Sıfır Sorun Nereye?

Türk dış politikası Arap Baharından sonra değişti mi? Değişti ise bu değişim nerelerde oldu? Türk dış politikası neredeydi ve bu değişim Türk dış politikasının geleceğini nasıl etkiler? Bu sorular şu sıralar sadece Türk dış politika uzmanlarının değil, birçok farklı ülkeden uzmanların da zihnini kurcalıyor. Bunun en somut örneği ise her gün gerek dış basında bu sorular etrafında gezen yazıların çıkması, gerekse de neredeyse haftanın her günü İstanbul’da aynı anda bir kaç tanesi devam eden “Türk dış politikasına ne oldu?” eksenli yabancı ortaklı panel, kapalı oturumlar, konferanslar vs. Bu sorular ve devam edegelen toplantıların gösterdiği iki şey var: 1. Türk dış politikasında bir şeylerin değiştiği ama değişimin nerede olduğunun hâlâ tartışıldığı, 2. Türk dış politikasının nereye gittiği konusunda giderek artan bir kaygı ve telaşın birçok ülkenin gündeminde olduğu.

Türk dış politikasında değişimi tetikleyen en önemli sembol olay 1 Mart tezkeresinin reddi idi. Bu ret kararı bağımsız dış politika ve siyasal otonomi talebini gösteriyordu. Zaman zaman öne çıkan zaman geri planda kalan bu talep, AK Parti iktidarı öncesinde de kısmi uygulanma imkânı bulan, ancak AK Parti döneminde devlet politikası haline gelen bir taleptir. 1 Mart tezkeresi ile başlayan bu talep AK Parti sonrasında Hamas’ın Filistin seçimlerinin galibi olarak tanınmasından, Suriye-İsrail görüşmelerine ve nihayet İran’ın nükleer programına Türkiye’nin yaklaşımında somut olarak ortaya çıktı. Bu siyaset çerçevesinde Türkiye, kendi çıkarını önceleyen, kendi dış politika önceliklerini kendisi tayin eden, gerektiğinde stratejik hedefler için farklı işbirliklerine açık, normatif ya da ahlakçı olmayan, daha pragmatik bir dış politika üretmeyi başardı. Dış politikadaki bu stratejik değişimin anlamı jeopolitik oyuncu olmaya doğru bir evrimin gerçekleşmesidir. Bu siyasetin hayata geçirilme tarzı ise “komşularla sıfır sorun” ilkesi çerçevesinde örülen siyasa bütünlüğü idi.

Komşularla sıfır sorun çerçevesinde, Türkiye belli başlı siyasa çözümlerini önceleyerek, ülkenin çıkarlarını bölgesel istikrar ve işbirliğine endekslemeyi başarmıştı. Belki de dünyada istikrardan hem siyasi hem de ekonomik fayda temin edebilen, çıkarını barışa endekslemeyi başaran tek ülke idi Türkiye. Bu çerçevede çok-kültürlülüğü, çok-dinliliği, çok-etnikli yapıyı, halk egemenliğini, bölgedeki evrimci demokratik dönüşümü önceleyen, bölgeye dış askeri müdahalelere karşı çıkan; mal, hizmet ve insanların serbest dolaşımını savunan bir siyaset geliştirildi.

Komşularla sıfır sorunun siyasayı özetleyen kurucu bir slogan olarak temeline oturtulduğu bu yaklaşımda, sadece yönetimlerle değil, halklarla da sağlam ilişkiler kuruldu. Bir başka deyişle, Türkiye devletler arasında değil aynı zamanda halklar için de siyaset geliştirdi. Türk dış politikasının temeline devletlerle ilişkiler değil, halklar konulmuş, ancak devletlerle de paralel ve pragmatik bir ilişki kurulmuştu.

Arap baharı halklar nezdinde devam eden bu ilişkilerin, devletler düzeyindeki dengesini bozdu. Artık hem halkla hem de devlet elitleri ile paralel ilişkiler kuran Türkiye, bir tarafı seçmek zorunda bırakılıyordu. İşte tam da bu noktada hızlı gelişen Tunus ve Mısır olaylarında Türkiye tavrını halktan yana koyarak puan kazanırken, Libya ve Suriye gibi örneklerde ise hızlı bir sürecin yaşanmaması, bu devletlerle halkların karşı karşıya kalmasından dolayı Türkiye’yi tavrı alma konusunda zor durumda bıraktı. Şimdi Türk dış politikası devletler ile halkları arasında çatışma çıktığında, öncelikle istikrarı, tercihan ise halkların pozisyonunu tercih eder hale gelmiş durumda.

Arap Baharı’nın Türk dış politikasını zorladığı bir başka alan ise, ticarete dayalı bir istikrar dünyasından, iç çatışmaların arttığı karmaşık bir dünyada aynı siyaseti sürdürebilme sınavıdır. Türkiye evrimci bir yaklaşımla, toplumu, siyaseti, ekonomiyi açarak sağlamaya çalıştığı kademeli dönüşümün, bu kadar hızlı gerçekleşmesi karşısında bu sorunla nasıl mücadele edeceğini bulmaya çalışıyor. Şu anda Suriye’de yaşanan biraz da bu açmaza çözüm üretme kaygısıdır. Türkiye, aynı stratejik hedefini koruyarak, diğer bir deyişle özerk ve bağımsız dış politika çizgisini koruyarak, iç savaş yaşayan ve halkı ile karşı karşıya kalan bir devlet ile ilişkide, o ülkenin halkı lehinde devletinin politikası nasıl değiştirmeye zorlanabilir sorusuna cevap aramaktadır.

Suriye konusunda ilk dönemlerde yapılan yardımlar ve sunulan tekliflerin, ülkede istikrar için değil, sadece var olan şiddeti sürdürmek için kazanılan bir mühlet olarak görülmesi Türkiye’nin bu soruya cevap için sıfır sorun politikasını revize etmesi gereği doğurmuştur. Türkiye’nin uygulamaya koyduğu ambargo, biraz da devletlerle bozulan ilişkileri halklar nezdinde sürdürebilmenin bir aracı olarak görülmektedir. Şu halde asıl soru stratejik yönelimin değil, siyasa biçimlerinin değişmesi durumunda Türk dış politikasının nasıl etkileneceğidir?

 

Nuh YILMAZ

George Mason Üniversitesi

Kaynak: Sabah Gazetesi

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Gençlere Avrupa Turu: DiscoverEU ile Kültürel Keşifler

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından başlatılan DiscoverEU programı, gençlere...

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...