Suriye’de Değişim için Askeri Seçenekler ve Güvenli Bölge Tartışmaları

Suriye’de rejim ile muhalifler arasındaki mücadele nispeten bir dengeye oturmuştur. Mevcut şartlarda ne rejimin muhalefeti bastıracak gücü vardır ne de muhalefetin rejimi yıkabilmesi söz konusudur.

Muhalefet eylem düzenleme kapasitesi, kontrol edilen alanların genişletilmesi, savaşan birliklerin daha organize hale gelmesi gibi konularda ilerleme kaydetmektedir. Düzenli orduya karşı yürütülen mücadelede daha profesyonel taktikler kullanıldığı görülmektedir. Bunun yanı sıra Suriye muhalefeti ve Özgür Suriye Ordusu’nun iddialarına göre ülke topraklarının %60’ından fazlasının kontrolünü ellerinde bulundurmaktadırlar. Özgür Suriye Ordusu’na katılımlarda generallerin sayısında da bir artış gözlemlenmektedir. Son aylarda Suriye Hava Kuvvetleri’ne ait az sayıda da olsa uçak ve helikopter düşürülmüştür.

Bütün bunlara karşın Suriye’deki mevcut güç dengesine yeni bir faktör girişi olmadığı takdirde silahlı muhalefetin mevcut haliyle düzenli orduyu yenebilmesi mümkün gözükmemektedir. Mevcut denkleme eklenerek muhalifleri rejimi yıkmaya taşıyabilecek unsurlar ise şunlar olabilir:

– Suriye güvenlik birimlerinin çözülmesi,

– Suriye silahlı muhalefetine, düzenli ordu ile savaşabileceği çapta her türlü lojistik desteğin sağlanması,

– Suriye dışından bir aktörün (ya da aktörlerin) askeri müdahalesi ya da bazı askeri zorlama tedbirleri alması.

Birinci unsur açısından bir değerlendirme yapıldığında şöyle bir tablo ile karşılaşılmaktadır. Suriye’de ordu ile silahlı mücadele yürüten grupların önemli bir bölümü ordudan kopan askerlerden oluşmaktadır. Daha önce yayınlanan raporlardan yola çıkarak Suriye ordusundaki toplam asker sayısının yedek kuvvetler ile birlikte 600 bin civarında olduğu söylenebilir. Ancak kendi iddiasına göre Özgür Suriye Ordusu’nun toplam 60 bin civarında üyesi bulunmaktadır. Özgür Suriye Ordusu’nun tamamı da ordudan ayrılan askerlerden oluşmamaktadır. Önemli bir kısmı silahlanmış gençlerdir ve az sayıda da olsa dünyanın çeşitli ülkelerinden savaşmak için Suriye’ye gelmiş kişiler yer almaktadır. Niceliğin yanı sıra nitelik olarak da ayrılan askerlerin nispeten düşük seviyede kaldığı görülmektedir. Ordudan kopuşlar genellikle er seviyesinde gerçekleşmektedir. Ayrıca Suriye’deki çatışmanın mezhepsel boyutunun giderek belirginleşmesi orduya sirayet etmiş ve Suriye ordusunda savaşan birliklerin çoğunluğu rejime sadakatinden şüphe duyulmayacak kişilerden oluşturulmaya başlanmıştır. Bu nedenle orduda tamamen bir çözülmenin yaşanması en azından kısa vadede mümkün gözükmemektedir. Muhaliflere ağır silahları içeren daha geniş kapsamlı destek verilmesi de giderek zorlaşmaktadır. Suriye’deki çatışmanın artık diktatör yönetime karşı meşru mücadele yürüten Suriyeliler şeklinde tek bir boyutu bulunmamaktadır. Ülkede kaos derinleştikçe ve kamu otoritesi ortadan kalktıkça kimsenin tam olarak içeriğini tespit edemediği, yabancı savaşçıların ve El Kaide ile PKK gibi terör örgütlerinin de dahil olduğu çok boyutlu bir çatışma ortamı doğmuş durumdadır. Merkezi idareden yoksun, hiyerarşik bir şekilde örgütlenmeyi başaramamış ve BM raporlarına göre zaman zaman insanlık suçu dahi işleyen bir silahlı yapıya destek konusunda bütün aktörler çekinceli davranmaktadır. Bu destek dış aktörleri Suriye’de demokrasi mücadelesine destek vermekten ziyade zaman zaman kirli bir savaşa dönüşebilen çatışmanın tarafı haline getirebilmektedir. Kontrol dışı bu yapılar halen silahlı muhalefetin büyük bir kısmını oluşturmasa da dış aktörlerin davranışlarını etkilemektedir.

Suriye’deki mevcut dengeyi değiştirebilecek son unsur olarak dışarından bir güç ya da gücün askeri müdahalede bulunması ya da askeri zorlama tedbirleri alması kalmaktadır. Doğrudan bir askeri müdahale bölgesel ve bölge dışı güçlerin pozisyonları incelendiğinde neredeyse imkansız gibidir. Böyle bir operasyonun öncülüğünü yapması beklenen ABD, Fransa, İngiltere gibi ülkeler gerek iç kaygıları gerekse de Suriye’deki şartların askeri müdahaleyi mümkün kılmaması gibi nedenlerle askeri müdahaleye uzak olduklarını göstermektedirler. Hatta ABD’nin seçimler dolayısıyla Suriye konusunda yavaş davrandığı tespiti de iyimser bir yaklaşım olabilir. Zira ABD’nin askeri müdahale konusundaki isteksizliği iç politik nedenlerden kaynaklandığı kadar Suriye’ye müdahalenin başarı şansının düşük olması, Libya’daki gelişmelerin etkisi (ABD Dışişleri Bakanı Clinton Libya Büyükelçisinin öldürülmesi sonrasında “özgürleştirdiğimiz bir ülkede bu nasıl olabilir şeklindeki tepkisini dile getirmişti.), Suriye’nin elindeki kitle imha silahlarını İsrail’e karşı kullanma olasılığı, El Kaide ve Selefilerin müdahaleden kazançlı çıkmaları gibi kaygılardan da kaynaklanmaktadır. Fransa’da da kamuoyunun Suriye’ye bir müdahaleye kesinlikle karşı oluşu ve ekonomik sorunlar nedeniyle askeri müdahale seçenek olarak tartışılmamaktadır.

Geriye tek seçenek olarak askeri zorlama tedbirlerinin alınması kalmaktadır. Bu noktada sürekli olarak Suriye’de sınır bölgelerinde güvenli bölgelerin oluşturulması tartışılmaktadır. Son olarak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu yabancı bir basın organına verdiği röportajda “Suriye kaynaklı mülteci krizinin giderek büyümesinden ötürü bu ülkede bir an önce güvenli bölge kurulması için adım atılması gerektiğini” ifade etmesi ile konu gündeme gelmiştir. Aynı röportajda gazetecinin “güvenli bölgenin oluşturulması durumunda savaş riskinin olduğunu” sorması üzerine “eğer doğru zamanda doğru önlemleri alıp, doğru adımları atmazsanız gelecekte daha büyük risklerle karşı karşıya kalırsınız.” şeklinde yanıt vermiş ve bu da basın tarafından “Suriye ile savaş riskinin göze alınabileceği iması olarak değerlendirilmiştir.

Türkiye’nin güvenliği açısından bu noktadan sonra Esad rejiminin değişmesi dışında bir seçenek kalmamış gibi gözükmektedir. Ancak esas çelişki Esad rejiminin ani çöküşünün Türkiye açısından daha fazla güvenlik riski doğuracak olmasıdır. Bu nedenle rejimi yıkmak yerine rejimi çekilmeye zorlamak en uygun seçenek olarak kalmaktadır. Ancak Baas rejimi iktidarı bırakmama yönünde her türlü aracı kullanarak sonuna kadar mücadele etme konusunda iradesini sergilemektedir. İktidardan çekilme ancak ve ancak rejimin yenilginin kaçınılmaz olduğunu anlaması ile mümkün olacaktır. Bu noktada da Suriye içinde “güvenli bölge” oluşturulması ülkedeki dengeyi bozabilecek tek araç olarak kalmaktadır. Güvenli bölge Suriyeli sivilleri korumak amacıyla oluşturulsa da esasında bir askeri zorlayıcı tedbir olarak da düşünülebilir. Çünkü bu bölge Suriye toprakları içinde kurulacaktır ve bu nedenle başka bir ülkenin egemenlik alanına doğrudan müdahalede bulunulacaktır. Güvenli bölgenin oluşturulması için karadan ve havadan askeri koruma sağlanması gerekecektir. Ayrıca Rusya ve Çin vetosu nedeniyle BM kararına dayanmayacağı için bu adımın meşruluğu da tartışmalı olacaktır. Dolayısıyla gerçekten bu adımın devletlerarası ve hatta bölgesel bir savaşa doğru evrilmesi riski söz konusudur.

Türkiye açısından böyle bir harekata meşruiyet kazandıracak gelişme Türkiye sınırlarına yönelik Suriyeli göçünün çok daha yüksek rakamlara ulaşması olacaktır. Başbakan Erdoğan daha önceki açıklamalarında “göç dalgası endişesi yaşandığını, güvenli bölge oluşturma konusunda da çalışmaların sürdüğünü, gelişmelere göre uluslararası hukuk açısından ‘koruma hakkının’ devreye girebileceğini” ifade etmiştir. Şu an itibarıyla Suriyeli göçmen sayısı 80 bini aşmış durumdadır.

Güvenli bölgenin oluşturulması konusunda iki soru akla gelmektedir. Bunlardan ilki, “güvenli bölgenin hedefinin ne olacağıdır.” Burada da iki ayrı beklentinin olması ihtimal dahilindedir. Birincisi insani amaçlar ve yoğun göç dalgasının Türkiye’de yaratacağı sıkıntıları önleme hedefidir. Bu durumda;

– Suriye ordusunun saldırılarından kaçan insanların sığınabilecekleri güvenli bir alan oluşturulacak,

– İnsan akınının çok büyük rakamlara ulaşması durumunda Türkiye sınırları içinde çıkabilecek sosyal, güvenlik ve ekonomik sorunlar sınır ötesinde karşılanacaktır.

 

Ancak hedef bununla sınırlı tutulmayabilir. Güvenli bölge, siyasi ve askeri hedeflere ulaşmanın bir aracına dönüşebilir. Bu durumda güvenli bölgenin stratejik hedefi “Esad rejiminin değiştirilmesi” olacaktır. Hedef bu şekilde belirlenirse güvenli bölgenin şu taktiksel amaçlara hizmet etmesi beklenmelidir:

– Suriye ordusu, istihbaratı, üst düzey siyasetçi ve bürokratları arasından muhalif kampa geçmek istediği halde güvenlik endişesiyle rejim içinde kalmayı seçen kişilerin tercihleri etkilenebilecektir. Bu şekilde rejim içinde küçük çapta oluşan çatlak derinleştirilebilir.

– Suriye askeri muhalefeti kalıcı bir güvenli bölge oluşturamadığı için organize olamamaktadır. Muhalifler kurtarılmış bölge ilan ettikleri alanlarda kalıcı otorite sağlayamamaktadır. Güvenli bölgeye sığınacak askeri muhalefet Suriye ordusu müdahalesine maruz kalmadan örgütlenme şansına sahip olacaktır. Ayrıca askeri muhalefet daha kontrol edilebilir bir nitelik kazanacaktır. Bu durum Suriye muhalefetinin silahlandırılması yönündeki kaygıları da ortadan kaldırabilir.

– Suriye yönetiminin göstermelik değişikler yaparak zaman kazanma stratejisinden vazgeçerek gerçek demokratikleşmenin önünü açması sağlanabilir. Yani güvenli bölge yönetim üzerinde baskı oluşturarak Suriye’de barışçıl değişime de hizmet edebilir.

– Suriye’den Türkiye’ye yönelecek terör faaliyetleri engellenebilir.

Güvenli bölgenin oluşturulması konusunda akla gelen ikinci soru ise “güvenli bölgenin nerede kurulacağıdır.”

Güvenli bölgenin, 910 kilometre uzunluktaki Türkiye – Suriye sınır hattı üzerinde 5 ile 25 kilometre arasında değişen bir derinlikte kurulması beklenebilir. Ancak 910 kilometrenin tamamını kapsayan bir hatta güvenli bölge oluşturulması kontrol edilebilirlik, güvenlik ve maliyet açısından sıkıntılar doğuracaktır. Dolayısıyla yukarıda sıralanan hedefleri gerçekleştirmeye imkan sağlayacak ve Türkiye açısından en az riskli bölgelerde güvenli bölge oluşturulması muhtemelen tercih edilecektir.

Bu alanın tespiti için dikkate alınacak unsurlar şu şekilde olabilir:

– Güvenli bölge kurulması düşünülen alanlarda yaşayan nüfusun etnik, dinsel, mezhepsel dağılımı.

– Yerel unsurların Suriye rejimi ve muhalefeti ile ilişkisi, ayaklanma hareketine bakışları.

– Yerel halkın Türkiye’ye bakışı ve bir güvenli bölge oluşumuna nasıl yaklaşacağı.

– Bölgede Türkiye açısından güvenlik tehdidi oluşturabilecek devlet dışı güçlerin varlığı.

– Bölgenin coğrafi durumu

Bu bölge her şeyden önce Suriye ordusunun operasyonlarından kaçan Suriyeli sivillerin Türkiye topraklarına girmeden karşılanması ve güvenlik riski altında olmadan barınmalarına hizmet edecektir. Türkiye böylece büyük göç dalgalarının yaratacağı, ekonomik ve sosyal problemlerin önüne geçmeye çalışacaktır. Ancak güvenli bölgenin oluşturulmasının nihai amacının ne olacağına ilişkin sorunun yanıtı, güvenli bölgenin nerelerde ve nasıl oluşturulacağına da ışık tutacaktır.

 

Oytun ORHAN

ORSAM Ortadoğu Uzamanı

 

Kaynak: ORSAM

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Teknolojinin Göçmen Havaleleri Üzerindeki Etkisi: Gelişmekte Olan Ülke Perspektifi

Gökçen Ayzıt Kırkali  Göç Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Yurt dışında çalışan göçmenlerin...

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...