El Kaide -Küresel Terörün Anatomisi

Giriş

El Kaide, Latin Amerika’dan Japonya’ya kadar ve bu ikisi arasındaki bütün diğer kıtalarda faaliyet gösteren, ilk çok uluslu terör örgütüdür. 1970’lerle 1980’lerin teröristlerinin aksine, El Kaide bölgesel anlamda hareket etmez-faaliyetleri gibi destek çevresi de küreseldir. El Kaide, yirminci yüzyılın devrimci partilerinin merkezi yapılarından çok uyuşturucu kartellerinin hücreli yapılarına ve gerçek ticari ortaklarının düzleştirilmiş şebekelerine benzemektedir. El Kaide, sabit bir merkezi ve dünyanın her yanında aktif üyeleri olmayan küresel çok uluslu yapıdır.[1] Örgütün çok uluslu olması ve merkezi bir yapısının olmaması belirli olmayan bir güç tarafından yönlendirildiğini göstermektedir. Hiçbir terör örgütü merkezi bir yapı ve hiyerarşik düzen olmadan yönetilemez. Mahir Kaynak’ göre El Kaide bir marka olarak kullanılıyordu. Eylemler büyük bir projenin kamuoyu oluşturma çabalarıydı. Örgüt işini bitirince tasfiye edildiğini söylemektedir. Örgütün eylemleri gerçekleştirmek istedikleri siyasi hedefin tam tersi sonuçlar doğurmaktadır. İslam için mücadele ettiğini söyleyen örgüt, yaptığı eylemlerle İslam karşıtlığı yaratmakta tüm Müslüman ülkeler ABD’nin harekât alanı haline dönüştürmekte ve kamuoyu ABD’nin askeri müdahalesine hoşgörü ile yaklaşmaktadır. El Kaide’nin eylemleri İslam karşıtlığının yayılması dışında başka bir sonuç yaratmamaktadır. El Kaide ile birlikte yeni bir Müslüman imajı doğmuş ve Müslümanlık ve terör özdeş hale gelmiştir. Bazı kesimlerde ve bölgelerde El Kaide taban bulmuş ve İslam’ın kurtarıcısı olarak görülmektedir ancak unutulmamalıdır ki söylenenlere ve olanlara bakmak yerine gerçekleşen olayların doğurduğu sonuçlar incelendiğinde yapılan eylemler İslam dünyası dışında başka her odağın işine yaramaktadır. El Kaide eylemlerinden çıkan tek sonuç, Batı dünyasında bir İslam aleyhtarlığının doğuşudur ve İslam’ın terörle özdeşleşmesidir. Böyle bir siyasi sonuç neden isteniyor ve bunu kim istiyor sorusunun cevabını bulmalıyız. Çünkü El Kaide’nin eylemleri dünyadaki dengeleri değiştiriyor. Küçük bir örgütün dünyaya şekil verdiğini kabul etmek doğru değildir. Bu küresel bir operasyondur. Öyle ki, dünyada, halklar nezdinde İslam karşıtı bir cephe oluşturulmaktadır.[2] Peki, neden İslam karşıtı bir cephe oluşturulmak isteniyor ve bu cepheyi oluşturmak isteyen güçler kim? Soğuk savaşın bitmesi ile birlikte iki kutuplu dünyadan tek kutuplu bir dünyaya geçiş yaşandı. Sovyetlerin yıkılması ile birlikte ABD mutlak zaferini ilan etti ve Amerika’nın aydınları tarihin sonunun geldiğini ve ABD’nin mutlak tek süper güç olduğunu ilan ettiler. ABD bu geçiş döneminde politikalarını devam ettirmek ve yenidünya düzeninin oluşması için yeni bir model kurdu. Bu model’in teorik alt yapısını Samuel Hungtington’nun Medeniyetler Çatışması tezi ile oluşturdu. Teze göre yenidünyada kutuplaşmanın soğuk savaş dönemindeki gibi olmayacağını ve Medeniyetler arasında bir savaş yaşanacağını ve İslam Medeniyetinin Batı’yı tehdit eden yegâne güç olduğunu savunmuştur.[3] Bu görüş Amerika’daki yeni muhafazakârlar olarak bilinen ( neo-con) gurubun politik amaçlarını meşrulaştırıyordu. Küresel sermeye ise İslam’ın kapitalizmle uyuşmazlıklarının kaldırılarak ve piyasa ekonomisine entegre edilmesini hedefliyordu. Soğuk Savaş sonrasında oluşan bu iki güç dengesinin İslam dünyasına bakışı farklıydı ve sorunlar tamda burada başlıyordu. El Kaide’nin eylemleri sonucunda dünyada öyle bir cephe oluşturuluyordu ki ılımlı ya da radikal ayrımı yapılamadan bütün İslam “terörist “ kabul ediliyor. Böyle bir sonucu İslami bir odağın yaratmasının bir mantığı yok. Bunu batılı bir odak yapıyor. Küresel sermaye’nin ılımlı İslam modeli’ni ve siyasal İslam’ı tasfiye etmek için yapılıyor.[4] Bütün bu veriler ışığında El Kaide’nin küresel bağlantıları, örgütsel yapısı, ideolojik motivasyonları ve örgütü doğuran şartları inceleyelim.

El Kaide Nedir?

El Kaide Arapça, kaf-ayın-dal kökünden gelir.( Ka’id) kamp ya da ev gibi merkez alınan bir mekân bir üs anlamına gelebileceği gibi, evin altındaki temel anlamına da gelebilir. Bir sütünü destekleyen tabanı da anlatabilir, kural ilke, akide, formül, yöntem, örnek ya da izlek anlamında gelebilir.[5] El Kaide terimi ilk kez bombalamalarla ilgili olarak FBI’nın yaptığı soruşturmalarda geleneksel yapıdaki terör örgütünü anlatmak için kullanıldı. Buradan anlaşıldığı üzere El Kaide terimi örgütün kendini tanımlamak için bulduğu isim değil Amerikan güvenlik örgütlerini bu örgüte bulduğu isimdir. FBI bombacı şüphesi ile tutukladığı Halfan Hamis Muhammed’in sorgulamasında El Kaide terimi sorulduğunda El Kaide’nin yaptıklarına yönelik bir formül sistemi olduğunu söyledi.[6] 1998 yılında Eymen El Zevahiri, Usame Bin Ladin ve Ebu Hasr el Mısrı Afganistan da düzenledikleri basın açıklamasında Haçlılara ve Siyonistlere karşı uluslararası İslami cephe’yi kurmuşlar. Örgüt kendilerini İslami cephe olarak adlandırmakta ama ABD güvenlik örgütleri bu örgütü El Kaide olarak isimlendirmiştir.[7] Örgüt’ü kurgulayan güçler örgütün ismi niteliği konusunda da etkindirler. Bir başka ilginç nokta ise örgütün yapısı, örgüt çeşitli gurupların ya da bireylerin projelerine mali destek veren, ortak girişimci kapitalist bir şirket olarak da görülebilir; başka birinin düşünce üretmesi sağlamak üzere kaynak ya da uzmanlık ayarlayan bir idari müdürlük olarak da görülebilir. Örgütün bu yapısı klasik örgütlerin aksine belli bir coğrafya ve hiyerarşik düzeni olmayan bir soyut örgütlenmeyi karşımıza çıkarmaktadır. Bu durum örgütün bir gizli servis tarafından yapılan operasyonları maskelemek için kullanılan paravan bir isim olduğu kanaatini güçlendirmektedir. Stratejist Mahir Kaynak’a göre  “El Kaide CIA operasyonunun kod adıdır. Terörü devletler yapıyor. Gizli servisler Adamı angaje eder, al şu çantayı götür dersiniz, uzaktan kumandayla da çantayı patlatırsınız alın size intihar bombacısı…[8] Kaynak’a katılmakla birlikte bu güç odaklarının istismar edeceği alan veya zemin olmadan bu tarz bir örgüt ve insanlar üretmek zor olsa gerek. El Kaide’nin oluşmasına vesile olan toplumsal zemin, olaylar ve fikirleri incelemek gerekir.

Afgan –Sovyet Savaşı Fundemantalizmin Doğuşu

Afganistan enerji coğrafyasına yakınlığı sebebiyle önemli bir ülkedir Sovyetler Ortadoğu da ki enerji bölgelerine ulaşmak için transit geçiş noktası olarak kullanmak istemişlerdir. Ayrıca Afganistan eski baharat yolunun geçiş güzergâhında bulunmaktadır. Yeni dönemde enerji koridoru olarak Orta Asya da ki gazın batıya ulaştırılmasında kilit önem taşımaktadır. Bütün bu stratejik çıkarları gözeterek Sovyetler Afganistan’ı 26 Kasım 1979’ da işgal etme kararı aldı. ABD bu durumda askeri bir müdahalenin 3. dünya savaşına yol açacağını düşünerek bölgedeki muhalif unsurları destekleyerek Sovyetlerin Afganistan da kalıcı olmasını ve maliyeti artırmak için bir takım yardımlarda bulundu.

Başkan Carter’ın Ulusal güvenlik danışmanı Zbginiev Brezinski Afgan asilerine öldürücü olmayan gizli destek verilmesi tavsiyesinde bulundu. Brezinski’ye göre üçüncü dünya ülkelerinde Sovyetleri tedirgin etme fırsatı çok azdı. Bu fırsatlardan biri Afganistan da karşımıza çıkmış bulunuyordu. Bu risk yönetilebilirdi. Afgan gerillalarına sağlık malzemesi ve diğer yardımların gönderilmesini teklif etti. Afganistan da direnişin devam etmesi için Pakistan, Çin ve İslam ülkeleri’nin bu direnişe yardım etmesi gerektiği ve buna ikna edilmesini öneriyordu.[9] Bu konsepte göre Amerika, Pakistan, Suudi Arabistan Sovyetlere karşı Afganları destekleme kararı aldırlar. Bu bağlamda CIA, ISI ve Suudi servisi Afgan asileri destekleme konusunda koordineli çalışma yürüttüler.

CIA  Afgan Savaşçılara vermek üzere Çin yapımı AK-47’ler çok sayıda RPG-7 ,60 mm.’lik havan topları ve 12.7 mm.lik ağır makineli tüfekler ve ayrıca Türkiye’den atmış bin tüfek, sekiz bin hafif makineli tüfek, on bin tabanca  ve 100 milyon kadar 1940-42’ den kalma mühimmat alıp ISI lojistik subayları tarafından  Afgan mücahitlerine teslim ettiler.[10] Afgan direnişçileri bu destekle birlikte Sovyetlere karşı ciddi zaferler kazandı ve ayrıca dünyanın dört bir yanından ve Arap dünyasından savaşçılar Afgan cihadını desteklemek için savaşa katıldılar. Usame Bin Ladin, Eymen El Zevahiri Afgan cihadının Arap savaşçılarıdır. Peki, kim bu isimler bu isimlerin hayatına kısaca bir göz atalım.

