Toplumsal Hareketler 1750 – 2005: Dipten Gelen Dalgalar

Immanuel Wallerstein’ın 1750’den bugüne(2005) her toplumsal hareketi küresel olarak inceleyip; birbirleriyle bağlantılarını, güçlü noktalarını, güçlü momentlerini ve karşılaştıkları güçlükleri irdeleyen ilk girişim olarak ifade ettiği “Toplumsal Hareketler (1750-2005): Dipten Gelen Dalgalar” kitabı, Fernand Braudel Enstitüsü Sistem Karşıtı Hareketler Araştırma Grubu tarafından formüle edilmesi ve yönlendirilmesi ile oluşturulmuştur. William G. Martin tarafından koordine edilmiş ve Deniz Keskin tarafından tercüme edilerek Versus Yayınlarınca Aralık 2008’de basılmıştır.

Tuba Ağartan, Caleb Bush, Woo-Young Choi, Tu Huynh, Fouad Kalouche, Eric Mielants, Rochelle Morris ve William G. Martin’in analizlerinden oluşan kitap, 1750’den itibaren Batı ve Batı-dışı coğrafyadaki sistem karşıtı hareketlerin nasıl birbirleriyle küresel çapta etkileşim içinde olduklarını, bu sistem karşıtı hareketlerin kapitalizmi nasıl şekillendirdiğini veya kapitalizmin gelişimine ne yönde destek verdiğini ve yine toplumsal hareketlerin sistem karşıtı hareket kimliğini kaybederek nasıl yeni bir toplumsal hareketin hedefi haline geldiği sürecini örnek ve alternatif yorumlamalar eşliğinde bizlere sunmaktadır. Aynı zamanda kitap, literatürün küreselleşme başlığı altında akıp giderken, çağdaş dünyanın tarih dışı bir şekilde analiz edilmesinden dolayı var olduğu iddia edilen boşluğu doldurmayı amaçlamaktadır.

Kitap, giriş bölümü ile birlikte altı bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler; toplumsal hareketleri kronolojik bir sıra içinde, önemli kırılma noktalarına göre tasnif ederek, sistemli bir şekilde bahsi geçen toplumsal hareketleri daha etkili bir şekilde analiz etmeyi sağlamaktadır.

William G. Martin’in kaleme aldığı ve “Sistem Karşıtı Hareket Arayışı” olarak adlandırdığı kitabın giriş bölümünde yazar tarihsel dönemlere ayrılan kitabın genel bir değerlendirmesini ve araştırmanın ön hazırlığını yapmaktadır. Doğrudan bir “ Toplumsal Hareket” tanımı yapmamakla birlikte; “Hareketler” tabirini yalnızca örgütlü, normatif ve kurumsallaşmış kolektif eylemi de kapsayacak şekilde kullanmaktadır. “Sistem Karşıtı” tabirini ise daha daralmış bir şekilde, birincil olarak hakim güçlere ve süreçlere muhalefet eden ve bunlarla mücadeleye giren hareketler olarak kullanmaktadır. Bu bölümde geçtiğimiz on yılın toplumsal hareketlerinin göstermekte olduğu anomalilere değinmektedir. Zapatista örneğinde; hareketlerin devlet iktidarını ele geçirme mücadelesinden uzaklıkları Chiapas’ta ve Dünya Sosyal Forumu’ndan siyasi partilerin ihraç edilmesinde oldukça belirgin olduğunu, bu durumun eski tip hareketlerin ve hareket araştırmalarının devlet merkezli çalışmalarından ve kurumsallaşma eğilimlerinden kesin bir ayrılışı işaret etmekte olduğunu belirtmektedir. Yine geçtiğimiz on yılın toplumsal hareketleriyle ilgili olarak iki dikkate değer noktaya değinmekte; birincisi, bu hareketler kesin bir anti-kapitalist karaktere sahip, ikincisi, bilinçli ve gitgide artan bir şekilde çok uluslu ve kıtalararası birliktelikler üzerinden işlemektedirler. Son olarak bu bölümde yazar, Athony Giddens ve Roland Robertson’dan alıntı yaparak küreselleşmeyi tanımlamaktadır.

Tuba Ağartan, Woo-Young Choi ve Tu Huynh’un kaleme aldığı bu bölümü yazarlar “Kapitalist Dünya’nın Dönüşümü” olarak adlandırmaktadırlar. Bölümde 1750-1850 dönemini ele almaktadırlar. Bu bölümde yazar modern dünyayı şekillendiren kuvvetin, yalnızca Avrupa sermayesi ve devletleri değil, aynı zamanda direniş eylemleri olduğunu belirtmektedirler ve bu çeşitli direniş eylemlerine “Dönüştürücü Hareketler” adını vermektedirler. Bu hareketlere örnek olarak maron* stratejileri, köle devrimleri, gemi isyanları, korsanlık vs. göstermektedirler. Yazarlar dönüştürücü hareketlerin tarihsel ve küresel olarak birbiriyle ilişkili olduklarını iddia etmenin, dünyanın bir şekilde entegrasyona uğradığı fikrini beraberinde getirdiğinden bahsetmektedirler. Avrupa’nın gümüş kanallarına hakim oluşu, dev Asya ekonomisine doğrudan müdahale etmesine ve kesişen bölgesel ticaret ağlarını küresel ağlara dönüştürmesine imkan tanıdığını belirtmektedirler. Gümüş dolaşımını incelemenin küresel ve yerel sosyo-politik ilişkileri doğrudan etkileyen dünya bölgeleri arasındaki etkileşimi ortaya çıkardığından söz etmektedirler. Yazarlar klasik yorumlamaya karşı çıkarak(Fransız Devrimi kapitalizmin doğuşundan dönüm noktasıdır.) Fransız Devrimi’nin anti-kapitalist bir karaktere sahip olduğunu belirtmekte ve bunu takip eden tüm sistem karşıtı hareketlerin manevi zeminini oluşturduğunu not düşmektedirler. Bunu desteklemek amacıyla Baldırı Çıplaklar ve Babeufçüler’i örnek göstermektedirler. Bu dönemde Amerika kıtasında ortaya çıkan ayaklanmalar ve devrimleri özellikle denizcilerin denizden hinterlanda, okyanustan okyanusa taşıyarak köprüler oluşturduğunu ve yaklaşmakta olan köle ayaklanmalarının, devrimlerin ve özgürlüklerin haberlerini “ortak bir rüzgar” aracılığıyla taşıdığını, Haiti ve Karayip örnekleri ile ilişkilendirmektedirler. Osmanlı sisteminin dönüşümüne yönelik Balkanlar’da tüccar, gemi sahibi gibi sınıfların artışı ile birlikte “Yeni Orta Sınıf”ın oluşmasının isyan ve devrimlerin örülmesini sağladığının ve diaspora topluluklarının memleketlerine bol bol kitap, ekipman ve para yardımı yapmasının uyanışta önemli bir etken olduğunu belirtmektedirler. Yayılan kapitalist Avrupa dünya ekonomisi ile Asya politikaları arasındaki çatışmaların baharat yolları ve stratejik kavramlar için rekabetin ve kaba güçle Hıristiyanlaştırma’nın Endonezya takımadalarında sürüp gitmesine, tüccar gemileriyle seyahat eden misyonerler açısından bölgenin potansiyel Hıristiyanlarla dolu olmasına değinmekte ve Avrupalılar zor kullanarak bölgeye girdikçe uygarlık ve din temelli ağlara dayanan karşı hareketlerin de hızlandığına işaret etmektedirler. 1790’larda eski imparatorluk düzenlerine ve köleliğe saldıran okyanus-aşırı hareket kümelerinde, 1830’larda hegomonik gücün İngiltere olmaya başlamasının doğurduğu hoşnutsuzluğu vurgulamaktadırlar. Son olarak aynı dönemde Amerika’da, Asya’da ve Avrupa’da isyanlar yaşandığını, bu noktada denizcilerin, tüccarların ve diaspora topluluklarının dünyanın uzak köşelerindeki hareketlerin çıkışında önemli etken olduğunu belirtmektedirler.

Calep M. Bush tarafından kaleme alınan bu bölümü yazar “Reformcular ve Devrimciler: Sistem Karşıtı Hareketlerin Yükselişi ve İktidar Paradoksu” olarak adlandırmaktadır. Bölümde 1848-1917 dönemini ele almaktadır. Bu bölümde yazar, bu dönemdeki işçi sınıfı hareketini ve onunla bağlantılı sosyalizmin büyük resmin yalnızca bir parçası olduğunu, Hindistan ve Jamaika gibi bölgelerde emperyal yayılmaya karşı koymak için başlatılan direniş ve isyanların, Amerika ve Avrupa boyunca anarşizm tarafından temsil edilen mücadelelerin resmin biraz daha tamamlanmasına yardımcı olduğunu belirtmektedir. Bu çok sayıdaki hareketten oluşan bütünün ortaya çıkmakta olan kapitalizme meydan okuduğuna ve onu şekillendirdiğine vurgu yapmaktadır. Yani yazara göre 1848-1917 arası hareketler kapitalist dünya ekonomisinin işleyişini hem yansıttılar hem de yapılandırdılar. 1848 Dünya Devrimleri’nin mücadelelerinin; resmi, örgütlü ve sürekli mücadelelerin ortaya çıkabilmesinin temelini oluşturduğunu belirtmektedir. Bunu Almanya Federasyonu ve Fransa’da sayısız grevin patlak vermesi ve Almanya’da işçi kardeşliğinin kurulması ile açıklamaktadır. Devrim’in Amerika’ya ithali konusunda Guarneri’den alıntı yaparak “Avrupa 1848’inin haberleri Amerika’ya da hızlıca ulaştı ve örneğin Amerikan Fourierciler’i Devrim’e hemen selam durdular ve ilerleyişini takip ettiler.” İfadesine yer vermektedir. Bu sürece paralel olarak Britanya Hegomonyası tarafından uygulanan arazi değişimlerine karşı Hindistan ve Jamaika’da patlak veren ayaklanmalara değinmektedir.  Hindistan’da Çivitotu ve Mavi İsyan, Jamaika’da Morant Körfezi ayaklanmalarının ulaşmaya çalıştığı hedefler açısından Avrupa ve ABD sınırları içerisindeki hareketler ile birbirlerine benzediğini belirtmektedir. Yazarın “Erken Anti-Emperyalist Hareket Kümesi” olarak adlandırdığı bir dizi hareket yine birbirleri ile bir paralellik göstermektedir. 19. yy.’ın kapanışını yani 1873-1896 arası bütün dönemin kapitalizmin sınırlarını anlayabilmek açısından hayati olduğunu vurgulayan yazar bu dönemin pek çok direniş mücadelesinin başlangıcı olarak kilit bir dönem olduğunu belirmektedir. Afrika’da Avrupalı güçlerin bölgeyi paylaşımını takiben direnişin neredeyse her yerde 1890’ların sonuna doğru alevlendiğine değinmektedir. Sendikalarla birleşen ve baskıcı çalışma koşullarına karşı direnen işçi mücadelelerinin, kapitalist dünya ekonomisinin iklimini sonsuza dek değiştirdiğini, anarşizmin devlete ve sermayeye doğrudan meydan okuduğunu belirtmekte ve bu hareketlerin normalleşerek rutinleştiğini vurgulamaktadır. Bu dönemi kapatan “Etkileyici Devrimler Kümesi” olarak Çin, Rusya, İran, Osmanlı İmparatorluğu ve Meksika devrimlerini işaret etmekte ve bu devrimler zincirini gelişmekte olan dünyanın tarihinde yeni bir dönem açtığını ve birbiriyle rekabet halindeki bir çok ideolojiyi(Milliyetçilik, Din, Sosyalizm vs.) çatışmaya açık bir şekilde beraberinde getirdiğini ifade etmektedir.

Calep M. Bush ve Rochelle Morris tarafından kaleme alınan bu bölümü yazarlar “İmparatorluklar Parçalanıyor, Hareketler Çöküyor: Sistem Karşıtı Mücadele” olarak adlandırmaktadırlar. Bölümde 1917-1968 dönemi ele alınmaktadır. Yazarlar bu bölümde, sistem karşıtı bir hareket hangi noktada sistem karşıtı olmaktan çıkar sorusuna cevap aramaktadırlar. Dönemi küresel hareket konjonktürlerini merkeze olarak iki dönem olarak incelemektedir. 1917-1945(I. Dünya Savaşı/Rus Devrimi) ve 1945-1968(II. Dünya Savaşı/Çin Devrimi) Geniş anlamda ilk bölüm içi savaşın ardından yaygın işçi hoşnutsuzluğu, sosyalist ajitasyon ve giderek küreselleşen siyah milliyetçiliğine rağmen ortaya çıkmakta olan dünya hegomonu ABD’de işgücünün giderek kurumsallaştırıldığı ve kapitalizmin devam eden işleyişi açısından güvenli hale getirilmesinden bahsedilmektedir. Yine geniş anlamda ikinci bölüm için ise 19. yy. hareket stratejilerinin sonuçlarını göstermekte yani o dönemde oraya çıkmış hareketlerin, önemli işçi hareketleri ve sosyalist örgütler, uzun süredir sahip oldukları hedefleri bu süreçte gerçekleştirdiklerine dikkat çekilmektedir. Bu bölümde I. Dünya Savaşı ardından patlama gösteren işçi hareketinin 1920’li yıllarda zayıflamasına yönelik saptamalarını; “ABD’de işçi hareketleri zayıflarken Amerikan Sermayesi güçlendi, Avrupa’da Faşizmin erken yükselişi işçi mücadelelerinin yıkımı anlamına geldi.” Şeklinde ifade etmektedir. Bu noktada yazarlar Faşizm’in yükselmesine yönelik; işçi hareketi, sosyalizm ve Rusya’daki Bolşevik Devrimi arasındaki bağıntının genel olarak devletlere eylemlerini meşrulaştırma araçları sağladığını belirtmektedirler. Bunu da Franco(İspanya) ve Mussolini(İtalya) örnekleriyle açıklamaktadırlar. II. Dünya Savaşı’nın ardından emek-sermaye ilişkilerinin Fordist bir biçimde yeniden düzenlenişi yoluyla, işçilerin daha yüksek maaşları, daha yüksek istihdam oranlarını ve refah devletinin faydalarını kabul ettiklerine vurgu yapılarak protestonun toplu sözleşme anlaşmaları şeklinde rutinleştirilmesine razı oldukları belirtilmektedir. Son olarak dönemin sistem karşıtı hareketlerinin pek çoğunun, dönemi daha ziyade sistemik güçlere yakın yapılar olarak bitirdiklerine ve dikkat çekici bir şekilde tamamen farklı bir sistem karşıtı aktörler dizisinin artık iktidarda olan “Eski Hareketler”e eleştirel bir tutum takındığı belirtilmektedir. Ortaya çıkan bu yeni hareketlerin(Yeni Sol) kapitalist tüketim alışkanlıklarını, öğrenci hareketlerini, nükleer karşıtı kampanyaları vs. kapsadığına değinilmektedir.

Frouad Kalouche ve Eric Mielants tarafından kaleme alınan bu bölümü yazarlar “Dünya Sisteminin ve Sistem Karşıtı Hareketlerin Dönüşümü” olarak adlandırmaktadırlar. Bölümde 1968-2005 dönemi ele alınmaktadır. Bu dönemde kimlik hareketlerinin yükselişine yönelik; 1960’larda eğilim krizinin ve baskıcı “Eski Partiler” ve meşum Soğuk Savaş tarafından hakim olunan ekonomik ve siyasi koşullardan duyulan artan memnuniyetsizliğin orta yerinde, yeni  bir öğrenci bilincinin ortaya çıktığına değinilmektedir. Yazarlar kimliklerin çoğaldığında toplumsal hareketlerin dönüşüme uğradığına değinmektedirler. Nüfusun pek çok katmanının ihtiyacını karşılayamayan ve bu katmanların çıkarlarını birleştiremeyen sosyalist veya milliyetçi hareketlerin kendi mücadelelerini etkili olarak sürdüremediklerini vurgulamaktadırlar. Bunu El-Salvador örneği ile somutlaştırmaktadırlar. El-Salvador’da “Halk Kurtuluş Güçleri” kuvvetli bir köylü desteğine dayanarak uzun süreli bir halk savaşı vermeyi amaçladıkları, zaman zaman askeri olarak etkili olsalar da kitlelere engaje olamadıkları şeklinde ifade etmektedirler. Dinin; Müslümanların, Hinduların, Yahudilerin ve Hıristiyanların değişen toplumlarıyla yüzleşebilmek içi örgütlendikleri Ortadoğu’da, Kuzey ve Batı Afrika’da, bunların yanı sıra Hindistan’da, Avrupa’da ve ABD’de pek çok toplumsal hareketin etkili bir bileşeni haline geldiğine değinmektedirler. Milliyetçi ve sosyalist mücadelelerin bu dönüşümlerden ciddi bir şekilde etkilendiğini belirtmektedirler. Bu noktada İran Devrimi’ni örnekleyerek; modernist, sosyalist ve liberal söylemler tarafından baskılanmış bir dünyayla ilişki kurmanın bir yolu olarak sistem karşıtı dinsel yolları kullanarak İran Devrimi’nin dinsel ve etnik bir kimlik geliştirmesi üzerinde durmuşlardır. Devletin kontrolünü ele geçiren milliyetçi hareketlerin çoğunun nihayetinde devletlerarası sistemin desteklenmesi sürecine dahil olduklarına değinilmektedir. Sovyetler Birliği’nin dünya sosyalizminde desteğini çekmesinin ve 1980’lerde agresif bir ABD tarafından uygulamaya konulan neo-liberal politikaların sosyalizmin kuyusunu kazdığına, sonuç olarak bu şartlar altında devleti ele geçiremeyen milliyetçi hareketlerin devletten dolayı hayal kırıklığına uğramış sosyalist ve komünist güçlerin yanı sıra, “teröristler” haline gelmeye başladıklarına dikkat çekilmektedir. Bu hareketlerin devlet aygıtını parçalamak yerine onu mükemmelleştirdiğine vurgu yapılmaktadır. Yazarlar 1989 sonrası hareket ve eğilimleri; uluslararası terörizm, kimlik hareketleri, yeni sınıf yapıları, etnik ve dinsel hareketler, radikal çevrecilik, dünya çapındaki kitlesel göç, alternatif para birimleri, alternatif medya ve yeni teknolojiler başlıkları altında detaylı bir şekilde incelemektedirler. Son olarak devletin “Geleneksel Hareketlerin Vaat Edilmiş Toprakları” olmaktan çıkması ile birlikte, toplumsal hareketlerin fırsat bulabildikleri her alanda güç kazanmayı hedeflediklerine işaret edilmektedir ve bu da “Özneleşme” olarak kavramsallaştırılmaktadır.

William G. Martin’in kaleme aldığı ve “Sonuç: Dünya Hareket Dalgaları ve Dünya Dönüşümleri” olarak adlandırdığı son bölümde yazar genel bir değerlendirme yaparak, ele alınan dönemlerde, küreselleşmeye ve küreselleşme karşıtı hareketlere odaklanılmasından yüzyıllar öncesinde bile kıtalararası bağlantıların gayet açık olduğunu ifade etmektedir. Genellikle 10-20 yıl civarından süren “Dünya Hareket Anları”nın ulus-aşırı hareket eylemliğinin yalnızca 20. yy. sonu küreselleşmesi ile ortaya çıktığını savunan argümanlara karşı bir zıtlık oluşturduğunu not düşmektedir. Son olarak geçmiş hareket dalgalarının sonuçlarına odaklanmak, gelecekte yüzleşebileceğimiz üç olası senaryoyu gündeme getirebileceğinden bahsederek, “Parçalanmış ve Tüketilmiş Kimlikler ve Karakterler”, Alternatif Bir Küreselleşmenin Yayılması” ve “Post-Liberal Bir Dünya Rejimi” olarak adlandırdığı senaryoları sırasıyla açıklamaktadır.

Sonuç olarak tarihin derinliklerinde kalmış birçok devrimi, toplumsal hareketi veya bazı ciddi ayaklanmaları tarihsel perspektiften bakarak farklı bir yaklaşımla ele alan kitabın aynı zamanda teorik anlamda herhangi bir içerik sunmadığı ve çok kaliteli bir çeviriye sahip olmadığı da değerlendirilmelidir.

 

Ömer ÇOLAK

Çukurova Üniversitesi

Uluslarararası İlişkiler Yüksek Lisans Öğrencisi

 

 

Kitabın Adı: Toplumsal Hareketler (1750 – 2005): Dipten Gelen Dalgalar

Yazarı: William G. Martin, Versus Yayınları, 2008,

Çeviren: Deniz Keskin, 370 sy.


* Plantasyonlardan kaçmış köle toplulukları.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Teknolojinin Göçmen Havaleleri Üzerindeki Etkisi: Gelişmekte Olan Ülke Perspektifi

Gökçen Ayzıt Kırkali  Göç Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Yurt dışında çalışan göçmenlerin...

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...