Benna’nın Havarileri: Müslüman Kardeşler -2

Müslüman Kardeşler Orta Doğu’da -1

Mısır

Hasan El Benna Kahire’ye geldikten sonra İhvan’ın genel merkezi de Ekim 1932’den itibaren Kahire’ye taşındı. Bu arada, El Benna’nın deyimiyle “dava” da her yerde yayılıyordu. Erkekler için kurulan Hira Enstitüsü çalışmaları rayına oturduktan sonra, Kardeşler, kızlar için de bir okul açmayı düşündüler. Bu okulda “Müslümanların Anneleri Okulu” adını aldı.

Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı bu okulu teslim aldı. Ancak Kardeşler bu okulun arkasında “Müslüman kadın kardeşler” için bir bölüm kurdular. Bu kısım, Müslüman Kardeşler’in eşlerinden ve akrabalarından oluşuyordu.

 

İsmailiyeli Müslüman Kardeşler bazı çimento işçileriyle bağlantı kurdular. Daha sonra, bu işçiler için, bizzat kendilerinden toplanan bağışlarla bir mescit yaptırıldı. Müslüman Kardeşler 1928’deki kuruluşundan 1936’ya kadar esasen dini planda etkin, bir tür sosyal yardım ve dayanışma hareketi olarak görülüyordu. Öyle ki başlangıçta Mısır’ın yönetici elitiyle de aralarında herhangi bir sorun yoktu. Bu ilişkiler yer yer gerilse de genellikle iyi düzeyde ilerliyordu. Müslüman Kardeşler, 1937’de misyonerlikle ilgili olarak Kral Fuat’a verdiği muhtırada bile şöyle hitap etmektedir: “Dinin sırlarının koruyucusu, İslam’ın ve Müslümanların destekçisi, Mısır’ın sayın fedakar hükümdarına…”

Müslüman Kardeşler’in parlamento binasına mescit açılması için hükümete yaptığı başvuru olumlu karşılanmakta, hemen mescit yapılmakta ve bu başvurudan dolayı Müslüman Kardeşler’e teşekkür mektubu gönderilmektedir. Hatta Hükümet pek çok defa Müslüman Kardeşler’e maddi yardımlarda da bulunmuştur. Ancak bunun yanında zaman zaman hükümetin Müslüman Kardeşler’e yönelik sert tutumları da olmakta, Hasan El-Benna dâhil pek çok militanın gözaltına alındığı veya tutuklandığı bilinmektedir.

1940’lı yıllarda, Mısır’daki İngiliz varlığına ve onların işbirlikçilerine karşı açtıkları amansız savaşla toplumun dikkatini çeken örgüt, Mısır ordusundaki milliyetçi subayları da etkiledi. Hatta 1952’de bir darbe ile iktidara el koyacak olan Cemal Abdül Nasır’ın başını çektiği Hür Subaylar hareketine fiilen katıldı. 1941’de İngilizler Kral Faruk’a (1936’da tahta çıkmıştı) baskı yaparak parlamentoyu feshettirdiler. Yeni seçimleri seküler, Batı yanlısı elitlerin partisi Vafd kazanırken, Müslüman Kardeşler de seçimlere katılmışlar ancak parlamentoya üye sokamamışlardı. Ama bu tabloda dahi popülaritesini arttırmışlardı. Bu tarihten itibaren örgüt orta ve alt sınıflara yönelik sosyal ve ekonomik faaliyetlerle, İslam esaslarına dayanan bir toplum düzeni kurmak için terör dâhil her türlü yöntemi uygulayan illegal yapıyı paralel yürüttü. 1944’te hükümetle Müslüman Kardeşler arasındaki ipler koptu. Rejim hareketin merkezine ve mallarına el koydu. Birkaç hafta sonra Mısır eski başbakanlarından Ahmed Mahir’in öldürülmesinin ardından Hasan el-Benna ve arkadaşları tutuklandılar ancak delil yetersizliğinden serbest bırakıldılar.

