Şu günlerde uluslararası arena, hegemon güç olma konusunda biri biriyle yarışan ve birer süper güç olan devletler mücadelesine daha sahne olmakta. İki süper güç olan Çin Halk Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri’nin hegemon güç olma yarışının yanında, Çin Halk Cumhuriyetinin dünya siyasetinde gittikçe artan ağırlığı ve bu ağırlıktan rahatsız olan Amerika Birleşik Devletleri’nin uyguladığı politikalar, son zamanda geliştirdiği söylemler uluslararası siyaset için bir hayli önem taşımakta. Hali hazırda dünya siyasetine yön verme konusunda baş aktör olan ABD, bu ağırlığı kaybetmemek adına birçok ülke gibi Çin’e karşıda yeni stratejiler geliştirmekte.
Coğrafi konumu itibariyle okyanusa limanları bulunan ve bu sebeple ucuz taşıma koşulları sağlayan; 1,5 milyara yaklaşan nüfusu ile de ucuz iş gücüne sahip olan Çin, hali hazırda üretim için bu seçenekler masadayken üreticilerin üretimlerini Çin’e kaydırmalarını sağlamakta. Üreticilerin üretimlerini gerçekleştirmek için Çin’i seçmesi, Çinin uluslararası politikaları ve ekonomik programları onu yıllardır dünyanın en fazla gelişen ve büyüyen ülkesi haline getirmekle kalmamış, ekonomik gelişmesinden aldığı güçle dünya siyasetine yön vermeye başlayan bir aktör haline getirmiştir.
Her ne kadar dünya siyasetinde ve ekonomisinde ağırlığı artsa da Çin, göründüğü kadar gelecek vaat eden bir ülke değil. 1,5 milyara yaklaşan nüfusu Çin için her ne kadar bir avantaj sağlamış olsa da bir o kadar da dezavantaj yaratmakta. Emek gücünün fazlalığı emeğin değerini düşürse de gerek bağımlı nüfus gerek işsiz kesim Çin ekonomisi için büyük külfet yaratmakta. Ayrıca son zamanlarda çalışan kesimin sorunlarının gittikçe büyümesinin yanında ağır çalışma koşullarının intiharlar ya da ölümler getirmesi basında geniş yer bulmuş, bu durum Hu Jintao yönetimini işçiyi korumak için yeni sert yasalar yapmak zorunda bırakmıştır. Her geçen gün artan gayri safi milli hasılasına paralel artan asgari ücretler Çinin güçlenen ekonomisine karşı ters etki yapmaya başlamış, Çin’i seçip seçmemek konusunda üreticileri iki kere düşünmeye sevk etmiştir.
ABD’nin Pentagonda Orta Asya üzerinde çalışacak yeni bir masa kurması, özellikle Çin’i frenleyeceğini her fırsatta dile getirmesi, ABD için Çinin gittikçe artan dezavantajlarının pek bir önemi olmadığını göstermekte. Çinin gittikçe artan dezavantajlarının büyüyen ekonomisini frenleyici etkisi olmasına rağmen, ABD’nin bu frenleme sürecini bir hayli hızlandırmak istediği görülmekte. Amerika için Çin; ekonomik ve askeri açıdan güçlenen, ilk etapta frenlenmesi daha sonra durdurulması gereken bir güç. Çünkü Çin, hala yatırım için en uygun ülkelerinden birisi halinde. Gittikçe hacmi artan döviz rezervlerinin bir kısmını demografik yatırımlara harcayan Çin, yine rezervlerini kullanarak hali hazırda sahip olduğu dünyanın en kalabalık ordusunu modernize etmeye çalışmakta. Çinin yakın zamanda elinde bulunan ülkeye büyük askeri manevra sağlayan hayalet uçak icat etmesi, uzay araştırma ve çalışmalarına hız vermesi ABD’yi endişelendirmiş olacak ki; ABD her fırsatta söylemlerinde Çin’i durduracağını dile getiriyor.
ABD’nin Çin’i frenleme konusunda ne tür stratejiler belirleyeceği şu aşamada çok flu görünse de yapacağı en akıllıca iş Çin’e olan ekonomik bağımlılığını azaltmak olacaktır. Çinin ihracat yaptığı ülkeler bazında ilk sırada duran ABD, aslında ekonomik açıdan ne kadar Çin’e bağımlı bir ülke olduğunu ve atacağı adımların ekonomisine olacak zararı iyi hesaplaması gerektiğini iyi biliyor. Çinin güçlenen ordusunu gözlemleme ya da olası bir sıcak çatışma anında manevra kabiliyeti için bölgede üs arayışına çıkan ABD’nin pekte iç açıcı olamayan bir tabloyla karşılaştığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Orta Asya’da artan Rus ve Çin ağırlığı, stratejik önem arz eden Türkî cumhuriyetleri Amerika’ya üs verme konusunda arada bırakmış, Rusya ve Çin den çekinen Türkî cumhuriyetler Amerika’nın üs talebini ya reddetmekte ya da Amerika’dan üs konusunda iyi teklifler beklemekteler. Şu aralar ekonomisiyle başı dertte olan ABD ise üs sayısını asgariye çekip daha stratejik noktaları kullanmak ve açacağı üslerin hem Rusya’yı hem Çin’i kontrol edici bir nitelikte olmasını istemekte.
Çin Halk Cumhuriyeti ise Amerika’nın bu ataklarını yakından takip ediyor ve bu durumun ekonomisi için büyük tehlike arz ettiğinin de gayet farkında. Ancak şuana kadar söylemlerden başka somut bir olayla karşılaşmayan Çin, ABD’nin kendi ekonomisine olan bağımlılığından ve kısa vadede tehlikeli adımlar atamayacağından aldığı güçten olsa gerek dünya kamuoyu nezdinde söylem geliştirmekten biraz uzak duruyor.
İki büyük askeri ve ekonomik güç arasındaki bu yarış arasında, dünya siyasetinde yer edinmeye çalışan Türkiye ise daha farklı bir konumda. Coğrafi konumu itibariyle çekişmenin yarattığı gerilimden uzak kalan Türkiye, yaşanan gerilimi yakından takip ediyor ancak bu gerilime müdahil olmak istediği pek söylenemez. Daha önemli sorunları bulunan Türkiye, konudan uzak kalmaya çalışsa da konudan tam anlamıyla kopmamış, Türkî cumhuriyetlerle olan iyi ilişkilerinin bu konu için önem arz ettiğini bu sebeple kendi pozisyonun da anahtar rol biçtiğinin farkında. Bir diğer taraftan Çin’de artan asgari ücretler ve uygulanan sıkı işçiyi koruyucu politikalar yatırımcıları yeni arayışlara sevk etmiş, bu arayış içinde asgari ücret seviyesi Çin’e yakın bir seviyede seyreden ve ekonomik istikrar konusunda güven veren Türkiye, yatırımcıların yatırımları için aday ülke haline gelmiştir.
Çin ve ABD arasında yaşanan bu gerilimin kısa vadede büyük problemler yaratacağını söylemek çok güç, dahası ABD ve Çin sıkı ekonomik bağlarlarla biri birilerine bağlılar. Ancak Çinin liderliğe oynamak konusunda tavrından vazgeçmemesi ABD ile ilişkilerinde her daim bazı problemler yaratacağa benziyor. Ekonomik problemler yüzünden siyasa alanı daralan ABD ile sürekli gelişen ekonomisiyle gücüne güç katan Çin’in atacağı adımlar önümüzdeki günlerde uluslararası siyasetin seyrini belirleyeceğe benziyor. Türkiye’nin ise meseleye müdahil olup olmayacağı, olursa da nasıl bir yol izleyeceği ise farklı bir merak konusu.
Murat YILDIRIM
Yıldız Teknik Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü