25 Eylül Irak Referandumu’nda ABD ve Bölge Ülkelerin Tutumu

Ortadoğu yüzyıllardır içerisinde barındırdığı enerji kaynakları, özellikle petrol ve doğalgaz, sebebiyle potansiyel bir çatışma merkezi olmuş ve sürekli batılı emperyalist güçlerin hâkimiyeti altına girmiştir. I. Dünya Savaşı ile İngiltere’nin hakim olduğu bu topraklar, 1947’de Soğuk Savaş’ın ilanını getiren Truman Doktrini ile ABD’ye devredilmiştir. ABD, Ortadoğu bölgesinde yer alan ülkelerle diplomatik ilişkiler kurmuş, ancak 1979 İran İslam Devrimi Ortadoğu’da hem tüm dengeleri değiştirmiş hem de ABD hükümetinde İran Karşıtlığını oluşturmuştur. Aynı zamanda bu durum Irak-ABD ilişkilerinde belirleyici bir rol oynamıştır. İlk olarak 1957 Eisenhower Doktriniyle, Irak-SSCB ilişkilerine karşı Kürtleri destekleyen ABD, bu dönemde Irak’ı İran’a karşı dengeleyici bir güç olarak görmüştür. Ayrıca 1957’den bu yana Iraklı Kürtlerin desteklenme politikası, ABD’nin günümüze dayanan Kürt politikasının da esasını oluşturmaktadır. Ancak 1957’den sonraki süreçte 1980-88 yılları arasında yaşanan İran-Irak Savaşı ve 1991 yılında Saddam’ın Kuveyt’i işgali ikili ilişkilerde bozulmalara sebep olmuştur. İşgalin gerçekleşmesi ile Irak içerisinde yaşayan Kürt halkı büyük bir göç hareketine başlamış, ABD desteğini de alarak ülkeden fiili olarak kopma durumunu gerçekleştirmişlerdir. Fakat Saddam’ın ısrarla işgale devam etmesi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin Irak’a müdahale etmesine ve Irak’ın kuzeyinde 36. Paralel olarak adlandırılan bölgeyi uçuşa yasak bölge ilan etmesine neden olmuştur. ABD bu şekilde “çekiç güç diplomasi” ile burada Kürt halkının yerleşimini sağlamış ve bu süreçten sonra Kürtlerin devletleşme süreci de başlamıştır. Son olarak 2003 yılında “Teröre Karşı Savaş” söylemi altında “Irak’ta nükleer bulunduğunu ve bunun ABD için bir tehdit olduğunu” iddia eden George Bush, Irak’ı işgal etmiştir. Bu işgal sırasında Kürtler ABD yanında yer almışlar, bu sayede ilerleyen süreçte ABD’nin en sadık müttefiki konumuna ulaşmışlardır. 2005 yılında ise Irak Bölgesel Kürt Yönetimi (IKBY) adı altında birleşen Kürtler, Mesut Barzani’yi devletin başkanı olarak atamışlardır. Yine 2005 yılında Irak Anayasası ile de Irak hükümeti, kendi yasama organı ve askeri güçleriyle, içerisinde peşmerge bulunduran federal bir bölge olan Kürdistan[1] bölgesini tanımıştır.

   2005’ten başlayarak günümüze kadar ulaşan süreçte Irak hükümeti ile IKBY arasında yaşanan fikirsel çatışmalar özellikle Irak hükümetinin mezhepsel, etnik gerginliği arttıracak hareketleri sürekli tekrar etmesi ve IKBY’ye karşı petrolden gelen payı azaltması, Barzani’nin bu durumu Kürt devletinin bağımsızlığı için bir koz olarak kullanmasına sebep olmuştur. Bununla birlikte 2014 yılında ortaya çıkan IŞİD terör örgütünden algıladığı tehdide karşı son dönemde büyük bir güç kaybeden Bağdat merkezli Irak Hükümeti’nin de uluslararası arenada siyasi olarak geri plana itilmesi, Barzani’nin cesaretlenmesini sağlamış ve 25 Eylül referandumuna giden yolu açmıştır.

