Sınırlarımızda Neler Oluyor?

Kısa bir tarihsel yolculuk yaptığımızda, 18.yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla başlayan bu süreçte imparatorluk topraklarından koparak, bağımsız devletler kuran sınır komşularımız tarihten beri süregelen düşmanlıklarını ve gerek ekonomik gerek se kültürel bakımdan verimli ve her daim zengin olmuş Anadolu topraklarına sahip olma isteklerine ulaşabilme arzusuyla yanıp tutuşan bu devletler, isteklerini her fırsatta Türkiye’yi taciz ederek, (açıkça dile getiremezseler de) dolaylı olarak dile getirmektedirler. Örneğin; Yunanistan’ın Megalo- ideası, Ermenistan’ın asılsız soykırım iddialarıyla toprak ve tazminat talebinde bulunmaya çalışması, 90’lı yıllarda ve öncesi Suriye ile kızışan ilişkilerimize sebebiyet veren Hatay meselesi ve su kaynaklarının dağılımı konusundaki olaylar, Türkiye ile hiçbir dönem argo tabirle “kanka” olmayan İran’ın denge güdümüyle hareket etmesi, çıkarları doğrultusunda gerektiğinde tavrını ortaya koyuşu ve sessizliği gibi zaman içerisinde bizi çevre komşularımızla ilişkilerimizi gözden geçirmemize neden olan pek çok sorun neticesinde sınır komşularımızla ilgili pek de iç açıcı dostlukların yaşandığını söyleyemeyiz.

Ancak uluslararası ilişkiler doğrultusunda siyasal, kültürel ve ekonomik alandaki ki daha önce bu tüm çevre coğrafyasının sahip olduğu 650 yıllık bir imparatorluğun Türk idaresinde oluşu ortak kültürel değerlerin oluşumuna sebebiyet vermesi neticesinde halklardan çok devletlerin bu düşmanca politikaları gözlenmektedir.

Genç Cumhuriyet Türkiye’si – Osmanlı’nın bakiyesi değil- çok köklü bir geçmişin özüdür. Binlerce yıllık kültürel altyapıya sahip bu miras, bu geniş coğrafyalar üzerindeki tüm halklardan bünyesinde barındıran ( kökleri Sümerlerden Osmanlı İmparatorluğu’na uzanan bu coğrafyalarda ) etnik, ırksal, dinsel ayrım yapılmaksızın bütünleştirici, daha önce söz sahibi olunan çok geniş bu coğrafyaların tümünde söz sahibi olabilecek zengin bir alt yapıya sahiptir. Ancak bu zenginlik çevre komşuları diken üstünde tutmaktadır. Bu nedenle, Sevr planı’ndan bu yana da gördüğümüz üzere bu coğrafyalar üzerinde etkin rol oynamamız için çok çeşitli entrikaları, yaşadığımız tarihsel süreç içerisinde hep beraber görmekteyiz. Bunlar zaten hepimizce bilinen gerçeklerin yüzeysel analizidir.

Batılı güçlerce bu süreç desteklenmiştir. Bunun altında Haçlı seferleriyle başlayan ve günümüze kadar devam eden Batı Emperyalistliği’nin etkilerini de görmekteyiz. Bu süreç içerisinde hala Sevr’i planlarını ısıtıp ısıtıp kuşaklar boyunca aklından çıkaramamış, bu öğretilerle yetişmiş ve yetişmekte olan batılı gençlerin gerek İskandinav gerekse Avrupa coğrafyalarında konuşlanmış, Türk toprakları hâkimiyetiyle yanıp tutuşan batının hastalıklı insanlarının günümüzde de düşmanlıklarını ve iştahlarını kabartan toprakların kültürel jeopolitik ve ekonomik kaynaklarının bolluğu her daim can alıcı olmuştur ki bu öğretilerle yetişen toplumların tıpkı Breivnik örneğinde görüldüğü gibi eylemlerini çeşitli dönemler içerisinde aynı mantıksal çerçevede, meydana getirmelerinden anladığımız üzere Avrupa Devlet başkanlarının Türkiye düşmanlığı konusunda, Breivnik’in şuursuz manifestosundan ve eylem düşüncesinden çok da farklı bakmadığını düşünmekteyim. Gelişen süreç içerisinde Ortadoğu’da zaten verimsiz ve kıt kaynaklara sahip Arap coğrafyasının Osmanlı idaresinden çıktıktan sonra sömürge haline getirilen özellikle İngiliz- ABD ve Fransızların bu bölgedeki, Türkiye aleyhine entrikaları hala devam etmektedir. Verimsiz Arap coğrafyasının hâkim olduğu tek ekonomik kaynağı petrolün de bu ülkelerin kıskacı altında olduğunu hep beraber izlemekteyiz. Bu saydığımız Batılı güçlerin kontrolü altındaki coğrafyanın üzerinde yaşayan halkların kontrolünün de tabi ki bu güçlerin elinde olması da bir diğer dikkat çekici unsurdur. Örneğin Suriye’de ve Irak’ta PKK terör örgütünün hayat bulması ve gelişmesi Türkiye üzerinde oynanan oyunları açıkça göstermektedir. Çünkü terör örgütü, Yunanistan’da da konuşlanmıştır. Bu batılı güçlerin sadece çevremizdeki coğrafyalar da değil kendi içlerinde de terör örgütünü pervasızca barındırıp, kollamalarıyla, bize karşı oynanan oyunları göstermektedir.

Geçmişten gelen önemli bilgilerin ışığında, son günlerin gündemine bakarak bir değerlendirme yaptığımızda Esad- Davutoğlu diplomatik gerginliğinin gündeme Hatay meselesini getireceği düşüncesi, Suriye’nin Türkiye sınırındaki bir köyde düzenlediği operasyonlar, Irak, İran ve Suriye sınırlarının Şiiler’le çevrili oluşu, yalnızca Ortadoğu coğrafyalarında değil, Avrupa’da da yükselen sesler Londra’da apolitik olarak adlandırılan gençlerin ayaklanmaları, İskandinavlar da süren sessizliğin bozulması derken Türkiye’nin içte ve dışta yaşadığı bu süreçlere ilişkin yoğunluğundan yararlanacak, ordusunu, donanmasını ve teknolojisini her daim güçlendiren sessiz bir İran’a karşı tedbirli olunması gerektiğinin akla gelmesi önemli bir soru işaretidir.

Ayrıca yine tarihsel geçmişe döndüğümüzde boşlukları her fırsatta değerlendiren ancak Türkiye karşısında sürekli başarısızlığa uğrayan ve bugün arkasına Avrupa Birliği’nin desteğini almış Yunanistan, İran’dan çok daha derin bir sessizlik içinde hangi amaçlarla Meriç Nehri’ne paralel bir hendek kazmaktadır? Bu da beraberinde pek çok soruyu getirmekte ve sınırlarda neler oluyor sorusu üzerine bizleri düşünmeye itmektedir.  Dört bir yanı çevrili Türkiye’nin hangi önlemleri alması ve izleyeceği yol yine Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerinden geçmektedir düşüncesini taşımaktayım ki Türkiye- Arap ilişkileri konusunda Suriye önemli bir kapı konumundadır. Bugün yaşanan gelişmeleri düşündüğümüzde bu iki devletin karşılıklı ihtiyaçları hayati önem taşımaktadır; vizelerin kalkmasıyla başlayan olumlu gelişmeler ışığında, Türkiye’nin Şam’ın İran tecritinden uzaklaşması gibi olaylarda etkili oluşuyla, Suriye gündemdeki diplomatik tepkisiyle bu olumlu gelişmelere karşın, kendi ayağına kurşun sıkmış olacaktır ki İran tehdidini göz ardı etmeyeceğini düşünmekteyim. Suriye- Türkiye ilişkilerinin bu çerçevede Irak ve İran‘dan çok farklı bir boyutta olduğunu görmekteyiz ve sınırlardaki bu değişim ve gelişmelerin, diplomatik krizlerdeki amacın yine Türkiye’yi sıkıştırmak olduğunun bilincinde olmalı ve Suriye’yle olan ilişkilerimizin sarsılmasına izin vermemeliyiz.

Amerika’nın tarih içerisinde gittikçe ağırlaşan Avrupa Devletleri üzerindeki ekonomik yardımları ve bununla paralel giden siyasi baskıları dünyayı tek merkezden yönetme arzusunu, bütünleşmiş bir Hristiyan Birliği haline dönüşen Avrupa’yı, Amerika’nın kendi amaçları doğrultusunda desteklemesi ve Avrupa’nın kontrolünü her daim elinin altında tutması, tüm dünya coğrafyasında dünyanın hamisi rolünü oynaması ve bu oyunlar içerisinde Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği gibi bir Haçlı birliği üyesi değil-, bir Türk birliği kurarak, sahip olduğumuz bu değerli ve geniş kültürel coğrafyayı kapsayan bütünleştirici, sosyal, ekonomik, askeri, dinsel, etnik, bölücü, sınıfsal ayrım yapılmaksızın tüm bu bölge coğrafyasının üzerinde oynanan oyunları, diplomasi kurallarına uygun olarak karşı bir güç oluşturmalıdır.’’ Aksi takdirde günümüz dünyasında, diplomatik güç faktörünü hesaba katmayan ve yanına almayan diplomasi ve uluslararası ilişkileri başarısızlığa mahkûm görünecektir’’.

Devletin dış ilişkilerde, monşer mantığını bırakarak daha etkin bir rol üstlenerek kısacası elini taşın altına koyması gerektiğini,1938 sonrası izlenen dış politikaların bize yarar getirmediğini aksine, hak etmediğimiz bir konuma sürüklenmemize sebebiyet verdiğinin bilincinde ilerlememiz gerektiğini düşünmekteyim.

Masa başı diplomasisinde Atatürk sonrası gösterememiş olduğumuz başarıyı, güç kullanma desteğini de alarak artık gündeme almalıyız.  Küçük bir hatırlatma yapacak olursak, Atatürk özellikle Hatay meselesinde ve İtalyanların Antalya üzerindeki talepleri konusunda anında güç kullanma seçeneği ile cevap vermiştir. O günlerin zayıf Türkiye’si bunu göze alabildiğine göre, bugünün çok güçlü bir orduya sahip Türkiye’sinin bu seçeneği kullanabilme olanağı çok daha fazladır.

 

B. Gülin Güney

Uluslararası İlişkiler Lisans Öğrencisi

 

Değerli yardımlarından dolayı, M. Ufuk Güney’e, Ali Külebi’ye Prof. Dr. Tayyar Arı’ya ve Prof. Dr. Anıl Çeçen’e, Kerkük’te yaşadığı izlenimleri bizzat aktaran Zine Salih’e saygılarımı sunuyorum.

Kaynakça:

William R. Polk – Irak’ı Anlamak

Mustafa Yıldırım- Sivil Örümceğin Ağında ‘’ Project Democracy’’

Banu Avar- Hangi Dünya Düzeni

Ali Külebi- Yeni Dünya Stratejileri ve Kilit Ülke Türkiye

Deniz Ülke Arıboğan- Uluslararası İlişkiler Düşüncesi

HaberTürk- Eksen Programı; Ceyda Karan ve Selçuk Tepeli sunumları

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...

Sığınmacıların Ev Sahibi Ülkelere Katkıları: Türkiye’deki Suriyeliler

Sena Özdemir Göç Çalışmaları o-Staj Programı ÖZET İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanan...