Dünya’yı Amerika’nın Gözünden Okumak

Amerikan dış politikası temelde iki karakteristik özellikten oluşmaktadır: Dünya konjonktüründeki her türlü değişime en kısa sürede uyum sağlama ve olası her durumda en fazla faydayı sağlayacak şekilde pragmatik bir çevikliğe sahip olma. Diğer bir tabirle; Amerikan dış politikasına hâkim olan ilke ve yöntemler değişiklik gösterse de, bu özelliği her daim kalıcı bir nitelik göstermektedir. Ayrıca Amerikan dış politikasının bu esneklik içerisinde katı bir “realizm” ile bezendiğini de söylemek mümkündür. İşte ABD dış politikası bu iki uçurumun arasında kalan bir köprü gibidir ve bu zıtlığın bir dışa vurumudur.

Özellikle Bush dönemi Dışişleri Bakanı olan Rice, kendisinin kaleme aldığı makalesinde ABD’nin Bush döneminde nasıl bir dış politika izleneceğinin ipuçlarını çok daha öncelerden vermektedir. Söz konusu dış politikanın başlıca konuları; askeri gücün arttırılması, ekonomik büyümenin sağlanması, serbest ticaretin teşvik edilmesi ve haydut rejimlerle (Irak ve İran) mücadeledir. Rice’a göre en hayati konu ise Amerikan dış politikasının Clinton döneminde merkezinden kaydırılan “ulusal çıkar” kavramını tekrar merkeze oturtmaktır.

Temel politikalarına meşruiyet dayanağı arayan Rice, söz konusu politikaların gerekçelerini makalesinde soğukkanlılıkla anlatmaktadır. Rice’a göre büyük güçler sadece kendi işleri ile uğraşmazlar. Bundan dolayı büyük güçlerin en büyüğü olan Amerika’nın herhangi bir konuda müdahaleci bir tavır alması doğasının gereğidir. Çünkü küresel istikrar ve barışı sağlayacak ve koruyacak birkaç sayılı güç vardır. Bunlardan biri ve en büyüğü olan Amerika’nın askeri gücünü arttırması, küresel barışın istikrarı için zaruridir. Rice’ın haydut rejimler konusundaki fikri ise basit, basit olduğu kadar da sabittir. O’na göre, Saddam Hüseyin ne olursa olsun oturduğu yerden indirilmelidir. Çünkü tarih piyasa ve demokrasiye doğru akarken bu engellenmemelidir. Söz konusu sistemi alternatif bir sistem (Köktendinci İslam) ile değiştirmek isteyen İran ise kara listedeki diğer bir haydut devlettir. Bu ülke ayrıca hem terörizmi desteklemekte hem de hassas askeri teknolojileri geliştirip başka kimselerin eline verme eğilimi sergilemek; bu nedenle de ABD’nin “yüksek” ulusal çıkarlarına tehdit oluşturmaktadır. Rice’a göre, bu iki ülke aynı zamanda ABD ile onun ayrılmaz müttefiki olan İsrail’in Ortadoğu’da gezinen emellerinin önündeki en büyük engeldir (RICE 2000).

Ne yazık ki; özgürlük havarisi olan Amerika’nın ulusal çıkarlarında bölge halklarına dair hiçbir şey yoktur. Bölge halklarının arzuları ancak ABD ve İsrail tarafından uygulanmak istenilen politikaların hızlandırılmasını sağlamak için bir araç olarak kullanılmak istenildiği zaman gözler önüne serilmektedir. Aksi takdirde buna başvurulmaz, zaten gerek de yoktur. Aslında Amerika tarafından Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki halk hareketlerine verilen şuan ki desteği, “Büyük Ortadoğu Projesi” olarak duyurulan, fakat daha sonra doğan tepkilerden dolayı geçici olarak rafa kaldırılan projenin bir uygulaması olarak düşünmek hiç de yanlış bir düşünce olmayacaktır. Çünkü büyük Ortadoğu projesinde de amaç Fas’tan Pakistan’a kadar olan bölgelerdeki diktatörlerin yerine ılımlı liderlerin geçirilmesiydi. Henüz ılımlı liderler geçmedi. Lakin diktatörler devrildi. Aslında Büyük Ortadoğu Projesi “isimsiz olarak” da olsa uygulamaya konuldu ve ağır adımlarla ilerlemektedir.

Amerika’nın ulusal çıkarlarını gerçekleştirmek amacıyla ileri sürdüğü temel enstrüman demokrasiydi[1]. Başkan Yardımcısı Dick Cheney’e göre bir bölgede barışın ve kalkınmanın sağlanmasının tek garantisi demokrasiydi ve ne olursa olsun gerçekleştirilmeliydi. Fakat Bush yönetiminin gerçek niyeti bu olsa bile çok saldırgan bir politika izledi, sivil kitlelerin taleplerini her fırsatta görmezden geldi ve bunun tek sebebi kendi gücüne olan mutlak güveniydi. Ayrıca yönetimin yeni muhafazakâr akıl hocaları (Wolfowitz, Rumsfeld, Rice, Cheney…) tarafından çevrelenmesi de Amerika’nın bu yönde bir dış politika izlemesine sebebiyet vermiştir (ÇAKMAK 2008). Obama’nın başa geçmesi Amerikan dış politikasında belki bir yumuşama sağlayabilirdi, fakat temel güvenlik politikasından hiçbir şekilde dönüş yaşanmayacaktı, öyle de oldu. Çünkü bugün Amerika’yı büyük devletlerarasına sokan kısa sürede kurumsallaşan bu oturmuş dış politika anlayışıdır (SANDIKLI 2008). Eğer bugün Türkiye Cumhuriyeti dış politikada uyguladığı siyasette Mehter Takımı’nın adımları misali “iki ileri bir geri” gidiyorsa, bunun en büyük sebebi dış politikasındaki henüz kurumsallaşmayan bu yapıdır.

Amerikan dış politikasının en karakteristik özelliği ulusun güvenliği ve bütünlüğünü sağlamaya yönelik yüksek ulusal çıkarını dış politikasının merkezine oturtmasıdır. Diğer tüm dış politika unsurları ve konuları merkezin korunması için gerekli olan unsurlardır ve ikincil bir öneme sahiptir. Mesela Amerikan dış politikası özgürlüğün sembolü olarak anılır ama insan hakları asla birincil konusu olmamıştır. Hatta bu yöndeki uluslararası antlaşmaları, insan hakları konusunda yükümlülük altına girmemek için imzalamaktan itina ile kaçınmıştır. Birleşmiş Milletler’in en bağlayıcı metinleri olan BM İkiz Sözleşmeleri’nden birisine henüz taraf olmuş değildir. Taraf olduğu BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’ne ise siyasal alanda ileride oldukları ve herhangi bir yükümlülük getirmeyeceği tezi ile uzun tartışmalar sonrası Clinton, kendi döneminde Kongre’yi ancak ikna edebilmiştir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne ise hala taraf değildir (ÇAKMAK 2008).

Obama dönemi Amerikan dış politikasının izlerini ise seçim kampanyası öncesinde “Foreign Affairs” dergisinin Temmuz/Ağustos 2007 sayısında bulmak mümkündür. Bu dergiye Obama’nın bizzat kendisinin verdiği makalede belirtilen temel konular şöyledir: Amerika’ya yönelik sarsılan güveni yeniden tesis edilmesi, ordunun modernizasyonu, nükleer silahlar ve küresel terörizmle mücadele ve demokratik toplum ve ulusların yaratılması[2]. Söz konusu politikalarda ise Bush döneminden pek bir farklılık görünmemektedir. Obama’nın temel tezi ise Amerika’nın liderliğini tesis etmektir (ÇAKMAK 2008).

Ordunun yeniden yapılandırılmasının ABD’nin küresel liderliğini devam ettirmesi için gerekli olduğu düşünen Obama, Amerikan dış politikasında Bush döneminde görülen ihtirasların devam edeceğini gözler önüne sermektedir ki; bu dış politikanın kurumsal yapısını da, ayrıca gözler önüne sermektedir. Fakat ondan farklı olarak, savunma amacının dışında kullanılması durumunda ABD ordusunun ya istikrar ya da yeniden imar amaçlı kullanılacağını belirterek Bush yönetiminden ayrıldığını belirtmektedir. Fakat son Libya müdahalesinde NATO’nun büyük miktardaki gücünü oluşturan Amerikan ordusu birçok sivilin ölümüne sebebiyet vermiş ve bölgeye hala da bir istikrar sağlayamamıştır. Bu açıdan Obama yönetimindeki Amerika’nın söylemleriyle faaliyetleri örtüşmemektedir. Bunun yanında Obama’nın bir diğer temel politikası da, ordunun kullanılmasına gerek kalmaksızın Soğuk Savaş’ın da kazanılmasını sağlayan anti-komünist oluşum tarzı bir işbirliği kuşağı (ittifaklar, ortaklıklar…) oluşturmaktır. Libya’daki acımasız diktatöre karşı oluşturulan koalisyon bunun en somut örneğidir Bu açıdan temelde uluslararası toplumun desteğini almaya çalışan Obama, bu sayede hem Amerika’nın eylemlerine meşruiyet sağlamayı hem de kaybedilen güvenin geri kazanmayı amaçlamaktadır. Belki şuan için her iki amacında başarı sağladığı söylenemez ama Amerika’nın saygınlık bağlamında Bush döneminden daha iyi konumda olduğu bariz bir şekilde ortadadır.

Kısacası; Obama ile şekillenen yeni politikaların tek taraflı yeni muhafazakârlık ve militarizmden uzaklaşarak çok taraflı işbirliği, ortak güvenliğin sağlanması yönünde bir yapıya evirildiğine şahit olmaktayız (ALBAYRAKOĞLU 2010). Fakat değişimi Obama’nın karakterinde değil, Amerika’nın yüksek ulusal çıkarlarının tehlikeye girmesine sebep olan Çin’in yükselişinde, Ortadoğu bataklığına saplanışında ve tek başına terörizm ve iklim değişikliğiyle baş edemeyişinde aramak daha yerinde olacaktır.

 

Deniz Tören

Hacettepe Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler

 

Kaynakça

ALBAYRAKOĞLU, Yrd. Doç. Dr. Esra Pakin. 2009 Yılı Amerikan Dış Politikası’na Bir Bakış. İstanbul, 04 01 2010.

ÇAKMAK, Doç. Dr. Cenap. Bush’un Dış Politikası ve Büyük Ortadoğu Projesi. İstanbul, 14 07 2008.

ÇAKMAK, Doç. Dr. Cenap. Obama veya McCain Döneminde Muhtemel Amerikan Dış Politikası. İstanbul, 16 09 2008.

ÇAKMAK, Doç. Dr. Cenap. Türk ve Amerikan Dış Politikalarındaki Benzerlikler ve Amerikan Diplomasisinden Alınacak Dersler. İstanbul, 16 08 2008.

RICE, Condollezza. Campaign 2000: Promoting the National Interest. January 2000.

SANDIKLI, Doç. Dr. Atilla. Avrupa’da Füze Krizi Derinleşiyor. İstanbul, 24 11 2008.

YANIKDAĞ, Tülin. Uluslararası Sistemde Balkanlar. İstanbul, 23 01 2010.


[1] Şuan için özgürlük daha önemli gibi görünmektedir. Ama temel işlevi hala aynıdır: Amerika’nın yüksek “ulusal” çıkarlarının küresel ölçekte gerçekleştirilmesi için sahaya sürülen bir araçtan ibaret olma.

[2] Son madde sanki şuan Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da yaşanan Arap Uyanışı’nın ipuçlarını vermektedir.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Teknolojinin Göçmen Havaleleri Üzerindeki Etkisi: Gelişmekte Olan Ülke Perspektifi

Gökçen Ayzıt Kırkali  Göç Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Yurt dışında çalışan göçmenlerin...

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...