Ankara’ya Suriye ile İlgili Tahlil,Tahmin,Uyarı ve Öneriler-2

… Ankara’nın, olayların peşine takılması belki kaçınılmazdır ama yine de arzu edilir değildir.

Ankara’nın olabildiğince bu ülkedeki direk dolaylı çıkarlarının envanterini ve hiyerarşisini dikkate alarak davranması gerekir. Kabul etmek gerekir ki, her ülke gibi Türkiye için de, bu gibi değişken ve kaotik bu gibi durumlarda, “toz duman içinde” kısa ve uzun vadeli, somut ve daha genel çıkarların muhasebesini tutmak kolay değildir. Ankara’nın Suriye’nin geleceği ile ilgili hangi durumlarla karşı karşıya kalabileceğine dair ciddi kafa yorması gerekmektedir. Olayların istenmeyen ve önceden tahmin edilmesi kolay olmayan boyutlara ulaşması söz konusu olabilir. Eğer belli bir noktadan sonra paniğe kapılarak pes edeceksek belki bu işe hiç girmesek daha iyidir.

Hiçbiri bilinmeyen şeyler olmasa da, Suriye’nin geleceği ile ilgili senaryoları ile Türkiye ve Batı’nın bu ülkeyle ilgili çıkar, politika seçenekleri ve enstrümanlarını kodifiye etmenin ve berraklaştırmanın faydası olabilir.

Türkiye ve Batı’nın önünde,

* diplomatik ve ekonomik baskıyı arttırmak,

* muhaliflere siyasi ve sınırlı askeri destek vermek (eğitim, silah, üs, belki istihbarat),

* Suriye’nin içinde küçük güvenli bir bölge oluşturmak,

* Suriye’nin içinde daha büyük bir uçuşa ve silaha kapalı bölge oluşturmak
gibi seçenek ve araçlar vardır.

Arap ve Müslüman ülkeler

AKP Hükümeti kendisini eleştirenlerin iddiasının aksine Orta Doğu’da artan ve belki de arttırılmak istenen Şii-Sünni geriliminde taraf o1mamaya dikkat etmiştir. Ancak Suriye krizi ile taraf olarak görülmemek daha da güçleşebilir ve bu konuda ilave dikkat göstermek gerekebilir. Ankara’nın henüz tam olarak harekete geçmemiş Arap ve Müslüman kamuoyunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde Şam aleyhinde harekete geçirmeye çalışmalıdır. Arap Birliği’nin hala Suriye rejimi ile ipleri koparmaktan kaçınması esas olarak birçok üyesinin kendilerinin de benzer bir sonla karşılaşabileceğinden endişelenmelerinden kaynaklanmaktadır. Buna rağmen bu örgütün Şam Yönetimi’ne karşı daha net pozisyon almaya zorlanması gerekmektedir. Ankara’nın Şam kontrolsüz güç kullanana kadar onun en büyük destekçisi olması şimdi onu eleştiren ve suçlayan tavrına bir inandırıcılık vermektedir. İran’ın Suriye rejimini sözlü olarak sınırlıda olsa eleştirmeye başlamıştır. Fiili destek de bir azalma olduğuna dair ise henüz bir işaret yoktur. Hamas ve Hizbullah’ın da kendilerini Baas sonrası döneme hazırlamaya çalıştıklarını düşünebiliriz. Hamas’ın Şam rejimi ile bağlarını zayıflatmaya çalıştığı görülmektedir. Bu örgütün Şam’daki merkezini Ürdün, Katar ya da Mısır’a taşımasının rejimin geleceği ile ilgili algılarda önemli etkisi olabilir.

İran

Önümüzdeki dönemde Ankara Tahran’a Suriye ile ilgili olarak,

• “bunun” kazanabileceği bir mücadele olmadığını,

• Tahran’ın Arap sokağında Arap Baharı sonrasında azalsa da hala devam eden yumuşak gücünün Suriye’de tamamen tükenmesi riskiyle karşı karşıya olduğunu,

• Baas’dan desteğini çekerse yeni kurulacak rejimin ilk başta Tahran’a biraz soğuk yaklaşsa bile ille de düşman olmasının gerekmediğini ama sürenin giderek azaldığını,

• Tahran’ın Suriye’de belki “istediği her şeyi alamayacağını ama akıllı davranırsa ihtiyacı olan” İsrail karşıtı gevşek bir ortaklığı sürdürmenin mümkün olduğunu, Sünni Hamas ile İran arasında yıllardır süren ilişkinin Suriye’de kurulacak Sünni ağırlıklı bir rejim ile İran arasında da kurulabileceğinin bir örneği olduğunu,

• Tahran’ın Suriye’de başat dış aktör olarak kalamayacağını anlaması gerektiğini ama bu yeni Suriye’de Ankara’nın İran’ı tamamen dışlamayacağını,

• ABD’nin de çekilmesiyle beraber Ankara ile Tahran’ın sırasıyla Suriye ve Irak’ta nüfuz paylaşımı yapmasının en akıllıca yaklaşım olacağını, K. Irak’ta da birbirlerinin ayağına basmadan koordineli hareket etmenin mümkün, arzulanır ve doğal olduğunu telkin etmelidir.

Rusya ve Çin

Ankara, Rusya ve Çin gibi ülkelere de Baas’ı koruyarak gelecekte çok daha etkili bir güç olması muhtemel Arap kamuoyunu karşılarına aldıklarını ve Baas’ın döktüğü kanın kendilerine de bulaşabileceğini hatırlatmalıdır. Özellikle giderek bu bölgeye ilgisi ve ihtiyacı artacak olan Çin için bunun doğru tercih olmayacağının altı çizilmelidir. Bu iki ülkeye, Libya operasyonun BM’de çizilen yetki ve amaçların dışına taştığı için tepkili olmakta haklı olduklarını, ama yine de Suriye’de yönetimin binlerce insanı öldürmeye devam etmesini görmezden gelmenin doğru bir tepki olmadığı ve uluslararası toplumun birlik görüntüsü vermemesinin Baas rejimini cesaretlendirdiğini söylemelidir.

İsrail

Türkiye ile Suriye ve İran arasında oluşan güven bunalımı nedeniyle İsrail ellerini ovuşturuyor olmalıdır. Ve hatta Türkiye önümüzdeki dönemde İsrail ile Suriye konusunda kendini aynı tarafta da bulabilir. Ama bu durum Türkiye’nin Suriye’de girdiği yolun yanlış olduğu anlamına gelir mi? Bizce hayır. Suriye ilişkilerin bu yola girmesi Anakara’nın suçu değildir. Bu arada Ankara Suriye’deki rejimin aslında tüm pozlara ve retoriğe rağmen İsrail ile büyük bir sorunu olmadığını, asıl bu rejimin gitmesinin İsrail’i kaygılandırdığını herkesin görmesini sağlamalıdır.

Muhalefet

Ankara Suriye muhalefetine olabildiğince ülkedeki tereddüt içindeki gruplara, bölge ülkelerine ve küresel aktörlere güven veren, birlik içinde, tutarlı, demokratik, şeffaf bir görüntü vermelerinin önemli olduğu belirtilmelidir. Suriye’deki Alevilerin hepsi rejimden nemalanıyor değildir. Muhtemelen önemli bir kısmı geleceklerini onların da için için gideceğini hissedeceği bu rejime bağlamak istemediklerini varsayabiliriz. Ankara bu konuda nazı geçen muhalif unsurlara rejimin otomatik ortağı olmayan bu unsurlara güven verecek bir dil, tarz ve eylem dizisi geliştirmesini sağlamalı, Alevilerin çoğunlukta olduğu bazı bölgelerin yeni dönemde otonom olabilecekleri, kamu kaynaklarının kendilerinden özellikle esirgenmeyeceği, cezalandırılacakların en tepedeki az sayıdaki Baas liderleriyle sınırlı kalacağını düşünmelerini sağlamalıdır. Ayrıca önümüzdeki dönemde rejimin piyadelerine de Beşar ve ailesinin iş sıkıya gelince kolaylıkla kaçabileceği, zaten bunun hazırlıklarını yaptıkları, onlar için ölmeye değmeyeceği yönünde sinyaller gönderilmelidir.

Ankara ayrıca Suriyeli muhaliflerin siyasi ve askeri unsurları arasında kopukluk olmasını engellemeye çalışmalıdır. Bu tür kopukluklar rejimin devrilmesini zorlaştıracağı gibi rejimin devrilmesinden sonra da şimdi Libya’da görülmeye başlanan sivil-asker ilişkileri sorunları yaşanmasına neden olabilir. Bu arada Ankara’nın muhalefete verdiği askeri desteğin derecesini doğru ayarlaması, mümkün olduğunca gizli tutarak gerektiğinde varlığını reddetmesi de (“plausible deniability”) önemli olacaktır. Ankara kendince haklı ve insani nedenleri olsa da başka ülkelerin içişlerine açıkça ve ciddi derecede karışıyor görünmenin bedelleri olabileceğini, ileride kendisine yönelik de benzer adımlar atılabileceğini, bölgede yükselen profiliyle beraber Türkiye’ye yönelik kıskançlık, şüphe ve endişenin artabileceğini görebilmelidir. Ayrıca açıkça taraf olarak görülmek Suriye ve belki İran’ın karşı ataklarını da beraberinde getirebilir. Özellikle PKK üzerinden bu karşı adımların hâlihazırda atılmaya başlandığı da iddia edilmektedir.

Bir kısmı ordudan kaçan muhaliflerin de giderek artan şekilde silahlı gerilla ve hatta terör metotlarına başvurmasıyla beraber geri dönülmesi kolay olmayan safhalara geçilmektedir. Olaylar yatışıncaya kadar bu ülkede ciddi şekilde kan akması beklenebilir. Ankara’daki karar alıcıların bu duruma kendilerini psikolojik olarak hazırlamaları ve amaçlarımız konusunda en azından kendimize karşı berrak ve dürüst olmak gerekir. Bu amaçlar “kanı durdurmaktan”, “Baas’ı reforma zorlamaktan”, “rejimi devirmeye” kadar değişiklikler alabilir.

Suriye’nin bölgedeki kavşak rolü ve ülkenin karmaşıklığı Türkiye’nin yavaş yavaş ülkede daha fazla müdahil hale gelmesine ve bir süre sonra bir “bataklığa saplanma hissi” duyulmasına neden olabilir. Bu uyarı “Suriye’den uzak duralım” şeklinde değil ama işlerin sarpa sarması ihtimaline kendimizi – artık ne kadar mümkünse – hazırlayalım” diye anlaşılmalıdır. Suriye’de kısa vadede “gül bahçesi söz konusu değildir.” Ankara’nın ayrıca belki bürokrasi dışı insan kaynaklarını da kullanarak rejimin devrilmesi sonrasındaki dönem için de zihinsel ve operatif hazırlıklar yapması gerekir. Sonuçta bu Suriyelilerin kendi meselesi olsa da, Türkiye, önümüzdeki dönemde çatışmada oynaması muhtemel rol, ülke ile uzun sınırımız, ülkenin Ankara’nın bölgesel stratejisindeki merkezi konumu nedeniyle Suriye’de ciddi siyasi ve insani sorumluluklar omuzlamak durumunda kalabilir.

Halep ve Şam’daki yükselen orta sınıfa bu rejim kaldıkça Türkiye ile ekonomik ortaklık potansiyelinin gerçekleşemeyeceği teması işlenebilir. Rejimin aktif veya pasif önemli destekçilerinden olan bu kesim ağırlığını değişim yönünde değiştirirse rejimin varlığını sürdürmesi çok daha zor olacaktır. Ankara bu kesime değişim geciktikçe ödenecek bedellerin, kaçırılacak fırsatların, güvenlik risklerinin artacağını ve dolayısıyla bir an önce harekete geçmenin doğru olacağını belirtmelidir.

Suriye’yi “iç meselemiz olarak gördüğümüz” yolundaki söylem de sorunludur. Bu ülkenin geleceğine siyasi, ekonomik, insani ve güvenlikle ilgili nedenlerle stratejik çıkarımız olduğunu belirtmek yeterliyken sonradan bize karşı kullanılabilecek bir söylem tercih etmek gereksiz ve hatta tehlikelidir.

Türkiye’nin kısa vadede çok muhtemel olmayan bir BMGK kararı olmaksızın Suriye içinde sınırlı da olsa askeri operasyon yapma ihtiyaç, hak, cesaret ve kabiliyeti var mıdır? Bu hangi şartlarda gerçekleşebilir? Böyle bir operasyona benzer iradeye sahip başka ülkelerle mi girilmelidir, yoksa bazı durumlarda askeri operasyonu tek taraflı olarak yapmak durumunda da kalabilir mi? Şam rejiminin büyük katliamlara başvurduğu dönemlerde uçakları Suriye hava sahasında uçurmak muhalif kitlelerde heyecan yaratabilir.

PKK

Rejimin gitmesi halinde, a) ülkede kaosun hakim olması, b) Kürt bölgelerin fiili ve belki resmi otonomi elde etmeleri durumunda PKK Suriye’de üs elde etme, buradan Türkiye’ye saldırılar düzenleme yeteneği kazanabilir. Bizim önceden de tereddüt ettiğimiz gibi Suriye sınırının mayından temizlenmesinin ciddi güvenlik sakıncaları yaratması söz konusu olabilir. Bu arada PKK ile Suriye arasında tekrar yeşerdiği düşünülen ilişkilerin kanıtlarını ABD ile paylaşarak Washington’un Türkiye’nin PKK ile mücadelesine daha ciddi ve gönülden destek vermesi sağlanmaya çalışılmalıdır. Türkiye PKK’ya karşı etkin askeri adımlar atmadan Esad’ı korkutamaz, Suriyeli muhaliflere güven ve umut vermez. PKK’ya karşı adım atmadan Suriye’de güvenli bir bölge oluşturmak gibi bir adım Türk kamuoyunun desteğini değil tepkisini alır, “yine kendi işini bırakıp başkalarının işine koşuyorsun” tepkileri artar. Bu arada ABD’nin çekilmesinden sonra Barzani’nin Türkiye’nin hassasiyetlerine daha fazla özen göstermesi gereken bir döneme girilecektir. Burada Ankara’nın dikkat etmesi gereken bu özenin salt sözler, jestler ve arabuluculuk hizmetleriyle sınırlı kalmaması ve Barzani ile müzakerelerde mühletler, kriterler, rakamlar ve cayılması halinde cezalar içeren somut eylem planlarının olmasıdır.

 

Şanlı Bahadır Koç

Foreign Press Review Editörü

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...