Körfez Ülkeleri ve ABD Başkanlık Seçimi

Bu yazı ilk olarak 22 Ekim 2024 tarihinde AGSIW – The Gulf States and the U.S. Presidential Election başlığıyla yayınlanmıştır. 

Yazar: F. Gregory Gause, III, PhD

ABD başkanlık seçiminde, Cumhuriyetçi Parti’den eski Başkan Donald J. Trump ile Demokrat Parti’nin mevcut Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in yarışması beklentileri oldukça yükseltmiş durumda. Anketler, başkanın seçilmesinde kritik öneme sahip olan salıncak eyaletlerinde son derece çekişmeli bir yarış olduğunu gösteriyor. Bu eyaletlerin oyları, Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanlarını seçmek için kullandığı karmaşık Seçiciler Kurulu sisteminde belirleyici olacak. Ancak seçim sonucunun, ABD’nin Körfez ülkelerine ve genel olarak Orta Doğu’ya yönelik politikasında hemen gözle görülür bir etki yaratması beklenmemekte. Her iki aday da, İsrail’in Gazze ve Lübnan’a karşı yürüttüğü savaş çabalarını desteklemekte; aralarındaki farklılıklar daha çok söylemsel düzeyde. Körfez politikası, bu adayların kampanyalarında öne çıkan bir konu olmadı. Ancak Trump ve Harris, bölgeye yönelik orta vadede etkili olabilecek bazı önemli politika farklılıklarına ve dünya enerji talebini uzun vadede etkileyebilecek genel ekonomik politika farklarına sahip.

Trump mı Harris mi? Anlık Değişim Beklenmiyor

Hiçbir aday, ne Körfez’e ne de genel olarak Orta Doğu’ya yönelik ABD politikasında hemen bir değişiklik vaat etmiyor. Harris, Trump’a kıyasla Filistinli sivillerin güvenliği ve Filistin’in ulusal öz belirlenim hakkı konusunda kamuoyuna yaptığı açıklamalarda daha fazla endişe dile getirmiştir. Ancak, 7 Ekim 2023’teki Hamas’ın İsrail’e saldırısının ardından Başkan Joseph R. Biden Jr.’ın İsrail politikasına verdiği neredeyse tam desteği sürdürmekten de geri durmamıştır. Harris’in bu konudaki duruşunun derin bir inanç mı yoksa Biden’a sadık bir başkan yardımcısı olarak gösterdiği bir tavır mı olduğu belirsizdir. Bununla birlikte, Harris’in ABD-İsrail ilişkilerine dair temel inançlarının Biden’dan önemli ölçüde farklı olduğuna dair pek bir işaret yoktur. Harris, Demokrat Parti’nin daha genç kadrolarının İsrail’e karşı daha eleştirel ve Filistin haklarına daha açık olduğu bir kuşak değişimini temsil etmektedir. Ancak, bu duygular Harris’ten bile daha genç Demokratlarda yoğunlaşmış olup, Harris’in kariyeri boyunca geleneksel olarak İsrail yanlısı bir Demokrat olduğu görülmüştür. Harris, Biden yönetiminin İran’a karşı İsrail’in savunmasına katılımını desteklemiştir. Trump ise, başkan olması durumunda ne İran ne de Hamas’ın İsrail’e saldırmaya cesaret edemeyeceğini ima etmiştir, ancak Oval Ofis’teki varlığının bunu nasıl engelleyeceğini açıklamamıştır.

Her iki aday da ABD’nin Körfez’e yönelik güvenlik taahhüdünün ya da genel olarak Orta Doğu’daki askeri varlığının azaltılmasını savunmamıştır. Bu, son üç başkan değişikliğinden oldukça farklı bir durumu yansıtır. Barack Obama, Trump ve Biden, başkanlık görevine geldiklerinde ABD’nin Orta Doğu’daki askeri ve diplomatik taahhüdünü azaltma ve ABD kaynaklarını Doğu Asya’ya kaydırma sözü vermişlerdi. Biden, bu yönde önemli bir adım atan tek lider olmuş ve ABD’nin Afganistan’daki askeri varlığını, Trump’ın üzerinde anlaştığı zaman çizelgesine göre sonlandırmıştır (Trump, çekilmenin uygulanmasını eleştirmiş olsa da). Ancak, hiçbiri bölgedeki doğrudan müdahalelerden kaçınamamıştır. Obama, Irak ve Suriye’de IŞİD’e karşı ABD güçlerini taahhüt ederken, bu çabada kilit müttefiklerle iş birliğini sağlamıştır. Trump, IŞİD’e karşı kampanyayı devam ettirmiş ve İran’a yönelik “maksimum baskı” politikasını artırmıştır. Biden ise Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yönelik çalışmış, bu çabanın bir parçası olarak Riyad’a bir savunma anlaşması teklif etmiş ve 7 Ekim sonrası İsrail’in savunulması için ABD güçlerini taahhüt etmiştir.

Belki de 7 Ekim saldırısından sonra ABD’nin bölgeye odaklanmasının bir sonucu olarak, ne Trump ne de Harris, Orta Doğu’dan uzaklaşma söylemini dile getirmiştir. Körfez’deki ABD müttefiklerinin Washington’a olan güvenine dair endişeler sürerken, her iki adayın da Körfez’deki ABD askeri duruşunda büyük bir değişiklik öngördüğüne dair bir işaret bulunmamaktadır. Ayrıca, bu seçim kampanyasında Suudi Arabistan’a yönelik eleştirel söylemler de yer almamaktadır. Hem Trump 2016’da hem de Biden 2020’de kampanyalarında Suudi Arabistan’ı eleştirmişler, hatta Biden ülkeyi bir “parya” olarak nitelendirmişti. Ancak, her iki lider de iktidara geldikten sonra Riyad ile iyi ilişkilerin önemini kabul etmişlerdir – Trump, Biden’dan daha hızlı bir şekilde. Bu sefer, her iki aday da Suudi Arabistan’ın bölgedeki herhangi bir diplomatik girişimin başarısı için merkezi bir role sahip olduğunu kabul etmektedir.

Orta Vadede: Körfez Ülkeleri Üzerine Benzerlikler, İran Üzerine Farklılıklar

Trump’ın Körfez politikalarını öngörmek daha kolaydır, çünkü başkan olarak geçmişte bu konuda bir sicili bulunmaktadır. Onun zaman zaman retorik patlamaları, sosyal medya takıntıları ve dostlarını ve düşmanlarını sürekli tetikte tutma alışkanlığı tutarsız bir imaj yaratmış olsa da, Trump’ın dış politikada bir dizi tutarlı pozisyonu vardır. Çok kısa vadeli, ticari bir dış politika anlayışına sahiptir ve ekonomik anlamda merkantilist bir yaklaşıma inanır. Körfez ülkelerinin zenginliği göz önüne alındığında, onlarla iyi ilişkiler kurmak ve onların Amerikan silahlarını, nükleer tesislerini veya yüksek teknoloji sistemlerini satın almasını istemektedir. Muhtemelen Trump, Biden’ın Suudi Arabistan’a bir güvenlik anlaşması teklif etme ve nükleer altyapısını geliştirme yardımı sağlama girişimini benimseyecektir, ancak bu öneriler Kongre’deki Demokratların neredeyse tamamının muhalefetiyle karşılaşacaktır. Trump, Çin’i ABD’nin en büyük rakibi olarak görmekte ve Körfez ülkelerinin Washington’un yanında yer almasını istemektedir. İran’ı Orta Doğu’da büyük bir rakip olarak gören Trump, İran konusunda sert bir duruş sergileyen yardımcılar ve bakanlarla çevrili olacaktır. Kendisini büyük bir anlaşma yapıcı olarak gören Trump, zaman zaman İran’la “harika bir anlaşma” yapabileceğini hayal etse de, yönetimindeki kişilerin büyük çoğunluğu önceki Trump yönetiminin Tahran’a uyguladığı “maksimum baskı” politikasına bağlı kalacaktır.

Çin’i ABD’nin en büyük küresel zorluğu olarak görmek, iki parti arasında da nadir görülen bir uzlaşma noktası haline gelmiştir. Bu nedenle, Harris yönetimi de Körfez ülkelerini ekonomik ve diplomatik olarak ABD’nin yanında tutmayı amaçlayacaktır. Çin faktörü, Biden yönetiminin Suudi Arabistan’a yeni bir güvenlik taahhüdü sunma istekliliğinin en önemli itici güçlerinden biridir. Harris, dış politika ekibinin çoğunu Biden döneminden gelen kişilerle oluşturacağı için muhtemelen Körfez ülkeleriyle ikili ilişkilere benzer bir yaklaşım sergileyecektir. Harris’in Suudilere, Biden’ın sunduğu belirli anlaşmaları sunup sunmayacağı belirsizdir, ancak bazı önde gelen Demokratların Suudi karşıtı eğilimlerine sahip olmadığı gözlemlenmektedir.

Harris yönetimi ile ikinci bir Trump yönetimi arasındaki en belirgin fark İran konusunda olacaktır. İran’ın İsrail’e yönelik Nisan ve Ekim aylarındaki saldırıları göz önüne alındığında, Harris’in Tahran’a hemen bir açılım yapması beklenmemektedir. Ancak, İran ile nükleer bir anlaşma son iki Demokrat başkanın Orta Doğu politikasının temel taşlarından biri olmuştur. Obama, İran ile Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) nükleer anlaşmasını müzakere edebilmiştir; Biden ise bu anlaşmaya geri dönmeye çalışmış ancak başarılı olamamıştır. Demokrat dış politika çevreleri, İran’ı potansiyel silahlanmadan uzaklaştıracak bir anlaşmayı ABD’nin bölgedeki güvenlik çıkarları için büyük bir kazanım olarak görmekte ve Trump’ın KOEP’ten çekilmesini şiddetle eleştirmektedir. İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın nükleer müzakerelere geri dönme arzusunu ifade eden kamuoyuna yönelik açıklamaları göz önüne alındığında, Harris’in başkanlığı sırasında İran-ABD arasındaki nükleer müzakerelerin yeniden başlayacağı muhtemeldir. Mevcut İsrail-İran geriliminin bu olasılığı engelleyecek bir yöne gitmemesi halinde, bu görüşmelerin gerçekleşmesi beklenebilir.

Uzun Vadede: Enerji Talebi ve Küresel Ekonomi

Yüzeyde, Trump ve Harris’in enerji konularına oldukça farklı yaklaşımları var gibi görünmektedir. Trump, ABD’yi Paris İklim Anlaşması’ndan çekmiş ve bunu tekrar yapma sözü vermiştir; Obama Paris Anlaşması’nı müzakere etmiş ve Biden anlaşmaya yeniden katılmıştır. Harris de şüphesiz ABD’nin Paris Anlaşması’ndaki resmi taahhütlerini sürdürecektir. Ancak enerji üretimi konularında pratik düzeyde Trump ve Harris yönetimleri arasında bir fark olmayacaktır. Trump, “kaz, kaz, kaz” (drill, baby, drill) sloganını tekrarlarken, Harris iklim değişikliğiyle başa çıkmanın gerekliliğinden bahsetmektedir; ancak her ikisi de ABD’nin petrol ve gaz üretiminde önemli bir büyümeyi teşvik etmeye devam edecektir. Farklılıkları, ABD’nin daha temiz enerji alternatiflerini ne ölçüde teşvik ve sübvanse etmesi gerektiği noktasında yoğunlaşacaktır.

Bu seçimin enerjiyle ilgili daha önemli etkileri, küresel ekonomik büyüme ve dolayısıyla dünya enerji talebinde kendini gösterecektir. Trump, İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’nin küresel ticareti teşvik etme ve böylece küresel ekonomik büyümeyi destekleme tutumunda köklü bir değişiklik yapılmasını savunmaktadır. Biden yönetimi, Trump döneminde getirilen Çin’e yönelik tarifelerin ve ticaret kısıtlamalarının çoğunu sürdürmüş ve ABD imalatını destekleyen daha müdahaleci bir politika benimsemiştir. Harris yönetimi de muhtemelen bu politikaların çoğunu devam ettirecektir. Ancak, ne Biden ne de Harris, Trump’ın kampanya sırasında dile getirdiği büyük çaplı tarife artışlarını desteklemiştir. Eğer Trump bu korumacı politikalara yönelik köklü değişimi uygulamayı başarırsa – ki bu belirsiz bir durumdur – büyük olasılıkla küresel bir ticaret savaşı başlatacak ve bu savaş küresel ticaret hacmini önemli ölçüde azaltacaktır. Böyle bir senaryo, dünya genelinde ekonomik büyümenin azalmasına ve küresel enerji talebinin kayda değer biçimde düşmesine yol açabilir. Bu tür bir küresel ekonomik değişim, Körfez ülkelerinin ekonomileri üzerinde son derece olumsuz sonuçlar doğurabilir.

Dolaylı ve Uzun Vadeli Sonuçlar

ABD başkanlık seçiminin, Orta Doğu ve özellikle Körfez bölgesine yönelik politikalar üzerindeki kısa vadeli etkileri muhtemelen minimal olacaktır. Ne Trump ne de Harris yönetimi, Biden yönetiminin mevcut yaklaşımında önemli bir değişiklik yapacaktır. Çin’e karşı iki partinin de uzlaşmış olduğu bir konsensüs, hangi aday başkan olursa olsun Körfez ülkeleriyle iş birliğini sürdürmeye yönlendirecektir. İki aday arasındaki, ve genel olarak partileri arasındaki en büyük fark ise Orta Doğu politikasında İran’a yaklaşımlarında olacaktır. Trump, muhtemelen önceki döneminde uyguladığı “maksimum baskı” politikalarına geri dönecektir. Harris ise son iki Demokrat başkanın izlediği çizgiyi takip ederek İran ile nükleer müzakerelerin yenilenmesini arayacaktır. Belki de bu seçimin Körfez ülkeleri üzerindeki en önemli etkisi dolaylı ve uzun vadeli olacaktır. Trump’ın önerdiği tarife politikalarının tetikleyebileceği küresel ticaret savaşı, küresel ekonomik büyüme ve enerji talebi üzerinde büyük olumsuz sonuçlar doğurabilir ve bu da Körfez enerji ihracatçılarını ciddi şekilde etkileyebilir.

 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...

Yapay Zeka Çağında Savaş ve Barış

Henry A. Kissinger, Eric Schmidt ve Craig Mundie: War...