1948 yılı sona ererken İngiliz yanlısı Başbakan Muhammed Fethi en-Nukraşi, Müslüman Kardeşler’i yasadışı ilan ederek kapatılmasını emretti. Bu kararın bedelini 20 gün sonra canıyla ödedi. Suikastın sorumluluğunu Müslüman Kardeşler üstlendi. Rejim, intikamını almakta gecikmedi ve Hasan el-Benna, 12 Şubat 1949’da Kahire’de halka hitap ederken devletin ajanları tarafından öldürüldü. Nukraşi’nin yerine geçen Nahas Paşa Hükümeti, 12 Ocak 1950’de örgüte konan yasağı kaldırdı, bir yıl sonra da örgütün genel merkezini ve bazı mallarını örgüte iade etti. Ancak o sırada Müslüman Kardeşler, Kral Faruk’a darbe yapmaya hazırlanan Hür Subaylar’la işbirliği içindeydiler. Hür Subaylar’ın sosyalist eğilimleri yüzünden bu ittifakı halka anlatmakta zorlanan Müslüman Kardeşler’in taraftarlarını ikna etmekte kullandığı argüman şuydu: “Kuran ve hadislere dayanarak, kapitalizmden de, sosyalizmden de üstün, modernleştirilmiş bir ‘Hazreti Ömer sosyalizmi’ kurulabilir!” Hür Subaylar da Müslüman Kardeşler’i, iktidara el koyduktan sonra bir İslam devleti kuracakları sözünü vererek ikna etmişlerdi.

Kral Faruk

23 Temmuz 1952’de Hür Subaylar bir darbe ile Kral Faruk’u devirdiler, darbenin görünüşteki lideri General Necip bir süre sonra yerini darbenin gerçek lideri Nasır’a bıraktı. Yeni rejimde danışmanlık, radyo müdürlüğü, anayasa komisyonu üyeliği gibi çeşitli görevler üstlenen Müslüman Kardeşler Nasır’dan verdiği sözleri tutmasını istediler. Ama Nasır’ın İslam devleti kurmak gibi bir niyeti yoktu. Dahası, kendine has bir sosyalizme yönelmişti. Aslında darbeye katılan subayların pek çoğu İhvan üyesi ya da sempatizanıydı. Ayrıca İhvan ile Hür Subaylar’ın programları arasında dikkat çeken bir benzerlik vardı. Dolayısıyla başlangıçta her iki taraf arasında bir işbirliği olduğu söylenebilir. İhvan, 1952’de Kahire’de başlayan ve monarşinin temellerini sarsıp altı ay sonraki askeri darbeye zemin hazırlayan gösterilerde önemli rol oynadı.

“Hür Subaylar” iktidara geldiklerindeyse ülkede güçlü bir yapı kazanmış olan Müslüman Kardeşler’in desteğine sahip olmayı ummaktaydılar. Hatta görünürdeki (vitrindeki) liderleri General Muhammed Necip, Hasan el-Benna’nın mezarını ziyaret ederek hürmetini ifade etmiş; tüm siyasi partilerin faaliyetini yasaklayan darbe yönetimi; İhvan’ı, dini bir organizasyon olduğu gerekçesiyle bu yasağın dışında tutmuştu. Ancak “Devrim Komite Konseyi” El-Hudeybi’nin “Kur’an temelinde bir anayasa” talebini ret edince örgütten rejime yönelik muhalefet yükselişe geçmeye ve İhvan, rejime, İslam’a karşı olduğu gerekçesiyle saldırmaya başladı. 1953’te iki taraf arasında keskin bir mücadele başladı. Yönetimin aynı yıl başlattığı toprak reformu örgütün muhalefetiyle karşılaştı. İhvan öğrenciler ve sendikalar arasında propagandasını yoğunlaştırdı. Bunun yanı sıra asker ve polis içerisindeki bazı İhvan üyeleri rejime karşı planlı çalışmalar yapmaya başladılar.

Taraflar arasında ipleri koparan olay ise, 19 Ekim 1954 tarihli Mısır-İngiltere anlaşması oldu. Müslüman Kardeşler’e göre anlaşma İngiliz menfaatlerini korumakta, hatta Mısır’ın işgaline zemin hazırlamaktaydı. Dolayısıyla imzalanmaması gerekiyordu. Örgüt bu amaçla ülke çapında hükümet aleyhine gösteriler örgütledi. 26 Ekim 1954’te İskenderiye’de halka hitap eden Nasır’a başarısız bir suikast girişimi yapıldı. Rejim bundan Müslüman Kardeşler’i sorumlu tuttu. Kısa sürede örgütün 10 bine yakın üyesi tutuklandı, önde gelenleri ağır işkencelere uğradı, o sırada örgütün lideri olan Abdülkadir Udeh idam edildi.

Nasr ve CHE

İhvan mücadelesine yeraltında devam etti ve ayakta kalmayı başardı. Nasır’ın 1964’de ilan ettiği genel affın bir parçası olarak, yükselen işçi ve emekçi hareketine karşı güç oluşturmak için birlikte hareket etme düşüncesiyle örgütün üyeleri serbest bırakıldı. İhvan ile Nasır arasında bu yumuşama ve yakınlaşma uzun sürmedi. Müslüman Kardeşler, 1967’deki “Altı Gün Savaşı”nda Mısır Ordusu’nun İsrail karşısında ağır bir yenilgi almasının yarattığı travmadan yararlanarak Nasır’a muhalefeti ve terör eylemlerini tırmandırdı.

1970’de kalp krizi sonucu hayata veda eden Nasır’ın yerine geçen Enver Sedat, 1967’de kaptırılan toprakların bir kısmını ABD ve SSCB’nin baskıları sayesinde İsrail’den geri aldıktan sonra ABD ile ilişkileri sıkılaştırdı. ABD’nin telkinleriyle, Nasır döneminin bakiyesi sol grupları zayıflatmak için Müslüman Kardeşler başta olmak üzere İslamî hareketlere rejimin içinde yer açmaya karar verdi. Bu doğrultuda 1975’te Sedat’ın ilan ettiği genel afla İhvan üyeleri serbest bırakıldı. Bu gelişme, İhvan’ın durumunu daha da toparlamasına ve El Ezher üniversitesiyle bütünleşmesine imkân sağladı. Hasan El Benna’dan sonra örgüt içinde ortaya çıkan bölünmüşlükten memnun olan ve bunu sürdürmek isteyen Sedat, İhvan’ın “ılımlılar” grubunu kendi siyasi düzeninin içine çekmeğe çalıştı. 1976’da “Tek Parti” sistemine son verildi ve kısıtlı da olsa demokratik bir seçim sistemine geçildi ve İhvan’ın altı önde gelen ismi parlamentoya girdi. Hükümet örgütün bu “parçası”na alabildiğine iyi ve olumlu davranmaktaydı. İhvan’ın bu grubunun “el-Dava” adlı bir aylık dergi çıkarmalarına izin verildi. Tirajı 78 bin olan el-Dava (çağrı) kendine dört düşman seçmişti: Batı Hıristiyanlığı, komünizm, laiklik ve Siyonizm. Bütün haberler ve yorumlar, bu dört düşmanı hedef alıyor, onlara yönelik olarak kaleme alınıyordu.

Enver Sedat

Enver Sedat’ın örgütün ılımlılar kanadıyla işbirliği yaparak onları legal-parlamenter siyasetin içine çekme girişiminin sonucu, radikal karakterli diğer Müslüman Kardeşlerin örgütten ayrılması ve daha radikal gruplar kurması oldu. Daha sonra Sedat’a suikast yapacak El-Cihat örgütü ve İhvan’ın Seyyid Kutub düşüncesine ihanet ettiğini” düşünen Kutubçular, et-Tekfir ve’l-Hicre, İslamî Cemaat, Muhammed Gençliği gibi oluşumlar bu süreçte ortaya çıktı. Sedat’ın iktidara geldikten sonra Müslüman Kardeşler’le kurduğu bu olumlu ilişki, İsrail’le barış görüşmelerine başlamasıyla bozuldu. 1977’de İsrail’i ziyaret eden ilk Arap devlet başkanı E. Sedat oldu. Bu ziyaretten bir yıl sonra 1978’de; Sedat, Camp David anlaşmasıyla İsrail’i resmen tanıdı. Bu gelişmeler, tamamen ABD’nin denetimine giren E. Sedat ile İslami örgütlerin arasındaki mesafenin açılmasına neden oldu. Hal böyleyken, El Ezher, Sedat’ın zorlamasıyla 1979’da barış girişimleri konusunda onun politikalarını tasdik eden bir fetva yayınladı. Süreç, Müslüman Kardeşler’in sokaktan, hatta parlamentodan alınıp yeniden hapishanelere gönderilmesi şeklinde ilerledi. ABD ve İsrail’den gelen baskılar sonucunda 2000’i aşkın İhvancı hapse atıldı. El Dava kapatıldı. İhvan yanlısı olduğu şüphesiyle 200 subay ordudan atıldı. Bu sertlik karşılığını bulmada gecikmedi. 1981 yılında Mısır’ın kurtuluşunun kutlandığı bir törende El Cihat üyesi bir yüzbaşı olan Halid Ahmed El Şevki önderliğindeki bir grup asker Enver Sedat’a suikast düzenledi. Suikastta Sedat hayatını kaybetti.

Sedat’ın yerine, 1973 Arap-İsrail Savaşında (Yom Kippur) yıldızı parlamış olan yakın arkadaşı Hüsnü Mübarek başkan oldu. Mübarek militan İslami hareketlerin üzerine kararlılıkla gidip onları şiddetle bastırırken, rejimin “dini olmayan” (laik) muhaliflerini serbest bırakarak onlarla diyalog geliştirdi. Bu arada, İslam dünyasının pek çok bölgesinden gelen kınamalara rağmen, Sedat’a suikast düzenleyen El-Cihat üyelerini idam ettirdi. 1982’de kendisine yönelik radikal İslamcı bir suikast girişimi başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra Mübarek, El-Ezher ulemasıyla işbirliğine girerek hem rejim için meşruluk sağlama hem de hapisteki İslamcıları yeniden eğitme/kazanma çabası içinde oldu. İslami olmayan (laik) muhalefetin önünü açma yolunda yeni Vafd Partisi’ne 1984’de parlamento seçimlerine katılma hakkı tanıdı. Fakat yeni Vafd Partisi ile Müslüman Kardeşler ittifak içine girdiler. Sonuçta yapılan seçimlerde İhvan oyların yüzde 15’ini, 448 sandalyenin 58’ini kazandı. 1987 seçimlerine İşçi Partisi ve Liberal Parti ile ittifak halinde girdi. İttifakın kazandığı 60 sandalyeden 35’inin Müslüman Kardeşler’e ait olması Hüsnü Mübarek’i harekete geçiren etken oldu. Mübarek’in ilk işi seçim kanununun değiştirmek oldu. Bundan böyle sadece kanunlara göre kurulmuş siyasal partiler seçime katılabilecekti. 1991 Körfez Savaşı sırasında Mısır’ın ABD ile ittifakı radikal İslamcılarla hükümeti karşı karşıya getirdi. Mısır İslamî Cemaat adlı örgüt Batılı yaşam tarzını sembolize eden çeşitli hedeflere (sinema, tiyatro, turistler, elçilikler) yönelik şiddet eylemlerine girişti. Saldırılardan hükümet yetkilileri, güvenlik güçleri, Hıristiyan Mısırlılar (Kıptiler), faizle çalışan finans kuruluşları ve laik yazarlar da nasiplerini aldılar. 1990’lı yıllarda iki bini aşkın kişi İslamcı terör-devlet terörü sarmalında hayatını kaybetti.

Müslüman Kardeşler bu olayları desteklemedi ama açıkça kınamadı da. Bunun üzerine hükümet Müslüman Kardeşler üyesi 100 kadar kişiyi tutukladı. Muhtemelen buna misillime olarak 1995 yılının haziran ayında Mübarek’e yönelik bir suikast girişimi oldu. Hükümet daha da sertleşti. Bunlara rağmen Müslüman Kardeşler o yılki seçimlere katıldılar. Ancak sadece bir üyelerini parlamentoya sokabildiler. Onu da hükümet bir yıl sonra “illegal örgüt üyeliği” suçlamasıyla sınır dışı etti. 1996’da Müslüman Kardeşler tarihinde ilk kez iç çatışma ile sarsıldı. Örgütün radikal gençleri, eski kuşakların otoriter yöntemlerine isyan ederek Müslüman Kardeşler’den ayrıldılar ve “Hizb’ul-Wasat” (Merkez Parti) adıyla bir parti kurdular. Ancak Mübarek rejimi bu tür eğilimlere kayıtsız kaldı. 1999’daki şaibeli başkanlık seçimini yüzde 94 oyla kazanan Mübarek, 2000 parlamento seçimlerine Müslüman Kardeşlerin katılmaması için elinden geleni yaptı; 500’ü aşkın örgüt üyesi tutuklandı; seçimlere katılacak adaylara büyük zorluklar çıkarıldı. Buna rağmen, Müslüman Kardeşler 454 üyeli mecliste 17 sandalye kazandılar. Bu seçimden sonra, Müslüman Kardeşler “demokrasi” meselesine daha farklı bakmaya başladılar. Bu doğrultuda Müslüman Kardeşler’in, Mısır’da, kendi dışında kalan diğer rejim karşıtı gruplarla diyalog ve işbirliğine açık, dolayısıyla daha “demokratik” bir siyasi üslup ve motivasyon kazandığını düşünmek mümkündür. Örgütün klasik seçim sloganı olan “Çözüm İslam” bile bu süreçte değiştirilmiş ve onun yerine, 2000’li yıllarda, “Demokratik Değişim” sloganı kullanılmaya başlanmıştır.

Bu strateji değişikliği konusunda iki görüş ortaya çıktı. Bazılarına göre Doğu Bloku’nun çökmesinden sonra tüm dünyayı saran liberalleşme ve demokratikleşme dalgası Müslüman Kardeşler’i de etkilemişti. Bazılarına göre ise Müslüman Kardeşler, amaçlarına ulaşmak için demokrasinin en uygun ortam olduğunu fark etmişlerdi. Onlar için demokrasi bir “değer” değildi, işlevini gördükten sonra bir kenara atılacak olan bir “araç”tı. Nitekim 2005 yılı seçim bildirgelerinde şunlar yazıyordu: “Bizler, Müslüman Kardeşler’in üyeleri, İslam şemsiyesi altındaki bir cumhuriyete, parlamenter ve anayasal sisteme bağlılığımızı garanti ediyoruz.”

Hüsnü Mübarek

Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in iktidara gelmesinden sonra diyaloga katılan Müslüman Kardeşler, resmen yasak olsa da, ülkenin en büyük muhalif gücüydü. Etkin bir sosyal yardım ağına sahip olan Müslüman Kardeşler; yoksullara, üniversitelerde ve sendikalarda durumu kötü olanlara yardım organizasyonları düzenliyordu. (Özellikle camilerde aktif durumdaydılar.) Okullar, hastaneler vb. sosyal yardımlaşma ağlarıyla toplum üzerinde büyük bir etkiye sahip olan Müslüman Kardeşler, Ortadoğu’nun en büyük ve etkin örgütü olarak biliniyor. 2005’deki genel seçimlerde büyük başarı gösteren ve parlamentoda 88 sandalye kazanan hareket, birinci turuna katılmakla birlikte, iktidar partisi geniş çaplı yolsuzluk yaptığı ve şiddet uyguladığı gerekçesiyle boykot ettiği seçimlerin Aralık 2010’daki ikinci turuna katılmadı. Arap Baharı ile birlikte Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın bazı ülkelerinde başlayan halk hareketlerinden Mısır’da nasibini almış ve bu hareketlerin Mısır’da ki adresi Tahrir Meydanı olmuştu. Hareket sonucunda 2011’de bir darbeyle alaşağı edilen Hüsnü Mübarek’in yerine seçimlere gidilerek yeni bir yönetim arayışı tercih edildi. Bu dönemde Müslüman Kardeşler, yeni bir parti kurdu ve adını da Özgürlük ve Adalet Partisi koydu. Parti, 2011 Eylül seçimleri için Kıpti aday ya da bayan aday göstermedi. Bu arada Devrimin ardından bazı yeni gruplarda ortaya çıkmaya başlamıştı. Nihayetinde yapılan seçimlerde 30 Milyondan fazla seçmen Özgürlük ve Adalet partisine oy verdi. Bunların üç milyonundan fazlası Özgürlük ve Adalet partisinden daha çok Müslüman Kardeşlerin iş başına gelmesini isteyenlerdi. Parti; 127 sandalye ve 108 bağımsız aday ile toplamda mecliste 235 sandalye kazandı. Parlamentoda 498 seçilmiş üye, 10 görevli toplam 508 sandalye vardı. Müslüman Kardeşlerin delegeleri 2012 yılında Cumhurbaşkanı olarak Muhammed Mursi’yi seçti. Mısırlı rahip Safvet Higazi Müslüman Kardeşlere bu seçiminden dolayı tebrik etmişti. Mübarek döneminden sonra ilk Mısır seçimlerinde, Müslüman Kardeşlerin üyeleri, Muhammed Mursi’yi yüzde %51.73 oy ile seçmişlerdi. Rakibi eski Hava Kuvvetleri Komutanı Ahmet Şefik ise % 48.27 oy almıştı.

Devrik lider Hüsnü Mübarek hakkındaki karar 2 Haziran 2012 tarihinde, protestocuları öldürmekten dolayı ömür boyu hapis olarak açıklandı. Müslüman Kardeşler; gösteri yapan insanların haksız yere öldürüldükleri söyledi. Hüsnü Mübarek dönemi iç işleri bakanı da benzer konudan hüküm giydi. Ancak, başka bir yolsuzluk davasında Hüsnü Mübarek, iki oğlu ve zengin iş adamı Hüseyin Selam suçsuz bulundu ve kefalet ile serbest bırakıldı. Kararın yayınlanması ile birlikte, Kahire’nin Tahrir Meydanı, Hâkim Ahmed Rıfat’ın almış olduğu bu kararı sorgulamak için bir dizi gösteriye sahne oldu. Göstericiler aynı zamanda cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunun da adil yapılmadığı yönünde slogan attı. Ahmet Şefik, Hüsnü Mübarek döneminde yüksek dereceli hükümet adamlarından bir tanesi ve Mevcut Mısır toplumunda devrim karşıtı bir noktada kendini konumlandıran birisiydi. Halk arasından mahkeme kararına karşı ayaklananlar, aynı şekilde bunun mesuliyetini Müslüman Kardeşlere yükledi. Müslüman Kardeşlerin son cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, cumhurbaşkanı resmi delegesi Hamid Sabbahi, Abdul Münim, Abdu el-Futuh ve Halit Ali ile son gelişmeler ve seçim hakkında görüşmek üzere bir araya geldi. Müslüman Kardeşlerin temsilcisi, Muhammed Mursi adına bir sözcü endişesini dile getirerek şu açıklamayı yaptı:  “Ceza 30 yıldan fazla bir süre önce ülkesine karşı işlemiş olduğundan hafifletilmiştir.” Bu şekilde bir açıklama da seçimlerdeki tutumu dolayısıyla yaptı ve şöyle dedi: “Mısırlılar cumhurbaşkanlığı seçiminde bulunacaklar ve şehitlerinin kanının intikamını alacaklardır.” Bu kararın akabinde Mısır’da yeni bir devrimin gerçekleşme olasılığı konusunda da uyarıda bulundu.

Muhammed Mursi

2012 Kasım ayının sonlarına doğru Müslüman Kardeşlerin şubeleri Muhammed Mursi’nin otoritesini kullanarak kanun dışı davrandığı suçlaması ile ateşe verildi. 3 Temmuz 2013 tarihinde Muhammed Mursi bizzat kendisinin Genelkurmay başkanlığına atadığı Muhammed Mursi önderliğinde gerçekleştirilen askeri bir darbeyle tutuklandı ve hükümet düşürüldü. Yerine geçici olarak Cumhurbaşkanlığı’na Adli Mansur getirildi ve yine geçici hükümet Masur’un huzurunda yemin ederek göreve başladı. Süreç bu şekilde ilerlerken binlerce Mısırlı göstericiyse Muhammed Mursi’nin Mısır cumhurbaşkanı olarak kalması için protestolar düzenledi. Bu protestoların adresi ise Mısır’da ki Rabiatül Adeviyye Meydanı oldu. Bundan sonra ise Mursi taraftarları ve darbe karşıtları arasında ismini bu meydandan alan Rabia İşareti akımı başladı. Taraftarlar böylece darbeci yönetime karşı tepkilerini sembolleştiriyorlardı. Ülkenin diğer tarafındaysa Tahrir Meydanı’nı kendilerine mesken eden darbe taraftarları kutlamalar düzenliyorlardı. İki tarafın sık sık birbirine girmesiyle devam eden olaylarda ise binlerce kişi ya yaralandı ya da hayatını kaybetti. Nihayetinde akşam saatlerinden başlamak üzere sabaha kadar dışarı çıkma yasağı getirilerek; ülkede bir olağan üstü hal ilanı yapılıyordu. Ancak tüm bunlar olayları bir nebzede olsa sonlandırmışsa da ülke içerisinde çatışmalar hala devam etmekte. Darbe yönetimi ise yaptığı son açıklamalarda ülkenin demokratik bir zemine oturtularak yaklaşık 9 ay sonra seçimlere gidebileceğini söylemektedir. Süreç bu şekilde akıp giderken son olarak Müslüman Kardeşler’in –Mursi’de dâhil- önde gelen bazı yöneticilerinin tutukluluk süreleri devam etmekte, İhvan’ın oluşumları kapatılmakta, yine İhvan üyelerinin mallarına el konulmakta ve İhvan büyük bir darbeyle sindirilmeye çalışılmaktadır. Bu tarz hareketlerin İhvan’ı ne derece etkileyeceği ise merak konusu. Zira elde kaybedilmiş bir iktidarı bulunduran; bunun yanında liderlerinin bir kısmı tutuklu olan mallarının bir kısmına el konulan Hareket’in şu sıralar olanlar hakkında bir iç muhakeme yaptığı şüphesiz. Hatta bu içe dönük öz eleştiriler; Hareketin önde gelen liderlerinin sorgulanması şeklini de alabilir. Aslında bu son tez olaylar hakkında kimin suçlu olarak gösterileceğine dolayısıyla kimin günah keçisi olarak ilan edileceğine de bağlı. Eğer İhvan bundan belli şahısları sorumlu tutarsa kuşkusuz bu lider kadroda bir temizlik hareketine dönüşecektir. Ancak teşkilat yakalanan başarılar gibi yaşanan bu sıkıcı durumda ortak bir tutum sergileyip elini hep birlikte taşın altına koyarsa da bambaşka bir analiz karşımıza çıkmakta. O zamanda hareket içerisinde herhangi bir küslüğe meydan vermeden gerçekleştirilecek reformist hareketlerle bundan sonrası için kısa-orta ve nihayetinde uzun dönemli planlanmalara gidilmesi muhtemeldir. Elbette ki bu reformist uygulamaların İhvan’ın kendini mevcut zeminde uygun bir konjüktör yaratması şeklinde olması beklenecektir.

Deniz DEMİR

TUİÇ Akdeniz Üniversitesi Kolaylaştırıcısı

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Teknolojinin Göçmen Havaleleri Üzerindeki Etkisi: Gelişmekte Olan Ülke Perspektifi

Gökçen Ayzıt Kırkali  Göç Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Yurt dışında çalışan göçmenlerin...

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...