Kazakistan Üzerine Notlar

2010 yazında Kazak devlet televizyonunda bir müzik programı dikkatimi çekmişti. Kazakistan’da yaşayan farklı etnik grupların (Sovyet terminolojisi ile milliyetlerin) şarkıcıları arka arkaya sahneye çıkıp Almanca’dan Yunanca’ya çeşitli dillerde şarkılarını söylerlerken, sunucular da sürekli olarak Kazakistan’ın çok etnili yapısına vurgu yapıyorlar, resmi söylemle 130 milliyete sahip olmayı büyük bir zenginlik olarak sunuyorlardı. Fakat aynı programda sahne alan Kazak müzisyenleri, “Kazak dili”, “Ben Kazak’ım” gibi istisnasız bir şekilde etnik milliyetçi şarkılar seslendiriyorlardı.

Bir makaleye başlamak için ilginç bir giriş gibi görünse de, Kazakistan’ı anlayabilmek için bahsi geçen programdan daha iyi bir örnek bulmak zordur. Tıpkı bu örnekteki gibi, bağımsızlığın ilanından beri Kazakistan’ın milli kimlik politikaları ikili bir karaktere sahip olagelmiştir. Bir taraftan ülkenin çok kültürlü yapısı öne çıkarılarak herkesi kapsayıcı bir “Kazakistanlı” kimliği inşa edilmeye çalışılırken, diğer yandan güçlü bir etnik Kazak milli kimliği ortaya çıkmıştır.[1] Özellikle Türkiye gibi bir ülkeden bakan birisi için çok çelişkili görünse de Kazakistan yirmi yılını hem Kazak olmakla gurur duyan şarkılar söyleyerek, hem de diğer etnik gruplara kendi dillerinde şarkı söyleme hakkı vererek geçirdi. Aslında bir anlamda buna mecburdu. Bir tarafta yeni bağımsızlığını kazanan devletin meşruiyetini sağlamak için bir Kazaklık şuuru gerekiyordu, bir taraftan da etnik olarak dünyanın en renkli coğrafyalarından biri olan ülkeyi, Tacikistan’daki gibi çatışmaya sürüklemeden barış içinde bir ve bütün tutmak.[2]

Elbette tek sorun ülkedeki nüfus oranları değildi. Kazakistan, bütün Sovyet milliyetleri arasında en çok Sovyetleşen ve Ruslaşan ülke olarak niteleniyordu. Eski “komünist”, yeni “milliyetçi” elitlerin en başta kendileri Kazak diline hâkim değillerdi. Özellikle 1930’ların zorunlu kollektivizasyon sürecinde geleneksel Kazak toplumu neredeyse tamamen yok edilmişti. II. Dünya Savaşı yılları geldiğinde Kazak tarihinde ve kültüründe telafisi imkânsız bir kopma ortaya çıkmıştı. Bundan böyle yeni nesiller atalarından çok farklı bir kültürel hayata doğacaklardı. Zorunlu yerleştirmenin sonunda 1930’da 4.120.000 olan Kazak nüfusunun 1939’a gelene kadar tam 1.750.000’i açlık, hastalıklar ve idamlar neticesinde yaşamını yitirdi. Yaklaşık 600.000’i diğer ülkelere kaçarken, 453.000 Kazak da diğer Sovyet cumhuriyetlerinde mülteci konumuna düşmüştü. Ayrıca 1928’de 65 milyon baş olan hayvan sayısı 1932’de 1 milyonun bile altına düşmüştü.[3] Geleneksel Kazak hayatının ortadan kaldırılmasının yanında, bütün Kazak entellektüelleri katledilmişti. Bütün bunlar Kazak topraklarında Sovyetleştirmenin bu derece başarılı olmasını mümkün kılmıştır. 1970’lerde tamamıyla Avrupa kıyafeti giyilmesi, İslami uygulamaların hemen hemen tamamen terk edilmesi, Kazak dilinin unutulması veya çok az bilinmesi genç ve şehirli Kazaklar’ın ana özellikleri haline geldi.[4] Tabi ki bütün gelenekler kaybolmadı; beslenme alışkanlıkları, cenaze törenleri ve toplumsal etkileşim yolları sürekliliğin gözlendiği başlıca alanlardı. [5]

Herhalde milliyetçi veya dini hislerle Türkiye’den Kazakistan’a bakan insanları en rahatsız eden mevzu Kazaklar’ın bu Sovyet geçmişinden kopamamalarıdır. Onlarca yıl boyunca “esir Türkler” sloganı ile bu coğrafyaya karşı romantik ama gerçeklerden kopuk bir söylem geliştiren gruplar kafalarında yarattıkları imajlarla bu gerçeklerin örtüşmemesi üzerine büyük hayal kırıklıkları yaşadılar. Söylemek gerekir ki, Orta Asya’da insanlar büyük çoğunlukla Çarlık döneminin aksine Sovyet döneminde sömürge olduklarını kabul etmezler ve Özebekistan’daki pamuk monopolisi gibi çok açık sömürgeci politikalar var olsa da, yerlilerin yönetime katılım oranı gibi bazı değişkenler nedeniyle akademik literatürde de Orta Asya hakkında post-kolonyal söylemin kullanılıp kullanılmaması tartışmalı bir mevzudur.

“Büyük Vatan Savaşı”nın yıl dönümünde Almatı’da bulunmak çok ilginç bir tecrübedir.[6] 9 Mayıs’tan haftalar önce anma ve kutlama etkinlikleri başlar, paneller düzenlenir, televizyonlarda programlar yayınlanır, hatta bankalar savaş gazilerine özel kampanyalar üretirler. Bütün şehir baştanbaşa Ulı Otan Sogısı’yla ilgili pankartlarla, resimlerle donatılır. Öyle ki az çok Kazakistan’ı tanıyan biri bile olsanız neye uğradığınızı şaşırırsınız. Dünyada çok az örneği olan bir milliyetçi kampanya gözünüzün önünde devam etmektedir. Ancak ilginç olan şudur ki, kutlanan bir “Kazak” zaferi değil, “Sovyet” zaferidir. Genç-yaşlı, hatta sosyalist-milliyetçi bütün Kazaklar’ın bu “zafer”i coşkuyla kutladığını görünce şaşkınlığınız iyice artar. İlk şaşkınlığınızı üzerinizden attıktan sonra anlamaya çalışırsınız ve o an Cengiz Aytmatov’un o harika romanı “Toprak Ana” gelir aklınıza. Savaş yıllarının Orta Asya topraklarını nasıl harap ettiğini, gidenlerin ardından ne acı feryatların yakıldığını ve o gidenlerin sadece küçücük bir kısmının geri döndüğünü hatırlarsınız. Tolgonay’ın “Ah! Zafer! Zafer!” diye başlayan haykırışı[7] bütün ideolojilerin ve bütün o stratejik beylik lafların soğukluğundan çok daha gerçekti bu topraklar için. İşte hemen hemen aynı yıllara rastlayan Kazak tarihindeki kopukluk ile insanların çektiği her şeyden gerçek olan bu acılar birleşince devlet de Sovyet kimliğini pekiştirmek için mükemmel bir araç bulmuştu. Bu sefer, Türkistan halkıyla Ruslar aynı ortak acıları çekmişlerdi ve bir kimliğin pekişmesinde ortak acıdan daha önemli bir şey çoğu zaman yoktu.

Bağımsız Kazakistan’ın en büyük takıntısı Kazak devletini, milletini ve mevcut sınırları meşrulaştırmaktı. Kazakistan, şimdiki haliyle Sovyet rejimi tarafından yaratılmış ve son halini 1936’da almıştı. Ayrıca bağımsızlık da popüler bir mücadelenin sonunda değil, Kazaklar’ın neredeyse tamamen seyirci olarak kaldığı bir sürecin ardından Sovyetler Birliği’nin çözülmesi ile elde edilmişti. Ancak her devletin meşruiyetini sağlamak için “zafer”e ihtiyacı vardı ve bu noktada “Büyük Vatan Savaşı” tıpkı Sovyetler Birliği gibi Bağımsız Kazakistan için de çok önemli bir araç haline geldi. Devletin yaptığı zaferi “Kazaklaştırmak”tı. Aynı yıl savaşın büyük kahramanlarından Baurjan Momuşulı’nın doğumunun da yüzüncü yılı idi ve ülke baştanbaşa Momuşulı’nın resimleri ile de donatılmıştı. Sovyet sembolleri de görülse de ilk bakışta hissedilen Ulı Otan Sogısı’nın bir Kazak zaferi olduğuydu, ya da bütün dünyada kutlanılan bir zafer. Zira Türkiye’den giden bir Kazak arkadaşım kendisinin bayramını kutlayanlara “Benim bayramım değil” diye cevap verdiğinde, karşısındakiler büyük şaşkınlık yaşamışlardı, sıradan insanın gözünde bu herkesin bayramıydı, çünkü arkasındaki ideolojik gerçekler çoğu insanın bilgisi dışındaydı.

Nazarbayev, Sovyet tecrübesini “totaliter geçmiş” olarak nitelendiriyordu; ama aslında yeni rejim milli otantiklikten yoksundu ve bu yüzden tıpkı II. Dünya Savaşı örneğinde olduğu gibi Sovyet rejiminin meşruluğu ve güçlü bir Rus etkisi biraz bilinçli biraz bilinçsiz bir şekilde kabul edildi.[8] Yeni söylem, Sovyet geçmişinden kopamadı ve Sovyet mirasının sınırları içinde şekillendi. Önceki rejimin kabul edilen meşruiyeti Kazak elitini benzer politikalar üretmeye yönlendirdi.[9] Mesela tarih eğitiminde Marksizm-Leninizm’e yapılan doğrudan atıflar ve Sovyet ideolojik kavramları temizlenmesine rağmen, bugünün ders kitapları geçmişte kullanılanlara fazlasıyla benzemektedir.[10] Aslına bakılırsa yeni dönem hala hemen hemen her alanda Sovyet kavramsallaştırmasına dayanmaktadır ve bu da Batı kavramları ile düşünen Türkiye’den bakıldığında çoğunlukla anlaşılamamaktadır. Orta Asya’da kimse Sovyet mirasını reddedemedi. Çünkü Roy’un dediği gibi yeni devletlerin mantığı tamamen milliyetçiydi, ama Sovyet rejimi bu devletlerin (ve milletlerin) gerçek yaratıcısı olduğu için Sovyet mirasından da kopamayan bir meşruiyet kurmak zorundaydılar.[11]

Bağımsızlık ilan edildiğinde birçok uzman başta bir Rus-Kazak etnik savaşı olmak üzere Kazakistan’ı bekleyen birçok felaket senaryosundan bahsediyordu. Aslında Kazakistan tam bir çelişkiler ülkesiydi ve bu çelişkiler de özellikle milli kimlikte ve Sovyet mirası konusunda ortaya çıkıyordu. Nazarbayev yönetimi kimilerince çok eleştirildi, kimilerince göklere çıkarıldı. Yeni yapılmış bir araştırma Kazak(istan) halkının %87’sinin Kazakistan vatandaşı olmaktan gurur duyduğunu ortaya koydu.[12] Nazarbayev hükümetinin politikalarını beğenmek veya eleştirmek başka bir konudur, ama bu araştırma gösteriyor ki Kazak devleti çelişkilerle dolu bir ülkede çelişkilerle dolu politikalarını halka benimsetmeyi büyük oranda başarmıştır. 

 

Mehmet Volkan KAŞIKÇI

Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi


[1] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız: Cengiz Sürücü (2002), Modernity, Nationalism, Resistance: Identity Politics in Post-Soviet Kazakhstan”, Central Asian Survey, 21: 4.

[2] Bağımsızlık ilan edildiğinde ülkenin sadece %39’u Kazak’tı ve özellikle büyük şehirlerle ülkenin kuzeyinde ezici bir çoğunluğa sahip olan Ruslar Kazakistan’ın %46’sını oluştururken, Ukraynalılar, Belaruslular gibi diğer Slav halklarının eklenmesiyle bu oran yarıyı geçiyordu. Bu özelliğiyle Kazaklar bütün Sovyet cumhuriyetinde azınlık durumunda olan tek asli unsurdu.

[3] Shirin Akiner (1995), The Formation of Kazakh Identity: from Tribe to Nation State, s. 45

[4] Azamat Sarsembayev (1995), “Imagined Communities: Kazakh Nationalism and Kazafication in the 1990s”, Central Asian Survey, 18: 3,  s. 324

[5] Shirin Akiner (1995), The Formation, s. 52-53

[6] Şahsen 2010’daki 65. yıl kutlamalarında Almatı’da idim, bu yüzden gözlemlerim bu yılla sınırlıdır.

[7] “Ah! Zafer! Zafer! Ne kadar çok bekledik seni! Selam sana büyük zafer, selam sana! Döktüğümüz gözyaşları için bizi bağışla! Başını Aşırali’nin göğsüne yaslayarak ve omuzlarını sarsarak “Benim Kasım’ım nerde? Benimki nerde?  Ötekiler nerde? Onlar ne zaman dönecek?” diyen gelinim Aliman’ı bağışla! Bize “Hepsi gelecek, yakında hepsi gelecek, yarın gelecekler…” diyen Aşırali’yi de bağışla… Aşırali’yi kucaklarken Caynak’ı, Muslubek’i, Kasım’ı, Savankul’u düşünüyordum. Onların hiçbiri geri gelmedi. Beni de bağışla Büyük Zafer, bağışla!”

[8] Sally Cummings (2006), “Legitimation and Identification in Kazakhstan”, Nationalism and Ethnic Politics, 12(2), s. 178.

[9] A.g.e., s. 195

[10] Carolyn Kissane (2005), “History Education in Transit: Where to for Kazakhstan?”, Comparative Education, 41(1), s. 57-58.

[11] Olivier Roy (2005), Yeni Orta Asya ya da Ulusların İmal Edilişi, Çeviren: Mehmet Moralı,  s. 222

[12] Scott Spehr ve Nargisa Kassenova (2012),” Kazakhstan: Constructing Identity in a Post-Soviet Society”, Asian Ethnicity, s. 8

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...

Sığınmacıların Ev Sahibi Ülkelere Katkıları: Türkiye’deki Suriyeliler

Sena Özdemir Göç Çalışmaları o-Staj Programı ÖZET İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanan...