Türk Dış Politikası Suriye’de İflas mı Etti?

Arap Baharı’nın ardından Türk dış politikasının performansı gerek taktik gerekse stratejik düzeyde yakından takip edilir hale geldi. Türk dış politikası Arap Baharı öncesinde uluslararası basında “eksen değiştirme”, “Batı’dan uzaklaşma”, “Otoriterleşme” gibi ideolojik temalar eşliğinde tartılır olmuştu. Arap Baharı sonrası da şaşırtıcı şekilde benzer temalar etrafında benzer söylem oluşturuluyor. Türkiye’nin Suriye politikası üzerinden geliştirilen bu söylem iki temel iddiaya dayanıyor: 1. Arap Baharından sonra Türk dış politikası çöktü, 2. Arap Baharı sonrası Türk dış politikası askeri güç kullanmazsa çökecek. Peki, bu söylem ne kadar sağlıklı.

Türkiye’nin Suriye politikasını belirleyen stratejik hedef, bu ülkenin dağılmadan, parçalanmadan, en barışçıl şekilde kademeli olarak demokratikleştirilmesidir. Bu dönüşümün gerçekleşmesi içinse Türkiye, bu ülkeyi parçalama ya da savaşı kışkırtma potansiyeline sahip tüm aktörlerle ilişkisini sürdürmelidir. Tam da bu nedenle farklı güç odakları ile yani bir yandan muhalefetle, bir yandan da iktidarla yakın ilişki içinde olmak zorundadır. Türkiye’nin bir ülke ya da bir kesime taraf olması ülkenin parçalanması, Irak benzeri bir iç savaşa sürecine gitmesini engelleyemeyecektir. Maalesef yavaş yavaş görünür olmaya başlayan iç savaş ise, bölgede yaratacağı olumsuz etki bir yana, Suriye’nin tüm askeri, ekonomik, siyasi altyapısını, insan kaynaklarını çökertecek, Suriye ve Suriyelilerin tarih sahnesine dönmesi nesiller alacaktır. Bu nedenle Suriye’de iktidarın ve muhalefetin uzlaşacağı bir yol bulmaya çalışmak Türkiye’nin en önemli arayışıdır.

Suriye’ye ilişkin ikinci en önemli risk ise mezhep çatışması potansiyelidir. S.Arabistan ve İran’ın doğrudan, İsrail ve Irak gibi birçok ülkenin dolaylı kışkırtmaya çalıştığı Şii-Sünni ekseni etrafındaki çatışma Türkiye için en istenmeyen durumdur. S.Arabistan Sünnileri selefileştirip, silahlandırarak sahaya sürme hazırlığı yaparken, İran ise Alevileri Şiileştirip, eğiterek karşı hamle yapmaktadır. Irak’ta yakından hatırladığımız bu vekalet savaşları, bölgede varlığını çatışmaya borçlu ülkelerin çıkarına olurken, Türkiye’nin aleyhine gelişmektedir. Türkiye, Irak’ta, Bahreyn’de, Lübnan’da, Afganistan’daki gibi, Suriye’de de mezhep savaşları oyununa gelmemeye çalışmaktadır. Sorunun mezhebi değil siyasi olduğunu vaz etmekte ve mezheplerarası çatışmanın devamını bölge için stratejik tehdit görerek bu iki pozisyondan da mesafesini korumaya çalışmaktadır. Aksi halde bölgede yüzyıllar sürebilecek düşmanlıklara yol açılabilecektir.

“İç savaş ve mezhep çatışmasına karşı kademeli demokratikleşme” diye tanımlanabilecek Türkiye’nin tavrı neden bazı çevrelerce “iflas” söylemi gibi sunuluyor? Arap Baharından sonra Türk dış politikasının çöktüğünü savunanlar, ‘eksen kayması’ söyleminde olduğu gibi bir delil göstermiyor. İddia sahipleri, iflas olduğunu iddia ettikleri bu durumun nedenini açıklayamıyor. Türk dış politikasının ilkelerini, yapıp ettiklerini masaya yatırıp, sonra da, bu politikaların nerede çöktüğünü ya da iflas ettiğini göstermiyorlar.

Aksine Türkiye’nin şu ya da bu tavrı (kendi istedikleri tavrı) almazsa çökeceğini, Batı’dan uzaklaşacağını savunarak: 1. Türk dış politikasının ilkelerini anlamadıklarını gösteriyorlar, 2. İlke düzeyinde tanımlanan yön tayin edici önceliklerle, bu ilkelere dayanarak her durumda her daim yeniden üretilen somut çözüm önerileri arasındaki düzey farkını göremiyorlar, 3. Tutarlılık gibi basit bir ilkeye dahi uymuyorlar.

Oysa kısaca Türkiye’nin dış politika başarısından bahsediliyorsa bunun önemli sebeplerinden biri, Türkiye’nin bölgede daha önceden yaptığı şu anda da yapmaya çalıştığı gibi, iç savaşlardan ve mezhep savaşlarından uzak durması, bu çatışmalarda taraf olmayıp, çatışmaları engellemeye çalışması en önemli faktördür. Türkiye bu sayede Lübnan’da hem Sünnilerin, hem Şiilerin hem de Hıristiyanların güvendiği bir ülke haline gelmiştir. Zira gerçek iktidar çatışan, taraflardan birini tercih eden değil, çatışan tarafların üzerinde, iki tarafın da güvenini kazanabilen üçüncü güçtür. Türkiye başarısını taraf tutarak, başkalarının jandarmalığını yaparak değil, çatışan tarafların Türkiye’yi “el-emin” diye nitelemesiyle kazanmıştır.

Bu nedenle Türkiye’nin Suriye’de iç savaş ve mezhep çatışmasına karşı çıkması Türk dış politikasının çökmesi ya da başarısız olması değil, tersine defalarca başarılı olan bu çatışma üstü siyasetin, her şeye rağmen ayakta tutulmaya çalışılmasıdır. Tam da bu nedenle, ‘Türk dış politikası çöktü’ diyenler Türkiye’nin Suriye’de taraf olarak iç savaşı kışkırtmasını ya da Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalede bulunarak jandarmalık yapmasını istiyorlar. Bu iddia sahipleri ya Türk dış politikası ve Suriye konusunda tam bir bilgisizlik içinde yahut da Türkiye’nin ve bölgenin çıkarından başka bir çıkara inanıyorlar.

Peki, durum buysa Türkiye’nin tavrı neden “iflas,” “çöküş,” “bitiş,” “Batı’dan uzaklaşma” gibi ifadeler eşliğinde medya kampanyasına dönüştürülmeye çalışılıyor? Bu kampanyaya dâhil farklı tarafların farklı çıkarları olduğuna şüphe yok. Özetlemek gerekirse: 1. Delilsiz iflas söylemi yaygınlaştırılırsa, hükümet içi fikir ayrılıklarının artacağını, ihtilafların da zorla değiştiremedikleri Türkiye’nin dış politikasını içeriden değiştireceğini hesaplıyorlar. 2. Türkiye’nin Suriye ile giderek daha fazla gerilmesinin Türkiye’yi ABD ve İsrail’e yakınlaştıracağını düşünüyorlar. 3. Suriye üzerinden gerilecek Türkiye-İran ilişkilerinin, Mısır’ı kaybedip zayıflayan Suudi-İsrail hattını rahatlatacağını umuyorlar. 4. İran’la gerilecek Türkiye’nin Kürt meselesi başta olmak üzere başka sorunlarla karşılaşacağını, böylece büyümesinin duracağını hesaplıyorlar. 5. Suriye konusu bölgesel savaşa döndüğü takdirde, daha önce Mısır ve Irak’ın savaşlarla terbiye edildiği gibi hem İran, hem de Türkiye’nin savaşla terbiyesini istiyorlar.

Böylece her iki bölgesel güçten de bedelsiz kurtulma hesabı yapıyorlar.

Tüm bunların da ötesinde, Türkiye’yi istedikleri yöne çekmeye çalışanlar, Ortadoğu’da bölgenin dinamiklerinden kaynaklanan bir yeni bölgesel düzeni henüz oluşmadan imha ederek, bölgenin yine bölge dışı aktörlerce yönetilmesini istiyorlar.

 

Nuh YILMAZ

 

Kaynak: SABAH

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Gençlere Avrupa Turu: DiscoverEU ile Kültürel Keşifler

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından başlatılan DiscoverEU programı, gençlere...

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...