır. Arap toplumu da dâhil olmak üzere uluslararası toplumun, bu büyük insani dramda rolü olduğunu savunan yazarlar, İsrail’in sivilleri vurması da dahil son gelişmelere değinerek Filistin’in 2012’de BM’ye “üye olmayan gözlemci devlet statüsü’’ aldığını bildirerek konuya noktayı koyar.

Kore, Vietnam, Kıbrıs ve Afganistan gibi geniş etkileri olan sorunların incelendiği bu bölümde, BM’nin etkisizliği de eleştirilir. Kuveyt krizi sürecinde Irak’ın bu ülkeyi işgaline karşı Batılıların verdiği tepki, diğer Arap ülkeleri arasında yaşanan anlaşmazlıklar ve özellikle İsrail sorunu ile karşılaştırılarak Batılı devletlerin çıkarlarına uygun hareket ettikleri çıkarımı yapılmaktadır. Kıbrıs konusunda Türkiye’ye karşı harekete geçilmemesinin SSCB ile olan ilişkilerle açıklandığı bu bölümde, Irak için aynı durum söz konusu olmaması sebebiyle BM’nin bu ülkeye karşı harekete geçtiği savunulur. 

                                                                                             

3.Bölüm

Kitabın üçüncü bölümünde bölgesel nitelikli uluslararası örgütler; Avrupa, Amerika, Ortadoğu ve Afrika gibi başlıklar altında incelenir. Bu örgütlerin üyeleri, yalnızca belirli bir bölgeden olduğu halde etkileri küreseldir. Bu kategoride sayılabilecek en önemli örgütlerinden biri şüphesiz NATO’dur ve kitapta oldukça ayrıntılı bir biçimde tarihçesi, kuruluş amacı ve Soğuk Savaş döneminde üstlendiği misyon incelenmiştir. Örgüt, II. Dünya Savaşı’nın ardından Sovyet Rusya’nın yarattığı korku nedeniyle kurulmuş, demir perdenin indiği dünyada safları belirleyerek Sovyetlere karşı askeri savunma amacıyla hareket etmiştir. Yazarlar örgütün amacını, SSCB’yi çevreleme politikası ile ilişkilendirerek ANZUS Paktı, SEATO ve Bağdat Paktı’nı da bu politikanın sonucu olarak göstermektedir. Bu bölümde, NATO’nun mekanizmaları, çeşitli uzmanlık daireleri ve tarihsel süreçte uyguladığı çeşitli stratejiler açıklanmaktadır. NATO’nun Batı dünyasının bölgesel ve küresel çıkarlarını koruma gerekçesiyle kurulduğu tezini savunan yazarlar, SSCB’nin yıkılışının ardından eski Varşova Paktı üyelerinin örgüte üyeliğini de bu devletlerin yeni kurulan Demokratik-Kapitalist rejim yapılarıyla açıklamaktadırlar.

Sovyetlerin yıkılışının ardından, NATO için yeni bir düşman bulunması gerektiğinden, bu örgütün giderek İslam karşıtı haline geldiğinin altını çizen yazarlar, 11 Eylül olaylarının süreci hızlandırdığını ve bu duruma haklılık payı kazandırdığını belirtir.  NATO’nun Bosna Hersek ve Kosova müdahalelerinin ve yine Afganistan’daki hareketlerinin anlaşılabilir olduğu belirtilirken, Irak konusunda örgütün ikna edilemediğini açıklayan yazarlar, çeşitli örneklerle örgütün çifte standart uygulayarak ikiyüzlü davrandığını savunur. Örneğin demokrasiyi savunan örgütün diktatörlükle yönetilen Portekiz’i kabulü, Yunanistan’daki cunta yönetimine karşı sessiz kalması ya da dini terörizm ile mücadele amacında olup bu grupları destekleyen ABD ve İsrail’e yaptırım uygulamaması bunlardan bazılarıdır. Bu bölümde ayrıca NATO üzerinde çok fazla durulsa da pek çok bölgesel örgütten bahsedilir ve bu örgütlerin kuruluş amaçları, yönetim mekanizmaları, üyeleri, bu üyeliklerin konjonktür değiştikçe nasıl farklılaştığı ve iç politikanın etkileriyle oluşup dağılan ittifaklar analiz edilmektedir.

           

4.Bölüm

Kitabın dördüncü bölümü, ‘’Hükümetler-Dışı Uluslararası Örgütler’’ başlığını taşır ve öncelikle eski çağlardaki uygarlık karşılaştırması ile devletin algılanışı yani Doğu-Batı arasındaki farklılıkların kökenini açıklar. Antik Yunan Medeniyeti ve Antik Mısır Uygarlığı karşılaştırılarak günümüze kadar süregelen ayrım vurgulanmakla birlikte; Doğuda tek bir hükümdarın mutlak yönetimi altında yaşama geleneği ile Batıda ayrı ve özgür şehir devletleri şeklinde örgütlenerek kurulan Yunan devletlerinin farklı iki medeniyet geleneği doğurduğu tezi savunulmaktadır. Doğu medeniyeti, içine Ön Asya, Hint ve Çin’i alırken bu geleneğin son temsilcisinin Osmanlı Devleti olduğu vurgulanır. Batı’da bu şekilde tezahür etmeyen olaylar içerisinde, özgürlük ve parçalanmışlıkla hareket eden gelenek sayesinde bireyi kapsayıcı ve merkezi bir öze sahip olan anlayışın geliştiği ifade edilmektedir. Bugünün Avrupa medeniyetinin kökenlerinin Antik Yunan uygarlığına dayandırılması ve demokrasi, bireysel hak ve özgürlüklerin kökeninin burada aranması tesadüfi değildir. Hristiyanlık öğretisi yayıldıkça, kilisenin devletten bağımsız bir otorite olarak ortaya çıkışı ve feodalizm nedeniyle de Doğunun aksine güçlü bir merkezi otorite oluşamamış ve hükümdarlar mutlak hâkim olmak yerine “eşitler arasında birinci” konumunda kalmıştır. Bu zıt anlayışlar Batı’da Kapitalizm ve Liberalizm’in doğuşuna neden olmuş, buna bağlı olarak da burjuva sınıfının oluşturduğu loncalar ve meslek örgütleri sivil örgütlenmenin örneklerini oluşturmuştur.

Bu bölümde sivil örgütlenmenin antik zamanlardan itibaren tarihsel gelişimini aktaran ve çıkarımlarda bulunan yazarlar, günümüzde sivil toplum kuruluşlarının nasıl baskı grubu oluşturarak siyasal ve toplumsal alanda söz sahibi olduklarını ve bu örgütlenmenin neden Batıda ortaya çıkarak bu derece etkili olduğunu analiz etmektedir. Sivil toplumun özellikleri sıralanarak İngiltere, Hollanda ve ABD gibi ülkelerde burjuva devrimine bağlı olarak erken gelişerek ileri düzeye eriştiğini öne süren yazarlar, Almanya ve Rusya’da bu durumun farklı işlediğini, Rus devriminin totaliter özelliklerini de bu durumla yani üretim ilişkileri ve az gelişen sivil toplumla açıklamaktadır.

Sivil topum kuruluşları, belli bir mesele üzerine yoğunlaşan, siyasal ya da dinsel fark gözetmeyen, geniş kitlelere ulaşabilen ve çeşitli sosyal meselelerde (eğitim, sağlık, bilim, sosyal yardım vb.) kamuya destek olan yardımlaşma ve iş birliğine dayanan sivil teşebbüslerdir. Sivil toplum örgütleri, devletlerarası düzeyde kurulabilir ya da sınırları, kuruldukları ülkenin sınırlarını aşabilir. Bu durumda Hükümetler-dışı uluslararası örgütler, sivil toplum kuruluşlarının -küresel sermaye desteğiyle- küreselleşmesi ile oluşmuştur. Günümüzde uluslararası sistemin etkili aktörlerinden biri haline gelen hükümet-dışı örgütler (NGOs), iç ve dış politikalarda oldukça etkilidir. Sendikalar, Uluslararası Af Örgütü ya da Sınır Tanımayan Doktorlar gibi kuruluşların örnek olarak açıklandığı bu bölümde daha pek çok kurum başlıklar halinde sıralanarak incelenmiştir.

 

Sonuç

Mehmet Hasgüler ve Mehmet B. Uludağ ‘ın Devletlerarası ve Hükümetler Dışı Uluslararası Örgütler kitabı, uluslararası ilişkiler disiplini içerisinde yer alan uluslararası örgütler konusuna ciddi bir akademik kaynak olarak konuyu tüm yönleriyle ve ayrıntılarıyla inceleyen bir analiz kitabıdır. Kitapta yalnızca örgütler ve işlevleri ayrıntılarıyla anlatılmakla kalmıyor; aynı zamanda örgütlerin oluşmalarının kökenleri ve dönemin tarihsel arka planı ile ilişkilendirilen analizler ile metin zenginleştiriliyor. Kitapta örgütlerin yalnızca işlevleri değil aynı zamanda kurulma sebepleri ve dönemin tarihsel arka planı ile ilişkilendirilen analizleri de açıklanmaktadır. Zengin bir kaynakça ve ekler bölümü de bulunan kitapta, anlatımı destekleyen şekiller ve tablolar bölümü de mevcuttur. Bu yönüyle kitabın ne kadar derin ve kapsamlı bir araştırma sonucunda ortaya çıktığı anlaşılabilmektedir.

 

BERNA YERLİ

Uluslararası Örgütler Stajyeri

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Teknolojinin Göçmen Havaleleri Üzerindeki Etkisi: Gelişmekte Olan Ülke Perspektifi

Gökçen Ayzıt Kırkali  Göç Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Yurt dışında çalışan göçmenlerin...

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...