Usame Bin Ladin’in Hayatı, İdeolojik Formasyonu ve İlişkiler Ağı

Usame Bin Ladin 10 Mart 1957’ de Riyad’da doğdu. Annesi Suriye kökenli Hamiye Aliye Ganumdur. Annesinin babasının 11. eşi olması ve vahhabi olmaması ailedeki konumunu zayıflatıyordu. Babası çok baskın bir kişilikti. Bütün çocuklarını kati dini ve ahlaki kurallara göre yetiştirmişti. Ladin 1968 ve 1969 yıllarında haftada dört kez bir saatlik İngilizce dersi alıyordu. Batı tarzı eğitim veren seçkin Suudi Okulu olan El Tagh’a gidiyordu. Öğretmenleri Bin Ladin’in zeki, başarılı, dikkatli, utangaç, merhametli ve kibar bir çocuk olduğunu söylüyor. Gençlik yıllarında aşırı dine karşı çok az bir işaret var. Beyrutta gece kulüplerine, taşkınlıklara ve içkiye düşkün olduğuna dair veriler mevcuttur. Hatta gençlik döneminden arkadaşları Ladin ‘in yanık portakal rengi, klimalı, sürat kontrollü elektrikli pencereleri olan kanarya sarısı, göz alıcı bir Mercedes SL 450 ile Lübnan’da lüks ve sefahat içinde yaşadığını ifade etmektedir.[11] Ailenin büyük üyeleri Mısır’ın İskenderiye kentine, Harvard’a, Londra’ya ya da Miami’ye okumak ve ikamet için gitmişler ama Ladin’nin Batı Avrupa ülkelerinde bulunduğuna dair bir veri yoktur. Büyük abisi Selim, Usame’nin aile işlerinde yararlı bir rol üstlenmesini istiyordu ve onun inşaat mühendisliği okumasını sağladı. Usame üniversitede iken ek ders olarak İslam araştırmalarını tercih etti. 1979’da mezun oldu. Usame üniversitede, çağdaş İslam’ın radikal koluyla tanışmış, sadık bir gençti. Cidde özellikle de Abdülaziz üniversitesi, Müslüman dünyanın dört bir köşesinden İslamcı muhaliflerin merkeziydi.

Cidde’de ders verenler arasında “Afgan Araplarının başlıca ideologu olacak olan Filistinli Akademisyen ve 1966 ‘da idam edilen Seyyid Kutub’un kardeşi Muhammet Kutub’da vardı.[12] En dikkat çekici hocalarından biriside Milli eğitim bakanlığında çalıştığı dönemde Usame’nin hocalığını yapan Suudi istihbarat personel şefi Ahmet Badeeb ‘tir. Ahmet Badeeb Ladin’le dostluğunu uzun zaman sürdürdü. Gelin kısaca bu dostluğu ve Ladin’in ISI, CIA, GID ilişkilerini inceleyelim. Suudi Arabistan’ın en büyük holdingi olan Suudi Bin Ladin, cirosunun yarısını inşaat ve kamu işlerinde, diğer yarısını da mühendislik, gayrimenkul, dağıtım, telekomünikasyon ve yayın alanlarından elde ediyordu. Holding, İsviçre Yatırım Şirketi olan SİCO’yu (Saudi İnvestment Company) kurmuştur. Bu şirket de, Suudi National Commercial Bank’ın şubeleriyle birlikte birkaç şirket açmıştır. SBG, General Electric, Nortel Networks ve Cadbury Shcvveppes’de önemli katılım paylarına sahiptir. ABD’deki sanayi faaliyetlerini, Muhammed el-Fayed’in eski kayınbiraderi Adnan Kaşıkçı temsil etmektedir. Holdingin parasal malvarlığı ise cariyle grup tarafından idare edilmektedir.

Dr. Goebbels’in vasiyetini uygulama görevlisi, terörist Carlos’un koruyucusu ve Bin Ladin Grup’un danışmanı Nazi bankacı François Genoud, 1996’ya kadar holdingin şubelerini kurma işlerini gerçekleştirmişti. Bin Ladin Grup, Suud-Vehhabi rejiminin ayrılmaz bir parçasıdır; öyle ki çok uzun bir sürek Mekke ve Medine gibi kutsal mekânların onarımının tek ve resmi müteahhidi olmuştur. Aynı şekilde Suudi Arabistan’daki ABD üslerinin yapımını ve Körfez Savaşı’ndan sonra Kuveyt’in inşaatını üstlenmiş, Bağımsız Devletler Topluluğu pazarının büyük bir kısmını o almıştır. Şeyh Muhammed Bin Ladin’in 1968’de kaza sonucu vefatından sonra büyük oğlu Salem işlerin başsına geçmiştir. Salem Bin Ladin de, 1988’de Teksas’ta gerçekleşen uçak kazası sonucu vefat etmiştir. Artık Bin Ladin Grup kusucusunun ikinci oğlu Bekr tarafından yönetilmektedir.

1957’de doğan Usame, Kral Abdülaziz Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler mezunudur. Zeki bir işadamı olarak bilinmektedir. Usame Bin Ladin, Aralık 1979’da vasisi Prens Türkî el-Faysal el-Suud (1977’den 2001’e kadar Suudi gizli servisleri müdürü) tarafından CIA’nın Afganistan’daki gizli harekâtını, parasal olarak yönetmek için çağrılmıştır. On yıl içinde CIA Sovyetler Birliği’ni başarısız kılmak için Afganistan’a iki milyar dolar para yatırmıştır; bu harekât CIA’nin bugüne kadar gerçekleştirdiği en pahalı harekât olmuştur. Suudi ve ABD servisleri, militanları toplamış, bunları eğitmiş, silahlandırmış, Sovyetlere karşı verilen savaşı bir cihad adı altında manipüle edip kullanmıştır. Usame Bin Ladin, bu kural dışı dünyanın ihtiyaçlarını “el-Kaide” (tam anlamıyla üs) sistemi üzerinden idare etmiştir.[13] Bütün bu veriler ışığında baktığımızda Usame ve El Kaide Amerikan dış politikasını hizmet eden bir araç olduğu anlaşılmaktadır. Bakın Küba lideri Castro’nun El Kaide değerlendirmesine; 11 Eylül saldırılarından Amerikan büyükelçiliklerine yönelik bombalı eylemlere kadar birçok sorumlusu olarak aranan Usame Bin Ladin, Amerikan devleti için mi çalışıyor?

Küba’nın efsane Devlet Başkanı Fidel Castro’ göre “Evet”! Castro, Usame Bin Ladin’in gerektiğinde ortaya çıkan bir CIA ajanı olduğunu iddia etti.

Amerikan hedeflerine düzenlenen her terör eyleminden sonra “O” nun adı anıldı.

Başına milyonlarca dolar ödül kondu, Amerikan ordusu onun eylemleri sonrasında iki ülkeyi işgal etti. Ladin bir Amerikan ajanı olabilir mi? Dokuz yıldır bulunamayan Usame Bin Ladin aslında bir Amerikan ajanı olabilir mi? Küba’nın efsanevi lideri Fidel Castro, Litvanyalı ünlü komplo teorisyeni Daniel Estulin’i ziyaretinde, çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Bin Ladin’in CIA ajanı olduğunu iddia eden Castro, son dönemde ABD istihbaratının gizli belgelerini ifşa etmesiyle gündeme gelen Wikileaks internet sitesinin de bizzat Ladin tarafından kurulduğunu söyledi.“Bush ne zaman dünyayı korkutmak istese Usame ortaya çıkıyor…”Castro, Amerikan Birleşik Devletleri eski Başkanı George Bush’un hiçbir zaman Bin Ladin’in desteğinden mahrum kalmadığını belirterek, “Bush ne zaman dünyayı korkutmak istese Usame ortaya çıkıyor ve tehditlerini savuruyordu.” diye konuştu.

Sağlık sorunları yüzünden uzun süredir ortalıkta görünmeyen 84 yaşındaki Küba lideri, iddiasıyla ilgili delillerin, Irak ve Afganistan savaşları hakkında yayınladığı belgelerle dünyayı sarsan Wikileaks sitesinin elinde olduğunu öne sürdü.[14] Bu değerlendirmeyi doğrulayan bir başka bilgili ise Ladin’in ölmeden önce çocuklarına vermiş olduğu nasihat dikkate değerdir. Bin Ladin çocukları ve torunlarına, “Benim yapmış ve yapmakta olduğum şeyleri yapmayın.” nasihatinde bulunmuş. El Sadah, “Çocukları ve torunlarına, Avrupa ve ABD’ye gidip, iyi bir eğitim almalarını söyledi. Çocuklarının, kendisini cihat yolunda takip etmemeleri gerektiği konusunda kararlıydı.” diye konuştu.[15] Bütün bu veriler İslam adına eylem yaptığını idda eden bir gurubun nasıl küresel gücün bölge politikalarında taşeron vazifesi gördüğünü ortaya koymaktadır. Sözde hayatı Batı ile savaşmakla geçen birinin torunlarına vasiyeti dikkat çekicidir. Ladinden sonra örgütün en önemli ismi olan Eymen- el Zevahirinin hayatına göz atalım.

Zevahiri’nin Hayatı, İdeolojik Motivasyonu ve İlişkiler Ağı

19 Haziran 1951 yılında, Mısır’ın başkenti Kahire’nin banliyölerinden birinde orta üst sınıf bir ailede dünyaya geldi.

Babası, Kahire Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde farmakoloji profesörü ve büyükbabası Rabia El Zevahiri El Ezher Üniversitesi’nde büyük imam olan Eymen El Zevahiri, erken yaşlardan itibaren Arap rejimlerini “kafir” ilan eden ve bunların şeriatla değiştirilmesi gerektiğini öğreten Mısırlı İslamcı Seyit Kutub’un yazılarından etkilenmişti.

Eymen El Zevahiri, 1970′lerde cerrah olarak tıp eğitimini tamamlandığında, militan çevrelerde aktifti. İslami Cihad’ı kurmak ve orduya sızmaya çalışmak için kendi militan hücresiyle diğerlerini birleştirdi.

Enver Sedat’ın 1981 yılında İslami Cihad militanları tarafından öldürülmesinin ardından El Zevahiri, planı suikast yapılmadan birkaç saat önce öğrendiğini söyledi, ancak yüzlerce diğer militanla birlikte tutuklandı ve 3 yıl hapis yattı.

Hapishanedeyken ağır işkenceye uğradığı bildirilen El Zevahiri, kendisini daha şiddetli bir radikalizme iten faktörlerden birinin de bu olduğunu söyledi.

El Zevahiri, 1984 yılında salıverildikten sonra Afganistan’a döndü ve Sovyetlere karşı savaşan Afganların yanında yer alan Ortadoğulu Arap militanlara katıldı, daha sonra mücahitlere sağladığı finansal destek nedeniyle radikaller arasında kahraman bir figür haline gelen Usame Bin Ladin ile birlikte hareket etmeye ve onun yanında savaşmaya başladı.

El Zevahiri aynı zamanda İslami Cihad’ı yeniden bir araya getirmeye başladı ve Bin Ladin’in çevresini İslami Cihad’ın, 11 Eylül saldırılarında kilit rol oynayacak Muhammed Atıf ve Seyfül Adil gibi Mısırlı üyeleriyle doldurdu. Pakistan’da El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in öldürülmesinin ardından Bin Ladin’in sağ kolu Mısırlı Eymen El Zevahiri, örgütün başına geçecek en muhtemel aday olarak görülüyor.

ABD’nin 2001 yılında Afganistan’ı işgal etmesinden sonra terör örgütünü bir arada tutan şeyin, El Zevahiri’nin stratejik düşünme ve organizasyon becerileri olduğu biliniyor.

El Kaide’nin, kurucusu ve akıl hocasının ölmesinden sonra ne şekilde değişeceğini söylemek için henüz erken olmasına rağmen, El Zevahiri’nin liderliğindeki daha da radikalleşerek, Bin Ladin’in Pakistan’da Amerikan askerleri tarafından öldürülmesinin intikamını almak için yeni saldırılar düzenlemesi bekleniyor. El Zevahiri’nin radikal görüşleri ve ölümcül şiddeti kullanmaya hazır olduğu şüphe götürmezken, 2001 yılında yazdığı “Peygamber Bayrağı Altındaki Şövalyeler” başlıklı tezinde, cihat hareketinin uzun dönemli stratejisini tespit etti.

Cihatçı çağrıyı bir yetişkinken keşfeden Bin Ladin’in aksine El Zevahiri, 10′lu yaşlarının ortasındayken, Allah’ın yolunu izlemediği için kâfir olarak gördüğü dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın hükümetine karşı çıkmak için lise öğrencilerinden oluşan ilk gizli hücresini kurarak eylemlerine başladı.

El Zevahiri’ye cihat kapıları, genç bir doktorken, bir ziyaretçinin kendisine gelerek, Sovyet güçleriyle çatışan aşırı dinci militanları tedavi etmesi için Afganistan’a seyahat etmesini teklif etmesiyle açıldı.

Eymen El Zevahiri’nin Afganistan’da savaş bölgesine ilk kez 1980 yılında yaptığı birkaç ay süren gezi, gözlerini tamamen yeni bir olasılıklar dünyasına açmasını sağladı.

El Zevahiri, 20 yıl sonra kaleme aldığı yazısında, Afganistan’da gördüğünü, “Müslüman mücahit gençliği, dünyayı yönetecek daha büyük güç olacak Amerika’ya karşı gelecekte savaş açmaya hazırlayan eğitim kursu” sözleriyle değerlendirdi.

Bin Ladin ile El Zevahiri arasındaki bağ, 1980′lerin sonunda Sovyetler’in bombardımanı altında El Zevahiri’nin cihatçı Suudi milyonerini Afganistan’daki mağaralarda tedavi etmesiyle oluştu.

Bu dostluk, 11 Eylül 2001 yılında ABD’de terör saldırılarını düzenleyen El Kaide terör örgütünün kurulmasına kadar uzandı. Saldırılar, Bin Ladin’i ABD’nin bir numaralı düşmanı haline getirirken, Bin Ladin’in bu saldırıları El Zevahiri olmadan asla yapamayacağı belirtiliyor.

Bin Ladin, El Kaide’ye para sağlarken, birbirinden farklı militanları tüm dünya ülkelerinde bir hücreler ağına dâhil etmek için gerekli ideolojik ateşi, taktikleri ve organizasyon becerilerini Eymen El Zavahiri’nin getirdiği biliniyor.

Georgetown Üniversitesi’nden terörizm uzmanı Bruce Hoffman, “El Zevahiri, her zaman Ladin’in akıl hocasıydı, Bin Ladin daima ona güvenirdi” derken, Bin Ladin’in Yemen asıllı önde gelen bir Suudi ailesinden geldiği, El Zevahiri’nin ise siperlerde bir devrimi tecrübe ettiğini söyledi.

Hoffman, El Zevahiri için “Mısır’da cezaevinde kaldı, işkenceye uğradı. Gençliğinden beri cihatçıydı, bütün bir ömrü boyunca savaştı ve dünya görüşünü şekillendirdi” dedi.

Eymen El Zevahiri’nin rolü, ABD’nin 2001 yılında Afganistan’ı işgal ederek, El Kaide’nin güvenli limanını ortadan kaldırmasından, savaşçılarını ve liderlerini yakalamasından ve öldürmesinden sonra önem kazandı.

ABD’nin bu darbesi, El Zevahiri açısından aynı zamanda kişiseldi, çünkü El Zevahiri’nin karısı ve 6 çocuğundan en az 2′si ABD’nin Kandahar kentine düzenlediği hava saldırısında öldü.

El Zevahiri, bundan sonra örgütün liderliğini Afganistan-Pakistan sınırında yeniden inşa ederek ve kilit pozisyonlara müttefiklerini yerleştirerek El Kaide’nin hayatta kalmasını temin etti. O tarihten sonra örgüt, Kuzey Afrika’da, Suudi Arabistan’da, Yemen’de, Pakistan’da, 2004′de Madrid’de trenlere düzenlenen ve 2005′te Londra’da ulaşımı vuran bombalı saldırılardan ya ilham aldı ya da bunlarla doğrudan ilişkisi oldu.

Bu sırada El Zevahiri, Bin Ladin’in ortadan kaybolmasıyla internette yayınlanan videolarda ve ses kayıtlarında ortaya çıkarak El Kaide’nin yeni yüzü oldu.

Bu videolarda strateji ortaya koyan, eski ABD Başkanı George W. Bush’un hatalarıyla dalga geçen ve cihatçı saflarda birlik çağrısı yapan Eymen El Zevahiri, ABD’nin Pakistan’da kendisini hedef alan saldırısından sonra 2006 yılı Ocak ayında yayınlanan videoda “Bush, nerde olduğumu biliyor musun?” Müslüman kitlelerin ortasındayım… ve sizi yenene kadar onların cihadında yer alacağım” demişti.

Aynı yılın ekim ayında yapılan benzer bir saldırıdan da kurtulan El Zevahiri, ABD’de Barack Obama’nın başkan seçilmesinden iki hafta sonra yayınlanan videoda, Obama’yı “siyah köle” sözleriyle tanımlamıştı.[16] Zevahiri’nin Katı Amerikan karşıtı olmasının nedenlerine hep birlikte bakalım. Zevahiri Çeçenistan’da ve Orta Asya’da faaliyet gösterirken Rus hükümeti tarafından tutuklanıyor ve Ruslara çalışması karşılığında serbest bırakılıyor. Rus yazar Strailov; FSB’ nin(Rus gizli servisi) en az iki ajanının El-Kaide örgütü içerisinde yer aldığını belirtti. Bu isimlerden birisinin, Usama bin Laden’ in sağ kolu olan ve yıllardır, dünyanın en çok aranan isimlerinden birisi olan, Mısırlı İslami Cihad Örgütü’ nün eski lideri Aiman al-Zawahiri olduğunu söyledi. Strailov, “Aiman al-Zawahiri, hiç beklenmedik bir anda, 1997 yılında Rusya’ da ortaya çıktı, FSB (Rusya Federasyonu Gizli Servisi) tarafından Dağıstan’ daki özel bir kampta eğitildi ve buradan da Afganistan’ a gönderildi. Afganistan’ da El-Kaide’ ye katılan al-Zawahiri, Usame bin Laden’ in ardından iki numaralı isim haline geldi. Bu arada, al-Zawahiri’ ye Dağıstan’ da eşlik eden FSB subayları ise terfi ettirilerek Moskova’ da yeni bir göreve atandılar. Litvinenko, al-Zawahiri hakkındaki bilgileri bu ajanlardan elde etmişti. Litvinenko, kitabında bu olayı ve FSB’ nin uluslararası terörizmle diğer bağlantılarını gösterdi. Amerikalıların pek çoğuna göre, Rusya herhangi bir tehlike teşkil etmiyor, ama Rusya tahmin edilenin ötesinde haince bir oyun oynuyor. Batının müttefiki rolünü oynayıp sırtı sıvazlanırken, Rus yöneticilerin FSB ajanları eliyle el-Kaide’ yi desteklemekte ve ona yön vermekte olduğunu ifade etmektedir.[17] Bütün bunlar gösteriyor ki El Kaide gizli servislerin taktik operasyonlarda kullandığı araçlar olduğu alenen ortadadır. Bütün bunlar ışığında 11 Eylül olayını anlamaya çalışalım.

11 Eylül

11 Eylül 2001 günü gerçekleşen ve 11 Eylül 2001 Saldırıları olarak adlandırılan olaylar ile ilgili çeşitli komplo teorileri bulunmaktadır. Kimi iddialara göre 11 Eylül olayları Amerikan hükümeti ve gizli servisleri tarafından Orta Doğu’ya ve Afganistan’a yönelik işgal faaliyetlerini meşrulaştırmak, ülke ve dünya kamuoyunun desteğini almak amacıyla düzenlenmiş senaryolardır.

New York Times gazetesi tarafından yapılan bir ankete göre her 4 Amerikalıdan 3’ü hükümetin 11 Eylül olayları ile ilgili doğruları söylemediğinden şüphelendiğini belirtmiştir.

Amerikan hükümeti 11 Eylül olaylarının bir komplo olduğunu ileri süren Loose Change isimli filmdeki iddiaları yalanlamış ve lanetlemiştir. Medyanın bu olayın üzerine giden görüntü ve programları kamuoyundan sakladığının iddia edilmesi gerçeklerin gizlendiği teorisini doğurmuştur.

Irak’ın işgalinde Amerika ile birlikte hareket eden Birleşik Krallık İşçi Partisi milletvekili ve kabineden sorumlu devlet bakanı Michael Meacher, 11 Eylül olaylarının gerçekliğini soruşturmaktadır. Meacher 2006 yılında Loose Change isimli filmin Avam Kamarası’nda izlenmesini önermiş, daha sonra bu fikrinden vazgeçmiştir. 11 Eylül olayları ile ilgili olarak şöyle demiştir: “Böylesine devasa öneme haiz bir olayın bu şekilde gizeme gömülmesine modern tarihte daha önce hiç rastlanmamıştır. Anahtar konumundaki bazı gerçekler mümkün ve anlaşılabilir bir temele dayandırarak açıklanamamış durumdadır.” Pentagon ‘a hiçbir uçak çarpmadı. 100 ton ağırlığında saatte 500 km hızla uçan ve deposu yakıt dolu olan bir Boeing 757 orayı yerle bir ederdi. Pentagon’dan çekilen hiçbir fotoğrafta uçak enkazı görülmüyor.

Michael Meacher’in bu sözleri Claremont School of Theology’de saygın bir profesör ve filozof olan David Ray Griffin’in en çok satanlar listesindeki kitabı Yeni Pearl Harbor’a (The New Pearl Harbor) önsöz olmuştur. Kitaba bu ismin verilmesinin nedeni dönemin başkanı Roosevelt’in Amerika’yı İkinci Dünya Savaşı’na sokabilmek için Japonların Pearl Harbor’u bombalamalarına izin verdiği iddialarıdır. Bu teori 11 Eylül içinde geçerlidir. İkiz kulelere saldıran uçaklarda pilot yoktu uçaklar bir merkez tarafından yönlendirilirdi. Kulelerin uçakların çarpmasıyla değil, içerden patlatılan bombalarla yıkıldığına dair çok önemli bulgular vardır. Saldırıyı enerji ve silah lobilerinin güdümündeki şahin kanat tarafından gerçekleştirildiğine dair bulgular vardır.

ABD’nin kendi hedeflerine yönelik saldırısı bir ilk değildi. Profesör Griffin’e ve bazı diğer komplo teorisyenlerine göre 11 Eylül Saldırıları, Northwood Operasyonu’nun bir kopyasıdır, daha önce de ABD içerisindeki karanlık güçlerin ittifakıyla kendi hedeflerine yönelik saldırılarda bulunmuşlardı. Northwood Operasyonu, dönemin Amerikan başkanı Kennedy tarafından Küba lideri Fidel Castro’yu devirmek amacıyla hazırlanmış bir plandır. Bu plana göre Amerika’da terör saldırıları meydana getirilecek, saldırılar komünist Küba’nın üzerine atılacak ve Küba işgal edilecektir. Ancak bu plan hayata geçirilememiştir.[18] 11 Eylül saldırısı ABD’nin Afganistan ve Irak müdahalelerini meşrulaştırmak için yapılmış bir kontrollü saldırı niteliği taşımaktadır.

Sonuç

Terör ve terörist dediğimiz zaman anladığımız şey, karmaşa ve kaostur. Çoğu kişi terörü, terör örgütlerini küresel bağlantılarıyla değerlendirmeden terörü salt organizasyon olarak değerlendirmektedirler. Bu bakış açısı yanıltıcıdır. Terör’ün amacını nasıl anlayabiliriz?

Terörle mücadelede iki yol vardır. Birinci yol, teröristin tespit edilmesi ve etkisiz hale getirilmesi veya eylem yaptığı tespit edilen teröristlerin hukuk yoluyla cezalandırılmasıdır.  Terör sonucu yaşamını yitirenler için duyulan acı, toplumun teröre öfkesini artırırarak toplumun siyasi mekanizmalarla bütünleşmesini sağlamaktadır.

Başka bir açıdan değerlendirildiğinde terörün mücadele biçimi olduğu ve askerle yapılan mücadeleye bir alternatif olarak geliştirildiği görülmektedir. Terörün amacı diğer bütün mücadelerde olduğu gibi siyasal bir amaç taşımaktadır. Terörü yönetenler kendiliğinden ortaya çıkmış amatörler değildir. Tüm savaşlarda olduğu gibi teröründe bir karargâhı, planlayıcıları ve uygulayıcıları vardır. Terör yoluyla uygulanan savaşlar diğer savaşlar gibi devletler bazı odaklar tarafından yönlendirilir.

Konvansiyonel savaşlarda ordunun tek hedefi ve önceliği düşman kuvvetlerini imha etmekten ibaret değildir. Savaşı yöneten ekip, önceden planlanmış bir strateji çerçevesinde, düşmanın gücünü etkisiz hale getirerek ve düşmanın amaçlarına ulaşmasını engellemeye çalışır. Düşmanla mücadele ve düşmanın imha edilmesi bu bağlamda değerlendirilir. Bu işi planlayan kurmay zekâ bu savaşta kayıpların olacağını bilir ve bunu göze alır ancak bu kayıpların minimum seviyede kalması için çaba gösterilir. Terörizm bir savaş biçimidir. Bu savaşta düzenli ordularda olduğu gibi bir komuta merkezi yoktur. Hücre tipi örgütlenmiş nerde olduğu belirsiz görünmez bir düşmandır terörist. Terörizmle mücadeleyi düzenli ordularla yapmak neredeyse imkânsızdır. Düzenli ordular konvansiyonel savaşlarda başarı gösterebilir, görünmez düşman olan teröristle yani El Kaide benzeri bir örgütle düzenli askeri birliklerle mücadele etmek güçtür. Terörle mücadelede teröristi etkisiz hale getirerek savaşı kazanmak zordur. Bu mücadeleyi kazanmanın tek yolu terörizmin amacını anlayıp ulaşmak istediği hedefe ulaşmasını engelleyecek siyasi önemler almaktır. Bu siyasi önlemler çok boyutludur. Ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi hamleler gerektirir.

Terör örgütlerinin eylemlerine göre politika belirlemek doğru değildir. Terörün amacı kamuoyunu ve politika yapıcıların kararlarını etkilemek için eylem yaparlar. Bu süreci iyi yönetmek ve terörün amacını görüp ona göre politika belirlemek gerekir.  Genellikle yapılan şey örgütlerin eylemlerine bakıp bu eylemler ışığında ülkenin politikasını anlamaya çalışıyoruz. Bu doğru bir metot değildir. Doğru olan terörün arkasındaki gücün politikasını değerlendirmek ve eylemlerin belirlenen politika doğrultusunda gerçekleştiğini görmemiz gerekir. Olaylardan hareket ederek politikayı çözmeye çalışmak yanlış bir analiz metodudur. Doğru olan ise bir ülkenin amacını, genel politik atmosferini analiz etmek ve bu politikaların hangi araçlarla ve süreçlerle uygulanacağı tespit edilmelidir. Bir ülkeyi değerlendirirken politika üretme becerilerini ve devlet içi aktörleri bilmek gerekir Her ülke sahip farklı karar alma süreçleri ve farklı politik stratejileri vardır. Çünkü her ülkenin sahip olduğu kadrolar ve bu kadroların kapasiteleri ve becerileri farklıdır. Bu yüzden her ülke yönetici kadrolarının zihin dünyasına inançlarına, siyasi eğilimlerine göre karar verir. Devletler homojen değildir devletlerin içinde farklı eğilimler ve farklı dünya görüşleri mevcuttur. El Kaide örneğinde görüldüğü gibi ABD içinde bir gurup diğer gurubu yok etmek veya gücünü sınırlandırmak için terörü kullanıyor. ABD’nin, dünyadaki önemli ülkelerden bir tanesi olduğunu, siyasî ve askerî olarak büyük bir rol oynadığını görüyoruz. Öyleyse biz, öncelikle onun politikasını çözmek zorundayız; “ABD ne yapıyor, ne yapmak istiyor?” sorusunun cevabını bulmalıyız. Bunun için de, onun çözmek istediği sorunun ne olduğunu bilmemiz lazım. Çünkü her ülke kendi sorunlarını çözmek için politikalar üretir. Demek ki iki kriterimiz var: Bir: ABD’yi yöneten kadrolar dünyayı nasıl analiz ediyor? İki: Şu anda karşılaştıkları sorun ve çözmek istedikleri mesele nedir, ulaşmak istedikleri hedef nedir?[19] Bütün bu sorulara cevap vermeden küresel siyaseti ve terörün uluslararası boyutunu anlamak zordur. ABD içinde iki farklı aktör var. Birincisi neo-con denilen yeni muhafazakârlar, diğer gurup ise küresel sermeye bu iki gücün dünya ile ilgili tahayyülleri farklıdır. Özellikle Ortadoğu coğrafyasında bu iki güç çatışmaktadır birinci güç İslam’ın bir tehdit olduğunu ve bütün Ortadoğu da ki devletlerin sekülerleşmesi gerektiğini savunarak İslam’ı terör dini olduğunu uluslararası kamuoyuna göstermek için El Kaide gibi fundamentalist bir örgüt üreterek İslam’ın “iyi bir din” olmadığını aşırılıklar içerdiğini adeta ispatlamaya çalışmışlardır. İkinci güç ise İslam’ı “ılımlılaştırıp” yani kapitalizmle barışık bir ılımlı İslam modeli üreterek İslam coğrafyasını serbest piyasaya eklemleyerek bu sorunun çözüleceğini düşünmektedir. Bu iki güç arasındaki mücadelenin tezahürü olarak 11 Eylül ortaya çıkmıştır. 11 Eylül finansın sembolü olan ikiz kulelere yapılması bu güçler arasındaki açık bir savaşın başladığını göstermektedir. 11 Eylülden sonra İslam coğrafyasında yaşanan terör eylemleri ve işgaller bu iki gücün mücadelesinde kaynaklanmaktadır.

 

Hasan Mesut ÖNDER


[1] John Gray,”El Kaide “ Modern olmanın anlamı,(çev.Zehra Savan),İstanbul 2004,s.66.

[2] N.Düzel, El Kaide diye bir terör örgütü yok ,(17.11.2012)

[3] Samuel Hungtington, Medeniyetler Çatışması,(çev. Mehmet Turha, Cem Soydemir),İstanbul 2005 s.47.

[5] Jason Burke,El Kaide Terörün Gölgesi,(çev.Ebru Kılıç),İstanbul 2004,s.10.

[6] Jason Burke, El Kaide… s.16.

[7] A.Şen, El Kaide ve Arap devrimleri. http://www.pressmedya.com/?aType=haber&ArticleID=8283(18.11.2012)

[8] N.Düzel, El Kaide diye bir terör örgütü yok: http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=160218(18.11.2012)

[9] Steve Coll, Hayalet Savaşçıları ,( çev. Enver Günsel),İstanbul 2011,s.60.

[10] Steve Coll,”Hayalet Savaşçıları…”,s.78.

[11] John Gray,El Kaide Modern olmanın anlamı,(çev.Zehra Savan ),İstanbul 2004,s.67.

[12] Jason Burke , El Kaide Terörün gölgesi,( çev.Ebru Kılıç),İstanbul 2004,s.37.

[13] Usame Bin Ladin O bir CIA ajandan başka bir şey değildi: http://dunyagerceklerim.blogspot.com/2012/06/usame-bin-ladin-o-bir-cia-ajannda-baska.html(19.11.2012)

[14] Küba Devlet Başkanı Castro’ya göre Bin Ladin gerektiğinde ortaya çıkan bir CIA ajanı… http://www.trt.net.tr/haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=bff27935-354e-4d32-840d-5569e3a573a1(19.11.2011)

[18] Thiery Meyssan,11 Eylül 2011 Dehşetengiz Hile Pentagona uçak düşmedi,(çev. Ayşe Meral),İstanbul 2002,s 32–40.

[19] Derin pkk büyük oyunun gizli kodları , http://www.birazoku.com/derin-pkk-buyuk-oyunun-gizli-kodlari/(23.11.2012)

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Teknolojinin Göçmen Havaleleri Üzerindeki Etkisi: Gelişmekte Olan Ülke Perspektifi

Gökçen Ayzıt Kırkali  Göç Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Yurt dışında çalışan göçmenlerin...

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...