NATO’nun Doğuşu-1

İkinci Dünya Savaşından sonra, hızla gelişen teknoloji, kitle imha silahlarının bazı devletlerin tekelinde bulunması, edinilen harp tecrübeleri, milletlerin tek başına var olabilme imkânları ve ayrı yaşamalarını çok güçleştirmiş, hatta imkânsız hale getirmiştir. Bu sebeple, milli menfaatleri aynı istikamette olan milletlerin, her sahada tam işbirliği ve dayanışma içerisinde bulunmaları kaçınılmaz olmuştur.

Bu amaçla bir araya gelen 12 devlet, Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 51. Maddesine uygun olarak hazırladıkları ve 16 maddeden ibaret olan antlaşmayı, 4.4.1948 tarihinde, Washington’da imzalayarak Paktı vücuda getirmişler, Millet Meclislerinde onaylanmasını müteakip 24.8.1949’da, yürürlüğe girmesini sağlamışlardır. Başlangıçta İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, İtalya, İzlanda, Danimarka, Norveç ve Portekiz devletlerinin bir araya gelmesiyle meydana gelen bu Pakt’a, 18 Şubat 1952’de Türkiye ve Yunanistan’ın, 9 Mayıs 1955’te Almanya’nın ve 30Mayıs 1982’de İspanya’nın da katılmasıyla NATO üye sayısı 16 olmuştur. Fransa 1960’da NATO’nun askeri kanadından ayrılmıştır.

NATO üyesi devletler, birleşmek ve karşılıklı yardımlaşmak suretiyle, komünizm tehdidi karşısında şimdiye kadar geçen süre içerisinde tesirli bir müşterek savunma cephesi kurmuşlardır. Bu dayanışmayı gören Rusya, bütün gayretlerini, NATO’nun üyeleri arasında nifak sokarak, onu içten yıkmak hedefine yöneltmiştir.

TÜRKİYE’NİN NATO’YA GİRİŞİ VE KAZANÇLARI

İkinci Dünya Savaşının sona erdiği 1945 senesinden itibaren, Avrupa’daki kuvvet dengesi tamamen değişmeye başladı. Sovyet Rusya, Komünizm emperyalizmini gerçekleştirmek için harekete geçti. Polonya, Macaristan, Bulgaristan gibi kendi sınırları üzerinde bulunan ülkeleri Almanya’nın hegomonyasından kurtarmak bahanesiyle askeri işgal altına aldı. Buralarda komünist rejimler kurdu. Keza Çarlık Rusya’sının da emeli olan, Akdeniz’e inme gayesini gerçekleştirmek üzere İran, Türkiye, Yunanistan, üzerine ağır baskılar yaptı. Türkiye’den İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına yerleşme hakkı ile Kars, Ardahan gibi Doğu Anadolu topraklarımızın, kendisine terkedilmesini istedi. Hatta bu toprak istekleri, Trabzon ve Gümüşhane’yi de içine aldı. 1945-1946 yılları, Türkiye ve Türk milleti için en kritik günler oldu. Türkiye her an Sovyet saldırısını beklemeye başladı. 500 senelik bir tarih süresinde, Rusların daima Türk topraklarında gözü vardı. Türkiye, bütün bu şartlar altında hem kendi güvenliğini hem de dünya barış dengesini sağlamak maksadı ile NATO’ya istekle girdi (1952).

NATO’nun Türkiye’ye sağladığı dolaylı faydaların başında, üst yapı projeleri gelir. Hava meydanları, limanları, ikmal ve muhabere tesisleri, bu projelerin bir kısmıdır. Bu projelerin gerçekleşmesi için, ödeme kolaylığı olan krediler sağlandı. Türkiye’ye sağlanan askeri imkânların çoğu, ABD ve Almanya’dan gelmektedir. Diğer NATO üye devletlerinin de teknoloji, eğitim açısından Türkiye’ye sağladıkları imkânlar küçümsenmeyecek kadar çoktur. Silahlar, teknolojinin gelişmesiyle değiştikçe, bunlarla birlikte yeni teknoloji de Türkiye’ye girmektedir. Türkiye, iç imkânlarını zorlayarak, bu yeni teknolojileri her sahaya yaymak durumunda ve NATO’nun araştırma geliştirme imkânlarından faydalanmaktadır.

NATO’nun başlıca gayelerinden biri de üyesi bulunan ülkelerin hayat seviyesini yükseltmektir. Çünkü NATO teşkilatı, iktisadi seviyesi kuvvetli olan ülkelerin, demokrasiye daha çok bağlı bulunduklarına inanmış bulunmaktadır.

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDE NATO VE TERÖRİZM SORUNU

1940’ların sonundaki jeopolitik durum incelendiğinde İttifak’ın tehdit olarak görülen

komünizme ve kuzeyden gelebilecek bir komünist işgale karşı kurulduğu görülür.[1] Nitekim o dönemdeki siyasal konjonktür çerçevesindeki güvenlik ve tehdit algılamaları, kitlesel tehditlerin düşman devletlerin silahlı güçlerinden gelebileceği düşüncesini doğurmuştur. Bu varsayımın bir sonucu olarak sabotaj, terörizm gibi düşmanca hareketler kitlesel askeri tehditler içerisinde yer almamıştır.[2] Bu nedenle NATO kuruluşundan Soğuk Savaş’ın bitimine kadarki dönemde terörizm sorununu gündemine taşımadığı gibi, misyonları arasında açıkça yer vermemiştir. NATO’nun bu sorunsalı ciddi olarak ele alması 11 Eylül sonrasında yaşanacak olan gelişmelerin ertesinde olacaktır.

Terörizm sorunu, uzunca bir süre NATO’nun görev tanımı içerisinde yer almamasına rağmen, NATO üyesi ülkeler bu sorunla gerek Soğuk Savaş dönemi gerekse sonrasında ağırlıklı olarak uğraşmak durumunda kalmışlardır. 1949- 2001 yılları arasında Kuzey Atlantik Anlaşması alanı içindeki bölgede terörist unsurları taşıyan şiddet hareketlerinde ölenlerin sayısı on binleri bulmaktadır. Türkiye’de Kürt ve Ermeni terörü ile ilgili kayıplar, İngiltere’de Kuzey İrlanda, İspanya’da Bask ayrılıkçı hareketi, Almanya, İtalya ve Yunanistan’da çoğunlukla sol hareketler sonucunda meydana gelen kayıplar bunlar arasında yer almaktadır.[3]

NATO’nun 1949–2001 arası dönemde kendi üyelerini dahi tehdit eden terörizme karşı dikkate değer bir tepki vermemesi özellikle komünist düşüncenin hâkim olduğu gruplar içerisinde, NATO’nun terörizmi ‘gizli orduları’ ile desteklediği yolunda görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu bağlamda 1990’lardan itibaren bazı araştırmalarda Batı Avrupa’da Soğuk Savaş sırasında bir takım gizli orduların bulunduğu ve bu orduların NATO tarafından koordine edildiğine ilişkin görüşler sıklıkla dile getirilmektedir. Gizli servisler tarafından yetiştirildikleri belirtilen bu birliklerin Batı Avrupa’nın Sovyetler tarafından işgal edilmesini engellemek ve iktidara gelecek komünist partilere engel olmak amacıyla kuruldukları vurgulanır.[4]

Bu çerçevede Yurtsever’e göre ABD, NATO’nun kuruluşundan itibaren bu anlaşmayı imzalayan devletlere, komünistlerin yasal yollardan iktidara gelmeleri durumunda söz konusu ülkelere müdahale etme hakkını kabul ettirmiş olmaktadır. Bu olasılığa karşı illegal özel birimler kurmuştur.[5]

Bu tarz açıklamalar ve iddialar özellikle 11 Eylül sonrasında terörizmle mücadele

misyonunu görev öncelikleri arasında kabul ettiğini açıklayan NATO’ya karşı güvensizlik uyandırmaktadır. Ancak bunların iddia boyutunda olduğunu da dikkate almak gerekmektedir. Bu bağlamda bir değerlendirme yapılacak olursa Soğuk Savaş döneminde ABD ve SSCB arasındaki yoğun rekabet ve topyekün bir savaşın maliyetinin kaldırılamayacak boyutlarda olması, iki kutbun lider unsurları arasındaki çatışmaların küçük çaplı bölgesel savaşlar ya da yakın silahlı grupların desteklenmesi şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede birbiriyle çatışmayı göze alamayan ve karşı tarafın gücünü azaltmak isteyen ülkelerden bazıları yer yer terör örgütlerini ve terörü yöntem olarak kullanan ayrılıkçı/bağımsızlık hareketlerini desteklemişlerdir. Bu anlamda NATO üyeleri ve özellikle ABD’nin faşist bir takım iktidarlara destek verdiği, SSCB’nin ise Latin Amerika’dan Uzak Doğu’ya kadar birçok bölgedeki gerilla hareketini desteklediği düşünülmektedir.[6]

Kısaca belirtmek gerekirse; Soğuk Savaş döneminde NATO’nun bir örgüt olarak ve bazı üyelerinin de İttifak’tan bağımsız bir şekilde terörü güç dengesinin bir parçası olarak gördükleri gibi bir izlenim doğmaktadır. Bu dönemde özellikle Türkiye bu yaklaşımın uygulama sahalarından biri haline gelmiş ve ülkesinde 1970’ler boyunca faaliyet gösteren sağ ve sol terör örgütlerine karşı Sovyet Bloğu’nun yanı sıra NATO üyelerinden de yeterli desteği görememiştir.

NATO’NUN STRATEJİK YAKLAŞIMININ EVRELERİ

Genel anlamda NATO’nun kuruluşundan günümüze kadar geçen dönemde, İttifakın stratejik yaklaşımının dört belirgin evreden geçtiği söylenebilir:

1.  Soğuk Savaş Dönemi  (1949-1991)

2.  Soğuk Savaş’tan hemen sonraki dönem  (1991-2001)

3.  11 Eylül 2001 sonrası güvenlik ortamı   (2001-2010)

1949’dan 1991’e kadar geçen dönemde NATO stratejisini esas itibarı ile “savunma” ve “caydırıcılık” olarak tanımlamak mümkündür. Bununla birlikte dönemin son yirmi yıllık bölümünde “diyalog” ve “detant” (yumuşama)’a giderek artan ölçüde önem verilmiş olduğu da söylenebilir. 1991’den sonra ise temeli oluşturan “caydırıcılık” ve “savunma” konseptlerinin yanı sıra  “işbirliği” ve “güvenlik” kavramlarının da kabul edildiği daha geniş bir yaklaşım benimsenmiştir.

1949 yılından Soğuk Savaş’ın sona erişine kadar olan dönemde dört adet stratejik konsept yayımlanmıştır. Ayrıca askeri kanat tarafından bu konseptlerin uygulama direktifleri de hazırlanıp yürürlüğe konmuştu. Soğuk Savaş sonrası döneminde ise gizlilik derecesi bulunmayan üç adet konsept yayınlanmıştır. Bunlara gizli nitelikli askeri uygulama dokümanları eşlik etmektedir. 2010 Stratejik Konsepti’nin askeri uygulama direktifi hazırlıkları ise halen devam etmektedir.

11 Eylül saldırılarından sonra NATO’nun askeri düşünce yapısı, kaynakları ve gayretleri; terörizmle savaş ve kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesine daha fazla odaklanmış bulunuyor. 11 Eylül sonrası dönemde NATO, Avrupa-Atlantik bölgesi dışındaki bölgelere kuvvet sevk etmiş, ittifak üye sayısı 28’e ulaşmış, “enerji güvenliği” ve “siber taarruzlar” gibi yeni tehditler ortaya çıkmış durumda. NATO liderlerini 2010 yılında yeni bir stratejik konsept oluşturmaya sevk eden nedenler arasında bu gelişmeler önemli bir yer tutmaktadır.

1. Soğuk Savaş Dönemi (1949-1991):

1949’dan 1991’e kadar olan bu dönemde uluslararası ilişkiler Doğu ve Batı arasında iki kutuplu bir çatışma ortamında şekillenmişti. İlişkilerde ağırlık diyalog ve işbirliğinden çok gerginlik ve çatışma üzerine odaklandığından tehlikeli ve pahalı bir silahlanma yarışı kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıktı. Yukarıda belirtildiği üzere bu dönemde yayımlanan dört stratejik konsepte kısaca değinmek yararlı olabilir.

a. NATO’nun İlk Stratejik Konsepti (Tecavüzü Caydırma):

Kuzey Atlantik Konseyi (NAC) tarafından onaylanan ilk stratejik konsept 6 Ocak 1950 tarihlidir.[7] Buna göre; NATO’nun temel görevi tecavüzü caydırmak olup, NATO kuvvetleri ancak caydırmanın başarılı olamaması ve bir taarruzun vukuu durumunda kullanılacaktı. İttifak üyeleri arasında birbirlerini tamamlama ve standardizasyon da bu dokümanın ana öğelerini oluşturmakta idi. Her bir üyenin savunmaya olan katkısı; ekonomik, endüstriyel, coğrafi ve askeri kapasitesi ile orantılı olacaktı. Diğer yandan, SSCB’ye karşı askeri olanaklar açısından mevcut zafiyet nedeni ile ABD nükleer yeteneklerine bel bağlanmasından bahisle İttifak’ın “gerektiğinde istisnasız olarak her türlü silah ve vasıta ile derhal stratejik bombardıman icra yeteneğini teminat altında bulundurması” öngörülüyordu. Bu Stratejik Konsept’in uygulama detaylarına ilişkin iki dokümanla birlikte dönemin NATO stratejisi üç temel belgede yer almıştır.[8]

b. Kore Harbi ve NATO’nun İkinci Stratejik Konsepti (Entegre Askeri Kuvvetin Oluşturulması:

25 Haziran 1950’de Kuzey Kore tarafından Güney Kore’nin istila edilmesi, NATO’yu ve İttifakın stratejik mantalitesini derhal etkiledi. İki temel sorun olarak NATO’nun askeri yapısının etkinliğinin ve NATO kuvvetlerinin gücünün acilen ele alınması gereği ortaya çıktı. 26 Eylül 1950’de Kuzey Atlantik Konseyi (KAK) merkezi komuta altında entegre bir askeri kuvvet oluşturulmasını onayladı. Bu kapsamda Orgeneral Dwight D. Eisenhower NATO’nun ilk Avrupa Müttefik Kuvvetler Başkomutanı (SACEUR) olarak atanırken, Avrupa Müttefik Kuvvetler Başkomutanlık Karargâhı (SHAPE) da Paris’te 2 Nisan 1952’de kuruldu. Buna ilaveten; o güne kadar var olan Bölgesel Planlama Grupları (Kanada-ABD Bölgesel Planlama Grubu hariç) lağvedilirken Atlantik Yüksek Komutanlığı (SACLANT) oluşturuldu.

Bu yapısal değişikliklerin yanı sıra Türkiye ve Yunanistan’ın da İttifak’a üye olmalarının Stratejik Konsept’e yansıtılması gerekiyordu. Bu nedenle KAK, 3 Aralık 1952’de “Kuzey Atlantik Bölgesi’nin Savunulması için Stratejik Konsept  (MC 3/5 (Final) ) dokümanını onayladı. Yeni Stratejik Konsept bir önceki DC 6/1’deki temel esasları büyük ölçüde korumakta idi. Buna bağlı olarak askeri uygulamaya ilişkin diğer dokümanlar da güncelleştirildi. DC 13 ve MC 14 tek bir doküman olarak MC 14/1[9]Stratejik Rehber olarak 15-18 Aralık 1952’de KAK tarafından onaylandı. Bu kapsamlı belgede şu çok önemli ifadeye yer verilmişti; “NATO’nun temel amacı; NATO bölgesinin savunmasını teminat altına almak, Sovyetler Birliği ve peyklerinin savaşma azim, irade ve yeteneklerini yok etmektir.” Bu maksatla NATO öncelikle stratejik hava taarruzu gerçekleştirecek ve buna paralel olarak hava, kara ve deniz harekâtı icra edecektir. Müttefik hava taarruzlarında “her türlü silah” kullanılacaktır.

Güney Kore’nin istilaya uğramasının ortaya çıkardığı bir konu daha vardı. Ancak bu birkaç yıl sonra ele alınabildi; NATO’nun “ileri savunma” ya duyduğu ihtiyaç. Bunun anlamı; NATO savunmasının Avrupa’da mümkün olan ölçüde Doğuya, Demir Perde’ye olabildiğince yakın tertiplenmesi idi. Elbette ki bu durum çok hassas bir konu olan Almanya’nın durumunu gündeme getirdi. Sorun ancak 1954 gelindiğinde çözülebildi. Davet edilen Federal Almanya Cumhuriyeti 6 Mayıs 1955’te üye oldu.

c. “Yeni Bakış” ve NATO’nun Üçüncü Stratejik Konsepti (Topyekun Mukabele):

Dönem içerisinde NATO’da yapısal konularda ilerleme sağlanmakla birlikte, İttifakın askeri güçleri sorun olmaya devam etmekte idi. KAK’ın 1952 yılında Lizbon’da kabul ettiği çok iddialı konvansiyonel kuvvet hedeflerine ulaşabilmek, ekonomik ve siyasi yönlerden müttefik ülkeler tarafından gerçekçi görülmüyordu. Bunun sonucunda ABD kendi savunma politikasında ağırlığı nükleer silahlara kaydırmaya karar verdi. Bu “Yeni Bakış” savunmaya daha fazla harcama yapmaksızın askeri etkinliği arttırabilmeyi sağlayacaktı. Bu gelişme paralelinde nükleer silahların NATO stratejisine de tam olarak entegrasyonunu hedefleyen çalışmalar kısa sürede sonuçlandırıldı. NATO (SHAPE)’da oluşturulan “Yeni Yaklaşım Grubu” tarafından hazırlanan “NATO Askeri Gücünün Önümüzdeki Beş Yıl Zarfındaki En Etkin Yapılanması” (MC 48)[10] 1954 yılı sonunda Askeri Komite’de ve hemen ardından KAK’da onaylandı. Bu raporda yer alan konsept ve varsayımlar daha sonra NATO’nun üçüncü stratejik konseptine dahil edildi.

MC 48, nükleer silahların kullanımından kesin ifadelerle söz edilen ilk resmi NATO dokümanı idi. Kitlesel mukabele (topyekûn mukabele) konsepti de ilk defa bu belgede ortaya konulmuş oldu. Oldukça uzun süren kapsamlı müzakereler sonucunda MC 14/2 “NATO Bölgesinin Savunulması İçin Genel Stratejik Konsept”[11] ve MC 48/2 “Stratejik Konsept’in Uygulama Tedbirleri”[12] adlı iki belge aynı gün, 23 Mayıs 1957’de kabul edildi. MC 14/2 “topyekun mukabele”yi NATO’nun yeni stratejisinin temel unsurlarından biri olarak öngören ilk stratejik konsept olmuştur.

Müttefiklerden bir kısmı kuvvet ihtiyaçlarında, dolayısı ile savunma harcamalarında tasarruf sağladığı için topyekûn mukabeleye ısrarla taraftar olurken, diğerleri farklı düşüncelere sahipti. Bu nedenle küçük çaplı tecavüzlere karşı “nükleer silahlara başvurmayı gerektirmeden” konvansiyonel silah kullanımını öngören sınırlı ölçekte bir esneklik sağlanmıştı. Bu esnekliğin varlığına rağmen NATO’nun SSCB ile bir sınırlı savaş konseptini kabul etmediği vurgulanmakta ve “şayet SSCB düşmanca yerel bir çatışma içine girmeyi ve böyle bir olayın kapsam ve süresini genişletmeyi hedeflediği takdirde durum, NATO’nun nükleer silah kullanımını gerektirecektir. Çünkü Sovyetlerle bir sınırlı savaş konsepti yoktur.” Denilmekte idi.

“Topyekûn mukabele” doktrinini MC 14/2 ve MC 48/2 belgelerine ithal etmenin yanı sıra, Sovyetlerin NATO bölgesi dışındaki siyasi ve ekonomik faaliyetlerinin İttifak üzerindeki etkileri de bu belgelerde yer alıyordu. Süveyş Krizi ve 1956 Macaristan kalkışmasının Sovyetler tarafından bastırılması bu bağlamda değerlendirilmiştir. Aralık 1956’da KAK tarafından Askeri Komite’ye gönderilen siyasi bir direktifte (CM(56)138); ”Her ne kadar NATO savunma planlaması İttifak sorumluluk bölgesinin savunulması ile sınırlandırılmış ise de, NATO’ya karşı bölge dışında oluşabilecek tehlikelerin de hesaba katılması gerekmektedir” ifadesi bulunuyordu.

Bu ifade NATO’nun 56 yıl önceki liderlerinin de, İttifak’ın bu günlerde karşı karşıya olduğu sorunları o dönemden itibaren öngörebilecek bir vizyona sahip olduklarının bir kanıtı olarak algılanabilir.

d.  Üçüncü Stratejik Konseptin Sorgulanması ve NATO’nun Dördüncü Stratejik Konsepti (Esnek Mukabele):

Dönem içerisinde meydana gelen bazı uluslararası gelişmeler NATO’nun üçüncü stratejik konseptinin yürürlüğe girer girmez hemen sorgulanmaya başlanmasına yol açtı. Bu strateji ağırlıklı olarak; ABD nükleer yeteneğine ve bir Sovyet taarruzunun vukuunda Amerika’nın Avrupa’yı savunma iradesine dayanmakta idi.

İlk başta bazı Avrupalılar; ABD Başkanı’nın bir Avrupa şehri için bir Amerikan şehrini feda edeceğinden şüphe duymaya başladılar. Ardından SSCB’nin kıtalar arası balistik füzelerini geliştirdiği ve nükleer silah kabiliyetini kazandığı ortaya çıktı. SSCB’nin nükleer potansiyeli arttıkça NATO’nun sahip olduğu nükleer caydırma üstünlüğü giderek azaldı. “Karşılıklı Mutlak Yok olma” (Mutually Assured Destruction-MAD) gibi terimler kullanılmaya başlandı.

Sovyetler Birliği’nin tahriki ile başlayan ikinci Berlin krizi (1958-1962) şüpheleri güçlendirmişti. NATO genel bir taarruz düzeyinden daha düşük seviyede kalabilecek tehditlere karşı nasıl bir tepki gösterecekti? NATO’nun sahip olduğu nükleer caydırıcılık; Sovyetleri Berlin konusunda müttefiklerin tutumunu tehdit etmekten alıkoyamamıştı. O halde ne yapılmalıydı?

1961 Yılında ABD Başkanı olan J.F.Kennedy, sınırlı savaş konusundan ve bir hesap hatası veya kaza sonucu nükleer bir füze teatisi olasılığından endişe duymakta idi. Bu arada Berlin krizi şiddetlenerek Berlin Duvarı’nın inşasına yol açtı. Ekim 1962’de soğuk savaş Küba füze krizi ile doruğa ulaştı. Krizin çözümü için ABD ile SSCB arasında varılan anlayış çerçevesinde, Küba’daki Sovyet füzelerinin geri çekilmesi karşılığında İzmir Çiğli’de konuşlu demode Amerikan Jüpiter füzelerinin Türkiye’nin bilgilendirilmesine ihtiyaç dahi duyulmadan sökülmesinin ABD tarafından uygun görülmesi, uzun süre tartışılan bir konu olarak hatırlarda kalacaktır.

Bu gelişmeler üzerine ABD, daha güçlü bir nükleer-dışı NATO yapısını ve bir “esnek mukabele” stratejisini gündeme getirdi. Ancak bu konuda müttefikler arasında bir oydaşma sağlanamadı. NATO içindeki politik çekişmeler, Başkan Kennedy’nin öldürülmesinin ABD yönetimini sarsması ve Vietnam’daki savaşın içine ABD’nin giderek çekilmekte olması, yeni bir NATO stratejik konsepti oluşturulma gayretlerinin dondurulmasına yol açtı.

NATO’nun dördüncü stratejik konsepti- “Kuzey Atlantik İttifakı Bölgesi’nin Savunma Genel Konsepti MC 14/3  [13]Savunma Planlama Komitesi’nde (DPC) kabul edilerek son şekli ile 16 Ocak 1968’de yayımlandı. Bu belge Fransa’nın NATO’nun askeri kanadından 1966 yılında çekilmesinden sonra kaleme alınabilmişti.

Yeni stratejinin göze çarpan iki temel özelliği bulunmakta idi: “esneklik” ve “tırmanma”.

“İttifak’ın caydırma konsepti; olası bir mütecavizin NATO’nun bu tecavüze karşı belirgin mukabelesinin ne şekilde olabileceğini güvenle tahmin edebilmesine, dolayısı ile taarruzun niteliği ne olursa olsun, kabul edilemez bir risk taşıyacağı sonucunu doğuracak tarzda bir engel oluşturan esnekliğe sahiptir.”

NATO’nun maruz kalabileceği bir tecavüze karşı üç tip mukabele seçeneği belirlenmişti:

• Direkt Savunma: tecavüzü düşmanın tercih ettiği savaş düzeyinde muharebe ederek onu mağlup etmek.

• Kontrollü Tırmanma: Kriz tırmandıkça nükleer güç kullanma tehdidini giderek artırmak suretiyle tecavüzü mağlup edecek bir dizi olası adımları atmak

• Genel Nükleer Mukabele: Nihai caydırma yöntemi.

Bu belgeye eşlik edecek olan “NATO Bölgesinin Savunulmasında Stratejik Konseptin Uygulama Tedbirleri” MC 48/3 [14] adlı belge de 8 Aralık 1969’da DPC onaylı olarak yürürlüğe konuldu. Her iki belge de; gerek içerik gerekse yorumlanma açısından sahip oldukları esneklik sayesinde uzun bir süre değişiklik gerektirmeden soğuk savaşın sonuna kadar geçerliliklerini koruyabilmişlerdir.

2.  Soğuk Savaş’tan Hemen Sonraki Dönem (1991-2001):

1991 yılından itibaren yeni bir devir başladı. Bir zamanlar NATO’nun güçlü hasmı olan Sovyetler Birliği dağılmış, Rusya ve diğer eski hasımlar NATO’nun ortağı hatta bazıları üyesi olmuşlardır. İttifak için bu dönem diyalog ve işbirliğinin ön plana çıkarıldığı, barış ve istikrara çok uluslu kriz yönetim harekâtları ile katkıda bulunulduğu bir dönem olmuştur. Bu dönem aynı zamanda bilinen anlamdaki tehdit ve risklerin büyük ölçüde azaldığı, buna karşılık alışılmadık bir belirsizlik ortamının uluslararası güvenliği etkisi altına alma niteliklerini taşımaktadır. Artık uluslararası toplumu yakından ilgilendiren asimetrik tehditler, terörizm, kitle imha silahlarının devlet dışı güçlerin eline geçme riski, giderek artan yasa dışı göç ve insan kaçakçılığı hareketleri, narkotik ve uyuşturucu kaçakçılığı, kıtlaşan su ve enerji kaynaklarının paylaşım ve kontrolü,  enerji nakil yollarının ve açık denizlerde ulaşımın güvenliği, iklim ve çevre sorunları gibi karmaşık konular İttifak’ın gündemini işgal etmeye başlamıştır.

Böyle bir ortam içerisinde kendini bulan NATO, Soğuk Savaş’ın hemen sonrası olarak adlandırılan dönemde Kasım 1991 ve Nisan 1999 tarihlerinde ilk defa gizliliği olmayan ve eskiye oranla güvenliğe daha geniş bir yaklaşım sergileyen iki stratejik konsept yayımladı.

a. NATO’nun İlk Gizli Olmayan Stratejik Konsepti:

1991 Stratejik Konsepti[15] daha önce yayımlanan strateji belgelerinden büyük ölçüde farklılıklar göstermekte idi. İlkin hiç kimse ile çatışma öngörmeyip kamuoyuna açık bir belge niteliği taşıyordu. İkincisi; ana amaç olarak bir yandan ittifak üyelerinin güvenliğini korurken (kolektif savunma ile), öte yandan eski hasımlarla ortaklık ve işbirliği münasebetleri içerisinde Avrupa’da güvenliği geliştirerek yaymayı hedefliyordu. Ayrıca nükleer kuvvetlerin kullanımı barış ve istikrarın korunabilmesi için gerekli asgari düzeye indirilmişti.

“Bu stratejik konsept, İttifakın savunma ağırlıklı niteliğini beyan ederken üyelerinin güvenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüklerini koruma kararlığını tekraren vurgular. İttifak’ın güvenlik politikası; diyalog; işbirliği ve etkin kolektif savunma temeline dayandırılmış olup bunlar barışın korunmasında birbirlerini karşılıklı olarak güçlendiren unsurlar olarak değerlendirilmektedir. Yeni fırsatlardan tam olarak yararlanmak suretiyle, İttifak savunma ihtiyacı için uygun olan en asgari düzeyde kuvvet bulundurmak suretiyle güvenliği sağlayacaktır. Bu yolla İttifak; kalıcı bir barış düzeninin sağlamlaştırılmasına köklü bir katkıda bulunmaktadır.”

1991 Stratejik Konsepti’ne eşlik eden ve Askeri Komite tarafından çıkartılan “İttifak’ın Stratejik Konsepti’nin Askeri Uygulama Direktifi (MC 400,[16] 12 Aralık 1991) halen gizlilik derecesini muhafaza etmektedir.

b. NATO’nun İkinci Gizli Olmayan Stratejik Konsepti:[17]

NATO’nun 50’nci kuruluş yıl dönümü olan 1999 yılında İttifak liderleri genişletilmiş Avrupa-Atlantik bölgesinin ortak savunması, barış ve istikrarı için yeni bir stratejik konsepti onayladı. Bu yeni konsept; savunma boyutuna ilave olarak siyasi, ekonomik, sosyal ve çevresel faktörlerin de önemini kabul eden güvenliğin geniş bir tanımına dayandırılmıştı. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra ortaya çıkan terörizm, etnik çatışmalar, insan hakları ihlalleri, siyasi istikrarsızlık, ekonomik kırılganlıklar ve nükleer, biyolojik, kimyasal silahlar ve atma vasıtalarının yayılması dâhil olmak üzere yeni riskleri belirlemekte idi.

Belgedeki ifadelere göre; İttifak’ın asli görevleri; güvenlik, danışma ve savunma olup, Avrupa-Atlantik bölgesinde güvenlik ve istikrarın güçlendirilebilmesi için kriz yönetimi ve ortaklıklar da önemli unsurları oluşturmaktadırlar. NATO’nun, Soğuk Savaş sonrası ortamında önemli bir rol üstlenmeyi ve üzerine düşeni yapmayı başarmış olduğu vurgulanarak İttifak kuvvetleri için yönergeler oluşturulmakta, NATO kuvvet ve harekât planlayıcılarına amaçlar ve görevler konusunda uygulama talimatları bulunmaktadır. Bu strateji; kolektif savunmadan barışı desteklemeye ve diğer krizlere müdahale harekâtına kadar İttifak görevlerinin tamamı için askeri yeteneklerin sürekli geliştirilmesinin gerekliliğini belirtmektedir. Bunlara ilave olarak İttifak’ın görünür gelecek için uygun oranda konvansiyonel ve nükleer kuvvetleri elde bulundurmayı devam ettireceği taahhüt edilmektedir.

1999 Stratejik Konsepti’ne eşlik eden Askeri Komite Uygulama Direktifi de bir önceki gibi gizlilik dereceli bir belgedir. (MC 400/2,[18] 12 Şubat 2003).

3.  11 Eylül 2001 Sonrası Güvenlik Ortamı:

11 Eylül’de ABD’ye karşı girişilen terör saldırıları, terörizm tehdidini ve kitle imha silahlarını ön plan çıkarmış bulunuyor. NATO’nun gerek kendi bölgesinde, gerekse alan dışındaki halklarını koruma ihtiyacı ortaya çıktı. Bu nedenle ittifak üyelerini, Afganistan’da Birleşmiş Milletler onaylı uluslararası Güvenlik Gücü(ISAF) gibi yeni görevlere hazırlayabilmek amacı ile askeri yapı ve yetenekleri bu görevlere uyumlu duruma getirecek büyük çaplı iç yeni yapılanma reformları gerçekleştirildi. Diğer yandan, giderek küreselleşen ve zorlu sorunların yumağı şekline bürünen dünyanın yarattığı durumların üstesinden gelebilmek amacı ile NATO, değişimini hızlandırarak temelde mevcut ortaklıklarını derinleştirmek ve genişletmek ve güçlü operasyonel yetenekler kazanmak yoluna girdi.

Bu radikal değişikliklerin NATO’nun strateji belgelerine yansıtılması gerekmekteydi.

Bu yönde ilk adım Kasım 2006’da NATO liderlerinin “Kapsamlı Siyasi Rehber” belgesini onaylaması ile atılmış oldu. Bu doküman; gelecek 10-15 yıl için İttifak’ın yetenek sorunlarını, planlama disiplinlerini ve istihbarat çerçeve ve önceliklerini belirleyen önemli bir siyaset belirleme belgesidir. Geleceğin muhtemel güvenlik ortamının tahlilini yaparak, önceden tahmin edilemeyecek olayların meydana gelme ihtimalini kabul etmektedir. Bu tahlile dayalı olarak; stratejik konseptin ışığında yapılmaya muktedir olunması gereken harekât tipleri ve ihtiyaç duyulacak yetenek çeşitleri belirtilmiştir.

Daha sonraları Nisan 2009’da NATO liderleri “İttifak Güvenlik Deklarasyonu”nu onayladı. Burada, yeni bir stratejik konsepte gerek duyulduğu belirtiliyordu. Bu talep NATO sorunlarının derinliğine incelenme ve tartışılmasını başlattı.

Ekonomik içerikle birlikte NATO’nun yeniden düşünülmesi, önceliklerin yeniden gözden geçirilmesi ve yeniden yapılandırılması için bir fırsat yaratılmış oluyordu. İşte 2010 Stratejik Konsepti bu gelişmelerin sonunda Lizbon Zirvesi’nde kabul edildi. Bundan önce yayımlanan bütün Stratejik Konseptlere ilişkin usullere uygun olarak, bu sefer de bir süre sonra Askeri Komite tarafından  “İttifak Stratejik Konsepti’nin Askeri Uygulama Direktifi muhtemelen MC 400/3 yayımlanacaktır.[19]

NATO’NUN YENİ STRATEJİK KONSEPTİ

NATO’nun en optimal şekilde çalışabilmesi için sorunların çözümüne ilişkin stratejilerde İttifak’ın tüm üyeleri arasında anlayış birliğine varılmış olması çok önemlidir.Bu anlayış birliğini gösteren en önemli araç  da Stratejik Konsept’lerdir. NATO’nun son olarak kabul edilen Stratejik Konsepti 16 üye tarafından oluşturulan 1999 tarihli Stratejik Konsept’tir. Bugün NATO 28 üyeye sahiptir.

     Açık bir şekilde görülmekteydi ki mevcut Stratejik Konsept uluslararası toplumun değişen tehditlerine cevap verememekte Konsept’in her üye devlette onaylanması gerektiği koşulunu da sağlayamamaktadır.[20] Terörizm hem insanlığa karşı hem de hem de ülkelerin güvenliğine karşı önemli bir tehdit olarak ortaya çıkmıştır. Tehditteki bir diğer önemli değişiklik de 30’dan fazla ülkenin Avrupa’ya ulaşabilecek balistik füzelerinin bulunmasıdır. Ayrıca, nükleer silahlanma faaliyetlerindeki artış, siber taarruz tehditlerinin artması, korsan ve deniz haydutluğu, enerji güvenliği, çevresel sorunlar ve dünya ekonomik krizi güvenlik ortamını değiştirmiştir.[21]

Hazırlık Aşaması

Sayılan sebeplerden ötürü NATO Devlet ve Hükümet Başkanları 60.kuruluş yıldönümünde 03-04 Nisan 2009 Strasbourg/Kehl Zirvesi’nde NATO Genel Sekreteri’nin yeni bir stratejik konsept hazırlamakla görevlendirdiler. Buna göre Konsept’in uzamanlar grubuyla birlikte hazırlanması 2010 Zirvesi’ne kadar devlet ve hükümet başkanları tarafından onaylanmak üzere tamamlanması ve Kuzey Atlantik Konseyi’nin de sürece dâhil edilmesi öngörülmüştür.

Yeni Stratejik Konsept’in geliştirilmesi süreci bu alanda ilk olma özelliğini taşımaktadır. Buna göre en küçüğünden en büyüğüne bütün üye devletler karar alma sürec, ne dâhil ediliyor ve görüşleri alınıyor.[22] Söz konusu Uzmanlar Grubu Genel Sekreter tarafından atanmış ve bu konuda uzman olan 12 kişiden oluşmaktadır. Grubun Başkanı eski ABD dışişleri bakanlarından Dr. Madeleine Albright, yardımcısı ise Shell eski CEO’su Hollanda’lı Jeroen Van Der Veer olarak belirlenmiştir. Türkiye’den ise emekli büyükelçi Ümit Pamir yer almıştır. Bu grubun öneri niteliği taşıyan ‘Analizler ve Düşünceler’ başlıklı bir rapor hazırlayacak ve raporu Nisan sonuna kadar NATO Genel Sekreteri Rasmussen’e sunması öngörülmüştü. Ardından Rasmussen bu rapor ışığında hazırlayacağı belgeyi Kasım Lizbon Zirvesi’nde İttifak üyelerine onayına sunacaktı.[23]

17 Mayıs 2010 tarihinde yayınlanan Rapor iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısım ise 6 bölümden oluşmaktadır:

1.Bölüm: Güvenlik Çevresi; günümüzde güvenlik anlamında belirsizlikleri arttıran faktörler olarak kitle imha ve nükleer silahlarının yaygınlaşması; uluslar arası terörist gruplarının emelleri; süregelen bölgesel, ulusal, etnik ve dinsel rekabetlerin aşındırıcı etkisi; kusurlara sahip enformatik sistemlere dünya çapındaki bağımlılığın artması; petrol ve diğer stratejik kaynaklar için rekabet; yoksulluk, açlık, yasadışı göç ve salgınları tetikleyecek nüfus artışı ve iklim değişikliğini de içeren çevresel bozulma etmenlerindeki artış sayılmıştır.

2.Bölüm: Temel Görevler; Uzmanlar Grubu, yeni Stratejik Konseptin ışık tutması gereken dört temel görev belirtmiştir:

-İttifak caydırıcılık ve üyelerini her türlü saldırıya karşı koruma kapasitesini muhafaza etmelidir.

-NATO, tüm Atlantik bölgesinin güvenliğine tam anlamıyla katkıda bulunmalıdır.

-NATO, İttifak’ın karşılaştığı her türlü sorunla ilgili güvenlik dayanışması ve kriz yönetimi araçlarını sağlamakla yükümlüdür.

-NATO, ortaklık ilişkilerinin kapsamını genişletmelidir.

3.Bölüm: Ortaklıklar; NATO’nun ilk olarak genişleme sürecini kolaylaştırmak amacıyla oluşturduğu ortaklıklardan, ikinci olarak da Balkanlar ve Afganistan’daki misyonları nedeniyle kurduğu ortaklıklardan söz edilerek yeni konseptin ortaklıkları daha da geliştirmeyi hedeflediği vurgulanmıştır.

4.Bölüm: Politik ve Örgütsel Sorunlar; yeni konsepte yakın geçmişte İttifak’ın karşılaştığı olayların sonuçlarının yansıyacağı ve bu konseptin NATO’nun gelecekteki yönetimini ve yapılanmasını belirleyecek sorunlar üzerinde – özellikle Afganistan’da alınan dersler, İttifak’ın dış operasyonları için öngörülen temel prensipler, yönetimsel reformlar, karar prosedürleri, açık kapı politikası ve NATO’nun silahların azaltılmasındaki rolü – yeni bir konsensüs oluşturacağı vurgulanmıştır.

5.Bölüm: İttifak Gücü ve Kapasitesi; NATO’nun günümüzde daha esnek, konuşlanma ve destek kapasitesi yüksek daha düşük maliyetle sorumluluklarını yerine getirebilecek kapasitede olması gerektiği belirtilmiştir.

6.Bölüm: Sonuç; NATO’nun bugüne kadarki başarılarına ve üyeleri için taşıdığı öneme vurgu yapılmış ve İttifak’ın gelecekte de uluslararası barış ve istikrarın korunmasında önemli rol üstleneceği ve üyelerinin ortak çıkarlarını savunmaya devam edeceği belirtilmiştir. [24]

İkinci kısım tavsiye ve görüşlere yer verilmiştir.

1)Yeni NATO Stratejik Konsept’in Onaylanması

NATO Konseyi Devlet ve Hükümet Başkanları 18-19 Kasım 2010’da Lizbon’da toplandı ve “Yeni NATO ve Nükleer Savunma Stratejik Konsepti”ni belirleyen antlaşmayı imzaladı.

ABD Başkanı Barack Obama, imzalanan antlaşmanın Avrupa’nın “21. Yüzyıl Savunma ve Güvenliği”ne yönelik tehditleri etkisiz hale getireceğini açıkladı.NATO Konsepti’nde NATO ülkelerine yönelik tehditler 5 kategoride şöyle sıralanmıştır:

        Terör ve aşırı gruplar,

        Yabancı askeri ve istihbarat servisleri,

        Suç örgütü üyeleri, teröristler ve aşırı kaynaklardan kaynaklanan süper saldırılar,

        Enerji güvenliğine yönelik tehditler,

        Lazer silahları, elektronik silahlar ve aşırı teknolojilerin gelişmesini de kapsayan ciddi teknolojik boyutlu tehditler.[25]

2)Konsept’in İçeriği

Yeni NATO Stratejik Konsepti ‘Aktif Angajman-Modern Savunma’ başlığını taşımakta olup 11 sayfa 38 madde ve 7 başlıktan oluşmaktadır:

-Temel Görev ve Prensipler

-Güvenlik Ortamı

-Savunma ve Caydırıcılık

-Kriz Yönetimi vasıtasıyla Güvenlik

-İşbirliği yoluyla uluslararası Güvenliği geliştirme

-Reform ve değişim

-21.yüzyılın İttifakı[26]

Kısaca içeriğinden bahsetmek gerekirse;

GİRİŞ BÖLÜMÜ:

NATO, İttifak’ın savunması ve güvenliğinin devamı için gerekli olan benzersiz ve önemli görevini sürdürmekte kararlıdır. Yeni Stratejik Konsept NATO’nun değişen dünyanın yeni tehditlerinde yeni yetenekler geliştirilmesinde etkili olabilmesi için evriminde rehberlik edecektir.

-Ayrıca NATO bu bölümde krizleri önleme, İttifak’a yönelik çatışmaları yönetme ve çatışma sonrası stabilizasyonun önemini vurgulamıştır. NATO bu amaçlarını gerçekleştirirken uluslararası ortaklarından en çok önem arz eden AB ve BM ile işbirliği içinde olmalıdır.

-NATO’nun amacı nükleer silah olmaksızın gerekli şartları hazırlamaktadır. Ancak tekrar hatırlatmaktadır ki dünya üzerinde nükleer silah oldukça Nükleer İttifak olarak kalmaya devam edecektir.

-Avrupa’da şartları yerine getirmiş olan bütün demokratik devletlere barışın sağlanması için kapı açmaya razıdır.

1.TEMEL GÖREV VE PRENSİPLER

1)NATO’nun daimi hedefi üye ülkelerin özgürlük ve güvenliğini gerek askeri gerekse politik anlamda muhafaza etmektir.

2)NATO üyeleri bireysel özgürlük, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda bir bütündür. İttifak BM çerçevesinde Güvenlik Konseyi’nin Washington Anlaşması’ndan doğan birincil önceliği olan uluslararası barış ve güvenliğin korunması amaçlarını onaylar.

3)NATO birlikte savunma gerçekleştirmek için aynı amaç doğrultusunda dayanışmaya, yük paylaşımına devam edecek.

4)NATO topraklarının ve vatandaşlarının korunması için 3 temel görevi yerine getirmelidir ve getirecektir:

a)Kollektif Savunma

b)Kriz Yönetimi

c)Kooperatif Güvenlik

5)İttifak üyelerinden birinin güvenliğini ilgilendiren herhangi bir mesele bilgi paylaşımı, görüşlerin takası ve genel yaklaşımların ortaya çıkması için masaya yatırılabilir.

6)NATO’nun görevini etkili bir şekilde yerine getirmesi için Müttefikler, reform, modernizasyon ve transformasyonun devamlı gelişimi ile  meşgul olmaya devam edecektir.

2.GÜVENLİK ORTAMI:

-Bugün Atlantik-Avrupa Bölgesi barış içindedir ve bölgeye yönelik konvansiyonel saldırı düşüktür. Bu Atlantik-Avrupa entegrasyonu ve aktif ortaklığı rehberliğindeki güçlü savunmanın tarihi bir başarısıdır.

-Birçok bölge ve ülke uç fikirler, modern askeri yetenekler Atlantik-Avrupa ve uluslararası denge için tahmin edilmesi zor sonuçlarına şahit oluyor. Bu yüzden konvansiyonel tehdit yadsınamaz.

-Uluslararası barış ve güvenlik için nükleer silahların azaltılması ve dağıtımının ve taşınmasının önlenmesi gerekmektedir.

-Terörizm NATO vatandaşlarının güvenliğini, uluslararası denge ve refahı için tehlike arz etmektedir. Aşırı eğilimli gruplar İttifak için stratejik öneme sahip alanlarda gittikçe yayılmakta,  teröristlerin radyolojik, biyolojik, kimyasal ve nükleer silahları kullanma ihtimallerinin ortaya çıkması da tehdidi artırmaktadır.

-NATO’nun sınırları ötesindeki silah, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı gibi düzensizlikler de NATO’nun güvenliğini tehdit etmektedir.

-Siber saldırılar sıklaşarak hükümet idaresine, ekonomisine, potansiyel ulaşım-dağıtım ağlarına ve diğer kritik altyapılara yönelmesi sebebiyle daha maliyetli, daha organize hale geldi.

-Uluslararası ticaret ve ulaşım yollarının güvende olması önemlidir. Bazı NATO ülkeleri ilerleyen zamanda enerjiye daha da bağımlı hale gelecektir ve bu noktada enerji tüketimi yükselecektir.

-Birçok teknolojik eğilim –lazer silahlarının gelişimi, elektronik savaş, uzay teknolojisi- NATO’nun askeri plan ve operasyonlarında önemli etkide bulunacaktır.

-Önemli çevresel ve kaynaksal kısıt-sağlık riskleri, iklim değişikliği, su kıtlığı, artan enerji ihtiyacı- endişeleri gelecekte NATO’nun plan ve operasyonlarına önemli etkide bulunacaktır.[27]

3.SAVUNMA VE CAYDIRICILIK

1)İttifak hiçbir ülkeyi düşman olarak görmemektedir ancak İttifak üyelerinden herhangi birinin tehdidi söz konusunda kararlı olacaktır.

2)Uygun nükleer ve konvansiyonel kapasite etrafında şekillenen caydırıcılık NATO Stratejisi’nin temel parçasıdır.

3)Üye devletlerin halklarının güvenliğine yönelik tüm tehditlere karşı onları savunmak için NATO’nun gerekli her türlü kapasiteye sahip olmak için emin olunacaktır ve bu amaçla:

-Konvansiyonel ve nükleer güçlerin birleşiminden oluşan güçler bulunmaya devam edecektir.

-Büyük çaplı ordular arası operasyonlar ile ortak savunma ve krizlere cevap amaçlı daha küçük çaplı operasyonları her an gerçekleştirme yeteneği korunacaktır.

-Eski ve yeni tüm tehditlere karşı savunma için gerekli tüm tatbikat, uygulama, planlama ve bilgi paylaşımı sağlanacaktır.

-Müttefikler nükleer güç konusunda ortak savunma politikası, barış zamanı nükleer güçlerin konuşlandırılması ve komuta, kontrol ile istişare birimlerine en geniş şekilde katılım sağlanacaktır.

-NATO halklarını ve topraklarını balistik füze saldırılarına karşı korumak için yetenek geliştirilecek ve bu konuda Rusya ve Avro-Atlantik’teki diğer ortaklarla işbirliğine gidilecektir.

-Siber saldırıları öngörme ve tespit etme yeteneğini geliştirecektir

-Uluslararası terörizmle mücadele etme kapasitesinin arttırılmaya devam edilecektir.

-Müttefikler arası dayanışma ve ortaklarla işbirliği halinde enerji altyapılarının, kritik transit yolların ve bölgelerin korunması da dâhil olmak üzere enerji güvenliğine katkıda bulunacaktır

-Gelişen teknolojilerin güvenlik boyutunun geliştirilecektir.

-Savunma bütçesinin gereksinimlere uygun olarak arttırılacaktır.

-Tüm tehdit unsurlarına karşı savunmayı ve caydırıcılığı sağlamak için NATO’nun genel durumunun incelemeye devam edilecektir.

4.KRİZ YÖNETİMİ

NATO’nun sınırları ötesinde ortaya çıkan kriz ve çatışmalar İttifak için doğrudan tehdit unsuru olabilir. NATO’nun krizin önlenmesi ve yönetimi, çatışma sonrası yeniden yapılanma ve kalkınma çabalarına destek sağlanması maksadıyla etkin olarak rol alacaktır. Bu kapsamda kriz bölgelerine yönelik bilgi paylaşımı yapılması, sivil ve askeri planlama yetenek ve usullerin koordinasyonu, kriz bölgelerinde hükümetlerin güvenlik için kapasite artırılmasına yönelik destek önem arz etmektedir.

5.İŞBİRLİĞİ ARACILIĞIYLA ULUSLARARASI GÜVENLİĞİ GELİŞTİRME

-Silahların azaltılması, silahsızlanma, silahların yayılmasının önlenmesi

-Açık kapı

-Ortaklıklar, alt başlıklarından oluşmaktadır.[28]

Lizbon Zirvesi’nde NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti’nin onaylanmasına ek olarak NATO’nun gündeminde yer alan konularla ilgili yapılan tartışmalar ve alınan kararların bulunduğu önemli belgeler bulunmaktadır:

-Zirve Bildirisi

-NATO-Rusya Konseyi Müşterek Açıklaması

-NATO-Afganistan Ortaklık Bildirisi

-NATO Komutasında Afganistan Görevi’ne katılan ülkelerin Devlet ve Hükümet Başkanlarının Afganistan Bildirisi

-NATO ve Avrupa-Atlantik Konseyi’nin 1325 sayılı Kadın, Barış ve Güvenlik konulu Kararı hakkındaki kapsamlı Raporu.[29]

3)Yeni Stratejik Konsept’in Sonuçları ve Türkiye

NATO’nun Avrupa’da füze savunma sistemi kurmasıyla ilgili “hiçbir ülkenin hedef gösterilmemesi”, “tüm müttefikleri kapsaması”, “mali denge getirilmesi” ve “güvenliğin bölünmezliği”, önemli ilkeler dikkat çekmektedir.

Füze Sistemi ile ilgili olarak ortaya konanlar hem Avrupa hem Türkiye açısından önem arz etmektedir. NATO’nun Avrupa kanadındaki toplumlarını ve topraklarını korumak amacıyla bir savunma füzesi yeteneği geliştirilmesi, NATO topraklarının orta ve kısa menzilli füzelere karşı savunulabilmesi anlamına gelmektedir. Aslında uzun bir çalışmanın ürünü olan Füze Savunma Sistemi Lizbon’la devletlerin onayından geçmiş oldu.[30]

NATO’nun doğrudan İran’ı hedef almayan ancak denetimsiz füze kullanabilecek yönetim ya da kuruluşlara karşı korunma sağlayan yeni stratejisi, klasik NATO ordularında değişim yapılmasını gerektiriyor. Teknolojik üstünlüğün asker üstünlüğüne tercihi söz konusu, dolayısıyla askeri birimlerin küçülmesi, bazı komutanlıkların iptal edilmesi gerekiyor. Bu gelişmenin Türkiye’de baş ağrıtıcı bir sürece işaret edeceği söylenebilir. Zira değişecek olan sadece ordu yapısı değil aynı zamanda bir zihniyet yapısı olacak ve tehdit tanımı eskisi gibi olmayacak. Türkiye’nin atacağı adımlar büyük ölçüde AB’ye güvenmesinden geçiyor.

Lizbon NATO zirvesini tarihi dönüm noktası olarak değerlendirmeyi olanaklı kılan konulardan bir diğeri ise, son derece dolaylı olarak, İran sorununu NATO bünyesine taşıması. İran da bunu farkında ki zirvenin yapıldığı sıralarda füze denemesine girişti, gözdağı verdi. Türkiye’yi şimdikinden daha zor durumda bırakacak bir durum olmadığı, tersine tek tek ABD, Fransa ya da başka ülkeleri ikna etmeye çalışmak yerine meseleyi NATO gündeminde tartışması avantajlı bile olabilir. Türkiye, İran’a karşı alınacak her önlem söz konusu olduğunda İsrail’i gündeme getirebilir ve bu yolla aslında NATO bir yandan İran’ı denetlerken İsrail’e de dolaylı baskı oluşturabilir; ABD ve Rusya’nın olmasını istedikleri de tam budur.[31]

Türkiye açısından bir diğer kritik nokta ise yük paylaşımı konusundadır. NATO Savunma Sistemi NATO Projesi olarak NATO ortak fonlarından karşılanması gerekmektedir. Ortak bütçeye NATO üyeleri farklı oranlarda katkı yapmaktadır. Maliyetin eşit paylaşımı katkı oranları düşük ülkelerin işine gelmeyecektir. Nitekim Türkiye de 2.0’lık oranla oldukça düşük sayılabilecek katkı oranına göre katılımı sağlamaktadır. Buradan bazı ülkelerin mali yükü paylaşacağı, bazı ülkelerin ise radar ve silah ve radar konuşlandırarak riski paylaşacağı söylenebilir. Türkiye’nin 2011 başlarından itibaren Radar Sistemi’nin topraklarında konuşlandırılmasının kabul edilmesi Türkiye’nin masraf paylaşımında riski kabul ettiğinin göstergesi sayılabilir.[32]

Tehdit olarak terörizme vurgu yapılmaktadır. Bu tehdidin ise Ortadoğu kökenli olarak tanımlandığı düşünülürse kuvvet kullanımı içeren veya içermeyen tedbirler Türkiye’nin ‘Komşularla 0 Sorun Politikası’na darbe vurabilir.

Terörizm ve istikrarsız bölgelerden kaynaklanan silah, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı gibi faaliyetlerin geçiş güzergâhında Türkiye bulunmaktadır. Dolayısıyla NATO ve AB Türkiye’den sınırlarını daha iyi kontrol etmesini ve hatta sözü edilen faaliyetlerle ilgili tedbir ve operasyonlarda işbirliğini gündeme getirebilir.

Siber saldırılara karşı geliştirilmesine karar verilen NATO politikası ve savunma sistemi benzer tehditlerle karşı karşıya olan Türkiye için faydalı olabilir.

Afganistan ile ilgili olarak, NATO’nun Afganistan Görevi ISAF Harekâtı ‘Geçiş’ Safhasına başlamıştır.2011-2014 yılları arasında tüm Afgan topraklarında güvenlik sorumluluğunun Afgan makamlara devredilmesi planlanmaktadır. Bu kapsam da Türkiye de asker çekebilir, hatta şartlar uygun olursa tamamını da çekebilir.[33]

Yazının 2.Bölümü için tıklayınız…

 

Tuğçe GENÇTÜRK

Gazi Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...

Sığınmacıların Ev Sahibi Ülkelere Katkıları: Türkiye’deki Suriyeliler

Sena Özdemir Göç Çalışmaları o-Staj Programı ÖZET İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanan...