Avrupa’nın Yükselen Yıldızı Almanya: ‘Birlik ve Liderlik Entegrasyonu’

II. Dünya Savaşı yıkımı sonucunda, oluşan siyasi hava da devletlerin ortak çıkarları doğrultusunda bir birlik havası oluştuğunun göstergesiydi. Bu unsur pek çok kişi tarafından Fransız İhtilali’ndan bu yana süre gelen ve Avrupa içerisinde büyük zarara yol açmış milliyetçilik düşüncesinden bir kaçış olarak gözüküyordu. Bu bütünleşme teorileri, ortaya çıkarmak istedikleri bütünleşme kavramını bazen federasyona yakın, basitçe bir uluslararası örgüte yakın bir anlama gelecek şekilde tanımlanabilir. (1)

Bu düşüncelerle birlikte 1951 yılında ilk başarıya ulaşan Avrupa içi iş birliği Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu önerisi Avrupa topluluklarının önüne geldi. Bu oluşumun temel amacı, başta Fransa ve Batı Almanya olmak üzere üyeleri arasında kömür ve çelik endüstrilerinin yönetimini bir araya getirmekti. Bunun yapılış nedeni, dönemin en önemli sanayi hammaddeleri olan kömür ve çelikten doğabilecek herhangi bir uyuşmazlığın önlenmesi ve buna bağlı olarak iki ülke arasındaki olası bir savaşın engellenmesidir. Bu iş birliğinin kurucuları yaptıklarını “Avrupa ittifakında ilk adım” olarak nitelediler. (2)

Yapılaşmaya doğru gidilen süreçte 1957 ile birlikte imzalanan Roma Antlaşması doğrultusunda Gümrük Birliği’nin işlevini yerine getiren Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu kuruldu. Birlik içerisine gidilen bu süreç içerisinde Brüksel Antlaşması ile varlığını hissettiren bu 3 unsur Avrupa Topluluğu çatısı altında birleşti. Topluluğun oluşumunun ardından 1990’lı yıllarda Demir Perde’nin yıkılmasıyla birlikte Doğu Almanya, yeni Almanya’nın çatısı içerisinde birliğe katıldı. Doğu Almanya’nın birliğe sağladığı temel kriter, birliğin Batı Avrupa’nın da yanında Doğu Avrupa’nın genişleme süreci içerisine dahil edilmesidir. Oluşum, Doğu Avrupa’ya doğru gerçekleştirilen genişleme süreci ile birlikte topluluğa katılmaya aday ülkelere uygulanacak olan Kopenhag Kriterleri’dir.

Özellikle 1990’larda Doğu Almanya’nın Almanya içerisine olan katılımıyla gelecek için çalışmalar yürüten Alman Federal Cumhuriyeti’nin kendi içerisinde izlediği çok yönlü politikasıyla birlik içerisinde Alman İmparatoru; Prusya Kralı olan I. Wilhelm’le başlayan ve liderliğe doğru süreci tamamlama aşamalarını gerçekleştirdiğini görmekteyiz. Wilhelm ile gelen geleneksel Alman askeri gücünün 19. yüzyılda gevşek bir konfederasyon olan Almanya’nın güçlü bir imparatorluğa dönüşmesinde en önemli rolü oynayan ve ilk şansölye (başbakan) olan ve Bismarck-Schönhausen olarak nitelendirilen, Yeni Almanya’nın kılıç ve kan politikasına göre kurulacağını söyleyen Demir Şansölye döneminde zirve yaptığını görmekteyiz.

19. yüzyılın sonlarına doğru dağılan Almanların bir çatı altında toplamak isteyen Bismarck’ın izlediği demir yumruk politikası doğrultusunda Frankurt Barışı ve Alsace ve Lorraine’nin geri alınmasıyla gelişen süreçte Bismarck, henüz Alman birliğine katılmamış olan güneydeki Alman devletlerini de safına çekmeyi başararak Alman Ulusal Birliği’ni kurmuş oldu. Almanya’nın bölgesel güçten küresel güce doğru temellerinin atıldığı bu tarihlerde Bismarck’ın izlediği siyasal faaliyetler sonucunda ekonomik verilerle de desteklemiş olmasından kaynaklandığı gözlerden kaçmaması gereken bir unsurdur. Kendisi de Junker (büyük toprak sahibi aristokrat) olan Bismarck’ın iç politikada giderek tutucu bir çizgiye yönelmesinin sebebi ağırlıklı olarak askeri harcamaların getirdiği bütçe açıklarını giderebilmek için ek vergiler koymak isteğidir. Bu dönemde dikkat edilmesi gereken unsur Bismark’ın sonu ve Hitler’in devamı ile Almanya’nın potansiyel verileri üzerinden kalkınmaya çalışılmasıdır.

Bu eksende ikinci dünya savaşında Almanya’nın yenik düşmesi ve Almanya’nın askeri harcamalarının kısıtlanması sonucu yatırımlarını sanayiye aktarmalarının karşılığıdır. Öte yandan ikinci dünya savaşı için geliştirilen Alman projeleri başta ilaç sanayi olmak üzere birçok yeni teknolojiyi gün ışığına çıkarmıştır. Savaşın bıraktığı yıkımları kendi iç bünyesinde eritmeyi başarabilen Almanya’nın bu dönemlerde teknolojik atılımlara yönelik adımlar atması, askeri kanadı oluşturan verilere çok daha az yatırım gerçekleştirmesidir. Bunun da örneği, Birleşik Devletlerin Almanya adı altında Avrupa’da bütünleşme sorununu çözme isteğidir. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde uzun müzakereler, tartışmalar ve deneme yanılma yöntemleri neticesinde mecrasını bulan Avrupa bütünleşmesi aynı zamanda ‘Almanya sorununu’ çözme projesidir. Bir taraftan Almanya’nın yeniden güçlenip ‘geleneksel reflekslerine’ geri dönmesini istemeyen başta Fransa olmak üzere kimi Avrupalı devletler, diğer taraftan da hızla artan Sovyet baskısını göğüsleyebilmesi için ‘silahlanma’ meselesini ve ‘iktisadi kalkınma’ sorununu çözüme kavuşturma yollarını aramışlardır. Dönemin hegemonu ABD ise bir taraftan Avrupa kıtasını kapitalist sisteme yeniden entegre etmenin hesaplarını yaparken diğer taraftan da kurmayı tasarladığı ‘yeni dünya düzeninde’ Almanya’nın bir istikrarsızlık unsuru olmasının önüne geçecek ekonomik, siyasi ve askeri ögeleri oluşturma çabasına girmiştir. (3)

Oluşturulmaya çalışan karşılıklı statükolar doğrultusunda 1958’ler de bu süreç Marshall yardımlarıyla şekillenen Avrupa’da ABD yardımıyla çözümlenmeye çalışılmıştır. Bunlardan birincisine göz attığımızda kapitalizme uyum süreci ve yıkılan Avrupa’nın ekonomik kalkınması, Avrupa’da bir birlik içerisinde vücut bulma imkânına sahipti. Bu vücudun erginlik döneminden olgunluğa geçiş döneminde yapılan ekonomik kalkınma yardımı, kıtanın batı bölgesiyle birlikte doğu kısmında da gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Gerçekleşen süreçte, slav-ortodoks kökenli uluslara tarımsal ekonomik fonlar desteğiyle yardımlar yapılmış ve birlik ile bütünleştirilme sürecine gidilmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri’nin ikinci entegrasyon süreci ise o yıllarda NATO’nun silahlanma konusunda baş belası haline gelen Fransa’ydı. Fransa’nın önderliğinde NATO’da gerçekleştirilebilecek olan Savunma Planı’na tam destek sağlamayan Amerika Birleşik Devletleri’ydi. Böylece ABD, Almanya’nın askeri güvenliği için onu NATO’ya entegre ederek güvenlik unsurunu kendi plüralist politikaları içerisinde gerçekleştirecekti. Askeri gücü bir şekilde kısıtlanan Almanların büyük bir olumsuzluk içerisinde tesellisi teknoloji denilebilir.

Yine bu bazda nedenleri halen tartışmalı olan 1870-1900 Avrupa’sında genel ekonomik durgunluk, Almanya’nın durgunlukla mücadele için gümrük duvarlarını yükseltmesine sebep olmuş ve buna ithafen dış ticarette izlediği bu korumacı politika, büyük toprak sahipleri kadar sanayicilerin de desteğini kazanmasına yol açmıştı. Bismarck’ın izlediği ekonomik ve siyasal faaliyetler sonucunda hızla ayağa kalkan ve ilerleyen Alman ekonomisi dünyada dördüncü en büyük gayri safi yurtiçi hasılaya sahip ülke, satın alma gücü paritesine göre beşinci ülke konumuna gelecektir. Bismarck ile temelleri atılan para biriminin Mark’ın 1948’den 2000’lere kadar kullanılması ve daha sonra Euro’nun yerini alması bütünleşme süreci içerisinde önemli yer tutmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nin 1998’de kendi para birimi olan Dolar’ın dünya rezervleri içerisinde zirve olduğu bu dönemde Mark’ın en güvenilir para birimi olması şüphesiz kendi çıkar politikaları çizgisinde bunu ekonomik bir tehdit olarak görmesi ve ortak para birimi oluşturması, gözle görülür bir sistemsel asimilasyon politikasıdır.

Almanya’nın kendi içerisindeki ekonomik alt yapısına baktığımızda geçmişten bu yana gelen süre içerisinde, özellikle Adolf Hitler’den sonraki süreçte kapalı Avrupa ekonomisinin kritik bir dönemeçten geçtiği ve bu bağlamda Avrupa bütünleşmesine uyum gösterdiği görülmektedir. Bu süre zarfı içerisinde ticari kararlarının Avrupa Birliği’nin yasaları doğrultusunda tek pazar şeklinde sürdürmesi, Bismarck’tan gelen geleneksel para politikaları ile 1990’lara kadar Almanya’da bu standartların korunması sağlanılmaya çalışıldı. 2000’li yıllardan sonra ise, hükümetler sınırlayıcı bir mali politika izleyip kamu sektöründeki işlerde kesintiye gitmişken, Şansölye Angela Merkel hükümeti daha sonra bunu işçi pazarı ve refah düzeyi adına bir dizi reformlar ile gerçekleştirecektir.

Genel olarak bakıldığında birlik içerisinde II. Dünya Savaşı sonrasında sabit verileri üzerinde toparlanmaya başlayan Almanya’nın bunu hemen ardından bu dönemde bunu potansiyel unsurlar ile desteklemiş olmasından dolayı hızlı bir kalkış ve bir vizyon çizmeyi başarmıştır. Gelişen ekonomisi ve istikrarlı siyasal yapısı sebebiyle de birlik içerisinde lider ülke konumunda olan Federal Alman Cumhuriyeti siyaseti, ekonomisi ve teknolojisi ile yine birlik içerisine hızlı bir entegrasyon sağlamayı başarabilmiştir. Hükümetler arası yaklaşımlarla kurulan konfederal Avrupa Birliği, gelecek yıllar içerisinde Federal bir Almanya Cumhuriyeti içerisinde federalizme dönmeyeceğini kim söyleyebilir?

Emrah Yavuz Usta

Dipnotlar

1.Ayşegül Gökalp, ‘Uluslararası İlişkilerde Bütünleşme (Entegrasyon) Teorileri ve Avrupa Birliği’, ed.Hasret Çomak, Umuttepe Yayınları, Kocaeli 2009, s.149.

2.Declaration of 9 May 1950. 2010-5 Nisan tarihinde erişilmiştir. (Dil Almanca)

3. Mustafa Kultay, ‘Avrupa Bütünleşmesi’nin Düğümü ve Almanya’nın Liderlik Sınavı’, http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=989, 23.09.2009    {jcomments on}

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...

Sığınmacıların Ev Sahibi Ülkelere Katkıları: Türkiye’deki Suriyeliler

Sena Özdemir Göç Çalışmaları o-Staj Programı ÖZET İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanan...