AB Lizbon (Reform) Anlaşması

Kurulduğundan bu yana ekonomik, siyasi ve sosyal bütünleşme yolunda önemli ilerlemeler kaydeden Avrupa Birliği, hem mevcut durumun sürdürülebilirliğini sağlamak, hem de gelecek dönemde, genişlemenin yanı sıra iklim değişikliği, demografik dönüşümler, enerji güvenliği ve terörizmle mücadele gibi küresel zorluklarla da başa çıkabilmek için yeni bir yapılanmaya ihtiyaç duydu. Bu ihtiyaç karşısında, öncelikle 2004 yılında üye Ülkeler tarafından imzalanan Avrupa Anayasası gündeme geldi. Ancak 2005 yılında Anayasanın Hollanda ve Fransa’da gerçekleştirilen referandumlar sonucunda reddedilmesi ile iki yıllık bir gözden geçirme sürecine girdi. Bu sürecin sonucunda ise; “Anayasa” olarak adlandırılmayan, Birliğin sembolleri, marşı, bayrağı gibi unsurların çıkarılması ile yeniden düzenlenen Lizbon Antlaşması ortaya çıktı ve 27 AB üyesinin onayına sunuldu.  Lizbon Antlaşması’nın 2008 yılında İrlanda’daki referandum sonucunda reddedilmesiyle başlayan tıkanıklık ise, 2 Ekim 2009 tarihinde İrlanda‘da gerçekleşen ikinci referandumdan evet oyu çıkması sonucu giderildi. Bu kapsamda, İngiltere, Çek Cumhuriyeti, İrlanda ve Polonya’nın Antlaşmaya ilişkin çekinceleri, bu ülkelere özellikle Temel Haklar Şartı konusunda sağlanan çeşitli garantiler ve derogasyonlarla giderildi.

Birlik organlarını daha şeffaf ve etkili bir duruma getirme, Birliğin aldığı kararların demokratik meşruiyetini artırma ve temel hakların Birlik alanında korunması konusunda iyileştirmeler sağlama, Lizbon Reform Antlaşması’nın erişmek istediği en önemli hedeflerdir. Bu bakımdan Lizbon Antlaşması, olumsuz neticelenen referandumlardan dolayı yürürlüğe giremeyen Avrupa Birliği Anayasa Antlaşması ile aynı amaçlara yönelmektedir. Lizbon Antlaşması, içerik bakımından da Avrupa Birliği Anayasa Antlaşması ile önemli ölçüde örtüşmektedir.

Lizbon Antlaşması’yla,  Avrupa Birliği’nin gelişim seyri yeni bir mecraya girmiştir. Lizbon Antlaşması bir bakıma, 2004 ve 2007 yıllarında yeni devletlerin katılımı ile üye sayısı on beşten yirmi yediye çıkan Avrupa Birliği’nin karşılaştığı sorunlara bir yanıt niteliğindedir.  Ancak Avrupa Birliği’nin bu son dönemde yaşadığı genişleme süreci ile karşı karşıya kaldığı sorunların çözümü yolundaki çabalarının daha eskiye dayandığı görülmektedir. 25 Ekim 2004 tarihinde Birlik üyesi ülkeler tarafından Roma’da imzalanan Avrupa Birliği Anayasa Antlaşması,  bu sorunlara kapsamlı bir çözüm arayışının ilk somut ifadesi olarak görülebilir. Fakat Avrupa Birliği’nin hedeflediği bütünleşme sürecini güvence altına alarak, son genişleme dalgası ile ortaya çıkan sorunların çözümünde kilit bir rol üstlenmesi beklenen bu anayasa taslağı, 2005 yılında Fransa ve Hollanda’da gerçekleştirilen referandumların olumsuz sonuçlanması nedeniyle yürürlüğe girememiştir.4 Böylelikle, Avrupa Birliği’nin gerek iç işleyişini önemli ölçüde kolaylaştırması gerekse de 21. yüzyılda dünya politikasında daha güçlü bir aktör olarak boy göstermesi bakımından büyük önem atfedilen Avrupa Birliği Anayasası’ndan beklenen neticeler elde edilememiştir. Ancak Avrupa Birliği bünyesindeki reform çalışmalarının sadece Lizbon Antlaşması ve Avrupa Birliği Anayasası’ndan ibaret olmadığını da belirtmek gerekir.

Avrupa Birliği’nin ekonomik, kültürel ve sosyal bütünleşme sürecine yeni bir ivme kazandırması hedeflenen Lizbon Antlaşması, Maastricht, Amsterdam ve Avrupa Birliği Anayasası Antlaşmaları’ndan farklı olarak, Avrupa Birliği için yeni bir antlaşma metni niteliğinde olmayıp, mevcut Avrupa Birliği Antlaşması’nı (ABA) ve Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşma’yı (ATA) değiştiren hükümler içermektedir. Lizbon Antlaşması bu nedenle, Avrupa Birliği Reform Antlaşması olarak da adlandırılmaktadır. Lizbon Antlaşması ile ABA’nın ismi muhafaza edilirken, ATA’nın ismi Avrupa Birliği’nin Çalışma Usulüne İlişkin Antlaşma (ABÇUİA) olarak değiştirilmiştir. Kurucu antlaşmaların isminde gerçekleştirilen bu değişikliklerin dışında, Avrupa Birliği’ne temel teşkil eden bu iki antlaşmanın metinlerinde de önemli değişiklikler yapılmış, antlaşmalara yeni hükümler eklenmesinin yanı sıra birçok maddenin numarası değiştirilmiştir. Lizbon Antlaşması’nda ayrıca, ABA ve ABÇUİA’nın aynı düzeyde olduğu ve Avrupa Birliği’nin tek bir tüzel kişiliğe sahip olduğu ifade edilmiştir. Avrupa Birliği Anayasası’nda öngörüldüğü gibi Lizbon Antlaşması’nda da, üç sütunlu yapı tek çatı altında birleştirilmiş; “Topluluk” ifadesi terk edilerek “Avrupa Birliği” adı altında tek bir kurumsal çerçeve oluşturulmuştur.

Esas olarak ABA ve ATA üzerine kurulu Lizbon Antlaşması, AB Anayasası Antlaşması’ndan farklı olarak AB Temel Haklar Şartı’nı içermemekte, bu şarta sadece atıfta bulunmaktadır. Lizbon Antlaşması’nın 6. maddesinin 2. fıkrası ayrıca, Avrupa Birliği’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin tarafı olacağını belirtmektedir.

İçerik bakımından ise, Lizbon Antlaşması’nın çok küçük farklılıklar dışında 2004 yılında kabul edilen Avrupa Birliği Anayasası’nın içeriğini aynen benimsediği görülür. Dikkat çeken bir diğer nokta, Lizbon Antlaşması’nın Avrupa Birliği Anayasası’nda devletsel bir yapılanmayı çağrıştıracak şekilde kullanılan bazı kavramları kullanmaktan özellikle imtina etmesidir. Bunların başında, anayasa, bayrak ve marş gibi kavramlar gelmektedir. Zira genel kanı, Avrupa Birliği Anayasası’nın onay sürecinde sorunlar yaşanmasının en önemli nedeninin, Anayasa metninde yeni bir devletsel yapılanmayı çağrıştıracak ibarelerin varlığının Birlik vatandaşlarının ulusal devletlerin egemenliğini yitireceğine dair korkularını körüklediği olmuştur. Bu bağlamda Lizbon Antlaşması’nı pragmatik bir reform antlaşması olarak nitelemek yanlış olmayacaktır. 11 Birliğin daha demokratik, etkili ve şeffaf bir yapıya kavuşturulması, Avrupa Birliği Anayasası’nda olduğu gibi Lizbon Antlaşması’nda da erişilmek istenen en temel hedefler olarak belirlenmiştir. Lizbon Antlaşması’nda yer alan hükümler, bu antlaşmanın yürürlüğe girebilmesini yirmi yedi üye devletin tamamının antlaşmayı onaylamasına bağlamıştır. Üye ülkelerin iç hukukları çerçevesinde bu antlaşmayı onaylayarak, antlaşmanın yürürlüğe girmesi için öngörülen en son tarih ise, 1 Ocak 2009 olarak belirlenmiş idi. Ancak, Lizbon Antlaşması’nın zorunlu olarak halkoylamasına sunulacağı tek ülke olan İrlanda da 12 Haziran 2008 tarihinde gerçekleştirilen referandumda alınan olumsuz sonuçlar, bu antlaşmanın planlanan tarihte yürürlüğe girmesine engel olmuştur. Kasım 2009 itibarıyla, Lizbon Antlaşması’nın yirmi beş üye devletteki iç hukuk onay süreci tamamlanmış, iki devlette ise durum farklılık arz etmekte idi. İrlanda Anayasası hükümleri gereği, uluslararası antlaşmaların yürürlük kazanabilmesi için halkoylamasına sunulması gerekli olduğundan, başarısızlıkla sonuçlanan ilk referandumun ardından İrlanda, bu anlaşmayı 2 Ekim 2009 tarihinde ikinci kez halkoylamasına sunmaya karar vermiştir. Lizbon Antlaşması’nın kaderini belirlemesi açısından hiç kuşkusuz büyük önem taşıyan bu halkoylaması olumlu sonuçlanmıştır. İrlanda’dan elde edilen bu sonuçlar, Avrupa Birliği’nin anayasa taslağının onay sürecinde yaşadığı hayal kırıklığının tekrarlanmasına da engel olmuştur. Halkoylamasının akabinde, İrlanda Altmeclisi 10 Ekim 2009 tarihinde Lizbon Antlaşmasını onaylamıştır. İrlanda Senatosu ve devlet başkanının da onayının alınması ile, 23 Kasım 2009 tarihinde Lizbon Antlaşması’nın İrlanda’daki iç hukuk onay süreci tamamlanmıştır. Lizbon Antlaşması’nın iç hukuk çerçevesinde onay sürecinin Kasım 2009 itibarıyla henüz tamamlanamadığı diğer bir ülke ise, Çek Cumhuriyeti idi. Gerçi bu tarihte Lizbon Antlaşması, Çek Cumhuriyeti’nin yasama organlarınca onaylanmış, ancak devlet başkanı tarafından henüz imzalanmamış idi. Burada belirtilmesi gereken diğer bir husus, 2 Ekim 2009 tarihinde İrlanda’da gerçekleşen referandumdan önce Lizbon Antlaşması’nın Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nin parlamentolarınca zaten onaylandığı, ilgili devlet başkanlarının ise, İrlanda’daki referandumun sonucuna göre bu antlaşmayı imzalayıp imzalamayacağına karar vereceğini belirtmiş olduğudur. Nitekim 10 Ekim 2009 tarihinde Polonya devlet başkanı, Lizbon Antlaşması’nı onaylamıştır. Çek Cumhuriyeti’nin devlet başkanı ise, ülkesine AB Temel Haklar Şartı konusunda ülkesine muafiyetler tanınmadıkça bu antlaşmayı onaylamayacağını belirtmiştir. Çek Cumhuriyeti devlet başkanının bu açıklamasından önce ise, Lizbon Antlaşması’nın ve bu antlaşmanın kabulüne ilişkin yasaların anayasaya aykırılığı iddiasıyla Çek Cumhuriyeti anayasa mahkemesinde Eylül 2009’da iki dava açılmış idi. 29 Ekim 2009 tarihinde gerçekleşen zirvede Avrupa Birliği devlet ve hükümet başkanlarının Çek Cumhuriyeti’nin Temel Haklar Şartı konusunda talep ettiği muafi yetleri kabul etmesi ve Çek Cumhuriyeti anayasa mahkemesinin 3 Kasım 2009 tarihinde verdiği kararda Lizbon Antlaşması’nın anayasaya aykırı olmadığı sonucuna varması, 3 Kasım 2009 tarihinde Çek devlet başkanının Lizbon Antlaşması’na onay vermesini sağlamıştır. 13 Kasım 2009 tarihinde ise, onay belgeleri Çek Cumhuriyeti tarafından depoziter devlete teslim edilmiştir. Yeni ABA’nın 54. maddesinin 2. fıkrası gereği Lizbon Antlaşması, antlaşmayı iç hukuku çerçevesinde onaylayan son devlet olan Çek Cumhuriyeti’nin onay belgesini teslim ettiği ayı takip eden ayın ilk günü, yani 1 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Tek bir tüzel kişilik

Avrupa Birliği (AB) tüzel kişilik haline geldi. “Avrupa Topluluğu” ibaresi “Avrupa Birliği” olarak değiştirildi. Avrupa Birliği, Topluluğun yerine geçerek tüm hak ve yükümlülüklerini devraldı.

Avrupa Birliği Antlaşması adını aynen muhafaza ederken, Avrupa Topluluğunu kuran Antlaşma ise “Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Antlaşma” haline geldi. [1]

Kurumsal Yapı:

Avrupa Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi Başkanlığı (AB Başkanlığı)

Lizbon Antlaşması ile ilk kez daimi bir Avrupa Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi Başkanlığı (AB Başkanlığı) görevi oluşturuldu. Üye ülkeler tarafından 2,5 yıllığına ve en fazla iki dönem için seçilecek Başkanın, Birliğin politikalarında devamlılık sağlanması, üye ülkeler arasında eşgüdümün kolaylaştırılması ve AB’nin istikrarına katkıda bulunması hedeflendi. Başkan, ortak dış politika ve güvenlik politikasını ilgilendiren meselelerde Birliği dışarıda temsil edecek. AB Konseyi Başkanı’nın rolü diğer ulusal makamlardan farklılık arz edecek. Başkan’ın görev süresi sadece bir kez yenilenebiliyor. Lizbon Antlaşması’nın 15. maddesine göre; AB Konseyi Başkanı’nın görev ve sorumlulukları:

  1. AB Komisyonu Başkanlığı ile işbirliği içinde AB Konseyi’nin çalışmalarının sürekliliğini sağlamak.
  2. Yılda iki kez toplanan AB Konsey Zirvesi için hazırlıkları yürütmek.
  3. AB Konseyi içinde uyumu sağlamak.
  4. Konsey toplantılarının ardından Avrupa Parlamentosu’na raporlama yapmak.
  5. Dış İşleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi’nin görevi ile çelişmeyecek ve ona bağlı kalacak şekilde AB’yi ortak dış ve güvenlik politikası alanında temsil etmek.

AB liderlerinin ortak kararı ile Birliğin ilk başkanı olarak, Belçika Başbakanı Herman Van Rompuy seçildi.

Hâlihazırda 6 aylık dönemler içinde yürütülen Avrupa Birliği Dönem Başkanlığı sistemi yerine üç üye ülkenin 18 aylık ortak bir çalışma programı hazırlamalarını öngören üçlü başkanlık sistemi getirildi.

Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi

Lizbon Antlaşması ile getirilen bir diğer kurumsal yenilik ise AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi atanmasıdır. AB Dışişleri ve güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisinin aynı zamanda Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcılığı görevini de üstlenmesi öngörülüyor. Avrupa’ya uluslararası arenada tek bir ses sağlanması ve görünürlük kazandırılması amacıyla oluşturulan yeni göreve, İngiliz Barones Catherine Ashton getirildi. Lizbon Antlaşması’nın 18. ve 27. maddelerine göre Yüksek Temsilci; dış politika ile ortak savunma politikasının yönlendirilmesinden sorumlu olacak. Ayrıca, Birliği Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası alanında uluslararası arenada temsil edecek. Görev süresi (beş yıl) olacak. AB’nin üçüncü ülkelerdeki ve uluslararası örgütler nezdindeki temsilcilikleri bu makama bağlı çalışacak.

Yüksek Temsilci üç ayrı işlevi birden yerine getirecek:

– Konsey’in Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası Temsilcisi

– Dış İlişkiler Konseyi Başkanı

– Komisyon’un Başkan Yardımcısı

Dış Politika:

Lizbon Antlaşması’yla yeni bir Avrupa Dış İlişkiler Birimi (EEAS) kuruluyor. Çalışmalarını üye devletlerin dışişleri birimleriyle işbirliği içinde sürdürecek olan birimin personeli, Konseyin ve Komisyonun genel sekretaryalarından resmi görevliler ile üye devletlerin ulusal diplomatik birimlerince geçici süreyle görevlendirilecek personelden oluşacak. Antlaşma uyarınca, Dış İlişkiler Birimi’nin teşkilatı ve işleyişi, Konsey tarafından alınacak bir karar doğrultusunda tespit edilecek. Bunu yaparken Konsey, Avrupa Parlamentosu ile yapılacak istişareyi ve Komisyondan alınacak onayı takiben Yüksek Temsilcinin teklifiyle harekete geçecek.

Lizbon Anlaşmasının AB’ye tüzel bir kişilik kazandırması ile AB artık kendi adına uluslararası anlaşmalar imzalayabilecek ve uluslararası örgütlere katılabilecek.

Lizbon Antlaşması, Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’nı, Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikası’nın bir parçası olarak kabul etmekte ve bu konuda farklı karar alma süreçleri oluşturuyor. Bunlar içinde, Üye Ülkelerden birinin terörist bir saldırıya uğraması durumunda, AB ve diğer Üye Ülkeleri ortak hareket etmeye çağıran “dayanışma maddesi” de yer alıyor. Ayrıca, “güçlendirilmiş işbirliği” ile kümelenerek bir araya gelen üye ülkeler arasında dış politikada daha fazla işbirliği sağlanabilecek.

Kurumsal İşleyiş:

Antlaşma ile doğrudan AB hakları tarafından seçilen Avrupa Parlamentosu’nun (AP) yetki sahası genişletilmekte ve AP’ye uluslararası antlaşmalar, AB bütçesi ve mevzuatıyla ilgili daha fazla söz hakkı veriliyor. Antlaşma, hâlihazırda 785 olan AP üye sayısını 751 üye ile sınırlıyor. Buna göre; ülke başına düşen üye sayısı en az 6 en fazla 96 olabilecek. Bunu yanı sıra, AB’de olağan yasama usulü olarak tanımlanan ortak karar alma (codecision) usulünün kapsamının genişletilmesi ile karar alma mekanizmalarında Parlamento’nun AB Konseyi ile eşit söz hakkına sahip olması ve bu şekilde AB’nin demokratik meşruiyetinin güçlendirilmesi hedefleniyor. Ayrıca, Parlamento’ya Avrupa Komisyonu Başkanı’nı seçme yetkisi de tanınıyor.

Avrupa Komisyonu’nun oluşumunda ise bir değişiklik öngörülmüyor. Komisyon’da her üye ülkeden bir temsilci yer almaya devam edecek. Bununla birlikte, Komisyon Başkanı adayları seçimi ile Avrupa seçimleri sonuçları arasında doğrudan bir bağ kuruluyor.

Karar Alma Süreci:

Lizbon Antlaşması’nın Konsey’in işleyişine yönelik getirdiği temel değişiklik karar alma sürecine ilişkindir. Antlaşma ile; Konsey’de daha etkin bir işleyiş ve esneklik sağlanması amacıyla nitelikli çoğunluk sistemi esas oylama yöntemi haline getirildi. [2]

Bugüne kadarki uygulamaya göre, Konseyde nitelikli çoğunluk temelinde oylama yapıldığında her bir üye devletin kullanacağı oy sayısını (en büyük dört üye ülke için 29 oy ile başlayıp en küçük üye ülke için 3 oya tekabül eden bir aralıkta) Antlaşmanın kendisi önceden tespit etmekteydi. Bu sistemin uygulanmasına, Kasım 2014’e kadar devam edilecek.

Bu tarihten itibaren Konseyin çoğu kanunu kabul ederken (Antlaşmanın özellikle oybirliği veya basit çoğunluk gerektirdiği haller dışında) başvuracağı nitelikli çoğunluk tanımı da değişecek ve bu tarihten itibaren ‘çifte çoğunluk’ uygulamasına geçilecek.  Diğer bir deyişle, bir kanunun kabul edilebilmesi için o kanunun AB üyesi devletlerin en az %55’i (yani 27 üyeden 15’i) ve AB nüfusunun en az %65’i tarafından desteklenmesi gerekecek. . Engelleyici azınlık, üye devletlerden en az dördünü içermek zorunda; ancak, Kasım 2014 ile Mart 2017 tarihleri arasında üye devletlerden herhangi biri, yeni getirilen çifte çoğunluk sistemi yerine mevcut ağırlıklı oy sisteminin kullanılmasını talep edebilecek.

Bununla birlikte Konsey’e, Avrupa mevzuatı üzerinde yapacağı görüşmeleri ve oylamaları, kamuya açık şekilde yapma zorunluluğu getiriliyor.

Vatandaşlık İnisiyatifi:

Antlaşma ile Avrupa vatandaşlarına AB politikalarının oluşturulması aşamasında daha fazla söz hakkı veriliyor. Bu çerçevede “Vatandaşların İnisiyatifi” olarak adlandırılan mekanizma ile AB üye ülkelerinde 1 milyon imza toplandığı takdirde, vatandaşlar, AB’nin yetki alanındaki herhangi bir alanda Komisyon’un bir yasa teklifi hazırlanmasını talep edebilecek. [3]

2+Ulusal Parlamentolara Yeni bir Rol:

Lizbon Antlaşması, ulusal parlamentolara da Avrupa kurumlarının çalışmalarına daha fazla müdahil olma hakkı veriyor. Bu kapsamda bilhassa AB’nin kararları vatandaşa en yakın düzeyde almasını içeren yetki ikamesi ilkesi (subsidiarity) güçlendirilerek, ulusal parlamentolara, bu ilkeye uygun olmadıklarını düşündükleri yasa tekliflerine karşı AB’yi göreve çağırma yetkisi veriliyor. Bu kapsamda şayet ulusal parlamentoların üçte biri teklifin yetki ikamesi ilkesine uymadığını düşünüyorsa, Komisyon’un tasarıyı yeniden gözden geçirmesi gerekecek. Ulusal Parlamentoların itirazına rağmen, Komisyon’un teklifi yine de devam ettirmesi halinde ise, Komisyon gerekçelerini açıklamak durumunda kalacak ve Avrupa Parlamentosu ve Konsey yasama sürecine ilişkin son kararı verecek.

Kurucu Antlaşmaların Değiştirilme Usulü

Avrupa Birliği’ne temel oluşturan antlaşmaların değiştirilmesi hususuna, YABA’nın 48. maddesinde yer verilmiştir. Bu maddede antlaşmaların değiştirilme usulü, olağan ve basitleştirilmiş değiştirme usulü (ordentliches – vereinfachtes Änderungsverfahren) adlarıyla iki başlık altında toplanmıştır. Her iki değişiklik usulünde de ortak olan nokta, yapılan antlaşma değişikliklerin yürürlüğe girebilmesi için ilgili devletlerin iç hukuk kurallarınca uygunluğunun onaylanma zorunluluğudur. Olağan değiştirme usulünde, kural olarak antlaşmaların herhangi bir hükmü değiştirilebilir. Buna karşın basitleştirilmiş değiştirme usulü çerçevesinde, sadece belirli antlaşma hükümleri değiştirilebilir. YABA’nın 48. maddesinin 2-5. fıkralarında düzenlenmiş olan olağan değiştirme usulü çerçevesinde, herhangi bir üye devletin hükümeti, Avrupa Parlamentosu veya Komisyon, antlaşma değişikliğine ilişkin tasarısını Konseye sunar. Bu değişiklik tasarısı, daha sonra Konsey tarafından Avrupa Konseyi’ne iletilip, ulusal parlamentolar bu tasarılardan haberdar edilir. Daha sonra Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu ve Konsey’in bu tasarı hakkındaki görüşünü alıp, bu değişiklik tasarısına ilişkin basit çoğunlukla bir karar alır. Avrupa Konseyi’nin bu kararını takiben, Avrupa Konseyi’nin başkanının çağrısı üzerine ulusal parlamentoların temsilcileri, üye devletlerin devlet ve hükümet başkanları, Avrupa Parlamentosu ve Komisyon’un temsilcilerinden oluşan bir kurul toplanır. Bu kurul öncelikle değişiklik tasarılarını inceleyerek, uzlaşım usulüyle belirleyeceği tavsiyeleri hükümetlerin temsilcilerinin katılacağı konferansa bildirir. Bu konferansta son şekli verilen antlaşma değişiklikleri, üye ülkelerdeki onama sürecinden sonra yürürlüğe girer. Basitleştirilmiş değişiklik usulü, olağan değişiklik usulüne göre çeşitli açılardan farklılıklar içermektedir. YABA’nın 48. maddesinin 6. fıkrasına göre, üye devletlerin onayı alındıktan sonra Avrupa Konseyi alacağı bir karar ile ABÇUİA’nın üçüncü kısmında yer alan hükümlerin tümünü veya bir kısmını değiştirebilir. Bunun yanı sıra 48. maddenin 7. fıkrasında, Avrupa Konseyi’nin Avrupa Parlamentosu’nun onayını aldıktan sonra oybirliği ile vereceği bir kararla, oybirliği yerine nitelikli oy çoğunluğuyla karar alabileceği, antlaşmaları da bu hükme dayanarak değiştirebileceği belirtilmiştir. 48. maddenin 7. fıkrasında dile getirilen bu imkânın hayata geçirilmesinin şartı ise, ilgili önerinin tüm ulusal parlamentolar tarafından kabulüdür.

Birliğe Giriş ve Birlikten Ayrılma

YABA’nın 49. ve 50. maddelerinde yer alan düzenlemelerle Birliğe giriş usulü ve Birlikten ayrılma imkânı ele alınmıştır. 50. maddede yer alan düzenleme ile Lizbon Antlaşması, uzun bir süredir çeşitli tartışmalara neden olmuş, üye bir devletin Birlikten ayrılma imkânının mevcudiyeti konusundaki soruyu kesin bir şekilde cevaplamıştır.32 Lizbon Antlaşması’nın bu hükmüne göre, Birlikten ayrılıp ayrılmama konusunda esas olarak ilgili devletin iradesi belirleyicidir. Bir başka deyişle, üye bir devletin tek taraflı irade beyanı bu devletin Birlikten çıkabilmesi için yeterlidir.33 Birlikten ayrılmanın doğuracağı hukuki sonuçlar ise 50. maddenin 2. fıkrası uyarınca, ilgili üye devlet ve Birlik arasında akdedilecek bir antlaşma ile düzenlenmelidir. Birliğin bütünleşme sürecini engelleyen veya Birliğin temel değerlerini ihlal eden veyahut diğer bir üye devlete zarar verici faaliyetlerde bulunan üye devletin Birlikten atılması hususunda gerek YABA’da gerekse de ABÇUİA’da herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu tür ihlalleri gerçekleştiren üye devlete karşı sadece YABA’nın 7. maddesinde yer alan müeyyide usulü işletilebilecektir. Burada değinilmesi gerekli bir başka husus, Birlikten daha önce ayrılmış bir üye devletin Birliğe tekrar katılabilmesi için genel katılım şartlarını yerine getirmesinin gerekli olduğudur. 34 Üye devletlere Birlikten ayrılma hakkının tanınması, Birliğe dâhil olsalar bile üye devletlerin egemenlik haklarını esasında elinde bulundurduklarının bir ifadesi olarak yorumlanabilir.35 YABA’nın 49. maddesinde ise, Birliğe giriş usulünün düzenlendiği görülür. Bu maddenin içeriği her ne kadar, ABA’nın 1 Aralık 2009 tarihinden önce yürürlükte olan metninin 49. maddesinde yer alan ifadelere benzese de, maddenin yeni düzenlemesinde daha dikkatli ifadelerin kullanılmaya çalışıldığı gözlemlenmektedir. Zira eski metinde yer alan ibareye göre, aday ülke 6. maddede yer alan ilkeleri gözetmekle mükellef kılınmış iken, YABA’nın 49. maddesi aday ülkelerin 2. maddede ayrıntılı bir şekilde ifade edilmiş olan Birliğin değerlerini gözeterek, bunları geliştirmesi yükümlülüğünden bahsetmiştir. 36 YABA’nın 49. maddesi bunun haricinde, Konseyin ilgili devletin üyeliğinin kabulü konusunda vereceği kararda “Avrupa Konseyi tarafından belirlenen kriterlerin” de dikkate alınması gerektiğine dikkat çekmektedir. Bu kriterlerden kasıt, 1993 yılında kabul edilen Kopenhag Kriterleridir. Birliğin zorlanmadan yeni üyeleri alabilme imkânı, bu kriterler arasında yer aldığından, aday bir ülkenin Birliğe kabulü için gelecekte üye ülkelerin AB’ye giriş yeterliliği tek başına yeterli olmayacak, bunun yanı sıra Birliğin gücünü kaybetmeden yeni üyeyi hazmetme kabiliyeti de objektif bir kriter olarak göz önünde tutulacaktır.

Birliğin Sembolleri

Lizbon Antlaşması’nın Avrupa Birliği Anayasası karşısında farklı bir düzenlemeye gittiği hususlar arasında en çok göze çarpanlardan biri de Birliğin sembolleridir. Nitekim Avrupa Birliği Anayasası’nda, Avrupa Birliği’nin bayrağı, marşı, sloganı (çeşitlilikte birleşmiş), para birimi ve Avrupa gününün 9 Mayıs olduğuna dair bir düzenlemeye ver verilmiş iken, Lizbon Antlaşması devletsel bir oluşumu çağrıştırabilecek bu tür düzenleme getirmekten bilinçli olarak kaçınmıştır. Bu bakımdan Lizbon Antlaşması, Birliğin sembollerini birincil hukuk çerçevesinde ele almak yerine, 1 Aralık 2009 tarihinden önce olduğu gibi bunlara ikincil hukuk kuralları çerçevesinde yer verilmesini tercih etmiştir. Bununla birlikte Lizbon Antlaşması’na eklenen bir deklarasyon ile on altı üye devlet, Birliğin bayrağı, marşı, sloganı, para birimi ve ortak gününün kendileri açısından Avrupa Birliği’nde yaşayan insanların beraberliğinin simgeleri olduğunu ve bu simgelerin Birlik vatandaşlarının Birliğe olan bağlılıklarını ifade ettiğini belirtmiştir.

TÜRKİYE İÇİN NE İFADE EDİYOR?

Lizbon Antlaşması görüldüğü üzere genişleme ile ilgili herhangi bir ifade içermiyor. Ancak Lizbon Antlaşması’nın onaylanması hem AB’nin genişleme süreci hem de Türkiye’nin üyeliği ile ilgili önemli hususlar ve Türkiye’nin üyelik yolunda izleyeceği strateji açısından önemli mesajlar içeriyor:

Lizbon Antlaşması onaylanmadan önce yürürlükte olan Nice Antlaşması sadece 27 üyeli bir AB’nin kurumsal işleyişini düzenliyordu. 27+1 olması durumunda dahi; kurumsal dengelerin bozulacağı ve Birliğin işleyişinin sekteye uğrayacağı bir ortamda, genişleme sürecinin önünün açılması için yeni bir kurumsal çerçevenin kabul edilmesi zorunluluğu bulunuyordu. Bu durum genişleme sürecinin ve Türkiye’nin üyeliğinin önünde önemli bir engel oluşturacaktı. Lizbon Antlaşması’nın onaylanması bu engeli ortadan kaldırdı.

Lizbon Antlaşması ile birlikte; kurumsal sorunlarını ve “kimlik bunalımını” aşan AB’nin yeni ülkeleri “hazmetme kapasitesi” daha kolay olacak. Türkiye’nin üyelik müzakereleri süresince pek çok kez ortaya konan “AB’nin iç sorunları” bahanesi ortadan kalktı. Lizbon Anlaşması ile beşinci genişlemenin ardından AB’de yeni bir ülkeye yer olmadığını savunan ve bunu koz olarak savunanların eli zayıfladı.

Antlaşma hükümleri ile getirilen değişiklikler çerçevesinde AB’nin karar alma süreçlerinde nüfus faktörünün önemi arttı. Antlaşma hükümlerine göre; 2014 yılından itibaren “çifte çoğunluk sistemi” (AB kararlarında üye ülkelerin yüzde 55’inin oyu (ve 27 üye ülkeden en az 15’i) ve AB toplam nüfusunun yüzde 65’ine sahip ülkelerin oyunun gerekliliğinin zorunlu koşulduğu sistem) genel kural olarak hayata geçirilecek. Bu da nüfusu kalabalık olan ülkelerin karar alma sürecindeki ağırlığının ve kararları veto etme gücünün artacağı anlamına geliyor. Ayrıca Antlaşma ile birlikte; ortak karar alma prosedürü doğrultusunda Avrupa Parlamentosu (AP) karar alma mekanizmalarında AB Konseyi ile eşit ağırlığa kavuşacak. Türkiye’nin nüfusunun önümüzdeki yıllarda tüm AB ülkelerinin nüfusundan fazla olacağı öngörüsü düşünüldüğünde; Türkiye’nin hem AP’de hem de AB Konseyi’nde alınacak kararlarda kilit bir ülke haline gelecek olması, Türkiye’nin üyeliğini engellemek isteyen kesimlerin “yeni” bahanesi olacak gibi görülüyor.

Lizbon Antlaşması’nda “güçlendirilmiş işbirliği” mekanizmasının altı sıklıkla çiziliyor. Antlaşmada; AB kurumsal yapılanması çerçevesinde gerçekleşecek her türlü işbirliğinin destekleneceği görülüyor. Bu kapsamda; en az 9 üye ülkenin bir araya gelmesiyle, ortak çıkarlar dahilinde farklı politika kümelenmelerinin önünü açılacağı düşünülüyor. Bu durum Türkiye için geçmişte de gündeme getirilen “imtiyazlı ortaklık” önerilerinin ve farklı alternatiflerin gündeme getirilmesine neden olabilir.

 

Tuğçe GENÇTÜRK

Gazi Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü

 

KAYNAKÇA

www.ikv.org.tr/images/upload/data/files/lizbon_antlasmasi.pdf

Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XII, Y. 2008, Sa. 1-2 761

Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XII, Y. 2008, Sa. 1-2 769

www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com…lizbon

KARLUK, Rıdvan, Avrupa Birliği Kuruluşu, Gelişmesi, Genişlemesi, Kurumları sf.263-272


[1] www.ikv.org.tr/images/upload/data/files/lizbon_antlasmasi.pdf

[2] Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XII, Y. 2008, Sa. 1-2 761

[3] Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XII, Y. 2008, Sa. 1-2 769

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Teknolojinin Göçmen Havaleleri Üzerindeki Etkisi: Gelişmekte Olan Ülke Perspektifi

Gökçen Ayzıt Kırkali  Göç Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Yurt dışında çalışan göçmenlerin...

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...