ABD’nin Nükleer Silah Politikası ve Türkiye-İran İlişkileri

İkinci Dünya Savaşı sonrasında nükleer silah geliştiren ABD ilk kez bunu Japonya’ya karşı Hiroşima ve Nagazaki’de kullanmıştır. Soğuk savaşın etkisiyle nükleer güce sahip devlet sayısının artması, dünyada güvenlik algılamalarının da değişmesine yol açmıştır. Bu açıdan bakıldığında, son yıllarda dünya gündemini en çok meşgul eden konulardan biri de İran’ın nükleer çalışmaları olmaktadır.

Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı’ndaki stratejik konumu ve kökten dinci rejim ihraç çabası iddialarıyla birlikte İran, “nükleer devlet” olma ötesinde bir anlam kazanmaktadır. ABD’nin 11 Eylül saldırıları sonrasında Afganistan ve Irak müdahalelerini gerçekleştirmesi ve ABD Başkanı Bush tarafından İran’ın şer ekseni ülkelerden biri olarak gösterilmesi, bütün dikkatleri İran’a çevirmişti. Esasında, İran 1979 İslam Devrimi’nin ardından yeni kimliğiyle sürekli dünya gündeminde yer almıştır.

İran sürekli “terörizmi desteklemek”, “Orta Doğu Barış Sürecini Engellemek”, “insan haklarının ihlali”, “kitle imha silahları üretmek” suçlamaları ile uluslararası gündemden düşmemiştir. İran bu konularda suçlansa da kapalı bir rejim olması ve OPEC’te Suudi Arabistan’dan sonra ikinci sırada petrol ihraç eden ülke olması sebebiyle dünyayı ciddi anlamda endişeye sevk etmemiştir.

İran’da ilk nükleer çalışma 1957’de ABD’nin desteği ile başlamıştır. ABD’nin İran’a sunmak istediği nükleer teknolojinin barışçıl amaçlar doğrultusunda olduğu belirtilmiştir. İran, 1957 yılında “Birleşik Devletler Atom İçin Barış” programının bir parçası olarak ABD ile nükleer işbirliği anlaşması imzalamıştır. Anlaşma koşul olarak teknik destek ve zenginleştirilmiş uranyum desteği öngörmekte ve barışçıl amaçlı kullanım için araştırma yapma işbirliğini deklare etmiş bulunmaktadır.

ABD ile İran arasında yapılan anlaşmanın ardından 1958’de İran, UAEA’na üye olmuştur. Bu gelişmelerin ardından İran, 5 Mart 1970’te yürürlüğe girmiş olan ABD, Rusya, Fransa, İngiltere ve Çin’in nükleer sahibi olarak kabul edildiği “Nükleer Silahların Yaygınlaşmasını Önleme Anlaşması”nın 1 Haziran 1968’de bir parçası olmuş ve 1973 yılında Tahran’da Atom Enerji Kurumu kurulmuştur.

NSYÖ anlaşmasındaki amaç; bu beş ülke dışında kalan anlaşmaya taraf olan ülkeler hem nükleer silah elde etmeye çalışmayacaklar hem de UAEK denetimlerine nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılması konusunda tabii olacaklardır. Genel kabul gören bir husus ise NSYÖ anlaşmasının amacına ulaşmadığı yönündedir. Barışçıl amaçlarla nükleer enerjiden yararlanmak isteyen ülkelere bir takım kolaylıklar sağlanması hususunda artık genel bir anlayış mevcuttur. Ancak, anlaşmanın 2007 yılında yapılan Gözden Geçirme Konferansı’nda bir gelişme sağlanamamıştır. Gelecek toplantı 2012 yılında yapılacaktır.

Obama’nın Nükleer Silah Politikası

Daha önce nükleer silah yapan Kuzey Kore, Hindistan ve Pakistan’a yaptırımlar uygulanmıştır. Kuzey Kore’ye halen de uygulanmakta ve bu ülke ile arada bir kesilen müzakereler devam etmektedir. Pakistan Afganistan’daki terör olayı konusunda Batının önemli bir müttefikidir. Hindistan ise ABD ile geçtiğimiz yıllarda imzaladığı bir anlaşma ile adeta tercihli bir duruma gelmiştir. NSYÖ anlaşması anlaşmaya taraf olmayan bir ülkeye nükleer ülkelerin teknoloji transferini yasaklamıştır.

Bu hükme rağmen ABD, UAEK denetimlerine tabii olması koşuluyla anlaşmaya taraf olmayan Hindistan’la barışçı amaçlar için nükleer teknoloji transferi anlaşması yapmıştır. Hindistan, demokratik bir ülke olması ve ABD’nin küresel yaklaşımlarına yardımcı olabileceği umuduyla böylece tercihli duruma gelmiştir. Bu durumun bir benzeri de İsrail için uygulanmaktadır.

Nükleer silah ve enerji sahibi İsrail’in son dönemde medyaya yansıyan haberlere göre nükleer silahlanma konusunda ABD ile 40 yıl öncesine dayanan bir gizli anlaşma sahibi olduğu söylenmektedir. Ekim ayı başında Washington Times gazetesinde çıkan bu habere göre ABD Başkanı mayısta İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile ilk görüşmesinde, İsrail’e nükleer silah programını ifşa etmesi yahut NPT’yi imzalaması için baskı yapmama garantisi vermiş.

Yukarıdaki örneklere bakıldığında dünyada ilk kez nükleer silah kullanan ülkenin ilk siyah başkanı olan Obama’nın göreve geldikten sonra “nükleersiz dünya” sloganı ile başlattığı kampanya çifte standartlara sahip. Israrla İran’ın nükleer girişimlerini dünya açısından tehdit olarak gören başta ABD ve batılı müttefiklerin şımarık çocuk İsrail ve ayrıcalıklı Hindistan için de aynı çağrıları yapmadıkları sürece “nükleersiz dünya” beklentisi slogandan ibaret kalacaktır.

1 EKİM MÜZAKERELERİ

Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ve Almanya İran ile görüşmelere başladı. İran yeni tesisini denetime açacağını ve zenginleştirilmiş uranyumun “önemli” bir kısmının yakıta dönüştürülmesi için Rusya’ya yollanacağını açıkladı.

İran’ın yeni bir nükleer tesisin varlığını ilan etmesinin ardından işlerin ne yöne gideceği konusunda endişe söz konusu. Bu endişe tesisin neden şimdi ifşa edildiği, uluslararası tepkinin nasıl olacağı, İran’ın başka neyi gizlediği ve Batıya nasıl yanıt vermeyi planladığı ile ilgili. Yeni tesisin ortaya çıkarılması, İran ile Batı arasındaki müzakerelerin beklenenden bir hafta önce başladığının göstergesidir.

Zira batı kendi istihbaratı kanalıyla tesisten haberdardı, ancak daha fazla bilgi edinmek, İran inanırlığının altını oymak ve dolayısıyla müzakerelerde daha fazla baskı yapabilmek için bu bilgiyi açıklamayı erteledi. Tesisin bilindiğinin farkına varan İran’sa “önleyici vuruş”la açıklamayı kendisi yapmak istese de geç kaldı. Bu gecikme onu hem daha zayıf kıldı hem de bazılarının savunduğu üzere şeffaf davranmadığını gösterdi.

İran’la müzakerelerin kolay olmayacağı sanılmaktadır. ABD henüz elindeki en önemli kozu ortaya sürmemiştir. Sürebilir mi ve bu İran’ı etkiler mi bilinmez. Bu koz İran’a güvenlik garantilerinin verilmesidir. Yani İran’ın saldırıya uğraması halinde yardımına gelineceği hususudur. Böyle bir garanti BM Güvenlik Konseyi kararı olarak tecelli edebilir.

Sonuç olarak, nükleer silahlara sahip bir İran bütün dünya için endişe kaynağıdır. Şimdiye kadar NSYÖ anlaşmasını ihlal ettiği için kaçamak yollar kullanmış ve uluslararası çevreyi yanıltmıştır. Obama yönetimi bu gelişmeler konusunda kendisinden önceki Bush yönetimi kadar endişelidir. Bununla beraber, Başkan Obama’nın nükleer silahlar konusundaki yaklaşımı ve İran’la müzakereler hem özde hem şekilde farklı olmamıştır. Endişe konusu bir diğer husus da İsrail’in İran konusundaki tutumu ve ABD’nin İsrail’i nasıl durdurabileceğidir. İran’la 1 Ekimde başlayan müzakereler yapıcı olarak nitelendirilmiştir. Bu müzakereler zaman alacak ve zorlu olacaktır.

TÜRKİYE-İRAN

Uluslararası hukuk açısından baktığımız zaman özellikle İran’ın egemen bir devlet olduğunu ve egemen devleti yöneten siyasetçilerin ağzından çıkan sözlerin arkasında duracaklarını ve bu sözlerin ciddi ifadeler olduğunu düşünmemiz gerekir. Dolayısıyla uluslararası hukuk açısından, Türkiye İran’ın uluslararası anlaşmalardan doğan ve nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılması yönünde olduğunu söylediği çalışmaları anlayışla karşılamak ve açıklamaları bu şekilde kabul etmekten başka bir seçeneğe sahip değildir.

Nükleer enerji, sahip olunan aynı teknoloji, aynı bilim adamı, bilimsel birikimle ve aynı ekipmanla, tümüyle barışçıl amaçlı, kısmen ya da tümüyle askeri amaçlı kullanılabilecek bir alt yapıdır. Bu sebeple nükleer enerji “çift taraflı” bir enerjidir. Bir yüzü barışçıl bir yüzü askeri olabilecek bir teknolojidir. Türkiye’nin İran’la ilgili olarak endişeleri, ABD ve İsrail başta olmak üzere uluslararası gündemi ziyadesiyle meşgul eden niyetleri konusundadır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, İsrail’le ilişkilerinin bozulduğu bir dönemde İran’a yaptığı ziyaret bu anlamda dünya kamuoyunda ses getirmiştir.

New York Times  “Türkiye ile Batı arasındaki gerginlik artıyor” derken, The Guardian, “Türkiye Ortadoğu’da çok olumlu yeni bir rol oynuyor” değerlendirmesini yapmıştır. Financial Times ise “Ankara’nın İsrail’e karşı sert tutumu, Ahmedinejad’tan övgü getirdi” görüşünü dile getirmiştir. Le Monde bu konudaki haberinde “Bu dostluk gösterisi Türkiye’nin bazı müttefiklerini sinirlendiriyor” diye yazmıştır.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İran ziyareti enerjide somut bir adımla sonuçlandı; 2.5 yıldır masada olan doğalgaz mutabakatına imzalar atıldı. Türkiye ile İran arasında imzalanan enerji antlaşmasında üç ana esas bulunuyor. Anlaşma ile Güney Pars sahasındaki bazı doğalgaz sahaları TPAO’ya tahsis edilecek, İran doğalgazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya, Türkmen doğalgazı İran üzerinden Türkiye’ye taşınacak. Başbakan Erdoğan, İran’da yaptığı basın toplantısında İran ziyaretinin herhangi bir arabuluculuk niyetiyle değil ikili ilişkiler, bölgesel sorunlar ve küresel sorunlarının değerlendirmeye yönelik bir görüşme olduğunu belirtirken, İran’ın nükleer enerji programı hakkındaki soruya da şöyle cevap verdi: “Her şeyden önce bir defa Türkiye şu anda nükleer silahlanma noktasında nerede olursa olsun bunun engellenmesine yönelik bir tavrın içindedir.”

Erdoğan, bu yöndeki görüşlerini 64. BM Genel Kurulu çerçevesindeki BM Güvenlik Konseyi toplantısında da dile getirdiğine işaret ederek, “Özellikle nükleer silahların yayılmasının engellenmesi konusunda daimi üyelerin ilk adımlarını atması gerektiğini hepsinin huzurunda söyledim, onlar bu adımları atacak ki, nükleer silahların dünyamızda yayılmasını engelleme çabaları ilgi, rağbet görsün. İnsani amaçlarla nükleer enerjiyi kullanmak her ülkenin en tabii, doğal hakkıdır. Bu İran’ında hakkıdır, Türkiye’nin de hakkıdır.” dedi.

Sonuç olarak İran’ın nükleer enerji programı konusunda tartışmaların hararetle süreceği ortadadır. Özellikle Orta Doğu’da taşlar yerinden oynarken ve ABD’nin konjonktürel hesapları doğrultusunda Türkiye Orta Doğu coğrafyasında daha fazla söz sahibi olmak durumundadır. Yıllardır bölgesel aktörlük anlamında Türkiye’nin bir numaralı rakibi olduğu gibi Türkiye’nin en az sorunu olan sınır komşusu da İran’dır. Dolayısıyla Türkiye’nin “batılı” duruşu ve komşuları ile ilişkileri bağlamında hassas bir çizgide olduğu ortadadır. Son zamanlarda çokça konuşulan “eksen kayması” konusu noktasında da İran’ın Nükleer Enerji Politikası’na Türkiye’nin duruşu ve bölgesel politikalarda yaptığı atılımlar dikkat çekecektir.

Zübeyde BEYAZ

Çanakkale 18 Mart Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...

Sığınmacıların Ev Sahibi Ülkelere Katkıları: Türkiye’deki Suriyeliler

Sena Özdemir Göç Çalışmaları o-Staj Programı ÖZET İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanan...