Göçmen Entegrasyonu ve Tanınma Teorisi: “Adil Entegrasyon”

Gülay Uğur Göksel. (2019). Göçmen Entegrasyonu ve Tanınma Teorisi: “Adil Entegrasyon”. İstanbul: Pinhan Yayıncılık, 213 sayfa, ISBN:9786059460767.

Yazar Gülay Uğur Göksel, Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesidir. Aynı zamanda Göç Araştırmaları Derneği (GAR) kurucu üyelerindendir. Türkiye’nin çeşitli illerinde Türk vatandaşlarının Suriyeli mülteciler algısı üzerine saha çalışmaları yapmıştır. “Göçmen Entegrasyonu ve Tanınma Teorisi: Adil Entegrasyon” isimli bu kitabı ile göçmen entegrasyonu sorununu eleştirel bir perspektifle ele almıştır. Kitapta, Türkiye’de göçmen entegrasyonu meselesi oldukça sıcak bir tartışma konusu olmasına rağmen bu alanda yapılan çalışmaların yetersiz olduğuna dikkat çekilmiştir. Dolayısıyla bu kitap daha eşitlikçi politikalar üretmek adına literatürde var olan “betimleyici” çalışmaların yanı sıra göçmen entegrasyonu meselesinin teorik bir perspektiften ele alınmasının ihtiyacını gidermeyi amaçlamıştır.(Göksel,2019 s. 5-6) 

Kitap, genel itibariyle Axel Honneth’in “Tanınma Teorisi” üzerine kurulu olduğu ve diğer siyaset felsefecilerin teorilerini analiz ettiği için göçmen entegrasyonu sorununa ve siyaset felsefesi terimlerine aşina olmayı gerektirir. Akademik bir çalışma olması bakımından dili açık ve net olmasına rağmen literatür taramasının verildiği bölümler örnek vaka incelemeleri yapılan bölümlere kıyasla okuyucudan daha fazla dikkat talep etmektedir. Benim fikrime göre, vaka incelemesi yapılan bu bölüm sayesinde ilk iki bölümün getirdiği soyut atmosfer dağıtılarak kitap, okuyucu için daha somut ve anlaşılır hale gelmektedir. Dolayısıyla vaka incelemesi bölümünün bir diğer getirisinin de kitabın okuyucu kitlesini genişleterek göçmen entegrasyonu meselesinde akademik çevrelerin ötesinde de bir duyarlılık yaratabileceğini düşünüyorum. 

Yazar, kitabı giriş ve girişi takip eden iki ana bölüme ayırmıştır. Kitap, giriş bölümünde entegrasyon kavramının akademik ve politik bağlamda incelenmesi ile başlamıştır. Birinci bölüm, “Adil Entegrasyon Teorisi” ismi ile çokkültürlülük ve tanınma teorisi üzerine yapılmış bir literatür taraması ve ele alınan teorilerin eleştirisi olarak kurgulanmıştır. “Örnek Vaka İncelemesi: Adil Entegrasyon Teorisi Uygulaması” isimli ikinci bölümde ise önceki bölümdeki teorik düzlem, Kanada’daki nitelikli göçmenler ve Türkiye’deki Suriyeli mülteciler üzerinden örneklenerek açıklanmıştır.

 

a) Giriş: Entegrasyon Nedir?

Entegrasyon, “çeşitlilik gösteren nüfus yapısının birleştirilmesi yoluyla ortak kimlik inşa etme ve çeşitli toplulukların sivil katılımı için kurum ve hizmetlerin ortak zeminini şekillendirme” (Göksel, 2019, s.16) olarak tanımlanmıştır. Bu bölümde ise entegrasyonun nasıl gerçekleşeceği sorununu okuyucunun daha iyi kavraması adına entegrasyona engel teşkil eden birkaç hususun altı çizilmiştir.

Her şeyden önce entegrasyon pratiklerinin asimilasyon ve çokkültürlülük skalasında gezindiğine dikkat çekilmiştir. Yazar, çokkültürlülük söylemlerinin entegrasyondan ziyade asimilasyona yaklaştığını örnekler yoluyla vurgulamıştır. Özellikle çokkültürlülük tartışmalarının tarihsel altyapısı verilerek ilerleyen bölümlerde çokkültürlülük eleştirisi yapılacağının sinyalini verilmiştir. Benim düşünceme göre, bu bölümde Kanada’ya dair çokkültürlülük stratejilerinin tarihsel ve politik arka planının verilmesi, vaka incelemesinde derinlemesine tartışılacak Kanada örneğinin daha iyi anlaşılmasına olanak sağlamıştır. Yazar, “çokkültürlülüğün resmi olarak benimsendiği bir ülkede bile çeşitliliğe yönelik kamusal tavır belirli olaylar ve hükümet değişiklikleriyle olumsuz etkilendiği için ‘entegrasyon’ terimi bazen gizli asimilasyon yanlısı duygularla yorumlanabilmektedir.”(Göksel,2019 s.21-22)  diyerek Kanada’nın çokkültürlülük söyleminin entegrasyondan ziyade asimilasyon perspektifine daha yakın olduğunu iddia etmiştir.

Yazarın entegrasyon idealine engel teşkil ettiğine inandığı bir diğer husus ise entegrasyon sürecinin göçmen bireylere “katı bir grup kimliği” ile ve tek taraflı olarak dayatılması sorunudur. Yazara göre, “entegrasyon külfeti göçmenin üzerindedir ve sivil entegrasyon tek yönlü bir süreçtir.”(Göksel,2019 s.25) Dahası, bu tek taraflı ve statik bakış açısı, bu meseleyi analitik bir şekilde ele almamızı engellemektedir. Yazar, bu bölümde bu sorunların altını çizerek ileride değineceği tartışmalara zemin hazırlar. İleriki bölümde Kymlicka’nın kültürel çeşitlilik yapılarına analitik bir göz ile bakarak “katı grup kimliği” sorununu çözmeyi amaçlar. Ayrıca yazara göre, göçmen entegrasyonu meselesini göçmen bakış açısıyla ele almak tek taraflılık sorununu çözmemizde önemli rol oynar.

Yazarın bu bölümde göçmen entegrasyonuna dair dikkatimizi çektiği bir diğer nokta ise ön plana çıkarılan güvenlik sorunu ve göçmenlerin sosyal uyuma zarar verdiği söylemleridir. Yazarın böylesine popüler söylemleri ele almasının yine okuyucu kitlesini genişletebileceğini düşünmekteyim. Yazar, bu iddialar ile “aslında daha önce hiç var olmamış, kayıp bir düzeni, sosyal uyumu kurtarmak” için göçmenlerin “günah keçisine” dönüştürüldüğü tespitini yapmaktadır.(Göksel,2019 s.30) Buna ek olarak yazar, popüler söylemde ön plana çıkarılan güvenlik sorunu ile göçmenlerin ulus devlet yapısını zedelediği varsayımının bağdaştırılmasını vurgulamaktadır. Dolayısıyla çözüm, göçmenlere asimilasyon yoluyla ulusal kimliğin “kazandırılması” olarak görülmektedir. Oysa yazara göre, “Ulusal kimlik, vatandaşlar arasındaki tek sivil bağ olarak görüldükçe göçmenler son derece tehdit oluşturan potansiyel istilacılar olarak algılanacaktır.”(Göksel,2019 s. 30) Bu sebeple yazar, okuyucuyu sosyal uyum ve güvenlik gibi popüler söylemlerin göçmen entegrasyonu idealini gerçekleştirmede oynadığı yıkıcı “ideolojik rolü” sorgulamaya davet etmektedir. Göksel, şu sözler ile kitabın ana gayesini ortaya koymaktadır:

“Bu çalışmada, göçmenlerin sosyal ve politik entegrasyonu meselesinin ulusal kimlik ve sosyal uyum görüşünün ötesinde olduğu ve demokratik adalet bakış açısıyla yaklaşılması gerektiği savunulmaktadır.”(Göksel,2019 s. 32)

 

b) Birinci Bölüm: Adil Entegrasyon Teorisi

Adil entegrasyon teorisi iki alt bölüm ile ele alınmıştır. Bunlardan ilki “Adalet Teorileri, Çokkültürlülük ve Tanınma Teorisi” isimli bölümdür. Bu bölümde adil entegrasyon teorisine temel teşkil eden literatür eleştirel bir biçimde sunulmuştur. Bu bölümde yazarın üzerinde durduğu temelde iki nokta vardır. Bunlardan ilki, giriş bölümünde de ele alınan göçmen entegrasyonu meselesine katı grup kimliği perspektifinden bakılması sorunudur. Yazar, Honneth dışındaki diğer filozofların tanınma teorilerinde “katı kültürel grup şartlarını” vurguladıkları için bu görüşleri göçmen entegrasyonu için uygun bulmamaktadır. Yazara göre, göçmen entegrasyonu meselesine katı grup kimlikleri perspektifinden değil de bireysellik bakış açısıyla yaklaşılması gerekmektedir. Göksel, Axel Honneth’in tanınma teorisinin “özneler arası bağımlılığın sonucu olarak kişinin kırılganlığını” vurguladığı için en uygun tanınma teorisi yaklaşımının bu olabileceğini öne sürmektedir.(Göksel,2019 s. 57) Honneth’in tanınma teorisini yazarın alıntıladığı şu ifadeler ile özetlemek mümkündür: “Tanınma, bireylerin kişiliklerinin belirli yönlerinin çabalamaksızın hâkim sosyal etkileşim yöntemi aracılığıyla karşılıklı kabulüdür.”(Göksel,2019 s.61)

Yazar bu bölümde ikinci bir mesele olarak Honneth’in tanınma teorisinde üç temel alana dikkat çekmektedir. Çünkü Honneth’e göre ancak bu üç sosyal entegrasyon alanıyla karşılıklı tanınma mümkün olabilecektir. Söz konusu üç alan sevgi, haklar ve dayanışma olarak verilmiştir. Sevgi ve arkadaşlık, bireyin özgüven kazandığı alanlardır. Haklar ise bireyin yasal düzlemdeki güvencesidir. Üçüncü alan olan dayanışma için önkoşul olarak itibar gerekmektedir. İtibar, “toplumda kişilerin farklı özellik ve yeteneklerinin karşılıklı tanınması[dır].”(Göksel,2019 s. 67) Karşılıklı itibar ise bizi üçüncü bir alan olan dayanışmaya götürmektedir. Kitapta bu üç alanın sosyal entegrasyon için elzem olduğu savunulmuştur. Bu nedenle, entegrasyon sürecinin gerektirdiği “arkadaşlık ve kimlikler, devletin adil olarak dağıtabileceği kazançlar” olmadığı için entegrasyon görevini yalnızca devlete yüklemek yersizdir ve hatta “aktörleri dengesiz olarak güçlendirme eğilimi” olduğu için tehlikelidir de.(Göksel,2019 s. 54) Ancak yazara göre, “Çokkültürlülük yaklaşımı, entegrasyon sorununu kamusal alan sınırları içinde tutarak değişmez şekilde tanımlanmış göçmen grupların demokratik talepleri karşısında adaleti sağlama görevini temel olarak devlete bırakmaktadır.”(Göksel,2019 s. 44) Dolayısıyla bu bölüm, vaka incelemesi bölümünde ele alınan Kanada çokkültürlülük pratiklerinin göçmen entegrasyonu hususunda yetersiz olduğu analizi için okuyucuya teorik bir düzlem sunmuştur.

İkinci alt bölüm olan “Adil Entegrasyon Nedir?” kısmında yazar, konuya dair kapsamlı bir literatür verdikten sonra adil entegrasyonun katı grup kimliklerinden ziyade göçmen bireyler için kamusal düzlemin ötesine de geçen bir entegrasyon modeli olduğunu öne sürmektedir. Dahası, bu modelin göçmen entegrasyonu meselesini popüler söylemlerin odağından kurtararak adalet perspektifine çektiğini belirtmektedir. Bu tartışmanın güçlü yönlerinden biri ise literatürden farklı olarak göçmen entegrasyonu meselesinin hem bireysel hem de kültürel ölçekte ele alınmasıdır. Bu bölümün temel vurgusu ise göçmen entegrasyonu meselesinin asimilasyon ya da uyumdan ziyade “göçmenlerin kendilerini gerçekleştirmeleri sonucunda özsaygı ve öz itibar elde ettikleri bir süreç olarak” görülmesi gerektiğidir.(Göksel,2019 s. 113)

 

c) İkinci Bölüm: Örnek Vaka İncelemesi- Adil Entegrasyon Teorisi Uygulaması

Yazar, bu bölümde iki örnek vaka incelemesi yapmıştır. İlki Kanada’daki nitelikli göçmenlerin sosyo-ekonomik entegrasyonunun incelenmesidir. Çokkültürlülük politikalarının resmi olarak kabul edildiği ve pratikteki uygulamalarının dünyaca takdir gördüğü bir örnek olarak Kanada’nın seçilmesi, çokkültürlülük söyleminin her zaman entegrasyona tekabül etmeyeceğinin gösterilmesi için manidardır. Bu bölümde temel iddia Kanada’daki –Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri dışından gelen- nitelikli göçmenlerin yurtdışı eğitimlerinin ve tecrübelerinin yok sayılması ve(ya) değerinin düşürülmesi yoluyla göçmenlerin sosyo-ekonomik entegrasyonunun engellendiğidir.

Yazar, bu vaka incelemesine konu olan göçmen kategorisini keskin sınırlar ile belirlemiştir. Ayrıca çalışmanın “ırksal azınlıklara ait göçmenler ve herhangi bir milliyetten kadın göçmenlerle ilgili daha güçlü bir duruşa” sahip olduğunun belirtilmesi, seçilen göçmen kategorisinin zayıf noktalarını göstermesi açısından önemlidir.(Göksel,2019 s. 135) Dolayısıyla bu zayıf noktalar ileriki çalışmalarda giderilmeli ve söz konusu iddialar yeniden incelenmelidir. Diğer yandan, mercek altına alınan grubun böylesine keskin sınırlar ile belirlenmesine rağmen Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletlerinden gelen göçmenlerin çalışmaya dâhil edilmemesi iddiaların güvenirliliğini zedelemektedir. Vaka analizi boyunca diğer göçmenlerin, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletlerinden gelen göçmenlerin aksine sosyo-ekonomik ayrımcılığa maruz bırakıldığı iddia edildiğinden böyle bir iddia bu iki grubun çalışmaya dâhil edilmesi ile kanıtlanmalıydı.  Dahası, yazarın kendi deneyimlerinden yola çıkması her ne kadar bizi göçmen perspektifine yaklaştırsa ve söz konusu durumun daha iyi betimlenmesini sağlasa da yazarın nesnelliğine gölge düşürdüğünü düşündürmekte. Bu sebeple yazarın nesnelliğinin muğlaklaştığı noktalarda daha çok ankete başvurulması iddiaların güvenilirliğini güçlendirebilirdi.

İkinci vaka incelemesi ise Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin entegrasyonu meselesidir. Yazara göre, hâlihazırda 3 milyondan fazla Suriyeli mülteciyi barındıran Türkiye hem yasal hem de ekonomik açıdan bu mültecilerin Türkiye toplumuna entegrasyonu açısından ciddi engeller barındırmaktadır. Bunlardan ilki Suriyeli mültecilere yönelik yasal ve kamusal söylemin tutarsızlığıdır. Yasal söyleme göre Suriyeliler mülteci değildir ve geçici koruma statüsündelerdir. Bununla birlikte, yasal olarak “göçmenler ve toplumun karşılıklı olarak birbirlerini anlamasıyla sonuçlanacak istemli bir uyum” öngörülmektedir.(Göksel,2019 s. 190) Dolayısıyla yazar, yasal söylemin göçmen entegrasyonu meselesine hak odaklı yaklaştığını belirtmektedir. Tüm bunlara rağmen Göksel’e göre, devlet yetkililerinin kamusal söylemi bu uyum anlayışından oldukça uzaktır. Örneğin, sıklıkla Türk misafirperverliği övülerek Suriyeli mülteci sorununun geçici bir durum olduğu telkin edilmektedir ve bu durum Suriyeli mültecilerin Türkiye toplumuna entegrasyonunu olanaksız hale getirmektedir.

Suriyeli mültecilerin entegrasyonuna olumsuz yönde etki eden diğer bir durum ise bu mültecilerin “Türkiye ekonomisini olumsuz etkilediği ve yüksek işsizlik oranına sebep olduğu” söylemleridir.(Göksel,2019 s. 198) Ancak yazar, çeşitli istatistiki veriler sunarak bu hususta önemli bir etkinin gözlenmediğini belirtmektedir. Nitekim yazar, Suriyeli mültecilerin kayıt dışı istihdamı sebebiyle kısıtlı zamanlarının olmasını Türkçe öğrenmelerinin önünde önemli bir engel olarak göstermiştir. Bu durum Suriyeli mültecilerin ekonomik entegrasyonunun yanında sosyal entegrasyonlarını da zorlaştırmaktadır. Ek olarak yazar, Türkiye’deki Suriyeli mültecilere yönelik kullandığı verilerin güvenilirliği açısından okuyucuyu uyarmaktadır. Dolayısıyla bu hususta daha çeşitli ve kapsamlı veri kaynaklarını içeren çalışmalar ile bu iddiaların yeniden incelenmesi gereklidir.

Göçmenlere yönelik vaka analizlerinin belki de en güçlü yönlerinden biri, bu bireylerin yaşadıkları sorunların psikolojik sağlıklarına etkisinin yeterince detaylı bir biçimde verilmesidir. Bu durum, yazarın kitabın en başında amaçladığı göçmen entegrasyonu meselesine göçmen bakış açısı ile bakılması fikrine uygun düşmektedir. Ayrıca göçmen deneyimlerinin sosyo-ekonomik ve psikolojik boyutlarının irdelenmesi kitabı daha disiplinlerarası bir boyuta sokmakta ve göçmen entegrasyonuna dair daha fazla disiplinlerarası çalışmanın yapılmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır.

 

d) Sonuç

Genel olarak bakıldığında, göçmen entegrasyonu meselesi hem tanınma teorisi ve çokkültürlülük söyleminin teorik arka planı incelenerek hem de vaka analizleri ile “adil entegrasyon” teorisinin uygulaması yapılarak tutarlı bir biçimde tartışılmıştır. Bu kitap okurlarını, var olan statik göçmen kavramını, çokkültürlülük pratiklerini, baskın yaklaşımları ve en nihayetinde göçmen entegrasyonunun nasıl gerçekleşebileceğini sorgulamaya davet etmektedir. Ancak kitapta siyaset felsefesine dair bazı tartışmalar derinlemesine incelendiğinden kitabı okumadan çokkültürlülük ve tanınma teorisine dair bazı ön okumalar yapmak yerinde olacaktır. Bu kitap, tartışmalara aşina olan ilgililer ve göçmen entegrasyonu alanında disiplinlerarası akademik çalışmalar yürütmeyi amaçlayanlar için değerli bir kaynak olacaktır.

 

BÜŞRA KAPLAN

Göç Çalışmaları Stajyeri

 

Kaynakça

Gülay Uğur Göksel. (2019). Göçmen Entegrasyonu ve Tanınma Teorisi: “Adil Entegrasyon”. İstanbul: Pinhan Yayıncılık

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...

Sığınmacıların Ev Sahibi Ülkelere Katkıları: Türkiye’deki Suriyeliler

Sena Özdemir Göç Çalışmaları o-Staj Programı ÖZET İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanan...