Orta Doğu’daki İslamcı Dalga Üzerine

Önümüzdeki dönemde Arap coğrafyasında İslamcıların önemli bir rol oynayacağı görülmektedir. Bu aslında tahmin edilemez ve edilmeyen bir gelişme değildi. Ama bazen öngörülen şeylerin gerçekleşmesi yine de şaşırtıcı olabilmektedir. Bir şeyi teorik olarak öngörmek ile bu öngörünün gerçekleşmesi arasında önemli bir fark olabilmektedir.

Kısa ve orta vadede Müslüman Kardeşler gibi ana kanat İslamcılar ile daha radikal Selefi gruplar arasındaki dinamikleri iyi takip etmek gerekmektedir. Mısır’da Selefistlerin tahmin edilenden de fazla oy alması Müslüman Kardeşler’in beklenen ılımlılaşma sürecinin yavaşlatabilir ve karmaşıklaştırabilir. Yeterince “saf İslamcı” olmazlarsa tabanlarını bu tarafa kaybedebilecekleri endişesi İhvan’ın ılımlılaşmasını zorlaştırabilir. Belki bu durum da grubun daha genç ve ılımlı kanadının gruptan kopuşunu hızlandırabilir. Elbette şu anda bunlar sadece teorik spekülasyonlardır ama bu önemsiz oldukları anlamına gelmez.

Başta Mısır olmak üzere Arap ülkelerindeki ikinci önemli gerilim ise eski rejimin ordu gibi unsurlarıyla yeni demokratik politikacılar arasında olacaktır. Ordu ile Müslüman Kardeşler arasında seçimler öncesindeki şaşırtıcı ortaklık artık yerini giderek rekabet ve çatışmaya bırakabilir. Burada henüz hazırlıklı olmadıkları, örgütlenmekten çok konuşmayı ve protesto etmeyi seçtikleri ve aralarında bölünme konusunda genel bir isteklilik gösteren “liberallerin” iktidarı devralacak İslamcılar ile ordu arasındaki rekabette nasıl bir tavır alacakları önemli olabilecektir. Bu liberaller İslamcıların bazı başarı, söylem ve icraatlarından tedirgin olarak ordu ile adı konmamış bir taktik ittifaka geçebilirler mi? Bu kesimden bunu tercih edeceklerin olması muhtemeldir. İslamcılara “demokratik sistemin içinden” muhalefet etmek isteyenlerle bu konuda ordu dâhil eski rejim unsurlarından destek almak gerektiğini savunanların bölünmesi bu kesimin kendisine çeki düzen verip cazip bir iktidar alternatifi olarak ortaya çıkmasını güçleştirebilir.

Bu olası ve muhtemel başarısızlık ziyadesiyle önemlidir çünkü yavaş yavaş iktidarın dizginlerini ele alan İslamcıların bu ülkelerdeki derin ekonomik, sosyal ve siyasi problemlere çare olacak reçeteler geliştirmeleri ve bunları uygulamaları kolay olmayacaktır. Turizm, dış yatırım, ticaret ve diğer sermaye hareketlerinde yaşanan sorunlar devam ederse özellikle Mısır’ın çok da uzun olmayan bir süre içinde önemli ekonomik sorunlar yaşaması muhtemeldir. Bu durumda Müslüman Kardeşler gibi İslamcılar halk desteklerinin önemli bir kısmını kaybedebilirler. Bu oyların bir kısmının daha sağdaki Selefilere gitmesi Arap demokrasisi için ciddi riskler yaratabilir. Çok da uzun olmayan bir dönemin sonunda İslamcılara karşı yaşanabilecek bu hayal kırıklığının daha merkezdeki unsurlara desteği arttırması için onların birlik, kadro, örgütlenme, program, söylem ve liderlik açısından hızla mesafe kaydetmeleri gerekmektedir.

