Doğu Avrupa’da Yükselen Popülizm: Polanya, Macaristan ve Belarus Örnekleri

Abstract

 Today Populism starts to take place in political literature much more than in the past, in spite of not a new concept. It does not belong to any ideology definitively, it can be separated right and left populism, and at the same time, it can be harmonized with nationalist ideas. When the political structure of European States is considered, the rising of populism in Eastern Europe has an important position with its content as well. In addition, several scientific research was conducted and the concept was discussed from different perspectives previously. In this article first, a short history of populism will be analyzed and then rising populism will be explained with its causes. In the forthcoming sections, the countries in which right and left populism is seen in Eastern Europe and the political factors that contribute to this will be presented to the readers in depth with their reasons.

Key Words: Eastern Europe, populism, democracy, regime, public

 

Öz

Popülizm literatürde yeni bir kavram olmamasına karşın günümüz siyasetinde daha çok yer almaya başlamıştır. Kesin bir ideolojiye ait olmayıp, sol popülizm ve sağ popülizm olarak ayrılabilir ve aynı zamanda milliyetçilik düşüncesiyle harmanlanabilir. Avrupa ülkelerinin siyasi yapısına bakıldığında daha çok Doğu Avrupa’da görülen yükselen sağ popülizm içeriği itibariyle de önemli bir yere sahiptir. Daha önce de bu konu hakkında çeşitli bilimsel araştırmalar yapılmış olup farklı açılardan da ele alınmıştır. Bu makalede ise popülizmin tarihçesinin ardından sağ popülizmin artışı sebepleriyle birlikte açıklanacaktır. İlerleyen bölümlerde ise sağ ve sol popülizmin Doğu Avrupa’da hangi ülkelerde görüldüğü, buna etken olan siyasi etmenler gerekçeleriyle birlikte detaylı bir biçimde okuyuculara sunulacaktır.

Anahtar sözcükler: Doğu Avrupa, popülizm, demokrasi, yönetim şekli, halk

 

POPÜLİZM KAVRAMININ TARİHÇESİ VE SAĞ POPÜLİZM

Kelime kökeni Latinceye dayanan popülizm, günümüz siyasetinde en çok kullanılan kavramlardan biri haline gelmekle beraber, 2017 yılında Cambridge Sözlük popülizmi yılın sözcüğü ilan etmiştir.[1] Belli bir ideolojiye dayanmamasının yanı sıra ülkelerin yönetim şekline göre değişen bu söylem bazı ülkelerde kutuplaşmaya yol açabilmektedir. Popülizm yeni bir doktrin olmamakla beraber çıkış noktası eskiye dayanmaktadır. Bu yüzden popülizmin tarihçesini incelerken dönemlere ayırmak akademik anlamda bu kavramı daha anlaşılır kılmaktadır. İlk kez 19. yüzyılda ortaya çıkan tarımsal popülizm Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) ve Rusya’da görülmüştür. “Neredeyse eşzamanlı ama birbirinden bağımsız olarak ABD’de People’s Party ve Rusya’da Narodnik adlarıyla anılan hareketler, çiftçilere toprak dağıtılmasının savunusunu üstlenmişlerdir. İkincisi, 20. yüzyılın ortasında Latin Amerika’da zuhur eden sosyoekonomik popülizm tipidir. Latin Amerika’da ortaya çıktığı şekliyle popülizm, Arjantinli eski askeri personel ve siyasetçi Juan Perón’un şahsında temsil edilmiştir.” (Fedayi&Yıldırım, 2019). Daha çok emperyalizm karşıtı bir bakış açısına sahip olan bu sol popülizm birçok ülkede bu bakış açısını savunan partiler tarafından yürütülmüştür.

 Son olarak günümüzde etkisi hala görülebilen popülizmin tohumları Avrupa coğrafyasında 1930’lu yıllarda ırkçılıkla atılmıştır ve kendisini yükselen sağ alanında göstermeye devam etmektedir. Avrupa’da yükselen sağ popülizmin temelini küreselleşmenin oluşturduğu ifade edilebilir. “Öncelikle küreselleşme ile uluslararası sistemin temel aktörü olan ulus devletlerin sınırları bulanıklaşmaya başlamıştır. Bu durumun ortaya çıkmasında hem teknolojik gelişmelerin hem de Avrupa Birliği bütünleşme projesinin katkısı olmuştur. Ayrıca küreselleşme ile dışa daha fazla açılan devletler birbirlerine de daha fazla bağımlı hale gelmişlerdir.” (Çöpoğlu, 2017). İkinci Dünya Savaşı öncesi dönemde Batı Avrupa bu alanda Nazilerin gerçekleştirdiği Yahudi Soykırımı ile ciddi bir sınavdan geçmesinin yanı sıra sağ popülizm, uluslararası arenada varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Bunun genel sebepleri arasında ABD ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği arasında olmasına rağmen tüm dünyayı etkisi altına alan Soğuk Savaş dönemi (1945-1991), 1960 yıllarında yaşanan işçi göçleri ve süregelen savaşlardan ötürü Avrupa’ya yönelen göç dalgası gösterilebilir. Özellikle 11 Eylül 2001’de terör örgütü El-Kaide’nin ABD’de gerçekleştirdiği ve birçok insanın hayatını kaybettiği terör saldırısından sonra sağ popülizmin barındırdığı ırkçı söylemler yerini islamofobiye bırakmıştır.

Avrupa’da yükselen sağın sebeplerini ekonomik, kültürel ve siyasi açıdan ele almak mümkündür. Ekonomik açıdan bakıldığında Soğuk Savaş’ın ardından Sovyetler Birliği’nin çöküşü üzerine süper güç haline gelen ABD ve tüm dünyayı etkisi altına alan kapitalizm ile birlikte Avrupa’da da ucuz işçi, ağır çalışma koşulları altında düşük maaş arayışına girilmiştir. Bunun kaynağı olarak da ilk göze çarpan az gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkeler ve işçi haklarının çokta göz önünde bulundurulmadığı Doğu Avrupa ülkeleri olmuştur. Beşinci Genişleme olarak adlandırılan ve Avrupa Birliği’nin (AB) bünyesine kattığı Doğu Avrupa ülkeleri ile birlikte AB ilkeleri[2] kapsamında gerçekleştirilen işçi göçü sağ partilerin yükselmesinde etkili olmuştur.  Avrupa’da popülist radikal sağın yükselişine baktığımız zaman sadece ekonomik koşulların Avrupa’da popülist radikal sağın yükselişini açıklamada yetersiz kaldığı görülmektedir. Avusturya örneği dışında, ekonomik açıdan gelişmiş, refah devletinin etkin bir şekilde işlediği İsveç, Danimarka gibi Kuzey Avrupa ülkelerinde de popülist radikal sağ partilerin yükseliş eğiliminde olduğu görülmektedir.[3] Kültürel nedenlere örnek olarak Arap Baharı, Tunus’ta gerçekleşen Yasemin Devrimi gibi büyük çaplı politik olaylar gösterilebilir.

Bu olayların yaşanması sonucunda insanlar Avrupa’yı bir kurtarıcı bölge ya da umut vaat eden coğrafya olarak görmüş ve göç etmişlerdir. Siyasi nedenlere bakıldığında gerek Batı Avrupa’da gerek Doğu Avrupa’ da aşırı sağ popülizmi benimseyen siyasi partiler anti-AB mantığında ilerleyen bakış açılarına sahip partilerden oluşmaktadır. Bu partiler ülkelerinin AB’den ayrılmalarını sağlayacak propagandalar yürütmeyi hedeflemektedir. 2019’da yapılan AB Parlamento seçimlerine baktığımızda “… sağ popülistler ve Yeşiller oylarını artırarak, güç kazanan gruplar oldu. Muhafazakâr Avrupa Halk Partisi (EPP) ise oy kaybına rağmen 751 sandalyenin 178’ini alarak bir önceki seçimlerde olduğu gibi en güçlü grubu oluşturdu. Sağ popülist partilerin oluşturduğu Avrupa Özgürlük ve Doğrudan Demokrasi Grubu (EFDD) sandalye sayısını 11 artırdı ve 53 sandalye kazandı.[4]

Avrupa Parlamentosu seçimleri her 5 yılda bir yapılmaktadır ve 2024’te yapılacak olan bir sonraki Avrupa Parlamentosu seçimleri de Avrupa’da yükselen sağ popülizmi inceleme açısından önem teşkil edecek bir seçim sürecidir. Sonuç olarak popülizmin tarihçesi 19. yüzyıla dayanmakla birlikte şu an günümüzde etkisini yükselen sağ popülizm olarak sürdürmektedir. Batı Avrupa’da yükselen sağ popülizme örnek olarak Fransa (Ulusal Birlik Partisi) gösterilirken, Doğu Avrupa’da ise daha çok örnek ülke mevcuttur. Makalenin devamında bu ülkelere örnek olarak Macaristan, Polonya Cumhuriyeti ve Belarus Cumhuriyeti ele alınacaktır.

 

 1. MACARİSTAN

            Macaristan’daki yükselen sağ popülizmi analiz etmeden önce, ülkenin tarihsel arka planını incelemek hem popülizmin hangi şartlar altında ortaya çıktığını görmek hem de günümüzde nasıl bir karşılık bulduğunu ve ne tür bir etki bıraktığını kavramak açısından oldukça önemlidir. Bu amaçla, yazının birinci bölümünde ülkede komünizmin yıkılışından 2010 yılına kadar, yani Fidesz’in ikinci kez iktidara geldiği döneme kadar geçen süre incelenecektir. Burada odaklanılan temel nokta Fidesz’in oluşumu ve dönüşümü olacaktır. Ek olarak, partinin 1998-2010 arasındaki iktidar ve muhalefet dönemi de kısaca incelenecek, burada partinin uyguladığı birtakım popülist politikalardan bahsedilecektir. Yazının ikinci kısmında ise, 2010 yılından itibaren girdiği tüm seçimleri kazanarak tek başına iktidarını sürdüren Fidesz’in iyice ortaya çıkan popülist politikaları değerlendirilecektir. Bu kapsamda, popülist hareketlerde görülen üç karakteristik özellik açıklanarak bu özellikler ile Fidesz’in politikaları arasındaki benzerlik incelenerek partinin popülist karakterinin daha net anlaşılması amaçlanmıştır.

2.1. Demokrasiye Geçiş ve Fidesz

Soğuk Savaş boyunca Doğu Bloku’nun bir üyesi olan ve komünizmle yönetilen Macaristan, 1989’den itibaren Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte parlamenter bir cumhuriyete dönüşmüştür. Aynı zamanda komünist ekonomik politikalar da yerini kapitalist ve küreselci ekonomik politikalara bırakmıştır. Bu değişimin hızlı bir şekilde yaşanması ülkenin ekonomisinde birtakım sarsılmalar yaratmıştır. Örnek vermek gerekirse, 1988’de Macaristan’da komünizm henüz yıkılmamışken işsizlik %0,46 seviyesindeydi. Beş yıl sonra bu oran, 1993’te, yaklaşık %245 artarak %11,29 a yükselmiştir (IndexMundi, 2020). Ayrıca, yine 1988 yılında %-0,1 olan yıllık reel GDP değişiminin de 1991 yılında bir önceki yıla göre %11,9 düştüğü görülmektedir (IMF DataMapper, 2020). Bu duruma tepkili olan Macaristan halkı da faturayı dönemin merkez sağ hükümetine kesti ve 1994 yılındaki seçimlerde Komünist Parti’nin varisi olan Macar Sosyalist Partisi (MSZP) sandıktan birinci olarak çıktı. Günümüzde Macaristan’da yükselen sağ popülizmin vücut bulmuş hali olan Fidesz’in gücünü artırdığı ve iktidar için ciddi bir aday olması da bu dönemde başlamaktadır.

Pappas’a göre, Macaristan’da sol ve sağ arasında var olan liberal kutup, başlangıçta 1988’de komünizme karşı savaşmak ve liberalizmi desteklemek için kurulan Fidesz tarafından temsil ediliyordu. Bununla birlikte, parti 1993’te tartışmasız olarak Viktor Orbán’ın kontrolüne bırakıldığında Fidesz zaman içerisinde önce sağ, ardından popülist bir partiye evrilmiştir (Pappas, 2014). 1993’te Victor Orban’ın liderliğinde Fidesz, zaman içinde kendi ideolojik konumunu yeniden tanımladı. Orban’ın liderliğinde devam eden süreçte partideki ayrışmayla birlikte liberal olarak tanımlanabilecek kesim partiden uzaklaştı. Bu ayrışma tamamlandığında Fidesz, kendisini Orban’ın önderliğinde mevcut iktidar ortakları MSZP ve Liberal Demokratlar İttifakı (SZDSZ)’nın tam karşısında tanımladı. Partinin 1995’teki Kongresinde daha önce Genç Demokrat Birliği (Fiatal Demokraták Szövetsége) olan ismi Macar Yurttaş Birliği (Magyar Polgári Párt) olarak değiştirildi. Ayrıca, yine aynı kongrede partinin hedefi ‘Hristiyan milliyetçi sağın öncü gücü olmak’ şeklinde belirlendi. Bu sayede Fidesz, milliyetçi ve muhafazakarların temsilcisi konumuna geldi. 1998 yılındaki genel seçimlerde sağ partilerle ittifak kurarak sağı birleştiren Fidesz, seçimde en fazla oyu alan ikinci parti olmasına rağmen mecliste en fazla koltuğa sahip olan parti durumuna geldi ve seçimi kazandı.

1998’den 2002’ye kadar olan sürede iktidarda kalan Fidesz’in, başbakan Viktor Orban önderliğinde popülist olarak nitelendirilebilecek birtakım politikalar uyguladığını görülmektedir. Örnek vermek gerekirse, Bozóki’ye göre hükümet zaman zaman yerleşik yasaları görmezden gelerek yeni prosedürel emsaller yarattı, demokratik ve siyasi uygulamaya karşı bir güvensizliğe sebep oldu. Macar demokrasisinde etki bırakan asıl olay ise partinin agresif, saldırgan tavırları ve kutuplaştırma stratejisi olmuştur. Bu tarz bir politikayı hükümet politikası düzeyinde yapmak konsolide demokrasilerde görülmeyecek bir durumdur. Fidesz’in kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı siyaseti ve saldırgan davranışları 2002’de yapılan bir sonraki seçimin ülke tarihinin en ilginç, en unutulmayan ve en yoğun ilgi gösterilen seçimi olmasına sebep olmuştur (Bozóki, 2008). Bu seçimi az bir farkla kaybeden parti, 2010 yılına kadar muhalefet partisi olarak parlamentoda bulunmuştur. Bu süreçte hem Fidesz hem de iktidarda olan MSZP, söylemlerinde benzer popülist retoriklere sıkça başvurmuştur. Özellikle 2006 yılındaki seçim propagandalarında karalama kampanyaları, bir tarafın milliyetçi ve diğer tarafın millete karşı olduğu argümanları etrafında toplandı. Benzer şekilde, her iki taraf da diğer tarafın sadece belirli bir elitin elinde servet biriktirmeye odaklandığını, diğer taraf olarak ise elit karşıtı söylem kullanarak yozlaşmış kuruluşla savaştıklarını savundu (Palonen, 2009).

 

2.2. 2010 Sonrası Macaristan

21. yüzyıla baktığımızda finansal belirsizlikler, kurumlara olan güvenin zaman geçtikçe azalması, hükümetlerin efektif olamaması, çaresizliği ve düşük ekonomik performanslar popülist söylemlerin zeminini hazırlamaktadır (Danaj vd., 2018). 2010’a kadar Macaristan’da olan manzara da tam olarak yukarıda bahsedilen nitelikleri taşımaktaydı. İşsizlik oranının 2010 itibariyle %11 seviyesine yükselmiş olması (Trading Economics, 2018) ve 2008 itibariyle 293 Euro olan asgari ücretin 2010 yılında 256 Euro’ya gerilemesi de (Trading Economics, 2018) sol-liberal hükümete ve post-komünist düzenin iktidarına bir tepki meydana getirmiştir. Bu ve bunun gibi sebeplerle Fidesz 2010’daki seçimlerde iktidar olduğu gibi parlamentodaki çoğunluğu da ele geçirmeyi başarmıştır. Parti bu tarihten itibaren günümüze kadar iki seçim daha kazanarak Macaristan’da iktidarını halen sürdürmektedir. Fidesz’in bu dönemdeki politikaları incelendiğinde daha önce 1998’den 2002’ye kadar iktidar olduğu dönemden çok daha yoğun şekilde popülist politikalar uyguladığı görülmektedir. Bu sebeple yukarıda bahsedilen, Fidesz’in iktidar olduğu kısa dönemdeki politikalarından bağımsız olarak, günümüzdeki popülist politikaları bazı kategoriler halinde incelenecektir. Bu sayede hem yazının kendi içinde dağılmaması sağlanacak hem de belli başlı politikaların, ortak çatı altında toplanmaları sayesinde kavramak kolaylaştırılacaktır. Bu başlıklar sırasıyla kutuplaştırma siyaseti, zayıf kurumların oluşturulması ve karizmatik liderlik şeklinde olacaktır.

Popülizmin birinci sık görülen özelliği kutuplaştırma siyasetidir. Popülizmin kendi içinde net bir tanımı olmamasına rağmen akademide bazı çalışmalarda kutuplaştırma kavramına vurgu yapıldığı görülmektedir. Örnek olarak de la Torre, popülizmi ‘siyaseti ve toplumu iki uzlaşmaz ve düşman kamp arasında (halk-oligarşi veya halk-güç bloğu) bölen dualist söylem’ olarak tanımlamaktadır (de la Torre, 2017). Mudde ise benzer şekilde popülizmi toplumu nihayetinde iki homojen ve düşman gruba, “saf insanlara” karşı “yozlaşmış elitlere” ayrılmış olarak gören ve politikanın halkın genel idaresinin bir ifadesi olması gerektiğini savunan bir ideoloji olarak tanımlar (Mudde, 2004).

Bu tanımlardan da anlaşılacağı üzere, popülist partilerin çoğunun imajı ülkedeki yozlaşmış, statüko yanlısı elitlere karşı halkın iradesini savunmak şeklindedir. Bunu yaparken de kendi taraftarlarını etkileyebilmek, onları konsolide edebilmek için de mutlaka karşılarında bir kamp, bir grup oluşturma ihtiyacı hissetmektedirler. Bu sebeple de popülist partilerin kendi ülkelerinde kutuplaşmayı tetiklemesi kaçınılmazdır.

Macaristan ve Fidesz örneğine baktığımızda yukarıdaki tanıma ve açıklamaya paralel bir şekilde, iktidarları boyunca bu imajı sergilemek için sık sık kutuplaşma siyasetini izlemişlerdir. 2000’lerin ilk yıllarında başlayan ve gerek ilk iktidar dönemlerinin başında, gerek muhalefetteyken sürdürülen kutuplaştırma siyaseti, 2010 sonrasında da devam etmiştir. Kutuplaştırma siyasetinin en temel aracı karşıt gruplar yaratıp onları düşmanlaştırmaktır. Viktor Orban’ın sık sık AB’yi hedef alan konuşmaları ve tavrı bunlardan birisidir. Orban gibi popülist liderler kendi iktidarlarını sağlamlaştırmak için ulusal egemenliği savunarak AB karşıtı söyleme sığınıp, AB’yi doğrudan hedef almaktadır. Popülistler AB’yi ulusal egemenliği tehdit eden bir dış güç, bir bürokratik mekanizma ve istenmeyen bir müdahaleci olarak resmetmektedir (Sokullu vd., 2018). Suriyeli mülteciler de Orban’ın hedefinde yer alan bir başka gruptur. Dönemin AB politikalarının aksine Orban, ülkesinin sınırlarına bariyerler inşa ederek mültecilerin geçişini engellemek istemiştir. Orban’a göre, sınırdan geçen bu kişiler sığınmacı değil, istilacıdır. Çok kültürlülük bir illüzyondur, dolayısıyla Hristiyan ve Müslüman topluluklar asla birleşmeyecektir (Sputnik, 2018).

Mevcut kurumların zayıflatılması popülist iktidarlarda sık görülebilen bir durumdur. Popülist partilerin iktidara gelmelerinde ülkedeki mevcut kurumlara olan güvenin azalması önemli bir sebep oluşturmaktadır. Popülist liderler hem halkın bu konudaki düşüncelerini bildiğinden ötürü, hem de kendi iktidarlarını pekiştirmek için söylemlerinde yoğun olarak bu kurumların yapısını, önemini, hatta varlığını sorgulayan birtakım ifadelerde bulunurlar. Hatta bu politikalar sözde kalmamaktadır, gerçekten de o kurumların yapısı doğrudan veya dolaylı olarak değiştirilerek etkisinin zamanla azalmasına yol açılmaktadır. Bu politikadan en çok etkilenen kurumlardan ikisi medya ve yargıdır. Lochocki’ye göre, Avrupa’da popülistler kendilerini ulusal kimliğin aşınması için çalışan uluslararası elitlere karşı savaşan, ulusal kimlik ve birliğin kurtarıcıları olarak konumlandırmaktadır. Bu nedenle popülistler, kendilerini eleştiren medya kaynaklarının ulusal çıkarlara aykırı olduğu ve uluslararası gruplar tarafından kurulduğu söylemini kullanırlar (Lochocki, 2018). Popülistler kendilerinden farklı olan, kendilerini eleştiren medya kurum ve kuruluşlarıyla mücadele eder. Mitinglerinde, seçim çalışmalarında, röportajlarında, yani seslerini duyurabildikleri her platformda bu medya kuruluşlarını hedef almaktan çekinmez. Popülist grupların özelliklerinden bir tanesi propagandanın kullanılmasıdır. Bu sebeple propagandalarını olumlu ve çekici bir şekilde sunabilecek medya kaynakları üzerinde güçlü bir kontrole sahip olmaları gerekir (Otto & Köhler, 2018). Bir başka deyişle, popülistler genellikle bağımsız düşünce, özgür medya kuruluşları, eleştiri gibi kavramlara sıcak bakmazlar. Aksine medya, kontrol edilmesi gereken ve üzerinde hakimiyet kurulması gereken bir alandır. Macaristan örneğinde de durum farklı olmamıştır. Fidesz hükümetinin ilk dört yılında (2010-2014) hükümet karşıtı medyaya yönelik olarak eleştiriler yapılırken, bu tarihten sonra bu medya kuruluşları hükümete yakın iş insanları tarafından satın alındı, iç yapısı yeniden düzenlendi veya kapatıldı (Szabó, 2019). Ülkede en çok izlenen kanallardan olan TV2 ve ülkenin en çok okunan gazetesi olan ‘Népszabadság’, yukarıda anlatılan sürecin örneklerinden sadece ikisidir.

Medya için geçerli olan zorlukların büyük bir kısmı yargı için de geçerli gözükmektedir. Popülistler iktidara gelme aşamasında genellikle demokrasi ve milli irade gibi kavramları temsil ettiğini öne sürmekte ve bu kavramları sıkı sıkıya savunmaktadır. Ancak günümüzde demokrasiden bahsedildiği zaman akla gelen başlıca kavramlardan bir tanesi güçler ayrılığıdır. Kendilerini demokrasinin savunucusu olarak gören popülistler ise iktidara geldiği takdirde zaman içerisinde yargının bağımsızlığını tehlikeye atmaktan çekinmemektedir. Popülistler, bağımsız yargıçların ve yargı organının diğer temsilcilerinin kararlarını halkı temsil etmedikleri gerekçesiyle sıklıkla eleştiriyor. Hatta bazı durumlarda popülister, bu organların kendilerinin mücadele ettiği elitlerin çıkarını temsil ettiğini iddia etme eğilimindedir (Prendergast, 2019). Macaristan’da 2012 yılında yürürlüğe giren Anayasa’ya yöneltilen en önemli eleştirilerden birisi yargıya zarar vereceği şeklinde olmuştur. Yeni Anayasa’da Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerinin zayıflatılması ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin yaş limitinin düşürülmesi bu durumun bir kanıtı niteliğindedir (Grabenwater vd., 2011). Buna ek olarak iktidar partisi, 2018’de yayımladığı bir kanunla mevcut yargı sisteminin yanında paralel bir idari yargı sistemi daha yaratmıştır. Seçimler, sığınma hakkı, polis şiddeti şikayetleri gibi temel insan hakları konularına da bakacak bu mahkemeler yeni yasa gereğince Adalet Bakanlığı’nın geniş yetkileri altında faaliyet göstermektedir (Gall, 2018). Çıkarılan yeni yasa ve paralel yargı sistemi, yargı bağımsızlığını doğrudan tehdit etmektedir. Bu örneklerden görüleceği üzere, popülistlerin sık başvurduğu bir yöntem olan yargının eleştirilmesi veya bir adım ileri gidilerek yargının bağımsızlığının yok edilmesi, Macaristan’da da yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Popülizm olmazsa olmazlarından bir diğeri ise karizmatik liderlik kavramıdır. İlk kez Alman sosyolog Max Weber tarafından literatüre kazandırılan bu kavram, basitçe otoritenin liderin karizmasından kaynaklandığı savı üzerine kurulmuştur. Bu açıklamaya paralel olarak, popülist gruplarda da başta bu grupların taraftarları olmak üzere ülkenin bir kesimini kendine bağlayan bir lider bulunmaktadır. Fransa’da Le Pen, İngiltere’de Nigel Farage, Hollanda’da Geert Wilders bu liderlerin başlıca örneklerindendir. Macaristan’da da bu durum farksızdır. Fidesz’in lideri Viktor Orban Macarlar için ulusun koruyucusu, AB’ye ve dış baskılara karşı ulusal çıkarlar için savaşan bir lider konumundadır. Orban, isminin yanına bu sıfatları da ekleyerek toplumu için güçlü bir figür haline gelmiştir (Waller, 2016). Victor Orban’ın karizmasını oluşturan bir diğer konu da Macar toplumunun geçmişteki siyasi olaylardan duyduğu endişelere ve korkulara hakim olmasıdır. Ülkedeki komünizm ve radikal sol korkusu hala varlığını sürdürmektedir (Rajcsányi, 2018). Orban da bu durumu çok iyi bildiği için sık sık halkın bu duygularını kullanarak konumunu muhafaza etmeye çalışmaktadır.

           

2. SAĞ KANAT POPÜLİZMİN YÜKSELİŞİ: POLONYA ÖRNEĞİ

AB üyesi olan ve 2007 sonundan beri Schengen bölgesinde bulunan Polonya, Avrupa’nın kurucu değerleriyle pek uyumlu olmayan bir çizgide ilerlerken, popülist sağın demokrasiyi nasıl dönüştürdüğünün ana örneklerinden biridir. (Yıldırım, 2018) Bu araştırma yazısında öncelikli olarak, 1989 yılından beri Polonya’daki seçilmiş popülizm örnekleri Stan Tyminski, Lech Walesa, Polonyalı Aileler Birliği ve Hukuk ve Adalet Partisi üzerinden ele alınacak ve popülizmin neden bu kadar başarılı olduğunun açıklaması yapılmaya çalışılacaktır. Sonrasında popülizmin Hukuk ve Adalet Partisi hükümetindeki rolü vurgulanacak ve nihayetinde Polonya’daki popülizm hakkında bazı sonuçlar çıkarılmaya çalışılacaktır.

2.1. Zengin İş Adamı, Açık Sözlü Bir Yabancı: Stan Tyminski

Polonya’da popülizmin ilk olarak 1990’daki başkanlık kampanyası sırasında ortaya çıktığı söylenebilir. Bu seçim, 1930’lardan beri Polonya’da gerçekleşen ilk doğrudan ve genel seçimdir. Başkanlık seçimlerinden bir ay önce, o zamanlar kimliği belirsiz olan ve kendi işinin olduğu Kanada’da yaşayan Stan Tyminski’nin, seçime katılmaya karar vermesiyle ve ilk seçim turunda oldukça şaşırtıcı bir destek kazanmasıyla, Tyminski ikinci turda Dayanışma Hareketi’nin lideri olan Lech Walesa’nın ana rakibi ve o dönemde Polonya’nın en tanınmış kişilerinden biri olmayı başarmıştır. Peki, bu durum nasıl gerçekleşmiştir? Komünizm döneminde büyük önem taşıyan Dayanışma Hareketi’nin (Solidarność) 1989’dan sonra iç sorunlar nedeniyle desteğini kaybetmesi, o dönemde siyasi sahnenin bölünmüş olması ve birçok partinin ortaya çıktıkları anda ortadan kaybolması, hiperenflasyon gibi ekonomik sorunlar, dönüşüm süreçleriyle birlikte hem politik hem de ekonomik düzeyde Polonya’da önemli sorunlara neden olmaktaydı. Tyminski’nin, kamusal duyguları kendi lehine kullanarak, korkunç siyasi ve ekonomik durumu istismar ederek kamusal sahneye girmesi kendisinin popülizmin öncüsü olarak tanımlanmasına neden olmaktadır. Esasen, bunun nedeni Tyminski’nin yalnızca Polonya’da o zamana kadar bilinmeyen yeni kampanya stratejileri ve tekniklerini tanıtması değil, aynı zamanda seçmenlerle yeni bir doğrudan iletişim biçimi uygulamasıdır. Tyminski’nin kampanyasının merkezinde halk yer almaktaydı: Polonyalılara, Polonya ulusuna, vatanseverlere, sıradan insanlara ve özellikle dışlanmış hisseden kesime hitap etmekteydi. Tyminski’nin kendisini ‘’kuruluşun’’ dışından biri olarak tanımlaması, halkla iyi ilişkilere sahip olmasına olanak sağlamaktaydı. Kendisini ne post-komünistlerle ilişkili ne de Dayanışma Sonrası Kamp ile bağlantılı olarak tanımlamıyordu. Dahası, Tyminski insanlarla doğrudan konuşmak için basit bir dil kullanarak “biz” ve “onlar” arasındaki zıtlığın altını çizmekteydi. Kampanyasının birçok unsuru, genellikle popülist olarak tanımlanan Amerikan başkanlık kampanyalarından ödünç alınmıştır. Tyminski’nin durumu, önde gelen siyasi güçlerin desteğine sahip olmamasına rağmen, popülizmi bir strateji olarak kullanarak -popüler duygulara hitap ederek, siyasi,ekonomik durumu ve mevcut siyasi sistemi istismar ederek- Polonya’da cumhurbaşkanlığı seçiminde önemli bir rol oynamanın mümkün olduğunu göstermektedir.

2.2. Dayanışma Lideri: Lech Walesa

Nihayetinde, seçimi kazanan Lech Walesa, başkanlığını kendi siyasi kavramlarına karşı çıkan tüm siyasi sınıflarla sürekli çatışmaya dayandırmıştır. Walesa, tüm Polonyalılara ve Komünist rejime karşı savaşan Polonya ulusuna seslenmiş, sonrasında ise çoğunlukla rakibi Tyminski’den gelen siyasi saldırılara yanıt verirken de düşmanı inşa etmiştir: Liberal dönüşüme karşı olan ve Yuvarlak Masa Anlaşması’nı sorgulayan herkes. Bu nedenle Walesa, neoliberal popülizmin bir örneği olarak değerlendirilmelidir. Başkan sıfatıyla göreve başladığında, demokratik olarak seçildiğini ve dolayısıyla halkın tek gerçek temsilcisi olduğunu savunmuş ve partilere bir araç olarak davranıp onlara saygı göstermemiştir. Çoğu zaman kaba ve alçakgönüllü olan doğrudan dili ile tanınan, sık sık dayanışma, din ve Polonya geleneğinin sembollerini kendi yararına kullanan Walesa, kendisini Polonyalıların tartışmasız bir lideri olarak görmekteydi. Temelde Walesa, popülizmi stratejik bir şekilde kullanan saf bir karizmatik lider olarak bilinmektedir.

2. 3.Doğu ile Batı, Geçmiş ile Bugün Arasında: Liga Polskich Rodzin

Tartışılması gereken bir diğer parti de Polonyalı Aileler Birliği’dir (Liga Polskich Rodzin, LPR). Bu parti 2001 yılında, tümü geleneksel Polonya aile yapısına ve ulusa ahlaki tehdit olarak algıladıkları feminizm, eşcinsel hakları, kürtaj ve ötenaziye karşı çıkan bir dizi Katolik milliyetçi partinin bir kombinasyonu olarak ortaya çıkmıştır. Parti programı temelde radikal sağ unsurlara, Katolik-milliyetçi bir Polonya vizyonuna, dayanmaktadır. Parti, ultra Katolik radyo istasyonu Radio Maryja tarafından güçlü bir şekilde desteklenmektedir. Polonya popülizminin hikayesi, 1991’de karizmatik Peder Rydzyk tarafından kurulan radyo istasyonu Radio Maryja’dan bahsetmeden tamamlanmış sayılmayacaktır. Daha sonra TV Trwam ve Nasz Dziennik Gazetesi olarak medya grubuna dönüştürülen radyo, dinsel ve popülist çekiciliğin karışımı nedeniyle karmaşık bir vakadır. Radyo, halk arasında dışlanmış ve hayal kırıklığına uğramış insanları harekete geçirerek onlara toplumda bir yer garanti etmeyi hedeflemiştir. Peder Rydzyk, halk için değişiklikler sözü vererek, yardımlar sağlayarak bütünlüğü yeniden inşa etmiştir, fakat bunları kendisine göre sıradan insanları aldatan elitler için sağlamamıştır.

 2.4. Polonya’da Popülist Sağın En Güncel Örneği : Hukuk ve Adalet Partisi

Hukuk ve Adalet Partisi (Prawo i Sprawiedliwosc, PiS), popülist stratejiden popülist ideolojiye doğru olan popülist dönüşümün özel bir örneğidir. 2001 yılında ikiz kardeşler Lech ve Jarosław Kaczyński’nin önderliğinde kurulan Hukuk ve Adalet Partisi, Katolik Kilisesi ile yakın bağlarının yanı sıra giderek daha popülist bir söylem geliştiren sosyal ve ulusal-muhafazakar bir partidir. Parti 2005’ten 2007’ye kadar iktidarda kalmış ve sonrasında sekiz yıl muhalefetin bir parçası olmuştur. 2015 yılında parlamento seçimlerini kazanıp ardından bir kadın başbakan tarafından yönetilen tek partili çoğunluk hükümeti kurmuştur. Kısa süre sonra, anayasayı, hukukun üstünlüğünü, parlamento prosedürlerini ve vatandaş haklarını hiçe saydığı için otoriter eğilimlerle suçlanmıştır. Partinin en büyük önceliği, anayasal ve yargı sistemleri değişiklikleri, suç ve yolsuzlukla mücadele yolları ile 1989 sonrası Polonya’nın radikal bir şekilde elden geçirilmesi ve yeni bir Polonya’nın (‘Dördüncü Cumhuriyet’in) oluşturulmasıdır. Hukuk ve Adalet Partisi, ulusal muhafazakarlık açısından önemli olan millet, aile ve gelenek gibi kavramları desteklemektedir. Partinin ulusa yaptığı vurgu göz önüne alındığında, yumuşak Euroseptisizm olarak kabul edilebilecek ulusalcılığını korumayı amaçladığı söylenebilir. Parti toplumu iki karşıt gruba ayırmaktadır: ‘Gerçek’ Polonyalılar ve ‘’en kötü türden’’ olan Polonyalılar. Ulus veya egemen olarak anılan insanların, geleneksel Polonya değerlerini destekleyen, yerel-küçük kasaba veya kırsal topluluklardan gelen ve ahlak, dini bağlılık ve vatanseverlik sergileyen insanlardan oluştuğu iddia edilmektedir. Tersine, dış grup parti karşıtı kesimler ise, komünistler, eski Başbakan Tusk, Rusya, Almanya, göçmenler ve lezbiyen, gey, biseksüel ve transseksüel (LGBT) gruplarından oluşmaktadır. Hukuk ve Adalet Partisi için düşman, “komünist gizli servisi ve suç dünyası ile gizli bağlantılardan kaynaklanan gayri resmi sistemlerin” ve “gücü elinde tutan grupların” bir parçasıdır (Gwiazda, 2020). Hukuk ve Adalet Partisi aynı zamanda cinsiyete dayalı eşitsiz güç ilişkilerinin sonuçlarını göz ardı etmekte ve sistemik cinsiyet ayrımcılığı iddialarını reddetmektedir. Dolayısıyla parti, bu bakımdan anti-feminist olarak tanımlanabilmektedir. 2020 yılının Ekim ayında başlayıp haftalarca süren ve binlerce göstericinin katıldığı, üyelerinin çoğu iktidar partisi tarafından atanmış olan Anayasa Mahkemesi’nin kürtaj ile ilgili yasak kararı için ülke genelinde düzenlenen protestolar, hükümetin anti-feminist yaklaşımını bir kere daha gözler önüne sermiştir. Partinin göç ve göçmenlik üzerine olan görüşleri de ayrıca dikkat çekicidir. Hukuk ve Adalet Partisi, 2011 Suriye iç savaşı sonrası oluşan mülteci/göç krizinde AB’yi, ‘’Polonya halkının çıkarlarına aykırı hareket eden ve potansiyel zorunlu yer değiştirme kotalarına karşı çıkan beceriksiz bir siyasi elitin tezahürü’’ olarak tasvir etmiştir (Csehi & Zgut, 2020). Partinin göçmenlik, kürtaj, eşcinsellik, çevreci hareketler karşıtı söylem ve uygulamaları kadar medya ve yargı üzerindeki denetimini artırma isteği de dikkat çekmektedir (Yıldırım, 2018).

 

3. BELARUS

3.1. Bağımsızlığından Bugüne Belarus Yönetim Anlayışının Popülist Politikalar Üzerindeki Etkisi

Belarus (Beyaz Rusya), Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını ilan etmiş 15 ülkeden bir tanesidir. 1991 yılında bağımsızlığını ilan ederek cumhuriyet rejimine (Eke & Kuzıo, 2000) geçen Belarus, 1994 seçimlerine kadar yeni kurulmuş bir devlet olması ve rejim değişikliği gibi sebeplerle ekonomik açıdan istikrarsız seneler geçirmiştir (Gökırmak, 2010). Ekonomik istikrarsızlıkların yanı sıra belgelenen yolsuzluk iddiaları mevcut yönetimin sonunu getirmiştir (Rouda, 2012). 1994 seçimleriyle Alexander Lukashenko, Sovyet benzeri bir sosyoekonomik politika izleme vaatleriyle nüfusun çoğunluğunun oyunu almıştır. 1994 seçimleriyle iktidara geçen Alexander Lukashenko vaatlerini kısa süre içerisinde yerine getirmeye başlamıştır. Bu da özellikle yaşlı nüfusun sempatisini daha da arttırmış bir sonraki seçimlere kadar halkın güvenini tazelemeye devam etmiştir (Usov, 2008).

Alexander Lukashenko’nun seçim vaatlerini yerine getirirken kullandığı Sovyet modeli sayesinde diğer Doğu Avrupa ülkelerine kıyasla nüfusun refah seviyesi hızlı bir şekilde artmıştır. İstihdamın %80’i devlet elinde olan Belarus çalışan maaşları, emekli maaşları, sağlık ve eğitim hizmetleri açısından yıldan yıla iyileşmiş ve istikrarını sürdürmüştür (Usov, 2008). Bu durum Belarus halkını ekonomik açıdan memnun etse de seneler içerisinde demokrasinin kilit parçalarının görmezden gelinmesine sebep olmuştur (Rouda, 2012). Halkın ekonomik refaha sahip olması özellikle yaşlı nüfus için tatmin edici gözükmesine rağmen genç nüfus artan sosyal baskılar, protesto ve yürüyüşlerin engellenmesi, muhalif parti ve bağımsız yayın organlarına yapılan müdahalelerden oldukça rahatsızdır. 2001 yılından itibaren tüm bağımsız televizyon ve radyo kanallarının iktidar tarafından kontrol altına alınması, 2010 yılında seçimlerin adil olmadığı iddiasıyla yapılan protestolarda 700’den fazla protestocunun dövülerek tutuklanması ve bazı gazetecilerden hala haber alınamaması Belarus’ta karşıt seslerin yükselmesine sebep oldu (Usov, 2008).

27 senedir iktidarda olan Alexander Lukashenko’nun otoriter tutumu Birleşmiş Milletler de dahil olmak üzere Avrupa Birliği ve ABD tarafından sert eleştirilere maruz kalmıştır. Komünist Parti önderliğinde devam eden bu yönetim, iktidarda kalmak için sol kanadın popülizmi kullanışını görmek açısından önemli bir örnek teşkil ediyor. Sovyet modeli bir tutumla neredeyse tüm özel kurum ve kuruluşları yetkisi altına alan Lukashenko nüfusun çalışan ve emekli maaşının devlet tarafından ödenmesine sebep olmuştur. Bu durum başta zararsız ve aksine halk yanlısı bir tutum olarak görülse de seneler içerisinde devletten bağımsız bir yaşam sürdüremeyecek bir nüfus yaratmıştır. Ekonomide liberal politikaların terk edilmesi ve halkın tamamen devlet eliyle finanse edilmesi zamanla halkın demokratik olmayan devlet tutumunu görmezden gelmesi ve seçimlere katılan diğer partilerin halk tarafından dikkate dahi alınmamasına sebep olmuştur. Alexander Lukashenko karizmatik ve demagojik tüm lider aygıtlarını halk üzerinde ustaca kullanan bir siyaset adamıdır (Rouda, 2012). Ekonomik ve sosyal yenilikler, istikrar ve refahı halka sesleniş ve seçim öncesi mitinglerinde sıklıkla dile getiren Lukashenko; halkı, kendi dışındaki bir iktidarın yönetime geldiğinde refahın yerle bir olacağı konusunda korkutmaktadır. Seçim öncesi anket sonuçlarına göre, halkın %56’sı her ay düzenli bir şekilde yatan maaşların tümünün cumhurbaşkanlığının kendi çabalarıyla ortaya çıktığını düşünüyor. Bu düşüncede Lukashenko’nun popülist söylemlerinin etkisi olduğu kuşkusuzdur.

Birçok siyaset bilimci Lukashenko’nun popülist söylemlerinde ve otoriter yönetim anlayışında Lukashenko’nun kişi odaklı rejim stratejinin etkisi olduğu konusunda hemfikir. S. Eke ve T. Kuzio, Lukashenko’nun yönetim şeklini Sultani yönetim şekli olarak yorumlamaktadır (Eke & Kuzıo, 2000). Yasama, yürütme ve yargının bağımsızlığından söz etmenin bir hayli güç olduğu Belarus yönetimi devletin kaderiyle, liderin kaderinin doğru orantılı olduğu bir tutum sergilemektedir. Bu da devlet yönetimindeki kişinin doğru söylemlerle ve demagojiyle nüfusun çoğunluğunun oylarını kazanmasını kolaylaştırıyor. Belarus yönetimi, sosyal desteğini sürdürmek konusunda istikrarlı bir tutum sergilemektedir. Bu desteğin sağladığı hareketlilik devlet yönetimindeki anti-demokratik tutumları gizlerken liderin meşruiyetini de garanti altına alıyor (Usov, 2008).

Lukashenko’nun popülist tutumunu, geleneksel araçları kullanarak halka yakın bir imaj çizmesinden de anlayabiliriz. Buna en iyi örnek eski Sovyet geleneklerinden biri olan “zorunlu hafta sonu çalışma günleri” uygulamasının Belarus’ta hala devam etmesidir (Rouda, 2012). Sovyetler Birliği’nde kolektivizmin uygulanmasının bir sonucu olan bu uygulama, bağımsızlığını ilan etmiş olan Belarus’ta hala devam ettirilerek daha geleneksel yaşlı nüfusun beğenisini kazanmakta etkili olmuştur.

3.2. 2020 Hileli Seçimler Sonrası Belarus’ta Artan Gerilim ve Popülizme Karşı Halk Protestoları

2020 seçimlerinde otoriter rejimini devam ettiren Alexander Lukashenko’nun hileyle seçim kazanması büyük bir tepki topladı. Bu durum kitlesel protestoların ortaya çıkmasında en önemli etkenlerden bir tanesidir. Seçim sonuçlarına göre Lukashenko 10 senedir devam eden sosyal istikrarsızlık ve ekonomik bunalımlara rağmen %80 oranında halk oyunu kazandığını iddia etmiştir (Sakhnın & Kazbek, 2021).

Eski Sovyet modeli üzerine inşa edilen Belarus ekonomisi, kapitalist küresel dünya ekonomisine hızla adapte olacak kadar sağlam temellere dayanmamıştır. Hala en önemli ticari ortaklığını Rusya ile sürdüren devlet, bölgesel yakınlığı önemiyle Avrupa Birliği’ne ve dünya üzerinde etkisi gittikçe büyüyen Çin ekonomisiyle ilişkilerine önem vermemiş, bu durum uluslararası arenada ithalat ve ihracat açısından zayıf olarak nitelendirilmesine sebep olmuştur (Sakhnın & Kazbek, 2021).

Diğer birçok ülke gibi 2010 ekonomik krizinden etkilenen Belarus’ta yerel para birimi iki kez önemli bir düşüşe uğradı ve bu durum halk arasında devamı gelecek hoşnutsuzlukların fitillenmesine sebep oldu. Hükümet ekonomiyi düzeltmek amacıyla emeklilik yaşını yükseltti, özel sektörü canlandırdı. Fakat özel sektörün canlanması işçi haklarının korunmadığı bir ortamda eşitsizliklerin hızla ortaya çıkmasını kolaylaştırdı. Özel sektörde zorunlu hale getirilen her yıl sözleşme yenileme uygulaması işçi haklarını ihlal ettiği gibi işçiyi işverene bağımlı hale getirdi. Lukashenko’nun 1994’ten beri sözünü ettiği “sosyal devlet kapitalizmi modeli” böylece büyük bir çıkmaza girdi (Sakhnın & Kazbek, 2021).

Ülke içerisinde yerleşmiş olan patriarkinin bir sonucu da böylelikle gözler önüne serildi. Ekonominin iyi olduğu ve refah düzeyinin diğer Doğu Avrupa ülkelerinin çok üstünde olduğu istikrar yıllarında halkın lidere duyduğu sempati ve minnet ekonomik istikrarsızlığın halkın her tabakasında hissedilmeye başlamasıyla birlikte yerini suçlamaya bıraktı. Halk tüm refahın Lukashenko sayesinde devam ettiğini düşünürken bir anda tüm suçu yine iktidarda aramaya başladı ve halk hoşnutsuzluğunu dile getirmek için bazı muhalif yöntemlere eğilimli hale geldi.

Belarus’ta sosyal medya, radyo ve televizyonlara uygulanan baskılar bağımsız anket şirketleri üzerinde de etkili olmuştur ve bu durum sosyolojik bir araştırma yapılmasını imkansız hale getirmiştir. Tüm bu anti-demokratik tutumların yanında ekonominin hızla düşüşe geçmesi protestoları hızlandırmıştır (Sakhnın & Kazbek, 2021). İlk düzenlenen protestolarda muhalif kesim binlerce kişiyi sosyal medyadan sokaklara taşımayı başarmıştır. Bahsi geçen protestolarda hükümet, polise tam yetki vermiş, bunun sonucunda protestocular arasından yüzlerce kişi tutuklanmış, gözaltı alınmış ve darp edilmiştir. Polisin uyguladığı orantısız güç hükümetin sandığı üzere muhalif kesimi bastıramamış, aksine belgelenen bu orantısız güç binlerce kişiyi daha protestolara dahil etmiştir (Sakhnın & Kazbek, 2021).

Belarus’taki halk ayaklanması her ne kadar bir başkaldırıyı temsil etse de birkaç protestodan sonra muhalefet ve halk gösterilere katılımı devam ettirememiştir. Bunun en önemli sebebi şüphesiz ülke içerisinde örgütlenmeyi sağlayabilecek sivil toplum örgütlerinin kıtlığı ve muhalefetin başarısız çıkışları olmuştur. Disiplinli bir çalışma gerçekleşemediğinden toplum içerisindeki örgütlenme bir anda yükselip çabucak sönmüştür.

 

SONUÇ

Özetlemek gerekirse popülizm kavramının tarihi yukarıda da belirtildiği üzere 19. yüzyıla dayanmaktadır. Günümüzde ise çoğunlukla Avrupa kıtasında seyreden yükselen popülizmi Doğu Avrupa bölgesinde incelemek yararlı olacaktır. Macaristan, Polonya ve Belarus ülkelerinde görülen yükselen sağ popülizm bu makalede detaylı incelenmiştir. Son yıllarda çeşitli ülkelerde yükselen popülizm dalgası, Macaristan’da da kendini Fidesz ile belirgin bir şekilde ortaya koymaktadır. Ülkede 1990’ların sonundan itibaren başlayan popülizm, varlığını günümüze kadar devam ettirmeyi başarmıştır. Bu bağlamda Fidesz, hem sırasıyla 1998-2002 ve 2010’dan günümüze kadar devam eden iktidarlığında, hem de muhalefette bulunduğu 2002-2010 arası dönemde popülist parti sıfatını haklı çıkaracak politikalar üretmiştir. İktidarı ele geçirdiği 2010’dan sonraki dönemde ise popülist yönü oldukça baskın hale gelmiştir. Bu popülist politikaları ‘kutuplaştırma siyaseti’, ‘zayıf kurumların oluşturulması’ ve ‘karizmatik liderlik’ başlıkları altında incelemenin, popülizmin karakteristik yönleri ile Macaristan’daki yükselen popülizm arasındaki bağlantıyı anlamanın yanı sıra bu başlıkların altında verilen örnekleri özümsemek açısından yararlı olduğu düşünülmektedir. Polonya’daki popülizminin yukarıda çizilmeye çalışılan resmi, popülizmin olumsuzlama ve dışlama kavramları üzerine inşa edildiğini göstermektedir. Ayrıca, Polonya popülizminin öyküsü, popülizmin Polonya’da yeni bir fenomen olmadığını göstermektedir. Aksine, popülizmin 1989’dan beri Polonya siyaset sahnesinde mevcut olduğunu görülmektedir. Lech Walesa, Stanislaw Tymimski ve Peder Rydzyk gibi isimler popülist sloganlarını dönüşüm ve modernleşme koşullarına dayandırarak söylemlerini güçlendirmişlerdir. Komünizmin mirası, Dayanışma Hareketi’nin önemi ve sembolleştirilmesinin yanı sıra “halkın” ve “ulusun” tarihsel rolü de Polonya’daki popülizmi anlamada önemli faktörlerdir. Gelenek ve Hristiyan değerleri açısından Polonya kimliğine ve değerlerine yapılan vurgu liderlerin popülist söylemlerini güçlendirmesinde başvurdukları önemli noktalar olmuştur. Belarus yönetiminde ortaya çıkan popülist politikalar ve söylemlerde en önemli aktörün ise 27 senedir devlet başkanı olan otoriter lider Alexander Lukashenko olduğunu söylemek mümkündür. Belarus, ekonomik istikrarsızlıkların yanına baskıcı rejimin sebep olduğunu siyasi karışıklıklardan dolayı Avrupa ve tüm dünya ülkeleri arasında anti-demokratik olarak nitelendiriliyor. Geçmişte Alexander Lukashenko’nun ustaca kullandığı karakteristik liderlik halk üzerinde büyük beğeni toplamış, elitler karşısında halkı kendi tarafına çekmeyi ve muhalefeti etkisiz hale getirmeyi başarmıştır. Fakat son yıllarda artan gerilimlerin, sosyal endişelerin ve halk içerisindeki hoşnutsuzlukların giderek tırmanmasının önünü alamamıştır. Tüm bu istikrarsızlıklar demokratik yollardan uzak, hukuk dışı devlet tutumları ve demokrasinin araçlarının şahsi çıkarlar için kullanılmasının bir sonucudur.

 

BORAN ÖZLEN

HANDE ÇOĞALMIŞ

MERVE KÜÇÜK

N. SU KALAYCIOĞLU

Avrupa Çalışmaları Staj Programı                 

 

KAYNAKÇA

2019 Yılı Avrupa Parlamentosu Seçimleri. (2021). Retrieved 23 February 2021, from https://insamer.com/tr/2019-yili-avrupa-parlamentosu-secimlerinde-asiri-sag-koltuk-sayisini-artirdi-27-mayis-2019_2203.html

Avrupa Birliği Antlaşması ve Avrupa Birliği’nin İşleyişi Hakkında Antlaşma. (2021). Retrieved 23 February 2021, from https://www.ab.gov.tr/files/pub/antlasmalar.pdf

(2019, February 9). Avrupa’da Yükselen Popülizm ve Radikal Sağ: Avusturya Örneği – EUROPolitika. Europolitika. http://www.europolitika.com/avrupada-yukselen-populizm-ve-radikal-sag-avusturya-ornegi/

Bozóki, A (2008) Consolidation or second revolution?: The emergence of the New Right in Hungary. Journal of Communist Studies and Transition Politics 24(2): 191–231.

 Csehi, R., & Zgut, E. (2020). European Politics and Society. ‘We won’t let Brussels dictate us’: Eurosceptic populism in Hungary and Poland.

Çöpoğlu, M. (2017). Avrupa’da Yükselen Popülist Aşırı Sağ Partiler: Özgürlükler ve Uluslar Avrupası (ENF) Grubu Üzerine Bir İnceleme. Uluslararası Sosyal Ve Eğitim Bilimleri Dergisi, 1-15. doi: 10.20860/ijoses.331142

 Danaj, A., Lazányi, K., & Bilan, S. (2018). Euroscepticism and populism in Hungary: The analysis of the prime minister’s discourse. Journal of International Studies, 11(1), (ss. 240-247). doi:10.14254/2071-8330.2018/11-1/18

de la Torre, Carlos (2017). “Populism in Latin America”. In Cristóbal Rovira Kaltwasser; Paul Taggart; Paulina Ochoa Espejo; Pierre Ostiguy (eds.). The Oxford Handbook of Populism. Oxford and New York: Oxford University Press. ss. 195–213. ISBN 9780198803560

Eke, S., & Kuzıo, T. (2000). Sultanism in Eastern Europe: The Socio-Political Roots of Authoritarian. Europe&Asia Studies, 523-547.

Ertuğral, Y., Keçeci A.İ ve Sokullu E.C (ed.) (2018). Popülizmle Dönüşen Avrupa ve Türkiye-AB İlişkilerinin Geleceği, BİLGESAM Yayıncılık, s.187.

Fedayi, C., & Yıldırım, O. (2019). Popülizm: İdeolojisizliğin İdeolojisi Ya Da İktidar İdeolojisi. 3. Sektör Sosyal Ekonomi Dergisi. 1857-1874 Doi: 10.15659/3.Sektor-Sosyal-Ekonomi

Gall, L. (2018). Hungary’s latest assault on the judiciary. Erişim adresi: https://www.hrw.org/news/2018/12/14/hungarys-latest-assault-judiciary

Gökırmak, M. (2010). Beyaz Rusya’nın Denge Stratejisi Ve Rus Dış Politikasına Etkisi. DergiPark, 8-17.

Grabenwater, C., Hoffmann-Riem, W., Suchocka, H., Tuori, K., & Velaers, J. (2011). Opinion on the new constitution of Hungary. European Commission for Democracy Through Law. Strasbourg: Council of Europe

Gwiazda, A. (2020). Populism and Feminist Politics Special Issue. Right-wing Populism and Feminist Politics: The case of Law and Justice in Poland . London: International Political Science Review.

IMF Data Mapper (2020). Erişim adresi: https://www.imf.org/en/Countries/HUN#countrydata

Indexmundi.com, Hungary Unemployment rate. Erişim adresi: https://www.indexmundi.com/hungary/unemployment_rate.html

İşçilerin Serbest Dolaşımı. (2021). Retrieved 23 February 2021, from https://www.ab.gov.tr/67.html

Lochocki, T. (2018). The Rise of Populism in Western Europe: A Media Analysis on Failed Political Messaging (ss. 1-4). Springer Nature. Cham

Mudde, C. (2004) ‘The Populist Zeitgeist’, Government & Opposition, 39(4), (ss. 543–4)

Otto, K., & Köhler, A. (2018). Trust in Media and Journalism, Empirical Perspectives on Ethics, Norms, Impacts and Populism in Europe (ss. 1-18). Springer. Wiesbaden VS

Palonen, E. (2009). Political Polarisation and Populism in Contemporary Hungary. Parliamentary Affairs, 62(2), 318-334. doi:https://doi.org/10.1093/pa/gsn048

Pappas, T. (2014). Populist Democracies: Post-Authoritarian Greece and Post-Communist Hungary. Government and Opposition, 49(1), 1-23. doi:10.1017/gov.2013.21

‘Populism’ revealed as 2017 Word of the Year. (2021). Retrieved 23 February 2021, from https://www.cam.ac.uk/news/populism-revealed-as-2017-word-of-the-year-by-cambridge-university-press

Prendergast, D. (2019). The judicial role in protecting democracy from populism. German Law Journal , 20 (2), (ss.245-262).

Rajcsányi, G. (2018). Viktor Orbán’s Hungary: Orbanist Politics and Philosophy from a Historical Perspective. Erişim adresi: https://www.kas.de/c/document_library/get_file?uuid=8e914238-5bca-e235-e176-f8d502f4a33f&groupId=288143

Rouda, U. (2012). Belarus: Transformation From Authoritarianism to Sultanis. Baltic Journal Of Political Science, 62-76.

Sakhnın, A., & Kazbek, K. (2021, 02 22). JACOBIN. jacobinmag Web Sitesi: https://jacobinmag.com/2021/02/belarus-protest-uprising-failure-lukashenko adresinden alındı

Sputnik News, (2018) Orban, Müslüman sığınmacılar için ‘istilacı’ dedi. Erişim adresi https://tr.sputniknews.com/avrupa/201801091031731266-orban-musluman-siginmaci-istilaci-dedi/

Szabó, G. (2019). Populism in Hungary, A study of the Fidesz- KDNP government of Hungary in the period between 2010 and 2019. Aalborg University. Aalborg

Trading Economics. (2018). Hungary Minimum Wages. Erişim Adresi: https://tradingeconomics.com/hungary/minimum-wages

Trading Economics. (2018). Hungary Unemployment Rate. Erişim Adresi: https://tradingeconomics.com/hungary/unemployment-rate

Usov, P. (2008). The Neo-Authoritarian Regime In The Republic Of Belarus. Lithuanian Foreign Policy Review, 86-111.

Waller, L. (2016). Viktor Orbán. Erişim adresi: https://www.politico.eu/list/politico-28/viktor-orban/

Yıldırım, Y. (2018, Ekim). Polonya’da Popülist Sağın Yükselişi PiS Örneği. Niğde: PESA Publication.

[1]https://www.cam.ac.uk/news/populism-revealed-as-2017-word-of-the-year-by-cambridge-university-press

[2]Serbest Dolaşım İlkesi: “Bu çalışma hakkı diğer üye ülkelerde; iş arama, bu amaçla ikamet ve kalma, aile üyeleriyle biraraya gelme haklarını içermektedir.” Detaylı bilgi için bkz. https://www.ab.gov.tr/67.html

 (Avrupa Birliği Antlaşması ve Avrupa Birliği’nin İşleyişi Hakkında Antlaşma, Başlık IV: Kişilerin, Hizmetlerin Ve Sermayenin Serbest Dolaşımı, Bölüm 1, Madde 45.)

[3]http://www.europolitika.com/avrupada-yukselen-populizm-ve-radikal-sag-avusturya-ornegi/

[4]https://insamer.com/tr/2019-yili-avrupa-parlamentosu-secimlerinde-asiri-sag-koltuk-sayisini-artirdi-27-mayis-2019_2203.html

Doğu Avrupa’da Yükselen Popülizm Doğu Avrupa’da Yükselen Popülizm Doğu Avrupa’da Yükselen Popülizm Doğu Avrupa’da Yükselen Popülizm Doğu Avrupa’da Yükselen Popülizm Doğu Avrupa’da Yükselen Popülizm Doğu Avrupa’da Yükselen Popülizm

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...

Sığınmacıların Ev Sahibi Ülkelere Katkıları: Türkiye’deki Suriyeliler

Sena Özdemir Göç Çalışmaları o-Staj Programı ÖZET İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanan...