Ortadoğu Ekseninde İslam ve Batı Dünyası Güç Dengesi

Ortadoğu Ekseninde İslam ve Batı Dünyası Güç Dengesi ve İslamofobi; Türkiye Yansımaları

Zor olanı başarabilmek adına; bir kafese dönen kapana sıkıştırılmaya mahkûm edilen insanların yaşadığı bir coğrafyadayız takdir edersiniz ki ve bu coğrafya tüm acımasız gerçeklerini önümüze koymaktadır. Oynanan oyunlar, çok önceden düşünülmüş senaryolar ile bunların içinde kendini zoraki dublör tadında bulanlar.

Her şey 11 Eylül ile mi başladı? Sorusu ve buna anında verilen hayır cevabı. Ardışık negatif tam sayılar gibi gelen onlarca olumsuzluk. Üstüne üstük bununla da yetinmeyerek devirli sayılar gibi hiç bitmeyen sorunlar. İşte karşımızda batının en çok sevdiği kelimelerden biri duruyor: İslamofobi…

İslam dünyasının yıllardır karşılaştığı sorunların başında gelen bu konu küresel anlamda çokça karşımıza çıkmaktadır. İslamofobi’nin ortaya çıkmasında ki en büyük kaynak ise, antisemitizmin dünyada yükselmesinden İslam dünyasını sorumlu tutan aynı oranda ise dünyada İslam düşmanlığını körüklemeye çalışan Yahudi ve Hristiyan Cemaatleridir. Bu durum da onların antisemitizm iddialarında hiç de samimi olmadığının en büyük göstergesi durumundadır.
Buna müteakip gerek ABD, gerek İsrail’in bu coğrafyadaki sorunlara son derece katı ve realist bir tutumla yaklaşmaları bu durumu azaltmak yerine aksi yönde hala İslam devletleri açısından sanki bu durumdan onlar sorumluymuş havası oluşturmaya devam etmektedir. Buradaki sorun ise bu devletlerin kendilerini yeterince dünya kamuoyunda aklayamaması mıdır? Sonuç odaklı hareket eden ve devlet terörü uygulayanların İslam düşmanlıklarını yeterli kanıtlara oturtamadıkları halde sözde Antisemitist iddiaları ile süslemeye çalışmaları ve İslamofobi’yi kendi hayal dünyalarında oynamaları çok manidar olmaktadır? Sonucu birçok konuda müzakere etmeksizin savaş olarak görenlerin, Afganistan, Irak gibi ülkelerde savaşları başlatmalarına rağmen, milyonlarca masumun hakkına girmelerine rağmen, Gazze’yi bomba yağmuruna tutmalarına rağmen, Mavi Marmara’ya korsanlardan bile daha hukuksuz bir şekilde saldıranların hala bu topraklardan dünyaya karşı bir kin ile öfkenin Müslümanlar tarafından yayıldığını, uluslararası kurumlar nezdinde bile işlemesi çok manidar bir durumdur. Bu uluslararası kurumlar neden birçok olayda sessizliklerini korumaktadırlar. Somali’ye Daadab’a karşı umarsızca duran Birleşmiş “birkaç” millet-ler neden sözde Antisemitizme karşı olan sert tutumlarını İslamofobi’ye karşı göstermemektedir. Zamanında Afganistan da istediklerini yapabilmek ve bölgede hâkimiyeti elde tutabilmek adına Taliban’ı Afgan halkının başına geçiren Amerika daha sonra aynı Taliban’ın öz çocuğu Bin Ladin ikamesi ile Afganistan’ı işgal atına alırken, hepimizin bildiği gibi Irak bir hiç uğruna işgale uğrarken, sesleri cılız çıkan dünya örgütleri; Filistin kan ağlarken kısacası Ortadoğu yanarken, Bosna’da Srebrenitsa’da onlarca Müslüman Boşnak katledilirken, Avrupa haritasında insanlar etnik kökenleri ve dinleri uğruna öldürülürken, neden köşelerinde beklemekteydiler. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın deyimiyle “fok balıkları ölmesin diye ayağa kalkanlar” hani şimdi neredesiniz cümlesiyse bu noktada bizlerin hislerine bir nebze olsun tercüme olmaktan öteye geçemiyordu ne yazık ki. Son BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmadaysa Birleşememiş Milletlerin ağır ağabeylerini tokatlar tarzda uslübuylaysa kanayan yaraya dikkat çekmekten öte, Arap ve Afrika halkları nezdinde dünya kamuoyu vicdanına seslendiği bir gerçekti. Fakat yine bu ağır ağabeyler yüzsüz ve para bağımlısı, Dolara, Euro’ya içleri giden hırslı manda, himaye ve işgalciler o yüzden biliyoruz ki o ses hiç yükselmeyecek. Aksine İslamofobi tematiği insanların aklına batıda daha da fazla işlenecek.

Bunun nedenlerinin başında da şüphesiz ki Sovyetlerin yıkılması ve Sovyet tehlikesinin ortadan kalkması ve yeni bir düşmanın edinilmesi gereksinimi bulunmaktadır. Düşününüz ki soğuk savaş dönemi denilen onca yılda ABD ile Sovyet Rusya’sı neden hiç savaşmamıştır. Neden hep savaş tehdidi ile iki ülke zamanının bir kısmını müzakere masalarında geçirmiştir. Hâlbuki bu iki devlette son derece realist bir tutum içerisinde birbirlerine savaş kartlarını oynamaktan geri durmazlarken, ne sebebi ile sadece birbirlerini tehditle yetinmişlerdir. Çünkü bu iki devlette bunu istemiştir. Onlar dünyanın iki hâkim devleti olarak istediklerini perde arkasında elde ederken dünyayı hep bir savaş ile tehdit etmişlerdir. Bu “3.Dünya Savaşı” tehdidi perdenin arkasında müzakere masalarının olmadığı yerlerde birbirlerine istediklerini vermeleri ile sonuçlanan bir oyunun ana hikâye konusu olmaktan öteye geçmeyen klişe cümlesi olmuştur. Onlar için hep önemli olan güç ve güçlü olmak olmuştur. Sorun şunda ki Sovyetlerin yok olması, batının daha doğrusu ABD’nin istediklerini elde etmesi için yeni bir yol bulmasını gerektirmiştir. Çünkü Amerika ve İsrail, karşılarında dünyaya karşı “tehdit ve korku salınımlarında” bulunan ve kendilerini haklı çıkartacak bir akıma ihtiyaç duymuştur ve işte yeni düşmanı ortadadır: İslam.
Çünkü bu coğrafyada en çok değer verilen ve insanları birbirlerine bağlayan olgu İslam’dır dindir. Bu coğrafya hem kültürel olarak hem maddiyat olarak dünyanın en zengin bölgesidir. Dolaylı yoldan İslam’a açılan savaş bu bölge halkına açılan bir savaş ve yüksek para hırsı için elde edilmesi gereken topraklar demektir. İslam ile uğraşmak bu toplulukların onuru ile uğraşmak demektir. Fakat yine ortada bir sorun vardır. Bu toplumları din birbirine etnik noktada; ayrılıklar konusunda bir bütün edememiştir. Bu da batı için hiç de kaçırılmayacak bir fırsat oluşturmaktadır. Bu boşluk ve birliktesizlik batının İslam’ı dünya gözünde terörize etme çabasına deyim yerindeyse tam anlamıyla yağ sürmüştür. İslam dünyasının içinde yaşadığı savaşlar buna örnek gösterilirken. Batının birbirini insan kıyımına uğrattığı zamanlar çabuk unutulmuş gibi durmaktadır.30 yıl savaşları Westphalia anlaşmasının neden imzalandığı, ABD’nin kendi iç savaşları, AB’nin ortaya çıkış sebepleri, Winston Churchill’in Fransa ve Almanya arasında bir barış olmadığı sürece Avrupa’ya rahat yok sözü bizim için batının iç yüzünü ortaya koyan yegâne delillerdir.

Tüm Bunların arasında da olup biten yaşanan hengâmede İslam düşmanlığının en ilginç örneği ise kendini AB üstü bir ülke olarak gören özgürlükçü İsviçre’de dahi camii minarelerinin 2009 itibari ile yasaklanmasıdır. Bu yasağın ardına aklımıza düşen soruysa, yüzyıllardır hala çan seslerinin yankılandığı kiliselere ev sahipliği yapan Ortadoğu topraklarımı daha adaletli olmakta yoksa batı mı? sorusunun cevabıdır

Durum kendi aleyhlerine olduğunda seslerini kısanların, Hıristiyanlıkla savaşların adını pek yan yana gelmesini istemeyenlerin. Nedense İslam ile bırakın savaş kelimesini terör terimini bile yan yana koyması son derece kasti bir tutumdur. Öyle ki Türkiye cumhuriyetinin 30 yıldır içinde bulunduğu terörizm ortamda, terör örgütünün yıllarca Marksist bir söylem içerisinde Müslüman bir devlete saldırdığı hep göz ardı edilmiştir. İslam’ı ılımlı ve radikal diye ayırıma sokmak ise ancak ve ancak bu Marksist harekete, İslam düşmanlığı nedeniyle tolerans içinde bakanların söyleyeceği ve takınacağı bir tavırdan ibarettir. İnsanların ılımlı İslamcı radikal İslamcı konumunda ayrıştırılması politikalarının en ekstrem durumudur. Bunun bir değişik örneğini de Irak’ta Sünni, Şii çatışmasında yaşamaktayız. Bunu fırsat bilen güçler İslam’ın kendi içinde bile barışık bir tutum sergileyemediğini söyleyerek yalan yanlış bilgiler ortaya koyarak kendilerini dünya siyasetinde aklamaya çalışmaktadır.

İsrail Filistin’i bombalarken, ABD, Irak’la Afganistan’dayken üstüne üstük İran’ı tehdit olarak dünyaya sunarken ve nedense bütün bunlara sebep gösterdiği 11 Eylül saldırılarının 1 numarası Usame Bin Laden 10 sene sonra daha yeni öldürülmüşken, İslam dünyasının değerli isimleri bir suikastlere kurban verilirken, bundan mıdır korkan veya çekinen Arap liderleri ve Arap Birliği suskunluklarını ufak kınamalar dışında ne yazık ki bozamamaktadır. İslam Konferansı Örgütünün başına Bir Türkü E.İhsanoğlu’nun gelişi de Türkiye’nin bu duruma el atmak istemesinden kaynaklanmaktaydı.

Arap Baharından önce bu noktada bir şeyler değişmeyince devreye 3.güç olarak Türkiye girmekteydi ve özellikle Tayyip Erdoğan iktidarından sonra Ortadoğu’da kuvvetlenen Türkiye imajı ile Davos çıkışının birbirini pekiştirmesi süreci aslında Hamas ile Ankara’da ilk görüşmenin yapılmasından sonra başlamıştı. Türkiye bölgede kimsenin yapamadığını yaparak Batıya İslamofobi’nin gereksizliğini anlatmaya çalışırken bir yandan da böyle bir şeyin olmadığını göstermeye çalışıyordu. Aksine bu düşmanlığı Batının İsrail eşliğinde kendisinin yarattığını ve olayı dramatize ederek sadece kendi çıkarlarını maksimizasyona uğratmaya çalıştığını bağıra bağıra Türkiye söyleyebiliyordu. Buna karşılık olarak da Halk nezdinde duygusal anlamda bastırılmışlık ve haykırış taşıyan sessiz çoğunluklar İslam Coğrafyasında Laik Türkiye’yi eski konumundan alıp çok daha kutsanmış bir yere getiriyordu. Ne nükleer denemeler yapan uzaya ilk canlısını gönderen İran’ın söyleyemediğini söylemekten çekinen, ne de petrol zengini körfez Arap ülkelerinin korkaklığını yaşayamayan Türkiye, aksine sesini çıkartarak hem bölgede liderlik konumuna yükselirken, kendine sempati duyan petrol zengini ülkelerinde sermayesini topraklarına çekerek kendi modelini Arap devletlerine gösteriyordu. Kanaatimizce ‘’ tartışmasız’’ Arap Baharının belki bilinçli beklide bilinçsizce temeli atılıyordu.

Tüm bunlardan sonra ise dönüp kendi içimize bakmakta yarar ve fayda görüyorum. Bu kadar İslam düşmanlığından ve nedenlerinden bahsettikten sonra. Ülkemizde ki bu sorunsala dikkat çekmek istiyorum. Türkiye Müslüman bir ülke olmasına rağmen neden ülke içinde aşırı derecede bir İslam korkusu empoze edilmektedir. Bunun nedenseline girersek uzunca bir tartışma yazısı daha yazmamız gerekir. Bize şuan düşen sadece sorunsala değinmek ve bunun kimin işine yaradığını anlatmaktır. Laik demokratik çağdaş Türkiye sloganının bir tezahürat haline geldiği ülkemizde, bu holiganizmin tek sebebi ülkede ki yükselen din olgusu olması mıdır?
Nasıl ki son zamanlarda dünyada milliyetçilik ve dini akımlar yükselişte ise Türkiye’de bundan nasibini almaktadır ve gelenekçi muhafazakâr yapısı ile Türk halkı da buna çok uygundur. Fakat ülkemizde bir kesimde nedenini bilmediğimizden veya tam bu korkunun sebebi açıklanmadığından; İran olma yolundan gidilmektedir. Eskiden komünist mi olalım? Cümlesi kendini İran mı olacağız? cümlesine çoktan bırakmıştır.

Peki, neden insanların kafasındaki bu korkular ve soru işaretleri. Bundan 30 yıl önce komünist tehlikesini kafalarına işletilenler bugün neden İslam ile korkutuluyor. Çünkü dünyada yükselen İslamofobi, Türkiye de uygun bir zemin bulabiliyor. Bölgenin yükselen gücü Türkiye içerde yaşadığı suni tartışmalarda zafiyete uğratılıyor. Türkiye’de artık reformist insanlar 2.cumhuriyetçi (liberal politika yanlısı ve değişimin destekçileri) olarak algılanıp, rejim düşmanı ilan edilirlerken. Bu tutum 2.cumhuriyetçileri muhafazakâr kesimin çizgisine yaklaştırıyor. Kendilerini 1.cumhuriyetçiler olarak tanımlayanlar ise ülkenin, devletin ideolojisinin katı ve son derece taassup sahibi savunucuları halinde yollarında ilerliyorlar. Peki, vatanseverlik ulusalcılık toplumda İslamofobi etkisi yaratmak ve özgürlüklerin kısıtlanması ve suni rejim tartışmalarında taraf olmak ile birkaç mitingde boy göstermek midir? Yoksa vatanını sevmek tüm değerleri özümsemiş ve ülkenin geleceğini kuru bir milliyetçilik anlatışı dışında ileriye yönelik çözüm ve öneriler geliştirme yolunda istekli ve Türkiye’nin geleceğini – sadece boş laflarla “tehlikenin farkında mısınız” yahut “kaygılanıyoruz” – gibi içi doldurulamamış tematiksel cümlelerden ve popüler yaklaşımların dışında ele alıp plan-proje üretmeye çalışanlar olarak yerimizi almak mı daha milliyetçi bir tavırdır? Tartışmasına elbette girmeyeceğim. Fakat bunları yapamayanlarında sadece İslamofobi’den hareketle bölgenin güçlü bir ülkesini içerde güçsüzleştirmeye ve yormaya hakkı olmadığını hepimizin düşünmesi gerektiği kanısındayım.

İnsanlar gerçekten İslam’dan mı korkuyor? Yoksa kendi yaşayış alanlarına bir kısıtlama geleceğinden mi korkmakta? Batının hep empoze ettiği İslam kadını köleleştiriyor tezi neredeyse tamamı Müslüman ve kendilerini Müslüman olarak tanımlayanlar arasında neden reva görüyor. Bu ülkenin belediye başkanlığı yapan sözde bir Profesörü nasıl oluyor da ‘’ camiye ayakkabı ile giriliyor mu ki kamusal alana başörtüsü ile girilsin’’ diyebilecek kadar cehalet içerisinde yer alabiliyor. Bizce aslında Türkiye’de gerçek sorunu ne İslam ne de başka bir şey oluşturuyor. Sorun İran olmak veya olmamak değil. Sorun kendi meşrutiyet alanlarını kaybetme korkusunu yaşayan jakoben kesime kendini ait hissedenlerin statülerini kaybedişleridir,2002 den sonra yükselen yeni orta sınıfın muhafazakâr yapısı ile liberalize edilerek eski laik orta sınıfın yerini almasıdır. Güç ve iktidarın para ile yer değiştirmesi sonucunun ortaya çıkardığı güç dengesinde ki ayrışım, içimizde ki Sabetaylar tarafından siyasette kamplaşma aracı olarak kullanabilmektedir. Bu Sabetayist tutum ne yazık ki 1600’lü yıllardan beri başımıza dert olmakta ve İslamofobi adına elinden geleni ardına koymamaktadır.

Bütün bunların ışığında en can alıcı ve üzücü yere gelmek istiyorum:

Biz tüm bunlarla uğraşırken içerde çatışmalar yaşarken, Türkiye en hızlı büyüyen ekonomilerden biri oluyor, hedefler gerçekleşiyor, Türkiye dünya politikasında söz sahibi olmaya başlıyor, Türkiye büyüyor, gelişiyor ama içerde birileri hala bundan rahatsızlık duyuyor, terör örgütü Türkiye büyüdükçe eylemlerini artıyor, Sivil Anayasa çalışmaları sekteye uğratılıyor. Bunun yanında aniden aklımıza birden bizim daha bir nükleer santralimizin olmadığı düşüyor yaptırtmamak için uğraşanlar karşımıza çıkıyor. Yerli bir otomobil markamızın olmadığını düşünüyor, düşünürken iç çekiyor, iç çekerken yeniden karşımıza Sabetaylar geliyor, O “Babayiğidi” bulmayı Uzayı geçtim Otomobil yapmanın özlemini yaşıyoruz. Uzaya çıkmanın belki bir 90 sene daha gerektirdiğini biliyoruz uzay demişken; dünyada, uzaya çıkan ilk Müslüman ve ilk Türk astronotu daha doğrusu kozmonotu Talgat Musabayev’i kaçımızın bildiğini de merak ediyorum.

İşte sorun burada başlıyor diyorum. Kendine bu kadar yabancı bir coğrafyanın insanlarıyız. Burada Batının İslam düşmanlığını kendi içimize bile soktuğunu görmek hiçte zor değil ve yine bu noktada Cemil Meriç hocanın şu cümlesi düşüyor aklımıza “Türkiye’de aydınlar din değil, İslam düşmanıdır’’… Çünkü İslam şuurlandırır İslam bilinçlendirir. İslam şiddeti ret eder çünkü ilim dinidir. İlk ayeti “oku! Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla oku” olan bir dinden korku salınımları beklemek cehalet içerisinde olmaktan öteye geçemeyen tutum ve davranışlardır.

Şimdi soruyoruz(m): İslamofobi’den sonra batının dünyaya sunacağı tehlike ve düşman sizce kim?

 

Serdar YILMAZ

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Gençlere Avrupa Turu: DiscoverEU ile Kültürel Keşifler

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından başlatılan DiscoverEU programı, gençlere...

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...