Ayrıca bu yeni demokrasilerin İsrail, Batı, diğer Arap devletleri, Türkiye ve kendi aralarındaki ilişkiler de ilginç olabilecektir. İlk etapta sorun istemeyecekleri, paraya ihtiyaç duyacakları, Batı’yı çok fazla ürkütmek istemeyecekleri ve askeri olarak zaten İsrail’e üstünlük sağlamaları mümkün olmadığı için bu yeni rejimlerin ilk etapta İsrail’e yönelik sözlü olanın ötesinde gerilim yaratmaları yüksek ihtimal değildir. İsrail’in ise bölgedeki bu belirsiz geçiş döneminde barış süreciyle ilgili olarak ödünler vermenin gereksiz ve tehlikeli olacağını düşündüğü anlaşılmaktadır. İsrail ve Batı’da onunla beraber hareket eden kesimlerin bu yeni demokrasilerin ekonomik sorunlarını derinleştirmek ve dini ve etnik kırılma noktalarını kaşıyarak istikrarsızlık yaratmak istemeleri mümkündür. Bu arada İsrail’in önümüzdeki yıl içinde İran’a yönelik bir askeri harekâta girişmesi ihtimali hiç olmadığı kadar artmıştır. Netanyahu’nun tarihteki yerini bu mesele üzerinden ölçtüğü iddia edilebilir. İran’a saldırının gerçekleşmesi durumda bu yeni İslamcı yönetimlerin nasıl tavır alacaklarını gözlemek ilginç olacaktır.

Yeni İslamcı yönetimlerin Arap monarşilerce de çok yakından takip edileceklerdir. Yeni demokrasilerin başarı ve başarısızlıkları Körfez ülkelerinin “iç siyasetinde” önemli tartışma konuları olacaktır. Muhafazakâr monarşiler bir yandan bu yeni deneylerin çok fazla başarılı olmalarının kendi halkları için “kötü örnekler” oluşturmasından çekinmekte, bir yandan bu yeni yönetimleri İran ile mücadelede kendi yanlarında tutmaya çalışmakta ve ülkelerin içinde de kendilerine yakın buldukları “gözdelerine” maddi ve manevi destek vererek mevzi kazanmaya çalışmaktadırlar. İyimser bakış açısıyla bakmak gerekir ise, yeni demokrasilerin başarısı bu monarşilerin siyasi reformlara ağırlık vermek dışında yol olmadığını görmelerini sağlayabilir.  Bu arada yeni Arap demokrasilerinin kendi aralarında bir dayanışma bloğu oluşturmaları da beklenebilir. Libya, Mısır, Tunus gibi ülkeler aralarına Katar’ı ve belki de arkalarına Türkiye’yi de alarak Arap coğrafyasında reform ve demokrasinin aktif bayraktarlığını yapabilirler.

Bölgedeki İslamcıların AKP’nin özellikle ilk döneminde Batı ile bozuşmaktan kaçınan, samimi ya da taktik olarak liberal motif, slogan ve davaları sahiplenen, ekonomide serbest piyasa ekonomisine ağırlık veren, eski düzenin unsurlarına karşı sabırlı ve zaman zaman alttan alan bir yaklaşımla işe başlamasından nasıl dersler çıkardıklarını göreceğiz. Mısır ordusunun ise Türk ordusunun bir önceki dönemdeki rolüne öykündüğü görülmektedir. Onların Türk ordusunun hatalarını nasıl etüt ettikleri de önemli olabilecektir. Yeni yönetimlerin Türkiye ve Tayyip Erdoğan’a ilgi, muhabbet ve saygıları bir süre daha devam edebilir. Ama bu süreçte fazla “ağabey pozlarına” girmek bir süre sonra su yüzüne çıkacak tepkiler de yaratabilir. Kendini beğenmek kişiler gibi devletler için de gereklidir ama öyle görünmek değildir. Obama’nın ise Filistin konusundaki belki de şaşırtıcı olmaması gereken başarısızlığı bir kenara konursa Arap Uyanışı konusunda başarılı bir performans gösterdiği söylenebilir. Obama İslamcı hareket ile mükemmel olmasa da yürüyen bir ilişki kurabilir. Mevcut başkan adayları düşünüldüğünde Cumhuriyetçiler içinse bu çok daha düşük bir ihtimaldir.

Arap coğrafyasındaki değişim süreci kısa mesafe bir yarıştan çok uzun bir maraton olacaktır. Yarışı başlangıçta önde götürenlerin kazanması gerekmez. Kazanmak kadar yarışmak da önemlidir. Yarışı bitirenlerin sayısı başlayanlardan belirgin derecede daha az olacaktır. Parkur engeller, sürprizler ve tuzaklarla doludur. Sporcuların teşvik, destek ve uyarılara ihtiyacı vardır. Afrikalıların şansı sanki biraz daha fazladır.

 

Şanlı Bahadır Koç

Foreign Press Review Editörü

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...

Dijital Dönüşümün Düzensiz Göç Yönetimine Etkileri

Feyza Betül Demirci  Göç Çalışmaları o-Staj Programı Özet 21. Yüzyıldan beri etkisini...