İngiltere’nin Tarihsel Kürt Politikası ve Günümüze Yansıması

İngiltere’nin Kürtlere yönelik politikaları her ne kadar dönemsel olarak farklılıklar arz etse de, temel amaç; baharatları ve egzotizmi ile ünlü olan Hindistan’a giden yolda egemenlikte, Levantenlerin muktedir olduğu Akdeniz’deki üstünlükte[1], petrol denizi üzerindeki ada olarak nam salan Ortadoğu’daki hâkimiyette süreklilik sağlamaktı. Bu amaca kilitlenmiş olan İngiltere, çeşitli dönemlerde, bölgenin yerleşik güçleri olarak tabir edilen Kürtler için bölgesel özerklik, küçük Kürt devletçikler birliği/birlikteliği, Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt Devleti gibi seçeneklere başvurdu ama her birinde de, aşağıda ifade edileceği gibi çeşitli sebeplerle büyük zorluklarla karşılaştı.

Örneğin, Sovyetler Birliği’nin I. Dünya Savaşı’nın ortasında (1917) savaştan ayrılarak bazı gizli antlaşmaları açıklaması ile anlaşıldığı üzere İngiltere, bazı bölgelerde yer alan aynı toprak parçalarını hem Araplara hem Ermenilere hem de Kürtlere vaat ederek söz konusu tarafların çatışan çıkarlarını örtüştürmekte büyük güçlükler yaşamıştır. Bazen de Kürtler, Ermeni bölgesinde, Ermenilerin yönetimi altında yaşamak istememiştir[2]. En önemlisi de, özellikle 1990’lı yıllarda tekrardan ortaya çıktığı gibi, İngiltere, en çok da Kürtlerin kendi aralarındaki çatışan çıkarlarını uzlaştırmakta zorlanmıştır. Kürtlerin yanı sıra, İngiliz bürokrasisi içinde de Kürtlere yönelik izlenecek politikalarda ayrılıklar olmuştur: İngiltere’nin önemli simalarından Asya uzmanı ve eski Hindistan valisi Lord Curzon, Kürt bölgelerinin sadece İngiliz nüfuz bölgelerine dönüştürülmesini isterken; askeri kökenli yaşlı kurt Churchill, Kürtlerin, Arap dünyası ile Türkiye arasında bir tampon bölge görevi görmesini istiyordu.

Kürtlerin uluslararası antlaşmalara konu olması, her ne kadar San Remo’da tartışıldıysa da, ilk olarak Sevres Antlaşması ile başlamıştır. Bu düzenlemeler sırasında Kürdistan kuzey ve güney olmak üzere ikiye ayrılıyor ve güneyde kalan kısmı yani Musul İngiltere’ye kalıyordu. Bu durumda da, birleşik ve büyük Kürdistan hayalini bizzat İngiltere’nin kendisi, başka bir döneme öteliyordu[3]. Buna karşın bazı bilim insanlarına göreyse de, aslında başka bir sebeple de olsa, bu bölüşümden en karlı çıkan yine İngiltere idi. Çünkü Türkiye içinde kalan kuzey tarafı, denetlemeye pek müsait olmayan dağlık bir arazi yapısına sahipti ve söz konusu arazide petrol yoktu[4]. Bölgenin güney kısmında ise hem petrol vardı hem de denetlenmeye müsait düz bir arazi yapısı. Ayrıca bu sayede, gittikçe güçlenen ve denetlenemez hale gelecek olası Kürt hareketi, “böl-yönet” stratejisi ile daha kolay denetlenebilecekti.

Bu düşüncelerle şekillenen ve Kürdistan’ın bölünmesine neden olan olayların üzerinden neredeyse bir asır geçti. Sanki süreç tersine işliyor ve Kürdistan, tıpkı toplanmak üzere yap-bozun etrafa yayılmış parçaları gibi birleştiriliyor, Türkiye’nin kalbine doğru yönelmiş dolu bir tabanca halini alıyor. Irak Anayasası’nda yer alan boşlukların kullanılması sonucu bazı uluslararası petrol şirketleri ve bazı ülkeler ile yapılan petrol nakil sözleşmeleri ile merkezi hükümet devre dışı bırakılarak Bölgesel Yönetim finanse ediliyor. Kürt hareketinin yeniden canlanması için uğraşılıyor.

Aslında Suriye’de Esad’ın devrilmesi ertesine göre yapılan planlar çerçevesinde de, Türkiye’ye komşu ülkeler içindeki Batı destekli Kürt hareketlenmelerini bu temelde okumak gerekir. Yurt dışında Kürtlerin merkezde olduğu yeni yapılanmaların kısa ve orta vadede Türkiye’de de etkileri olacaktır. Bu anlamda Türk dış politika yapımcıları, uygulanacak politikalara dair ihtiyatlı bir şekilde akıl yürütmeli ve bu hareketlenmeleri özellikle dikkate almalıdır. Aksi takdirde Yunanlarla özdeşleşen ve Küçük Asya Felaketi tarzı bir Mikrasiatiki Katastrofi’ye gebe kalmamız içten bile değildir.

Deniz TÖREN


[1] İngiltere asırlarca Akdeniz’in girişi olan Cebelitarık Boğazı ile çıkışı olan Süveyş Kanalı’na hâkim olarak Akdeniz’deki üstünlüğünü sürdürmüştür.

[2] Türkiye Cumhuriyeti bu dikotomiye, silahlı korucuları Kürtlerden, eli silahlı korucuları besleyen vergi mükelleflerini de büyük ölçüde ticaret ve zanaatkâr erbabı olan Ermenilerden seçerek yaklaşmıştır. Bu sayede hem Kürtler, Ermenilerin yönetimi altında yaşama endişesi yaşamamış; hem de Ermeniler verdikleri vergilerle eli silahlı koru(yu)cu Kürtleri belli sınırlar çerçevesinde tutabilmiştir.

[3] Günümüz Suriye olayları sonucunda Türkiye’ye komşu çevre ülkelerdeki (Irak, İran ve Suriye) Kürtlerin yaşadıkları bölgelere yönelik “özerklik-bağımsızlık-Birleşik Kürdistan” söylemleri, söz konusu ötelemenin sonunun yaklaştığını düşündürmektedir.

[4] Lakin olası bir Ermeni devleti çatısı altında yaşamaktan çekinen ve halifeye bağlı olan Kürtler, yeni devletin kurtuluş ve kuruluş mücadelesinde Türk yöneticilere destek vermişlerdir.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Teknolojinin Göçmen Havaleleri Üzerindeki Etkisi: Gelişmekte Olan Ülke Perspektifi

Gökçen Ayzıt Kırkali  Göç Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Yurt dışında çalışan göçmenlerin...

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...