REFERANDUM SÜRECİ

   Irak referandumu Barzani tarafından 2016 yılında ortaya atılan ve 2017 Eylül’ünde %92,73 oranında Evet, %7,27 oranında Hayır cevabı ile sonuçlanan halk oylamasıdır. Barzani, bağımsızlık vaktinin artık geldiği ve Kürt halkların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme (self determinasyon) hakkına[2] dayanarak Kürdistan’ı oluşturmaları gerektiğine inanmaktadır. Ancak sonucuna gelindiğinde Barzani’nin kişisel politikalarının bir ürünü olarak ortaya çıkan bu referandum hem Barzani’nin siyasi olarak zayıflamasına hatta istifa etmesine hem ABD’nin Barzani’ye olan desteğini kesmesine hem de IKBY’nin elinde bulunan doğal kaynaklarını kaybetmesine neden olmuştur.

   Öncelikle Barzani’ye göre referandum bir bağımsızlık ilanı değildir. Referandumun asıl amacı halkın isteklerinin ne boyutta olduğunu ölçmek ve emperyalist güçlerin retorikten ibaret söylemlerinin yerini somut gerçeklerin almasını sağlayabilmektir. Ancak Barzani’ye göre “ertelenen bir rüya” olarak dile getirilen Kürt halkının bağımsızlığı, ABD ve diğer komşu ülkeler için ciddi bir güvenlik sorunu olarak algılanmıştır. Güvenlik sorunlarını tetikleyen en temel durum ise; sözde Kürdistan kurma hayali peşinde yürüyen, özellikle IŞİD olmak üzere, terör gruplarının oluşumundan kaynaklanmaktadır.

   Özellikle ABD’nin desteğini alarak kurulan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) üzerinde, ABD tarafından bir yandan İran destekli Kürtlerin, referandum sürecinde belirleyicilik durumunu engelleme politikası izlenirken bir yandan da Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bölgede ‘hareket alanını kısıtlama’ politikası izlenmiştir. ABD’nin bu politikası Irak’ta bulunan ve çok sayıda İran milislerini de içinde barındıran Haşdi Şabi Örgütü ile sağlanmaya çalışılmıştır. Haşdi Şabi örgütünün Musul ve Kerkük’ün alınmasında etkili olması örgütün bölgedeki otoritesini özellikle de karizmasını attırmış, ABD ise karar karşısında örgütün bu konumunu fırsata çevirmiştir. Bu süreçten sonra ABD, IKBY’ye YPG ile destek vermeye devam etse de Irak hükümeti ile sıkı bir diplomasi çerçevesinde “İbadi’nin siyasi pozisyonunu Irak’ta güçlendirme, kendi müttefikleri ile İbadi arasında ikili ilişkileri oluşturma” politikası benimsenmiştir. Desteğini IKBY’den (Bağdat), İbadi yönetimindeki Irak Hükümeti’ne (Erbil) çeviren ABD, Bağdat – Erbil arasındaki gerginliğin, Batı yanlısı İbadi’nin yönetimi ile son bulacağını savunmuştur. ABD Hükümeti bu politikada diplomatik araç olarak “baskıyı” kullanmıştır.

   Bahreyn, Suudi Arabistan ve İsrail, ABD’ye destek olmuş, karar karşısında batı yanlısı bir politika izlemişlerdir. Türkiye ve İran da bağımsızlık kararına olumsuz tepki göstermiştir. Ancak sonrasında İsrail, kararından saparak Irak’ın bağımsızlığının gerçekleşmesini onaylayan bir siyaset izlemiştir. Çünkü referandum Arap dünyasının dağılmasını amaçlayan politikalarının hayata geçirilmesini sağlama yolunda İsrail için önemli bir dönemeç olmuştur.

   İbadi yönetimindeki Irak Hükümeti de bu durumu yasadışı, anayasaya aykırı olarak kabul etmiş, kararı “sonuçları bakımından yok hükmünde” saymıştır. Aynı zamanda referandum, IŞİD terör örgütünün ayrılıkçı hareketlerini destekleyen faaliyet olarak nitelendirilmiştir. IKYB bu karardan dönmediği müddetçe, Irak Hükümeti’nin bu duruma karşı silahla karşılık vereceği de önemle vurgulanmıştır.

   Komşu ülkeler olan Türkiye ve İran’da da durum aynı boyutta seyretmiştir. İki ülkede kararın onaylanması durumunda “karşı çıkma politikası” izleyeceklerini belirtmişlerdir. Kendi devletlerinde yaşayan Kürt halklarının ayaklanmasını göz önünde bulunarak, bu durumun iç işlerine zarar verdiğini ve kararın gayri meşru olduğunu savunmuşlardır. Referandumun, Kürt halklarının bir başkaldırısı olabileceğini öne sürmüşler ve bu durumunda devletlerarası krize yol açabileceğini iddia etmişlerdir. Türkiye, Irak’ın petrollerini, kendisi üzerinden dünya pazarlarına ulaştırması durumunu bir koz olarak kullanmıştır. Binali Yıldırım da bir konuşmasında[3], Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile seviyeli bir diplomasi izlendiğini öne sürmüştür. Aynı zamanda devletlerarası bir çatışmanın da olmadığına vurgu yaparak, çeşitli bölgelere düzenlenen faaliyetleri “Noktasal Operasyonlar” olarak tanımlamıştır.  İran ise karşı çıkma politikasını Türkiye’den daha çok benimsemiştir. İki ülkenin ortak endişesi olan Kürt halkı ayaklanmalarının yanı sıra, İran’ın bölgedeki tek müttefiki olan Irak Hükümetinin sınır ve etki alanlarının daralması da İran’ı daha büyük bir endişeye sürüklemiştir.

   Tüm bu muhalif duruma karşı Barzani’nin burada unuttuğu en önemli husus, hükümet içerisindeki parçalı yapı olmuştur. Özellikle partiler arasındaki bölünmüşlükler bu durumu daha çok etkilemiştir. Barzani’nin dikkate almadığı ya da farkına varamadığı bu durum, seçimlerin ertelenmesi ve hükümsüz ilan edilmesinin yanı sıra, Barzani’yi hiç beklemediği bir sonuca sürüklemiştir. Erbil hükümeti karşısında muhalifliğini güçlendirmekten ziyade bu iç bölünmüşlüğü fırsat olarak değerlendiren Bağdat Hükümeti, Barzani’nin güç kaybetmesine sebep olmuştur. Bununla birlikte Barzani’nin istifası da gerçekleşmiştir.

SONUÇ

   25 Eylül referandumu “ABD Merkezli” ilerlemiştir. Referandum sürecine kadar ABD desteği ile hareket eden Erbil merkezli Barzani yönetimi, referandumun gerçekleşmesinden sonra, ABD’nin bu durumu terör faaliyetlerinin ayrılıkçı hareketlerine destek olma varsayımına dayandırması, Barzani’yi daha farklı bir sonuca itmiştir ve bu durum Barzani’nin uluslararası arenada ciddi manada siyasi güç kaybetmesine sebep olmuştur. Bölgedeki Suudi Arabistan, Bahreyn gibi diğer ülkelerin ABD’nin yanında yer alması da Barzani’yi bu süreçte yalnızlaştırmıştır. Bu durumdan faydalanmak isteyen Irak yönetimi de batı yanlısı bir politika izleyerek, ABD’nin kendi safında yer almasını sağlamıştır. Böylece Bağdat ve ABD, Erbil’e karşı bir duruş sergilemişlerdir. Bağdat’ın buradaki amacı Erbil yönetimini, Bağdat yönetimine ekleyerek, ülkede tek bir elden yönetim sağlamak olmuştur.

   Güç dengesinin çok fazla değişkenlik gösterdiği bu dönemde, bölgedeki Rusya-Suriye müttefikliğinin son durumundan faydalanmak isteyen ABD Suriye, İran ve Irak içerisinde yer alan Kürtleri müttefikleri saymakta ve peşmergeleri göz önüne almaksızın oluşacak federal bölgeleri de desteklemektedir. Buradan yola çıkarak ABD’nin referanduma olan tepkisi zamanlamanın yanlış olmasından kaynaklanmaktadır. Aksi takdirde ABD, farklı bir politikaya yönelmeyi istememektedir. Çünkü ne petrolden vazgeçme şansı olabilir ne de 2018 yılında gerçekleşecek seçimlerde Irak içerisinde Şii mezhepli hükümetin hâkimiyetini kabullenebilirdi. Bölgede ABD açısından en önemli sorun, Bağdat ve Erbil yönetimlerinin farklı politikalarından kaynaklanan sebeplerden dolayı ABD elinin zayıflaması olmuştur. İki ülke arasında süregelen güvenlik sorununun üzerine, Bağdat yönetiminin iptalini istediği referandum sonuçlarının Barzani tarafından kesinlikle iptal edilmeyeceğinin dile getirilmesi iki yönetim arasındaki gerilimi tırmandıran, ABD’yi ikiliğe sürükleyen bir başka durum olmuştur.

   Özellikle referandumun en önemli sonucu olarak gösterilebilecek durum ise; tartışmalı bölgelerde de sandık kurulması olmuştur. Burada “Kerkük” dikkat çekmektedir. ABD, ‘Kerkük’ün tartışmalı bir bölge olduğunu IKBY’ne defalarca önemle vurgulamış ancak IKBY’nin askeri kuvvetlerinin daha baskın olduğu düşüncesiyle burada faaliyete geçmesiyle, ABD tarafından Haşdi Şabi örgütü ile bölgede güç kullanımı gerçekleşmiştir. Bu güç kullanımı sonrasında ABD’nin istekleri doğrultusunda İbadi yönetimi büyük bir siyasi güç elde etmiştir ancak hem IKBY askeri kuvvetlerinin Irak karşısında tahrip edilmiş hem de Haşdi Şabi örgütünün etki alanlarını arttırması ve sınırlarını genişletmesi, örgüt içerisinde yer alan İranlı milislerin karizmasının artmasına etkide bulunmuştur. Bu durum da İran’ın bölgedeki hareket alanının genişlemesine yol açmıştır. Diğer yandan ABD, bölgede Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni denetimi altına almaya çalışırken aynı zamanda Haşdi Şabi örgütünün içinde bulunan İranlı milisleri de örgütten ihraç etmeye yönelik politika izlemiştir.

   Komşu ülkeler Türkiye ve İran’da ise referanduma karşı “itiraz diplomasisi” izlenmiştir. Özellikle sınır değişiminden korkan iki ülke sınır değişikliklerinin “domino etkisi” yaratmasından ve bu etki ile diğer Kürt halklarının da bağımsızlık söylemi altında toprak talep etme durumlarının oluşmasından duydukları endişeden kaynaklanmaktadır. Duydukları endişe doğrultusunda Türkiye ve İran, askeri tatbikatları ön plana çıkartmışlar, sınır kapılarını kapatmışlardır. Bunun yanı sıra IKBY’ye karşı ekonomik yaptırım araçlarını koz olarak kullanabileceklerini de iddia etmişlerdir. Türkiye bu konuda İran’dan daha ayrıcalıklı bir duruma sahiptir. Türkiye, Irak petrollerinin dünyaya pazarlanmasında stratejik bir öneme sahiptir ve petrol ile dünya pazarları arasında köprü görevi görmektedir. İran ise Türkiye’ye nazaran askeri güç kullanmaya daha müsait bir ülkedir. Bu politikasını da Haşdi Şabi örgütü aracılığıyla gerçekleştirmektedir.

   Irak referandumu, ABD ve bölge ülkelerin tutumları bağlamında incelendiğinde olumsuz karşılanan, tepki gösterilen, sonuçları bakımından da IKBY’yi büyük bir zarara uğratan bir olay olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tepkinin nedeni Barzani’nin referandum için doğru zamanı ayarlayamaması ve referandum kararının belli bir plan, program çerçevesinde gerçekleşmemesinden kaynaklanmaktadır. Burada yapılması gereken şey, ABD’nin bölge ülkelerle, bölge ülkelerinin de “Akıllı Güç” stratejisi çerçevesinde birbirleriyle seviyeli bir diplomasi izlemeleri gerektiğidir. Bu diplomasi ile ülkeler arasında oluşacak iş birliği, referandum kararının ertelenmesinden sonra, iptalinin gerçekleşmesini de sağlayabilecek niteliktedir.

[1] RUDAW, “Kurdistan’s independence referendum explained”, 25 Eylül 2017.

[2] BBC, “Iraklı Kürtlerin bağımsızlık referandumu hakkında bilmesi gerekenler”, 25 Eylül 2017.

[3] Demirel Bahar, “Başbakan Yıldırım: Savaşa girmiyoruz, bunlar noktasal operasyonlar”, Hürriyet, 29 Eylül 2017.

Ayşenur SARISÜNBÜL
Araştırma Asistanı

Kaynakça:

  • NIXON,John,(2017), “Başkanı Sorgulamak”, Angın Yayınları, İstanbul
  • ARI,Tayyar,(2014), “Geçmişten Günümüze Ortadoğu; Siyaset, Savaş ve Diplomasi”, Dora Yayınları, Bursa
  • ORAN,Baskın,(2015), “Türk Dış Politikası”, İletişim Yayınları, İstanbul

Sosyal Medyada Paylaş

Sabri Versan
Sabri Versan
EditörDokuz Eylül Üniversitesi İstatistik Girişimci

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...

Sığınmacıların Ev Sahibi Ülkelere Katkıları: Türkiye’deki Suriyeliler

Sena Özdemir Göç Çalışmaları o-Staj Programı ÖZET İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanan...