Büyük Paris Camii El-Gazali Enstitüsü Başkanı Dr.Jelloul Seddiki ile Röportaj

BÜYÜK PARİS CAMİİ EL-GAZALİ ENSTİTÜSÜ BAŞKANI DR. DJELLOUL SEDDİKİ: “SARKOZY’DE İSLAMAFOBİ VAR” 

Dr. Djelloul Seddiki, Büyük Paris Camisi’ne bağlı El Gazali Enstitüsü Başkanıdır. Doktorasını Paris Nanterre-La Défense Üniversitesi’nde tamamlayan Dr. Seddiki 1983-1986 yıllıları arasında Sabha Üniversitesinde Yardımcı Doçent olarak akademik çalışmalarda bulunmuştur. 1986-1996 arası dönemde Fransa’da çeşitli yazarlık ve gazetecilik faaliyetlerini yürüten Dr. Seddiki, 1996 tarihinde Büyük Paris Camii’nde din eğitmeni olarak göreve başlamıştır. Büyük Paris Camii’nde imam ve din adamı yetiştirilmesi programının yöneticiliğini yürüten Dr. Sıddıkı, bu camiye bağlı Gazali Enstitüsünün de başkanlığını yapmaktadır. Büyük Paris Camii’ndeki çalışmalarının yanı sıra Dr. Sıddıkı Fransa’da Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler arasındaki diyalog çalışmalarında da aktif olarak görev almaktadır.

 

Doç.Dr.Veysel Ayhan: Yoğun çalışmalarınız arasında zaman ayırdığınız için çok teşekkür etmek isterim. Ben TUBİTAK tarafından desteklenen AB’nin Türkiye algısı konusundaki bir proje kapsamında bazı konularda sizlerin görüşlerini almak isterim. Bu kapsamda öncelikli olarak Fransa’daki Müslüman toplumun yapısı hakkında bizi bilgilendirmenizi rica edecektim. Açıkçası, Fransa’da yaşan Müslüman toplulukların kökenleri, Fransa hükümetiyle olan ilişkileri ve Fransız hükümetinin Müslüman toplumuna bakışını sizin bakış açınızla öğrenmek isteriz. Fransızlar kimlik tanımlamalarında Hıristiyanlığı öne çıkartmalarına karşın yaklaşık 6-7 milyon Müslüman topluluğun bu ülkede yaşaması oldukça dikkat çekicidir. Konuya bir soruyla başlayacak olursak; Fransa’daki Müslüman toplulukların durumu sizce nasıl tanımlanabilir?

Dr. Djelloul Seddiki: Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla, Allah’ın salât ve selamı Muhammed (S.A.V)’in üzerine ve ashabının ve tüm din âleminin üzerine olsun. Ziyaretimize gelen arkadaşımız bizden Fransa’da yaşayan Müslümanlar üzerine konuşmamızı istemektedir ve biz elbette bu konuda yardımcı olacağız. Fransa’daki Müslümanların Fransızlarla ilişkilerini kısaca özetlemek gerekirse bunları dört bölüme ayırmak mümkün olacak. İlki Fransa’ya Müslüman göçlerinin tarih olarak ne zaman başladığı, ikincisi Almanya’da olduğu gibi Fransa’da Müslümanların kimlik sorununun yaşanması, üçüncüsü peçe sorunu gibi bazı konular ve dördüncüsü ise genel sorunlardır. Fransa’ya yoğun Müslüman göçü Fransızların kuzey Afrika’ya ilgi göstermesiyle birlikte başlatılabilir. Elbette tarihçilerin de ifade ettiği gibi Arapların Fransa topraklarına göç tarihleri çok daha öncedir. Bununla birlikte günümüz Müslüman toplumunun yapısını anlamak için 1850’lerden sonra yaşanan göçe dikkat çekmek gerekir. Bilindiği üzere söz konusu tarihlerde Tunus ve Fas gibi kuzey Afrika ülkeleri Fransızların himayesi altına ve oranın bir parçası haline geldiler. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Fransa’nın hegemonyası altına giren bu bölgenin hem dini hem de kültürel olarak ihtiyaçları çok fazlaydı. Şuan içinde bulunduğumuz Büyük Paris Camisi de söz konusu tarihlerde inşa edilmiştir. Dolayısıyla yoğun Müslüman göçünün 1850’lerden sonra başladığını söyleyebiliriz.

Fransızlarla Müslümanların ve dolayısıyla bir din olarak İslamiyet’le ilişkisi çok gerilere gitse de özellikle Osmanlı devletine hatta bilhassa Kanun-i Sultan Süleyman zamanına 1540’larla gitmekte fayda vardır. Bu dönemde Osmanlı devleti ve Fransa Kralı arasında bazı görüşmelerin olduğu bilinmektedir. Nitekim Osmanlı devleti de bu dönemde hilafeti tam olarak oturtmaya çalışmaktaydı. Fransa Kralı ise İspanya ve Almanya arasında oluşan bir paylaşıma hakemlik etmekteydi. Dolayısıyla Fransa ve Müslümanlar arasında çok karmaşık bir ilişki vardır. Eğer o zamandaki Osmanlı ve Fransa ilişkilerini konuşacak olursak, bu toprakların savaş değil barış toprakları olduğunu söylemek gerekir. Bu karmaşık ve birleşik yapıya baktığımızda İslam âlemi ve Fransa arasındaki ilişkiden bu yorumu çıkarabiliriz. Bu kapsamda Osmanlı devleti ile kurulan ilk dönem ilişkilerin sağlam bir temel üzerine oturduğu görülmektedir. Daha sonraları ise Fransa’nın güçlenmesi ve bazı Arap toprakları üzerinde güç oluşturması Müslümanlarla olan ilişkisini olumsuz etkilemiştir.

Bu çerçevede 1860’larda Müslümanların Fransız Parlamentosunda temsil edilme sorunu yaşadıkları görülmektedir. Ancak daha sonraları Anayasal haklardan doğan ayrıcalıklarla Müslümanlar seçme, seçilme, gösteri yapma haklarının dışında eğitim ve öğretim kurumlarımda temsil edilmeleriyle Meclis’te de varlıklarını ortaya koymaya başlamışlardır. Tarih konusunu çok uzatmadan özetle Fransa’ya Müslümanların geliş tarihi asrın başıdır diyebiliriz. Ayrıca bir diğer önemli nokta ise Fransızların işgal altında olduğu dönemlerde Müslümanların Fransa’nın özgürlüğü için savaşmaları ve ve Fransa’nın Savaş sonrası dönemde tekrar kurulması sürecinde aktif olarak görev almış olmalarıdır. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde Avrupa’nın genel olarak durakladığı ve Fransa’nın yeniden yapılanması için Marshall planı kapsamında ekonomik destek aldığı bir dönemde ortaya çıkan yabancı iş göçü ihtiyacını karşılamak için Fransızlar eski sömürge ülkelerine kapılarını açmışlardır. Yabancı iş göçü kapsamında Fas ve Cezayir’in yanı sıra Gabon, Kamerun, Mali, Nijer, Çad ve Ürdün gibi ülkelerden Fransa’ya işgücü gelmiştir. Böylelikle Fransa toprakları ikinci kez yoğun bir Müslüman göçüne sahne olmuştur.

Bu kapsamda ikinci dalga Müslüman göçünün diğerlerinden farklı olduğunun altını çizmek gerekir. 1967 yılında dönemin Devlet Başkanı Jacques Chirac tarafından çıkarılan göçmenlik yasasıyla birçok ailenin Fransa’ya göç etmesine olanak tanınmıştır. Kanunun ardından Fransa’da göçmen ailelerin ortaya çıktığını görmekteyiz. Diğer yandan Fransa’nın yeniden yapılandırılması için yoğun çalışan yabancıların topluma entegrasyonu konusunda ciddi sorunlar yaşanmış ve Fransızlar dışarıdan gelenleri göçmen aileler olarak sürekli görülmüşlerdir. Bu durum eğitim ya da okul öncesi eğitim kurumlarında ister istemez bazı gerginliklerin yaşanmasına yol açmıştır. Bu süreç içerisinde Fransa’ da örgütsel olarak İslam toplulukları ortaya çıktı ve din bir kimlik olarak tanımlanmaya başlandı. Diğer bir deyişle din olgusu aileler ve göçmenler tarafından kendilerini tanımladıkları bir kimlik olarak ortaya çıktı. Dinin kurumsal ve toplumsal düzeyde göçmenler arasındaki bağı güçlendirmesiyle birlikte dışarıdan gelen halk daha huzur içinde hayatını sürdürmeye başladı.

Söz konusu dönemde göçmenlerin Fransa’ya gelmesinin ardından ülke ekonomisinde ciddi bir refahın yakalanması Fransız halkının Müslümanlara olumlu yaklaşmasına yol açmıştı. Değişen ülke ekonomisi burada yaşayan Müslümanlara bakış açısını olumlu şekilde etkiledi. Ekonomik istikrarın yakalanmasında Müslümanların çok önemli bir rol oynadığı kabul görmeye başlandı.

 

Doç.Dr.Veysel Ayhan: Fransa’da yaşayan Müslümanların sayısı hakkında oldukça farklı rakamlar telafuz edilmektedir. Bu konuda sizlerin tahminin nelerdir

Dr. Djelloul Seddiki: Sayısal olarak Müslüman nüfusun 6.500.000 (altı buçuk milyon)’dan daha fazla olma olasılığı vardır. Bazıları bu sayının 7.000.000 (yedi milyon) olduğunu ileri sürmektedir. Müslüman nüfusun önemli bir kısmını ise kuzey Afrika kökenli Müslümanlar oluşturmaktadır. Bu çerçevede Fransa’daki ilk göçmenlerin Cezayirliler olduğunu belirtmek gerekir. Fransa’daki Cezayirli nüfusu yaklaşık 3.500.000(üç buçuk milyon) sınırına dayanmıştır. Bunlardan bazıları Fransız vatandaşlığını alırken diğerleri ise Cezayir vatandaşlıklarını korumaktadırlar. Bir kısım ise çift vatandaşlık haklarından yararlanmaktadırlar. Bu aşamada evliliklerin önemli bir rol oynadığını ve vatandaşlık alan Cezayirlilerin yaklaşık 1 milyon kişi olduğu belirtilmektedir. Vatandaşlık alanların kendilerini Fransız olarak tanımladıklarına dikkat çekmek gerekir. Fransa’da Cezayirlilerin dışında Faslı, Tunuslu, Lübnanlı ve diğer ülkelerden gelenlerde bulunmaktadır. Bunlardan da vatandaşlık alan ve eski vatandaşlığını koruyan önemli bir nüfus olduğunu belirtmek gerekir.

Sayısal rakamlara bakacak olursak Fransa’da Müslümanların yanı sıra çok sayıda Yahudi’nin de yaşadığını görmekteyiz. Ayrıca sonradan Fransa’ya gelen önemli sayıda Fransız olmayan Hıristiyan nüfusun da olduğunu belirtmek gerekir.

Aynı şekilde Fransa’da önemli bir Türk nüfusunun bulunduğunu ifade etmek gerekir. Fakat Türkler burada iki gruba ayrılmakta, birinci grup eski gelenler ve ikinci grup ise Almanya’ya göç edip oradan buraya gelenler olarak tanımlanmaktadır. Ancak Araplardan farklı olarak Türklerin hem Fransa’daki Araplarla hem de Fransızlarla ilişkileri farklı olmuştur. Osmanlı devletinin 1590’lı yıllarda Cezayir’de olduğu zamanı unutamayız. En son Fas sınırına dayanan Osmanlı ile Fas ilişkileri de farklı olmuştur. Dolayısıyla günümüzde Cezayir, Türkiye ve Fransa arasındaki ilişkiler, Tunus-Türkiye ve Fas ilişkilerini de etkilemektedir. Bu durum Fransa’da yaşayan Türkler ve Araplar arasındaki ilişkiyi de etkilemeye devam etmektedir.

 

Doç.Dr.Veysel Ayhan: Müslümanların Fransa’daki Örgütlenmesi Hakkında neler düşünüyorsunuz? Sizce Müslüman topluluklar kendilerini kurumsal düzeyde ifade edecek yapıları kurmayı başarmışlar mıdır?

Dr. Djelloul Seddiki: 7 milyon Müslüman nüfusu elbette ki büyük bir rakam olmasına karşın açık bir şekilde bazı yasal örgütlenmeklere de ihtiyaç duyulduğu aşikârdır. Bu çerçevede Müslümanların genel durumunu dikkate alarak Fransa üst çatı dernek niteliğinde Meclislerin kurulmasına destek verdik. Bu Meclisin kurulmasında federatif bir yapı benimsedik. Bunlardan birincisi Conseil Français du Culte Musulman – CFCM’dir ve hukuksal olarak Fransa devleti tarafından da tanınan yasal bir kurum niteliğindedir. Diğer ise Türk derneklerinin de içerisinde yer aldığı Union of Islamic Organisations of France (UOIF) adlı konfederatif dernektir. Bu ikisi dışında bir de Afrika cemiyetlerinin bir araya geldiği dernekler bulunmaktadır. Yasal anlamda faaliyet gösteren derneklerin kurulması süreci elbette kolay olmadı. Fransa ve Almanya gibi din işlerine karışan ülkelerde yasal haklar elde etmenin zor olduğunu her zaman dile getirdik. Napolyon zamanında beri Fransa bu konularda oldukça hassas davranmaktadır. Devletler elbette ki ülkenin güvenliği açısından bu söz konusu derneklere müdahale etmeye heveslidirler. Ancak Fransa’daki tüm İslami derneklerin yasal hakların korunması konusunda Müslüman toplulukların birlikte hareket ettiğini görmekteyiz. Buna rağmen çözümsüz kalan sorunlarımızın olduğunu da belirtmek gerekir.

Diğer yandan biz Müslümanlar arasında da bazı sorunlar bulunmaktadır. Ortak bir iletişim merkezimizin olmaması oldukça önemli bir sorundur. Tüm Müslüman toplulukları, Türkler, Araplar, Acemler, Sünniler, Hanefiler, Şafiler, Şiiler tüm hepsi bir araya gelip kendi aramızdaki diyalogu geliştirmeliyiz. Zekât, oruç, ramazan ayının başlaması, sonu vb. konularında fikirlerimizi tartışmalı ve bu konularda beraberliğin gerekliliğini ortaya koymalıyız. Böyle bir iletişim ve bilgi paylaşımı aynı zamanda ilim ortamını, güzel ve kuvvetli bir birlikteliğine de yardımcı olacaktır. Esasında Türk, Arap veya Mısırlı bir imam arasında fark yoktur ve hepimiz ortak şeyleri gündeme taşımaktayız. Kosova’da, Bosne Hersek’de,  Azerbaycan’da da bulundum ve birçok kardeşimizle aramızda bir fark olmadığını gördüm. Hepimiz “Allah’tan başka ilah yoktur ve şüphesiz Hz. Muhammed onun Resulüdür” diyoruz. Hepimiz Allah’ın kitabı üzerine, namaz ve niyazı üzerine mutabıkız, hepimizin Kur’an-ında  aynı sureler bulunmaktadır . Ben ayrıca İzmir’ de ve İstanbul’da bulundum oradaki dostlarımızla da fikir alış verişinde bulundum. Aramızda ayrılığa yol açacak bir dini fark olmadığını gördük. Eğer ben imam olsam ve İstanbul’da Kur’an okusam herkes beni anlar dolayısıyla herhangi bir problem olmaz dolayısıyla ortak bir program yapılmalı yani İslam medeniyetini, kültürünü, Kur’an-ı, öğretecek bir planlama yapılmalı. Dolayısıyla biz İslam diyoruz Arap İslam’ı demiyoruz; Arap medeniyeti demiyoruz, İslam medeniyeti diyoruz.

 

Doç.Dr.Veysel Ayhan: Fransa’da Müslüman Dernekler olarak ne tür sorunlar yaşıyorsunuz? Örneğin Sarkozy ve Chirac dönemlerini karşılaştırdığımızda size yaklaşımda herhangi bir fark var mıdır?

 

Dr. Djelloul Seddiki: Her şeyin başında Chirac’ın gerçek anlamda bir devlet adamı olduğunu ifade etmek isterim. Anlayışlı, akıllı ve bizlere yaklaşımı itibariyle düşünüldüğünde tam bir devlet adamı olduğunu göstermiştir. Nitekim Chirac ‘ın Devlet Başkanlığı döneminde de başörtüsü Fransa’da ciddi şekilde tartışılmaktaydı. Ancak hareketli tartışmaların sürdüğü günlerde Sayın Chirac bizden bir heyeti kabul ederek konuya bakışımızı öğrenmek istediğini ifade etmişti. Kendisiyle yapılan görüşmenin ardından başörtüsü sorunu herhangi bir sıkıntı oluşmadan kapanmıştı.

Buna karşın Sayın Başkan Sarkozy ise tamamen farklı bir yapıya ve davranışa sahiptir. Fransa’daki dini dernekleri ve cemaatleri kendince değiştirmek ve düzenlemek istediği görülmektedir. Müslümanların temel hakları konusunda çekinceli ve tutucu davranmak; yani bir nevi İslamafobiye sahip olduğunu göstermektedir. Ancak İslamafobiyi yıkmak için beraber hareket etmeliyiz. Özellikle bizim tüm Müslüman devletlere çağrımız Sayın Sarkozy ile görüştüklerinde bu konuyu gündeme getirmeleri ve bunun aşılması konusunda ortak hareket etmelidir. Sarkozy’nin İslam konusunda oldukça olumsuz bir düşünceye sahip olduğunu belirtmek gerekir.

 

Doç.Dr.Veysel Ayhan: Esasında bizlerde son dönemde Fransa’da yaşanan krizleri ve çatışmaları görsel basından yakın takip ettik. Gerçekten Sayın Sarkozy başa geçtikten sonra Fransa’da Müslüman kesimlerle ve Fransız güvenlik güçleri arasında çatışmalar ve eylemler meydana geldi. Bunun nedenleri sizden öğrenmek isteriz.

 

Dr. Djelloul Seddiki: Sizlerinde belirttiği gibi Fransa’da güvenlik güçleriyle Müslüman topluluklar arasında ciddi çatışmalar yaşandı. Diğer yandan Müslümanların bu zorlu süreçte birlik olması gerekiyor; çünkü yaşanan süreç oldukça sorunlu ve zordur. Açık ifade etmek gerekirse Sayın Sarkozy’nin politikaları ve planlamasının pek müspet olduğunu söyleyemem. Eski Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ile sorunlar yaşanmasından çekinmezdim; bir şekilde ortak bir yol ve çözüm bulunurdu. Kendisi mükemmel bir liderdi. Şimdiki ilişkiler ise mali ve iktisadi sorunlardan dolayı oldukça sıkıntılı geçmektedir. Birtakım şeyleri düzene sokmak için bir şeyleri değiştirmek mümkün olabilir. Ancak Sarkozy’nin bu konuda bize yaklaşımı sorunların aşılması sürecinde engel oluşturmaktadır.

 

Doç.Dr.Veysel Ayhan: Türkiye uzunca bir dönemdir Avrupa Birliğine tam üye olmayı hedefleyen bir ülkedir. Fransa’daki Müslüman topluluklarının Türkiye’nin AB üyeliği hakkındaki düşünceleri nelerdir. Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini destekliyorlar mı? Yoksa Avrupa Birliği’ne tam üye olmuş bir Türkiye’yi istemiyorlar mı?

Fransa’dan bakıldığında Türkiye büyük bir devlet olduğu görülmektedir. 75 milyon nüfusu sahip ve ekonomisi güçlü bir ülkedir. Ben şahsen Türkiye’nin Osmanlıda olduğu gibi tekrardan Orta Doğu ve Müslüman ülkelerle iyi ilişkiler içerisinde olmasını desteklemekteyim. Türkiye’nin bölgedeki Müslüman ülkelerle birlikte güçlü bir birlik oluşturmasını istiyor ve umut ediyorum. Türkiye güçlü bir devlet ve Erdoğan’ın İsrail’le ilgili konuşması Araplar üzerinde oldukça büyük bir etki bırakmıştır. Özellikle Davos’taki çıkışı çok etkili ve güçlüydü: hepimiz elhamdülillah dedik ve tüm Arap toplumu Türkiye’yi desteklemektedir.

Diğer yandan Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesinden korkacak ve çekinecek tek ülke Fransa’dır ve özellikle de Sarkozy’dir. Genel olarak Fransa’ da bulunan sağcılar, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesini istememektedirler. Türkiye’nin bu Birliğe dâhil olması elbette Avrupa sınırları içinde yaşayan tüm Müslüman topluluklar için mükemmel olur. Tam üye olmuş bir Türkiye’nin AB içinde Müslümanların haklarını savunacağını düşünmekteyiz. Fakat ben samimiyetle Türkiye’nin bölgedeki Müslüman ülkelerle ilişkilerini geliştirmesinden yana olduğumu ifade etmek isterim; Türkiye, Suriye, Ürdün, Avrasya… çok güçlü bir yapı ortaya çıkar. Kişisel olarak söz konusu birlikte en güçlü ülkenin Türkiye olduğunu düşünmekteyim. Osmanlı devleti 1200’lü yıllında kurulan 850 yıllık ve 1500’lerden sonra da Mustafa Kemal Atatürk zamanına kadar da hilafet makamı olan bir devlettir. Tarihsel geri planı olan bir devlet olarak Türkiye’yi değerlendirmek gerekir.

 

Doç.Dr.Veysel Ayhan: Eğer Türkiye Avrupa Birliği üyesi olursa, sizce Fransa’daki Müslüman toplumu bundan nasıl etkilenir?

Dr. Djelloul Seddiki: Türkiye’nin üyeliği hiç kuşkusuz bizleri de etkileyecektir. Bunu tüm kalbimizle istiyoruz. Şuan Arap devletlerinin durumu zayıf mesela Irak, Lübnan, Suriye çok fazla örnek verebiliriz fakat Türkiye güçlü bir ülkedir. Kafkaslarda, Azerbaycan ve Tacikistan da bile Türkiye’nin etkisini görebiliyoruz. Diğer yandan Türkiye’nin Orta Doğu’da olması zaruri bir hal aldı; çünkü bölgedeki Amerika etkisinin bitmek üzere olduğunu görmekteyiz. Öte yandan AB üyesi bir Türkiye’nin biz Araplar dahil tüm Müslümanların destekçisi olacağına da inanmaktayız.

 

Doç.Dr.Veysel Ayhan: Irak konusunda ne düşünüyorsunuz?

Dr. Djelloul Seddiki: Bu konu oldukça önemli ve hassas bir konudur. Ancak Irak resmen yok olduğuna tanık olmaktayız. Her ne kadar halk Saddam’ı sevmese de, Iraklı kardeşlerimizin savaş halinde olması bizleri derinden etkilemektedir. Şiiler ve Sünniler arasında fitne çıkarılması bunların birbirlerine karşı kışkırtılması çok kötü bir durumdur. Tüm Arap ülkelerinde problem çıkarılıyor: Afganistan’daki sorunlar, Pakistan’daki sorunlar… Irak’ ta esasen problem işe siyaset karışınca başlıyor ve aynı Hz. Ali ile Muaviye arasındaki sorunlar gibi fitne ve fesat işin içine karıştırılmıştır. Yani mesele siyasidir. Tarihçi kardeşlerimden özellikle de Şii ve Sünni konusunda kitap yazanlardan beklentim bu konunun siyasi nedenden kaynaklandığını belirtmeleri, dini meseleden kaynaklanmadığını açıklamalarıdır. İslam herkesi kapsar Şii’siyle Sünni’siyle ve Allah’tan başka ilah yoktur diyen tüm insanlığı kapsar.

 

Doç.Dr.Veysel Ayhan: On yıl sonraki Türkiye resmini nasıl görüyorsunuz? AB’ye üyesi bir ülke mi? Yoksa bölgesel bir güç olan ülke mi?

Dr. Djelloul Seddiki: Bu soruya son Türkiye ziyaretimdeki gözlemlerimle cevap vermek isterim. En son İstanbul’a gittiğimde gördüklerim beni oldukça ümitlendirmiştir. Türk lirası dolar ve Euro karşısında gayet değerlendiğini fark ettim. 1 Türk Lirası 1.50 dolar civarındaydı. Ayrıca caddeler, şehirler ve sokakların görüntüsü de oldukça modern ve gelişmiş bir ülke imajını içermekteydi. Nitekim Sayın Başkan Obama da Süleymaniye camisini ziyaret ettiğinde, gözleri kamaştı, hayran kaldı. Ve aynı zamanda Türkiye bir medeniyet ülkesidir. Fatih Sultan Mehmet, Kanun-i Sultan Süleyman, Islahat Fermanı vs. Türkiye İslam âleminde her zaman iddialı, kuvvetli ve lider oldu ve öyle de olmaya devam edecektir. Türkiye sevgisi, kerim Hilafet sevgisidir. Ve buradan Türk hükümetinin selameti ve Filistin’deki Müslüman kardeşlerin, Afganistan’daki, Irak’taki, Şam’daki ve tüm dünyadaki Müslüman kardeşlerimizin barış ve huzur içinde yaşamalarını, birlik ve istikrar içinde yaşamalarını temenni ediyorum.

 

Doç.Dr.Veysel Ayhan: Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim.

Dr. Djelloul Seddiki: Ben teşekkür ederim. Sağlıcakla kalın.

 

*Bu mülakat Doç. Dr. Veysel Ayhan tarafından TÜBİTAK projesi kapsamında 2 Eylül 2010 tarihinde Büyük Paris Camisi’nde gerçekleştirilmiştir.  

 

Doç.Dr.Veysel AYHAN

ORSAM Uzmanı

Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi 

 

 

http://www.orsam.org.tr/tr/orsamkonukgoster.aspx?ID=292

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...

Yapay Zeka Çağında Savaş ve Barış

Henry A. Kissinger, Eric Schmidt ve Craig Mundie: War...