Türkiye’nin Terörle Mücadelesi: Önleyici Meşru Müdafaa

Günümüzde terörizm; uluslararası ulaşım ve haberleşme araçlarının son yıllardaki hızlı gelişimi, yeni silah ve teçhizatların geliştirilmesini sağlayan teknolojik imkanların artması, uluslararası terör örgütleri arasında; istihbarat, eğitim, lojistik, teknik, finans temini, eylem yöntemleri konusunda organik bağların ve iş birliğinin artması ile uluslararası bir nitelik kazanmış ve küresel bir tehdit unsuru olmuştur.

Soğuk Savaş Dönemi’nde rakip blokların yerel örgütleri destekleyerek kendilerine alan sağlamaya çalışması ve yerel terör gruplarıyla iş birliğinde bulunması durumu, Soğuk Savaş sonrası dönemde etkisini azaltmaya başlamıştır. 1990’larda Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte uluslararası gündemde bölgesel kriz ve çatışmalar ön plana çıkmaya başlamıştır. Eski Yugoslavya’nın dağılması sırasında yaşanan iç savaş, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle başlayan Körfez Savaşı gibi gelişmeler uluslararası gündemde ki üst başlıklardandı. Ancak, 21.yüzyıla gelindiğinde ABD’de İkiz Kuleler ve Pentagon’a düzenlenen terör saldırıları ile dünya küresel bir terörizm ile karşı karşıya kalmıştır. Artık ciddi anlamda bir terör olgusundan bahsedilmeye başlanmıştır. 11 Eylül’den sonra uluslararası sistem, ‘terör çağı’ olarak adlandırılmıştır. Bu anlamda, BM Güvenlik Konseyi ve NATO gibi üye ülkelere güvenlik temini sağlayan örgütler uluslararası terörizm çerçevesinde askeri doktrinlerini yeniden güncellemiştir. BM, meşru müdafaa tanımına giderken Nisan 1999 yılında ki Yeni Stratejik Konsept ile NATO, üye ülkeleri tehdit edecek terörist faaliyetlerin giderilmesini görev alanı olarak tayin etmiştir. Bundan sonra NATO’nun tüm toplantı ve zirvelerinde, terör ve terörizmle mücadeleye hep özel bir yer ayrıldığının altı çizilmelidir. Nitekim 2001 yılında NATO, Akdeniz’de terörizme karşı mücadele girişimini (Aktif Çaba Operasyonu-Operation Active Endeavor) başlatmış ve ardından 2002 yılındaki Prag Zirvesi’nde ‘terörizme karşı savunma konseptini’ kabul etmiştir. 2003 yılında ise NATO, Afganistan’da ki Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvvetinin (International Security Assistance Force) komutasını üstlenerek terörle mücadele faaliyetine bilfiil başlamıştır. 25 Mayıs 2017 tarihindeki Brüksel Zirvesi’nde ise, NATO’nun DEAŞ ile mücadeleye katılma kararının çıkmasıyla artık NATO’nun 2000’lerde ki yeni rolü, bu sefer DEAŞ temelinde terörizmle mücadele olarak tayin edilmiştir. Aynı zamanda, güvenlik sağlayan örgütlerle birlikte devletlerde yeni güvenlik politikaları benimsemiştir. Türkiye’de daha öne savunma halinde terörle mücadele ederken artan saldırılar ve sivil kayıplar karşısında “savunmadan taarruza geçiş”olarak belirlenen terörle mücadele konseptini uygulamaya koymuştur.

Küresel Terör Olgusunun Ortaya Çıkışı Karşısında Türkiye

Türkiye 1980’lerden beri hem ülke içinde hem de ülke dışında terörle, terörizmle mücadele etmektedir. Soğuk Savaş sonrası dönemde bölgesel kriz ve çatışmaların terörizme doğru evrilmesi ve devletlerin devletlerle savaşmadığı, devletlerin terör örgütleriyle asimetrik bir şekilde yürüttüğü vekâlet savaşlarına neden olmuştur. Bu anlamda çatışmanın doğasında yaşanan dönüşüm devletlerin savunma stratejilerinde değişim yapma durumunu ortaya çıkarmıştır. Terörizmin 11 Eylül 2001’de ilk defa doğrudan bir devleti kendi topraklarında dışarıdan vurması, Soğuk Savaş Dönemi’nde ‘komünizmle mücadele odaklı’ hareket eden NATO stratejik askeri doktrininde yaptığı değişimle terörle mücadeleye odaklanarak dönüşümünü gerçekleştirmiştir. 11 Eylül saldırıları sonrası terörle mücadele kapsamında ABD öncülüğünde oluşturulan koalisyonla, Afganistan’da El- Kaide’ye müdahale edilmiştir.

Ortadoğu, otoriter rejimlerin uzun yıllardır iktidarını sürdürdüğü bir bölgedir. Uzun yıllar boyunca bu iktidarlar dönemin büyük güçlerinin de desteğiyle yine büyük güçlerin çıkarları doğrultusunda iktidarda kalmışlardır. Ancak küreselleşmenin de etkisiyle küresel siyasette sivil toplum örgütlerinin ve küresel aktörlerinde ön plana çıkardığı ve gündeme getirdiği insan hakları olgusu uluslararası sistemin parametrelerini değiştirmiştir. Klasik anlayışta güç, askeri konular ön plana çıkarken insan hakları başta olmak üzere birçok konu göz ardı edilmiştir. Ancak 1990’lardan sonra, özellikle kitle iletişim araçlarında yaşanan devrim niteliğindeki değişimler ve internetin halkın kullanımına sunulmasıyla birlikte gerçekleşen olaylar anında tüm dünyada yankılanmaya başlamıştır. Bu gelişmelerin ışığında otoriter rejimleri yıllardır baskı altında tuttuğu halklarının temel hak ve hürriyetler başta olmak üzere: ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, yürüyüş/protesto özgürlüğü gibi birçok haklarını baskı yoluyla kontrol altında tutmaya çalışmıştır. Bu otoriter rejimlerin enerji kaynaklarına ya da bu kaynakların geçiş güzergâhında olması nedeniyle, devletin iç politikasında uyguladığı yöntemler görmezden gelinmiştir. Ancak 2011’de başlayan Arap Baharı ile otoriter rejimler devrilmiş ve halklar sokaklara dökülerek haklarını, özgürlüklerini talep etmeye başlamıştır. 2011’de başlayan olayların en sancılı geçtiği ülke olan Suriye’de sanıldığının aksine hızlı bir rejim değişikliği yaşanmamış ülke, yaklaşık 7 yıldır iç savaşla sallanmaya devam etmektedir.Suriye’de Mart 2011’de başlayan olaylar, büyük bir ihtilafa dönüşmüştür. 911 km. kara sınırına sahip olduğumuz Suriye’nin içinde bulunduğu ihtilaf, bugüne kadar çok sayıda masum insanın hayatına mal olmuş ve ülkemizi önemli sorumluluk ve sınamalarla karşı karşıya bırakmıştır.

Suriye ve Irak’ta Terörü Kaynağında Yok Etme

Türkiye, alışık olmadığı tarzda eş zamanlı bir biçimde farklı güvenlik tehditleriyle karşı karşıya. Terörizmin Türkiye’yi her zamankinden daha yoğun bir şekilde hedef alması, terörist örgütlerin sayı ve nitelik bakımından çeşitlenmesi, konvansiyonel tehditlerin yanı sıra asimetrik tehditlerin özellikle, Ortadoğu coğrafyasında giderek bölgesel güvenliği sarsması, Türkiye’yi yeni bir güvenlik ve savunma yaklaşımını benimsemeye zorladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Türk  Hükümeti’nin Türkiye için yeni bir güvenlik anlayışının inşasına yönelik tutumları, henüz kapsamı ve doktrin boyutunda kavramsal çerçevesi tam olarak çizilmemiş olsa da uygulamada tehdit daha ortaya çıkmadan önce yok edilmesi üzerinde şekillendiği görülmektedir.Nitekim bu anlayış, 11 Eylül Saldırıları sonrası Bush Doktrini olarak bilinen, ABD Ulusal Güvenlik Belgesi’nde de aynı şartların söz konusu olduğu görülmüştür. Bu belgeye göre Amerika, kendisine tehdit gelmeden, yakın bir tehdit durumu dahi olmadan bu tehdidi sezmesi halinde, saldırı olasılığı görürse ön alıcı strateji izleyerek tehdidi yerinde vuracağını belirtmiştir. Daha sonra da düşmanın saldırı kapasitesinin bir tehdit haline gelmesini dahi beklemeden ön alıcı vuruş sonrası düşmanı bulunduğu yerde savaşarak yok etmeyi amaçlamaktadır. Bu durum aynı zamanda uluslararası yeni bir hukuk kuralının da oluşmasına zemin hazırlıyor: ‘Ön alıcı meşru müdafaa.’ BM 51. Maddesi uluslararası sistemin temel ilkelerinden olan içişlerine karışmama ve toprak bütünlüğü ilkelerine aykırı olarak bir devletin başka bir devlete karşı orantılı bir şekilde kendisini savunması (self- defence) anlayışını getirmektedir. Buradan hareketle, uzun zamandır terörle ciddi anlamda mücadele eden Türkiye, sınırları ötesinde terör daha ülkeye gelmeden kaynağında yok etme yönünde gelişen “önleyici müdahale” olarak adlandırılacak olan yeni güvenlik doktrini, askeri savunma doktrinini benimsemiştir. Bu kapsamda Türkiye, 24 Ağustos 2016’da Suriye’de başta DEAŞ unsurları olmak üzere terör örgütlerine yönelik olarak başlattığı Fırat Kalkanı Harekâtı ile sahada bu yeni anlayışı uygulamaya başlamıştır. Aynı zamanda, içeride de büyük bir mücadele ile terörle mücadele gerçekleştirilirken, eş zamanlı olarak sınırların ötesinde de terör örgütleri ile meşru müdafaa çerçevesinde mücadelesini sürdürmektedir. Türkiye bu bağlamda; ulusal çıkarlarını korumak, ulusal birliğini sağlamak, uluslararası hukuktan doğan haklarını kullanarak sınırlarında oluşturulmak istenen terör devleti girişimlerini de bu gerekçeye dayandırarak askeri güç araçları bertaraf etmeye çalışmaktadır. Nitekim, Fırat Kalkanı Harekatı sonrasında yine bir terör unsuru olarak kabul edilen ve tehdit hissedilen Suriye’nin Afrin ilçesine PKK/PYD/YPG ve DEAŞ terör örgütlerine yönelik olarak, 20 Ocak 2018 tarihinde Zeytin Dalı Harekatı’nı başlatmıştır. Harekat, 58. gününde Afrin kent merkezinin kontrol altına alınmasıyla başarılı bir şekilde sürmeye devam etmektedir. Bundan sonraki adımlar ise, şimdiden kamuoyunda dillendirilmeye başlanmıştır. Bundan sonraki hedefler ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yaptığı konuşmalar sırasında Zeytin Dalı Harekatı devam ederken PYD/YPG kontrolünde ki Münbiç’ten başlayarak Fırat’ın doğusundan da  Irak sınırına kadar, Türkiye’ye tehdit unsuru teşkil etmeyecek son terörist kalmayıncaya kadar devam edeceği, Bağdat merkezi hükümetiyle iş birliği dahilinde Irak’taki terör unsurlarını da kapsayacak şekilde mücadelesini sürdüreceği açıklanmıştır. Nitekim harekat sürerken, Irak’ın kuzeyinde PKK terör örgütüne karşı bir operasyon başlatılmış ve çok sayıda terörist etkisiz hale getirilmiştir. Türkiye, artık yeni güvenlik konseptini terörün, tehdidin ülke sınırları içerisine gelmeden daha sınırların ötesinde, kaynağında yok etmeye dönük olarak belirlemiş ve buna uygun olarak ulusal çıkarları ve bölge güvenliği, barışını sağlama doğrultusunda adımlarını atmaya başlamıştır.

Bu bağlamda Türkiye, Suriye ve Irak kaynaklı terör örgütlerini kendi varlığına bir tehdit şeklinde algılayarak terörle mücadelesini sürdürmektedir. PKK’nın kuruluşundan beri ortaya attığı iddia olan “dört parçalı Kürdistan” olarak belirlenen ‘Büyük Kürt Devleti’ sınırları içerisinde Türkiye’nin güneydoğu sınırlarının bulunması, bu terör örgütünün Kürt kimliği altında kendini lanse etmesi, Türkiye’nin bu sorunu beka meselesi olarak görmesine neden olan faktörlerdendir. Türkiye içerisinde uzun yıllardan beri yaşayan Kürt vatandaşların varlığı ve örgütlerin Kürtler üzerinden kendilerine alan açmaya çalışması, DEAŞ gibi radikal terör örgütlerinin canlı bomba saldırılarında bulunması Türkiye’nin yeni bir güvenlik konsepti oluşturmasına neden olmuştur. Türkiye, uygulamalarında da görüldüğü üzere artık terörün ülke sınırlarına daha gelmeden yerinde yok edilmesi yönünde geliştirdiği “önleyici müdahale” konsepti kapsamında sahada aktif bir şekilde kendi askeri güç unsurlarını da kullanarak terör örgütleriyle mücadelesini sürdürmektedir. Dolayısıyla Türkiye, artık yeni bir mücadele tarzıyla terörle mücadelesini sürdürmekte, kendisine yönelik tehdit unsuru oluşturan tüm faaliyetleri yerinde bertaraf etmek üzere gerekli müdahalesini yapmaktadır. Aksi takdirde sınırlardan gelebilecek terör dalgasıyla birlikte ciddi bir beka sorunuyla karşı karşıya kalma tehlikesi taşımaktadır. Bu anlamda Türkiye, terör örgütleriyle aktif olarak bizatihi sahada mücadelesini sürdürerek hem bölgesel güvenlik hem de dünya güvenliğine yönelik olarak tehditleri yok ederek Ortadoğu’da kurulması planlanan bir terör devleti tehdidini ortadan kaldıracaktır.

Mustafa Kaan SAYGILI
o-Staj 2018 ORTAM Koordinatörü

Kaynakça:

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Covid-19 Sonrası Yeni Normal: Dijital Göçebelik ve Güneydoğu Asya

Ecem Hayırcı  Göç Çalışmaları O-Staj Programı ÖZET Günümüzde teknolojinin gelişmesi, küreselleşme, iş verenlerin...

”Deontolojik değil sonuççu liberteryenim” – Dr. Merve Karataş

Bu röportaj Zeynep Naz Terzi tarafından Liberal Demokrat Parti...

Hırvatistan’da Seçim Rüzgarları: Cumhurbaşkanı Milanović, Başbakanlık Koltuğu İçin Yarışa Giriyor

Hırvatistan'da Seçim: Hırvatistan siyasi sahnesi, Cumhurbaşkanı Zoran Milanović'in, Nisan...

İklim Değişikliğinin Göç ve Kalkınma Üzerindeki Etkileri

Esranur Tekin Göç Çalışmaları Stajyeri  GİRİŞ Göç, dünyanın hemen her ülkesini etkileyen...