Mısır’da Bahar Kışa mı Döndü?

Tunus’ta başlayan Arap Baharı dalgasının şiddetlenmesinde en önemli rolü oynamış ülke olarak görebileceğimiz Mısır’da bugünlerde yine hareketli günler yaşanıyor. Hüsnü Mübarek’in devrilmesinin üzerinden 9 ay geçmesine karşın henüz siyasal çoğulculuğa dayalı bir yönetim oluşturulabilmiş değil. Özellikle de Mısır Ordusu’nun iktidarı kendi denetimine alması ve Arap Baharı’nın halk nezdinde temsil ettiği demokratik dönüşüm, siyasal çoğulculuk, eşitlik, vb. unsurlara dayalı olarak, halkın hür iradesinin tecelli edeceği bir siyasal dönüşümün yaratılamamış olması Mısır toplumunda ciddi bir hayal kırıklığı yaratmış durumda.

Hüsnü Mübarek’in devrilmesinin hemen ardından, Mısır Ordusu, oluşturduğu geçici yönetim eliyle, ülkenin sivil yönetime geçiş aşamasını koordine edeceğine dair hem Mısır muhalefetine hem de uluslararası camiaya olumlu bir mesaj vermişti. Mısır Ordusu, 1956 yılından bu yana bilfiil siyasetin içerisinde yer aldığı ve Mübarek’in devrilmesinin ardından gücü elde tutan en kuvvetli yapı haline geldiği için muhalefette yer alan hiçbir kişi veya örgüt, açıkça ordunun kararına karşı çıkamadı. Bu durumun ortaya çıkmasında, ordunun halk nezdinde sahip olduğu prestij ve güvenin yanı sıra, Mübarek’in devrilmesi esnasında pasif bir tutum içerisine girmesi ve gizliden gizliye muhalefetin yanında yer alması da etkili olmuştur.

Ne var ki, ordu ile muhalefet arasındaki eşgüdümün ortadan kalkması için uzun süre beklemek gerekmemiştir. Yeni anayasanın taslağını oluşturmakla görevlendirilmiş olan kurulun halkın istekleri ve görüşleri dikkate alınmadan doğrudan Yüksek Askeri Konsey (yani ordu) tarafından atama ile belirlenmesi halkın önemli bir çoğunluğu ile ordu arasındaki gerginliğin fitilini ateşleyen ilk gelişme olmuştur. Gerginliğin dozunu arttıran diğer gelişmeler ise, Mısır Ordusu’nun özellikle İsrail ile ilişkiler noktasında oldukça dengeci bir tutum sergilemesi ve geçtiğimiz aylarda gerçekleşen bir sınır ihlali sonrasında Sina Bölgesi’nde 5 Mısır askerinin İsrail Ordusu tarafından öldürülmesine etkin bir cevap verilememesi ve yine Yüksek Askeri Konsey’in atadığı geçici hükümetin Mübarek döneminde de görev almış ve bir kısmı yolsuzluk ile anılan kişilerden oluşturulmuş olmasıdır. Mısır halkının sabrının taşmasına ve Tahrir Meydanı’nı doldurmasına neden olan en son olumsuz gelişme ise, ordunun Mısır siyasetinin geleceğini vesayet altına alma ve bunu anayasaya da yerleştirme girişimi içerisine girmesidir. Nitekim Mısır Ordusu, yapılacak olan yeni anayasaya “gerekli gördüğü halde siyasal işleyişe müdahale edebilme” yetkisi koydurmak ve “anayasanın koruyucusu” olduğunu yeni anayasa bağlamında resmen kabul ettirmek isteğini geçtiğimiz günlerde ortaya koymuştur. Mısır Ordusu, bu noktada Türkiye örneğini dikkate almıştır da denebilir. Nitekim Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmetler Kanunu’nda yer alan ve Türk Ordusu’na “cumhuriyeti korumak ve kollamak” gibi bir görev yükleyen kısıtlayıcı madde, Mısır Ordusu’nun generallerine ilham olmuştur. Ne var ki, Mısır Ordusu’nun bu isteği, parlamento seçimlerinin dahi henüz gerçekleştirilmemiş olduğu ve sivil bir hükümet ve cumhurbaşkanı dahi seçmemiş olan Mısır’da doğal olarak tepkiyle karşılaşmıştır. Daha 9 ay önce Tahrir Meydanı’nda düzenledikleri gösterilerle Mübarek diktatörlüğünü yıkan ve Mısır’ın demokratik bir düzlemde, sivil bir yönetim çerçevesinde ve siyasal çoğulculuk ekseninde ilerlemesini isteyen Mısır muhalefeti, ordunun isteğine ve sivil siyaseti ele geçirmeyi hedefleyen girişimlerine karşı sokaklara dökülmeyi ve Tahrir’i yeniden değişimin merkezi yapmayı amaç edinerek sivil itaatsizlik eylemlerine başlamıştır. Ne var ki, bu eylemlere ordunun silahla karşılık vermesi sonucu en az 35 Mısırlı sivil hayatını kaybetmiştir. 35 kişinin hayatını kaybetmesi sonrasında, Yüksek Askeri Konsey’in atamış olduğu geçici hükümet istifa etmiş, Mısır Ordusu’nun en tepesinde yer alan generaller diyalog çağrısı yapmış ve yaşanan olaylardan dolayı özür dilemiş ve halkın orduya olan tepkisinin ne şiddette olduğu görülmüştür. Ne var ki, Mısır Ordusu ülkede demokrasinin gelişimini ve sivil yönetim anlayışının oturmasını baltalayacak olan isteklerinden kolay kolay vazgeçeceğe benzememektedir. Nitekim yaşanan toplumsal huzursuzluk nedeniyle 28 Kasım’da düzenlenecek olan seçimlerin bir müddet ertelenmesini isteyen siyasal partilerin istemleri, ordunun en tepesindeki isim olan Hüseyin Tantavi tarafından reddedilmiştir. İstifa eden İsam Şeref başkanlığındaki geçici hükümetin yerine ise, Hüsnü Mübarek’in yolsuzluk ve eşitsizlikler ile anılan yönetiminde, 1996-1999 yılları arasında başbakanlık koltuğunda oturmuş olan Kemal Ganzuri’nin başkanlığında yeni bir hükümetin kurulduğu açıklanmıştır. Yüksek Askeri Konsey, yeni hükümeti atadıktan sonra da seçimlerin belirlenen tarihte yapılacağını açıklamıştır. Tantavi’nin seçimlerin bir süreliğine ertelenmesini reddetmesinin en önemli nedenlerinden biri, başta Müslüman Kardeşler ve 6 Nisan Hareketi ile Muhammed El Baradey liderliğindeki liberal ve sol muhalifler olmak üzere, Mısır içerisindeki siyasal aktörlerin daha fazla güçlenmesini engelleyerek onları hazırlıksız bir şekilde seçime sokmak ve fazla sayıda bağımsız adayın meclise girmesini sağlayarak meclisin etkinliğini azaltmaktır. Oluşacak olan parlamentoda, ordunun istemlerine karşı koyacak ve tek bir blok halinde hareket edebilecek güçte bir siyasal yapının oluşmaması halinde, yapılacak olan yeni anayasa ve seçilecek olan yeni cumhurbaşkanı üzerinde ordunun etkinliği çok daha fazla olacaktır.

Mısır Ordusu’nun sivil siyaset üzerinde vesayet rejimi oluşturmak istemesinin nedenlerinden biri de özellikle ABD ve İsrail’in oluşturduğu baskıdır. Bilindiği gibi Mısır Ordusu, özellikle Hüsnü Mübarek döneminden itibaren ABD ve İsrail ile çok yakın angajmanlara girmişti ve ABD, Mısır ile İsrail arasındaki Camp David Barışı’nın devam edebilmesi için bu ülkeye her yıl 2 milyar dolar büyüklüğünde ekonomik ve askeri destek vermekteydi. Gelen yardımın önemli bir bölümü Mısır Ordusu’nun silah ve mühimmat eksikliğinin giderilmesinde kullanılmış ve Mısır Ordusu’nun üst düzey generalleri ile ABD arasında ciddi bir siyasal-askeri bağ kurulmuştu. Mübarek yönetiminin devamlılığı, Mısır Ordusu’nun gücüne bağımlı olduğu için, ABD ile Mısır Ordusu arasındaki müttefiklik ilişkileri büyük önem taşımaktaydı. Hatırlanacağı üzere halkın Arap Baharı kapsamında Mübarek yönetimini devirmek için sokaklara döküldüğü dönemde, Mısır Ordusu’nun genelkurmay başkanı Washington’da bulunuyordu ve temasları sırasında ABD yönetiminin Mübarek’i gözden çıkardığını anlamış olmalıydı ki, Mısır’a döndükten sonra göstericilere yönelik herhangi bir müdahalede bulunmamayı yeğledi. Ordu, bu hareketiyle halk nezdindeki meşruiyetini arttıracağını hesaplamıştı. Bugün gelinen noktada, Mısır Ordusu’nun toplumsal karışıklıklara yol açan istemler ortaya koymasının ve seçimleri alelacele düzenlemek istemesinin arkasında yatan nedenlerden biri de bu ilişkidir. Zira ABD ve İsrail, genel teamüller çerçevesinde düzenlenecek bir seçimde, İsrail karşıtı siyasal hareketlerin, özellikle de Müslüman Kardeşler’in, parlamentoda büyük bir çoğunluk elde etmelerinden endişe etmektedir. İsrail yönetimi, Mısır’da kendi aleyhinde bir siyasal yönetimin oluşması ve Suriye’deki olaylar sonucunda İsrail karşıtı bir yönetimin iktidarı devralması halinde kendi güvenliğinin tehlikeye gireceğini hesaplamaktadır. Şüphesiz bu durum ABD’yi de tedirgin etmektedir. ABD ve İsrail, hatta genel olarak Batı dünyası, Mısır’da kendilerine yakın ve kontrol edilebilir bir parlamenter yapı ve hükümet oluşmadan Mısır Ordusu’nun yönetim üzerindeki etkinliğinin kaybolmasını istememektedirler. Bu noktada Mısır Ordusu ile ABD-İsrail önderliğindeki koalisyonun aynı paydada, yani askeri vesayetin devamlılığı ve güçlendirilmesi üzerinde birleştikleri söylenebilir.

Ortadoğu’nun sembol ülkesi ve Arap milliyetçiliğinin merkezi olan Mısır, Arap Baharı kapsamında gösterdiği toplumsal reaksiyon ile çürümüş Mübarek diktatörlüğünü iktidardan atmayı başarmıştır. Ne var ki, Mübarek döneminin kalıntıları ve Mısır Ordusu toplumsal iktidarın oluşumuna engel olmaya çabalamaktadır. Görünen o ki, Mısır’da halk desteğine sahip gerçek bir sivil yönetimin oluşması için ikinci bir devrime ihtiyaç duyulmaktadır. Kuşkusuz böyle bir devrim, Ortadoğu’nun genel gidişatını derinden etkileyecek ve Arap Baharı’nın yaza dönüşmesini de beraberinde getirecektir. ,

 

Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Giresun Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...

Sığınmacıların Ev Sahibi Ülkelere Katkıları: Türkiye’deki Suriyeliler

Sena Özdemir Göç Çalışmaları o-Staj Programı ÖZET İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanan...