AB’den Türkiye’ye Sert Mesajlar: Türkiye İlerleme Raporu

Avrupa Birliği Parlamentosu Türkiye Raportörü Hollandalı Hıristiyan Demokrat Ria Oomen-Ruijten tarafından kaleme alınan Türkiye ilerleme raporu taslağı 153’e karşı 475 oyla 12 Mart tarihinde Avrupa Parlamentosu’nda kabul edildi. Bu zamana kadar yayımlanan raporlar arasında en sert ve ciddi eleştiriler içeren metinlerden biri olan Rapor, son dönemde gerçekleştirilen HSYK düzenlemesi de dâhil olmak üzere birçok yasa değişikliğine sert bir dille eleştiri getiriyor. Bu bağlamda Türkiye’nin demokratik değerlerden ve Kopenhag kriterlerinden uzaklaşmaması çağrısı yapıyor.

Asıl önemli olan ise Türkiye’nin bu çağrıyı hangi perspektifle değerlendireceği… Zira ilişkilerin temel dinamikleri ve geleceğinin seyri, günübirlik ve siyaseten gerçekleştirilen reformların ötesinde AB bütünleşme dinamiklerinin temeli olan ve felsefi altyapısını demokrasi ve hukukun üstünlüğünden alan kriterlerde yatıyor.

Raporun içeriği

14 sayfa ve 41 paragraftan oluşan rapor, genel olarak Türkiye’ye (i) hukukun üstünlüğü ilkesi ile çalışan demokratik bir yönetim olarak üzerine düşenleri yerine getirmesi, (ii) Kopenhag kriterlerine bağlı kalması, (iii) komşular ile iyi ilişkiler geliştirmesi ve (iv) AB ile olan ilişkilerin geliştirilmesi ve muhafaza edilmesi yönünde tavsiyelerde bulunuyor.

Raporda 17 Aralık sonrasında hukuk devletinin zarar görmesi, yargının bağımsızlığına zarar verecek uygulamalar, internete kısıtlamalar getiren kanunun kabul edilmesi, basın hürriyetinin sınırlandırılması gibi gelişmelere ilişkin hayli eleştirel bir dil kullanılıyor. Ayrıca raporda, Türk Hükümetine demokratik ilkelere tam saygı göstermesi ve soruşturmalara -atamalar, yasa değişiklikleri ve baskı yoluyla- müdahale ederek davaların sonucunu engellememesi çağrısı yapılıyor. Ek olarak özellikle HSYK ve internet kanunlarının yapılış tarzının da eleştirtildiği raporda, söz konusu kanunların yapım sürecindeki diyalog ve istişare eksikliğinden AB’nin “derin endişe ve memnuniyetsizlik” duyduğu vurgulanıyor.

Rapor, alkol yasası, kız ve erkek öğrencilerin aynı evde kalması ve Gezi parkı protestoları sırasında olduğu gibi şu anda da hükümetin -başta Başbakan Erdoğan olmak üzere- özellikle internet ve sosyal medya üzerinde yasa yapımı süresince kullandığı söylemin toplumu kutuplaştırdığını ve sosyo-kültürel ayrışmaya sebep olduğunu belirtiyor. Dahası AB, siyasilere bu söylem şeklinden vazgeçmesi ve yapılan değişikliklerin bir an önce gözden geçirilmesi yönünde çağrıda bulunuyor.

Rapor sürpriz değil!

Rapor her ne kadar Türkiye’den kimilerince çok sert olduğu yönünde eleştiriler alsa ve sürpriz olarak nitelendirilse de esasında AB yetkilileri bu tarzda bir raporun gelebileceği yönünde birçok açıklama yapmıştı. Özellikle Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle’nin yaptığı açıklamalar bu tarz bir raporun habercisiydi. Füle, internet yasası TBMM’de oylanırken “Kabul edilecek internet yasası ciddi endişeler yaratıyor. Kamuoyunun ihtiyacı olan daha çok şeffaflık ve bilgi, daha az kısıtlama” şeklinde attığı Türkçe dilindeki tweet ile AB’nin son zamanlarda Türkiye’de yaşanan gelişmelere olan bakış açısını net olarak göstermişti.

Gezi Parkı olayları süresince kullandığı eleştirel dil sonrasında Aralık ayında beklenenden çok daha yumuşak ve diplomatik bir dille yayınlanan 2013 yılı Türkiye İlerleme Raporu’nda AB, Gezi Parkı olaylarını sivil toplumun gelişmesi adına olumlu karşılamış ve Türk demokrasisine katkı yaptığı yönünde açıklamalarda bulunmuştu. Bununla beraber hükümete birçok uyarıda ve tavsiyede bulunmuş ve yılın sonunda açıklanan demokrasi paketinden övgüyle bahsederek paketin Türk demokrasisine ciddi katkılarda bulunacağını belirtmişti.

2013 yılı raporunda diplomatik dille yapılmış olsa da geçen süreçte Türk Hükümetinin bu eleştiriler ve uyarılar yönünde bir adım atmaması ve AB liderlerinin her fırsatta Türkiye’de son yaşanan gelişmelerden duyduğu kaygı ve endişeyi belirtmesi sonrasında yayınlanan Raporun dilini sert bulmak ve sürpriz olarak nitelendirmek pek mümkün değil.

Oylama sonrasında, Avrupa Birliği Parlamentosu Türkiye Raportörü Ria Oomen-Rujiten’in yapılan anayasa referandumu, demokratikleşme paketine ve 17 Aralık sonrasında yaşanan gelişmelere ilişkin “Türkiye’de bağımsız ve tarafsız yargıya ulaşmak için reformlar gerçekleştiriliyor düşüncesindeydik ancak ortaya çıkan durum bu yönde olmadı” şeklindeki açıklaması, aslında AB’nin hayal kırıklığını açık bir şekilde gözler önüne seriyor.

Hükümet: “Rapor önyargılı”

Türk Hükümeti raporun kabul edilmesiyle birlikte raporun “önyargılı” olduğu yönünde birçok açıklamada bulundu. En kapsamlı açıklama ise AB Bakanı ve Baş Müzakereci Mevlüt Çavuşoğlu’ndan geldi. Çavuşoğlu raporun iyi yönde atılan adımları görmezden geldiğini, önyargılarla dolu olduğunu ve gelişmelerin görmezden gelinmesinin hükümeti üzdüğünü belirtti.

Özellikle demokratikleşme paketi, Kürt açılımı ve özel yetkili mahkemelerin kaldırılması konusundaki gelişmelerin raporda yer almamasından dolayı şaşırdığını söyleyen Çavuşoğlu, AB tarafından getirilen eleştirilerin de Türkiye’de sorgulanacağını açıkladı.

Demokratikleşme paketi, Kürt açılımı ve özel yetkili mahkemeler gibi konuların raporda bulunmaması AB’nin özellikle hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı ve bilgiye erişim hakkı konularındaki hassasiyetinden kaynaklanıyor olabilir. AB bu konularda epey endişeli ve kendisine danışılmadığı için tepkili bir konumda; bu bağlamda söz konusu gelişmeleri muhtemelen rapora eklememek bilinçli bir tercih idi.

Zira Başbakan Erdoğan’ın “kuvvetler ayrılığına saygı duyulacağının garantisini verdiği” 21 Ocak tarihli Brüksel ziyareti sonrasında Türkiye’de ziyarete ilişkin verdiği demeçler ve Hükümet tarafından atılan adımlar, Avrupalı yetkililerin mesajlarının Türkiye’ye ve özellikle Hükümete ulaşmak yerine; Türkiye’nin “yolsuzluk” ve “paralel devlet” iddialarını Avrupa’ya ‘yeterince’ açıkladığı yönünde bir özgüvenin neticeleriydi. Bu nedenlerdir ki Başbakan’ın Brüksel ziyareti sonrası AB yetkilileri ve Avrupa basını, Türkiye tarafından ikna edildiklerini belirtmek yerine “Brüksel ile misafirinin durumu farklı açılardan ele aldıkları” konusunda hemfikir oldukları yönünde diplomatik beyanlarda bulunmuştu. Dolayısıyla Avrupa Parlamentosu, İlerleme Raporunda Türkiye’deki eleştirel gelişmelerle birlikte olumlu gelişmelere yer vermemeyi, mesajlarının “farklı açılardan ve muğlak okunmasına” zemin hazırlamamak adına bu defa daha net ve eleştirel olmayı tercih etmiş olsa gerek.

Ayrıca not etmek gerekir ki, yayınlanan rapor taslak bir rapor, nihai bir özellik taşımıyor ve sene içerisinde güncellenerek birkaç kez daha başka taslaklar da kabul edilecektir. Ayrıca AB ilerleme raporları genel itibariyle eleştirel metinlerden ziyade tavsiyeler içeren yapıcı metinlerdir. Bu iki husus bir arada düşünüldüğünde, hükümetin olumlu adımlar atması durumunda raporun dilinin yumuşayacağını ve olumlu gelişmelerin takdir edilerek raporda daha fazla yer bulacağını söylemek mümkün.

Hâlihazırda Gezi Parkı protestoları sırasında da sert taslaklar kabul edilmiş ancak nihai İlerleme Raporu da raporun dilinde yumuşaya gidilerek tavsiyelerle dolu bir metin olarak ortaya çıkmıştı. Ancak unutmamak gerekir ki bu yönde bir iyileşme, ancak hükümetin eleştiriye maruz kaldığı konularda yeniden yapılanmaya gideceği pozitif düzenlemelerle mümkün. Nitekim AB müzakere süreci de aslında karşılıklı müzakerelerden ziyade “AB’nin demokratik koşulluğuna” aday ülkenin uyum gösterdiği tek taraflı bir süreci ifade ediyor ve ilişkilerin temel dinamikleri (ekonomik kriterlerin yanında demokrasinin kurumsallaşması, hukukun üstünlüğü, insan hakları vs.) geçici heveslerden ziyade reformları içselleştirmeyi gerekli kılıyor.

AB, Türkiye’nin uzaklaşmasından endişeli

Özellikle 17 Aralık sonrası süreçte, AB yetkilileri Türkiye’nin AB’den uzaklaştığı yönündeki endişelerini her fırsatta dile getiriyor. Hâlbuki AK Parti hükümetinin bu zamana kadar yapılan hukuki ve demokratik düzenlemeleri, AB üyelik süreci aşamasında yapmış olması ve son olarak gerçekleşen anayasa referandumu ile özellikle yargı alanında yapılan değişikler AB’de büyük memnuniyetle karşılanmıştı.

 

Mevcut süreçte ise AB tarafına, planlanan ve gerçekleştirilen birtakım yasal düzenlemelerin Türkiye’yi öncekinden daha kötü bir duruma getirdiği ve ülkede yargının bağımsızlığının ve hukukun üstünlüğünün ciddi şekilde yara aldığı şeklindeki hissiyat ve düşünceler hâkim. Son raporun Avrupa Birliği Parlamentosu’nda oylanmasından önce tartışma bölümünde, AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Stefan Füle’nin Twitter üzerinden yaptığı “Şu anki tartışmalar gösteriyor ki, Türkiye’nin AB’deki dostları azalıyor” açıklama, AB’de Türkiye konusunda hâkim olan düşünceleri görmek açısından büyük önem taşıyor.

Düzelme olmazsa ilişkilerin dondurulması söz konusu olabilir

AB-Türkiye ilişkilerinin dondurulması yönündeki iddialar bir süredir gündemde yer bulmaktaydı. Ancak bu defa benzer açıklamalar, Türkiye’nin AB üyeliğine başından beri karşı olan kesimler dışında başka isimler tarafından da dillendiriyor.

Özellikle Cumhurbaşkanı Gül’ün internet yasasını onaylamasının ardından bu konu bir kez daha ciddi şekilde gündeme geldi. Almanya’da Hristiyan Birlik sözcüsü Michael Stübgen, AB’den Türkiye ile ilişkilerin dondurulmasını istedi. Birkaç gün sonra ise İngiliz Times gazetesinde AB’nin Türkiye ile ilişkileri dondurabileceğini belirten bir yazı yayınlandı. Dahası The Economist dergisi düzelme olmazsa, önümüzdeki sonbaharda AB’nin Türkiye ile ilişkileri askıya alması gerektiği yönünde bir makaleye yer verdi.

Rapor oylaması sorasında Liberal Demokrat Parti Milletvekili Alexander Graf Lambsdorff, SPD üyesi Raimon Obiols ve Özgürlük ve Demokrasi Grubu üyesi Bastian Belder gibi farklı kesimlerden parlamenterler, yapılan düzenlemelerin endişe verici olduğu, Kopenhag kriterlerinin açık bir şekilde çiğnendiği, tutuklu gazeteci sayısının Çin’den bile daha fazla olduğu yönünde eleştirel açıklamalar yaptı. Tartışmaların ve raporun kabul edilmesinden sonra her ne kadar “Türkiye’yi AB’den uzaklaştırmayalım” yönünde fikirler olsa da düzelme olmaması durumunda -yapılan açıklamalar ve medyadaki iddialardan anlaşılacağı gibi- AB’nin Türkiye ile ilişkileri dondurması gündeme gelebilir.

Ayrıca not etmek gerekir ki Avrupa Birliği mevzuatına göre ilişkilerin dondurulmasına oy çokluğu; dondurulan ilişkilerin yeniden başlatılmasına ise oy birliği ile karar verilmesi gibi bir prosedür söz konusu. Başka bir deyişle, eğer Türkiye ile ilişkiler dondurulursa ilişkilerin tekrar başlatılabilmesi için tüm üye ülkelerin ‘evet’ oyu vermesi gerekiyor. Böyle bir durumda Türkiye her ne kadar gerekli tüm düzenlemeleri yapıp ilişkileri tekrar başlatmak istese de Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi, Fransa, Almanya ve Danimarka gibi Türkiye üyeliğine karşı ülkelerin tutumu göz önüne alındığında, Türkiye’nin tekrar ilişkilere başlayabilmesi oldukça zor görünüyor. Kısacası AB’nin Türkiye ile ilişkilerini dondurması, Türkiye-AB ilişkilerini zorlu ve en kötüsü geri dönüşü olmayan bir yola sokabilir.

Sonuç yerine

Türkiye, bu zamana kadar daha fazla demokrasi adına yaptığı tüm düzenlemeleri AB perspektifine dayandırdı. AB ise bu konudaki memnuniyetini defalarca açıkladı. Avrupa Birliği Parlamentosu’nda kabul edilen Türkiye raporu, son yapılan yasal düzenlemelerle ilgili AB’nin hayli endişeli olduğunu gösteriyor. Ayrıca, AB’nin Türkiye konusunda AB’den uzaklaştığı, Kopenhag kriterlerini çiğnediği, Türkiye’de yargı bağımsızlığının ve hukukun üstünlüğünün zarar gördüğü yönünde bir algıya sahip olduğunu gözler önüne seriyor.

Bu zamana kadar en sert ve en eleştirel üslupla kaleme alınmış raporlardan biri olan bu raporun hükümet tarafından acil olarak dikkate alınması ve bu yönde adımlar atılması gerekiyor. Aksi takdirde yukarıda da belirtildiği gibi Türkiye-AB ilişkileri bir açmaz ile karşılaşabilir.

Ayrıca tekrar not etmek yerinde olacaktır ki yayınlanan rapor bir taslak rapor ve gerekli düzenlemelerin yapılması ve AB’nin Türkiye’nin hem üyelik perspektifi hem de demokrasinin kurumsallaşması yönündeki samimiyeti konusunda ikna edilmesi durumunda, rapor üzerinde değişiklik yapılabilir ve hâlihazırda Brüksel’de mevcut olan “Türkiye’yi AB’den uzaklaştırmayalım” fikri kullanılarak AB-Türkiye ilişkilerine yeni bir ivme kazandırılabilir. Ancak AB’nin “bölgedeki istikrar ve ilişkiler adına Türkiye’ye ihtiyacı olduğu gerçeği ve ilişkileri canlı tutarak ülkeyi Batı’dan uzaklaştırmama” felsefesi, Türkiye’yi altyapısı sağlam olmayan bir özgüven içinde reformlar konusunda atalete sürüklememelidir. Zira Türkiye’nin önüne “imtiyazlı ortaklık”, “yakın komşuluk politikası” gibi sunulacak pek çok seçenek masadan henüz çok da uzaklaşmış değil.

Hamdi Fırat Büyük

 

Bu yazı ilk olarak 14.03.2014 tarihinde USAK’ta (www.usak.org.tr) yayınlanmıştır.

 

– See more at: http://www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366676#.UylcR_l_uCc

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...

Sığınmacıların Ev Sahibi Ülkelere Katkıları: Türkiye’deki Suriyeliler

Sena Özdemir Göç Çalışmaları o-Staj Programı ÖZET İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanan...