‘Politik Psikoloji’ Üzerine…

Politik psikoloji, bireylerin kimlik gelişimini oluşturan faktörleri ve bu gelişimin yol açacağı toplumsal ve toplumlar arası ilişkileri doğru anlayabilmek adına önemli bir kavram. Girne Amerikan Üniversitesi akademisyenlerinden Yrd. Doç. Ozan ÖRMECİ ile kavramın anlamı, ülkemizde ve daha gelişmiş ülkelerde kavrama olan bakış açısını konuştuk. Ayrıca politik psikoloji açısından Türkiye ve dünya gündeminde yaşanan gelişmeleri değerlendirdik.

Hocam biraz kendinizden bahseder misiniz?

1981 İzmir doğumluyum. İzmir Saint-Joseph Fransız Lisesi ve Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümü mezunuyum. Doktora derecemi de 2011 yılında Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünden “Portrait of a Turkish Social Democrat: İsmail Cem” adlı tezimle aldım. Bugüne kadar yaptığım birçok bilimsel kitap ve makale çalışmam bulunmaktadır. Bunlar hakkında detayları web sitemden (www.ozanormeci.com.tr) elde edebilirsiniz. Kıbrıs’ta Girne Amerikan Üniversitesi (www.gau.edu.tr) Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümü başkanıyım ve burada Yardımcı Doçent olarak görev yapıyorum. Bunların yanında Ankara merkezli Politik Psikoloji Derneği’nde Siyaset Bilimi Çalışmaları sorumlusuyum. Bir de tabii öğrencilerim ve meslektaşlarımla kurduğum UPA – Uluslararası Politika Akademisi (http://politikaakademisi.org) var. Buranın da Genel Koordinatörlüğünü ve başyazarlığını yapıyorum.

Politik Psikoloji kavramına dair pek çok tanım yapılmış. Sizce nedir Politik Psikoloji?

Ben bu alanda çalışmalar yapmama rağmen kendimi bir uzman olarak görmüyorum. Yine de bu alandaki çalışmalarını takip ettiğim Prof. Dr. Vamık Volkan ve Prof. Dr. Abdülkadir Çevik gibi isimlerin yazdıklarından hareketle Politik Psikoloji’yi, kitlelerin ve bireylerin siyasal davranışları, düşünce kalıpları, toplumsal hareketlerin nedenleri ve bunlarla ilgili algı yönetimi süreçlerini inceleyen bir disiplinlerarası yeni bir branş olarak değerlendirebilirim. Bu alanda temel branş elbette Psikoloji ve Psikiyatri’dir ve burada Tıp’ın ağırlığı hissedilmektedir. Ancak bunun yanında İletişim, Siyaset Bilimi, Sosyoloji, Uluslararası İlişkiler, Tarih, Ekonomi ve daha birçok branştan çeşitli unsurlar Politik Psikoloji’de yer almaktadır. Bu nedenle Tıp’la sosyal bilimleri buluşturabilen 21. yüzyıla damgasını vuracak bir branştır. Ne mutlu ki dünyada bu alanda öncülüğü Kıbrıslı bir Türk olan Vamık Volkan yapıyor. Ülkemizde de Süleyman Demirel’in Başbakanlığı döneminde bu alanda ilk adımlar atılmış ve 1992 yılında Politik Psikoloji Merkezi kurulmuştur. Daha sonra ise bu kurum kapatılınca yerine sivil bir inisiyatif olan Politik Psikoloji Derneği Prof. Dr. Abdülkadir Çevik tarafından kurulmuştur.

Politik Psikoloji Üzerine
Politik Psikoloji Derneği kurucusu Prof. Dr. Abdülkadir Çevik

Bir kıyaslama yapmaya kalkışırsak, Politik Psikoloji kavramına bakış açısı Türkiye’de ve Türkiye’ye kıyasla daha gelişmiş ülkelerde nasıldır? Bunun yanı sıra ülkemizde Politik Psikoloji kavramına yönelik bakış açısının ileriye dönük geçireceği değişimler hakkında nasıl bir değerlendirme yapabilirsiniz?

Birçok alanda olduğu gibi bu konuda da dünyanın en gelişmiş ülkesi değiliz. Ancak kat ettiğimiz mesafenin de küçümsenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye özellikle Tıp alanında son yıllarda çok gelişmiş bir ülke durumundadır ve ülkemize yönelik sağlık turizmi hızla gelişmektedir. ABD ve bazı Avrupa ülkelerinde kesin bilgi sahibi olmamakla birlikte devlet kurumlarının, özellikle de güvenlik birimlerinin bu alanda çalışan özel birimleri olduğunu tahmin ediyorum. Algı ve imaj yönetimi, kitlelerin yeni bir politika temelinde doğru yönlendirilmesi vesaire gibi konular uzmanlık ve tecrübe gerektiren işlerdir. Bu konularda bizde siyaset kurumunun yeterli düzeye ulaştığını sanmıyorum. Yine siyasi partiler bu alanda çok yetersizler ve olaya salt reklamcılık açısından yaklaşıyorlar. Oysa piyasa başarısı açısından reklamcılarla çalışmanın gerekli olduğu kadar, hata yapmamak adına bilim adamlarıyla da çalışılmalıdır. Ancak böyle sentezlerle 21. yüzyıl dünyasında başarı kazanılabilir. Bu alanda Türk devletinin ve partilerimizin gideceği daha çok mesafe var.

Politik Psikoloji’nin kökeninde var olan kavramlardan biri de kimlik gelişimidir. Türkiye’ de kimlik gelişimi süreci nasıl değerlendirilebilir, tamamlandığı söylenebilir mi?

Türkiye’nin genç ve hızlı şehirleşen bir Cumhuriyet olarak kimlik gelişimini tamamlamadığını düşünüyorum. Her jenerasyonda Türkiye’de yeni altüst oluşlar yaşandığı için kimliğimiz çok parçalı ve esnektir. 1950’lerde ilk kez başlayan ve halen devam eden yoğun göç dalgaları, 1960’larda başlayan sol akımlar, 1980’lerde etkisini arttıran İslamcı siyaset ve 1990’larda güçlenmeye başlayan etnik kimlik siyaseti bunlar hep dinamik süreci ispatlamaktadır. 2000’lerin başında AKP iktidarıyla Türkiye’de toplumsal kimliğin artık bir dengeye oturacağı ve başarılı bir sentez elde edileceği umutları doğmuştu. Ancak maalesef son 2 yılda bu konuda hatalı adımlar atıldı ve Türkiye’nin Osmanlı geçmişiyle barışması yönünde büyük bir fırsat kaçırıldı. Bugün yine toplumumuz aşırı kutuplaşmış ve ikiye hatta üçe-dörde bölünmüş durumda. Maalesef siyasetin popülist yapısı ve bilimsel bilgiye güven duymaması bu sonucu hazırladı. Yine de ilerleyen yıllarda Türkiye’de toplumsal kimliğin doğru politikalarla doğru bir zemine oturması hayal değil. Artık kendi içimizdeki kimlik kavgalarından kurtulmalı ve dünyada ülkemizi daha iyi yerlere getirmeliyiz.

Bu gelişimin tamamlanmadığı etnik kimlik gruplarında kutuplaşmaların başladığını görüyoruz. Bu kutuplaşmalar Türkiye için bir tehdit niteliğinde kabul edilebilir mi, Türkiye gibi ulus devlet niteliği taşıyan her millette bir tehdit unsuru oluşturur mu?

Etnik kimlik talepleri 21. yüzyıl dünyasında birçok ulus devlet açısından riskli bir hal almaya başladı. Burada önemli olan sorunu yönetilebilir halde tutmaktır. Kesin çözüm hiçbir zaman gelmeyebilir ancak küçük sorunlarla toplum ve bireyler yaşamaya alışabilir. Burada bizi bir araya getiren “Türk Milleti” çatısını koruyarak, onun altında etnik kimliklerin eğitim, kültürel hayat gibi yerlerde üzerlerinde eğer baskılar varsa onları kaldırmak için çalışmalıyız. Türk halkının fakir olduğu ve kolay manipüle edilebildiği düşünülürse, bu konuda en büyük pay aydınlarımıza yani gazetecilere, doktorlara, avukatlara, akademisyenlere, öğretmenlere, sendikacılara, işadamlarına düşmektedir. Ülkemizin ne kadar zorluklarla kurulduğu unutulmamalı ve haklı olduğumuz konularda asla geri adım atılmamalıdır. Ancak kendi hatalarımızı da gözden geçirmek bize faydalı olacaktır. Bence son yıllarda bayağı ciddi özeleştiriler yaptık ve hatta artık işi özeleştiriden çıkarıp kendimize işkence etmeye çevirdik. Bu yüzden bir toparlanmaya ihtiyaç var.

Bu şekilde kutuplaşmalar yaşanan toplumlarda bu durumun aşılıp etnik gruplar arasında birliğin sağlanması mümkün olabilir mi?

Elbette olabilir. Farklı diller, etnik gruplar olabilir ancak resmi dilimiz birdir ve tekdir. Ülkemizin insanları tüm farklılıklarına rağmen büyük ölçüde aynı duyguları paylaşmakta ve aynı havayı solumaktadır. Bölgesel farklılıkları zenginlik olarak görerek, yeniden normallerimizi inşa etmek zorundayız. Marjinal söylemler elbette demokrasi için faydalı ve gereklidir, ancak ekranlar ve gazetelerde sürekli marjinal söylemleri gündeme getirerek bence topluma faydalı olamayız.

Günümüzde Orta Doğu ve Kuzey Afrika gündemini meşgul eden en önemli konu Arap Baharı’dır. Arap halkı, İslami demokrasi talebiyle kendilerini yöneten hükümetlerle silahlı ya da silahsız örgütlenme şeklinde ciddi bir mücadele vermekteler. Ancak İslami demokrasi yönetiminin laik yönetim aksine özellikle kadın haklarını kısıtlayıcı bazı özellikleri olduğunu düşünürsek, Arap halkının bu yönetimi talep etmesinin sebebi olarak bireylerde tamamlanmamış kimlik gelişimi olduğu gösterilebilir mi, yoksa temelinde yatan sebepler farklı mıdır?

Arap halkı hakkında konuşacak bilgi düzeyinde değilim. Müslümanlığın Arap kimliğinin birincil unsuru olduğu ortadadır. Ancak çeşitli akademik konferanslarda ve GAÜ’de eğitimli ve son derece “Batılı” Araplarla da karşılaştığım için, aynı Türkiye gibi oralarda da yeknesak bir yapıdan söz edilemeyeceğini düşünüyorum. İslam’da bir Reform deneyiminin olmaması sebebiyle elbette dinin bireyselleşmesi alanında büyük eksiklikler var. Ancak ekonominin gelişmesi ve modern hayatın kurulmasıyla zamanla neler olacağını kim bilebilir? Toplumlar dinamiktir ve çok kısa sürede büyük farklılıklar gösterebilirler. Araplarda da tüm toplumlarda olduğu gibi değişimler olacaktır. Ben genç kuşağın internet sayesinde çok daha modern olacağını tahmin ediyorum. Moralleri bozmamak lazım, her şey inanmakla başlar.

Bu süreci Türkiye açısından değerlendirmek gerekirse bununla ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Türkiye açısından da aynı şeyler geçerlidir. Bir insan hayatında 10 yıl uzun olabilir ancak toplumlar açısından bir kitaptaki nokta kadar bir süredir. Türkiye’nin kısa vadede ciddi sorunlar olacaktır ancak orta ve uzun vadede Türkiye’nin geleceği parlaktır. Yönetilemeyecek kriz yoktur, yeter ki yöneticilerimizi iyi seçelim ve aydınlarımızı devlet yönetimine ortak etmeyi ihmal etmeyelim…

Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim…

Dilara BATIRER

TUİÇ Stajeri

Sosyal Medyada Paylaş

Previous article
Next article

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Gençlere Avrupa Turu: DiscoverEU ile Kültürel Keşifler

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından başlatılan DiscoverEU programı, gençlere...

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...