Son Dönem Osmanlı Devleti’nde Türkçülük-İslamcılık Düşünceleri

 

 

 

Bu röportaj, Trakya Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, Doç. Dr. Mehmet Kaan ÇALEN ile “Son Dönem Osmanlı Devleti’nde Türkçülük İslamcılık Düşünceleri” üzerine yapılmıştır. 

 

1- Öncelikle, kendinizi ve çalışma alanlarınızı tanıtabilir misiniz?

Trakya Üniversitesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktayım. Modern Türk düşüncesi temel meşguliyetim. Türkiye’nin düşünce birikimini öğrenmeye ve anlamaya çalışıyorum.

 

2- Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ortaya çıkan fikir hareketlerini o günün şartları ve bugünün tarihi bakışı ile nasıl değerlendirirsiniz? 

İşaret ettiğiniz düşünce akımlarının hepsi; Osmanlıcılık, İslâmcılık, Türkçülük, Batıcılık, muhafazakârlık, liberalizm, sosyalizm, tarihî tecrübeye ve Türkiye’nin düşünce birikimine dâhildir. Bu cereyanların bıraktığı düşünce mirası kendi hikâyemizi anlamak açısından fevkalade kıymetlidir. Bütün eğilimleri birleştirmek gibi eklektik ve pragmatik bir politik tavırdan bahsetmiyorum. Bütün cereyanları onları doğuran şartlar, sebepler, ihtiyaçlar; Türk düşünce hayatına yaptıkları katkılar ile birlikte anlamaya çalışmaktan ibaret bir düşünce tarihçiliğinden, Türkiye’yi tanımak adına daha geniş bir entelektüel zaviyeden bakmayı kastediyorum. Siyasî duruşumuz, ideolojik tavrımız, eklemlendiğimiz cereyan her ne olursa olsun hakikatin tek değil, çok cepheli, yalınkat değil derin olduğunu hesaba katarsak bu farklı cereyanların hepsinin kendi hakikatimizin bir başka cephesini aydınlatabileceğini, kuru reddiyelerin kendi hakikatimizi kısırlaştırmak demek olacağını da fehmetmiş oluruz. İdeolojik bir sağırlığın boğucu, sığ ve empatiden yoksun bağnazlığına tutulmadan siyasî düşünceler tarihimiz üzerinde yeniden düşünerek kurucu isim ve metinleri bağlamsal, anlamaya dayalı ve tabii ki eleştirel bir yaklaşımla yeniden okumayı, sürekli kavga üreten siyasî yapımızın, parçalanmış değer dünyamızın ve toplumsal kimliğimizin yapıcı ve yaratıcı bir kolektif düşünme zeminine çekilebilmesi için elzem görmekteyim.

 

3- Köprülüzade’nin belirttiği gibi Türkçülük bir zorunluluk ve geç kalınmış bir gereklilik miydi? Alternatif bir seçim var mıydı?

Bürokratikleşme, merkezileşme, örgün eğitim ve kitlesel okur-yazarlık, geleneksel toplum yapısının sarsılması gibi modernleşmenin ekonomik, toplumsal ve siyasî düzeylerde getirdikleri, giderek daha türdeş, daha homojen yeni bir toplum arayışına yol açmıştır. Türkçülük ile birlikte diğer kimlik siyasetleri de, yani Osmanlıcılık ve İslâmcılık da bu arayış bağlamında üretilmiş tekliflerdir, sizin ifadenizle alternatiflerdir. Yaygın kanaatin aksine bütün bu siyasetler birbirleriyle derin bir şekilde bağlantılıdır. Dolayısıyla Türk milliyetçiliği bağlamında düşünürsek bir geç kalmışlıktan bahsedemeyiz. Bütün akımlarda değişen derecelerde Türkçülük içkindir ve devleti kurtarma misyonları onları zaten örtük de olsa bir tür Türkçülüğe dönüştürmektedir.

 

4- Milliyetçilik hareketlerinin imparatorluk topraklarında yükseldiği zamanlarda Türkçüler ve İslamcılar arasında yaşanan gerilimin kaynağını nasıl açıklarsınız? Nihayetinde her iki grup için bir uyum söz konusu muydu?

İslâmcılar ve Türkçüler arasında genel ve sürekli bir gerilimden bahsetmek mümkün değildir. Tabii ki iki cereyanın mensupları iki farklı kampı temsil ederler, çeşitli konularda farklı düşünürler. Ancak her şeye rağmen kamplar kendi aralarında homojen olmadığı gibi kamplar arasında da geçişkenlikler, ara karakterler, melezlenmeler, müşterek kaynaklar, ortak kaygılar vardır. İslâmcıların temsil edici mecmuası olan Sırat-ı Müstakim, Balkan Savaşları’na ve Türkçü kalemlerin toplandığı bir mahfil olarak Türk Yurdu dergisi çıkana kadar Türkçülere, özellikle de Türk dünyasından gelen göçmen Türkçülere sütunlarını açmıştır. Balkan Savaşlarının travmatik etkileri ve Türkçülerin daha baskın bir tonlama kullanmaya başlamaları üzerine o meşhur tartışmalar yaşanmıştır. Ancak bu da çok uzun sürmemiştir. I. Dünya Savaşı yıllarında iki taraf da daha ılımlı bir dil kullanmıştır. Bu hususta İslâmcıların Türklük konusunda reddiyeci bir yaklaşımı benimsememeleri ve Türkçülerin de İslâmî vurgusu yüksek bir millî kültür ve millet tasavvurunu dillendirmeleri belirleyici olmuştur. Ayrıca iki tarafın da dinî modernleşme gibi gayet muhataralı bir konuda büyük ölçüde mutabakat hâlinde oldukları, Cemaleddin Afganî gibi müşterek mehazlara sahip oldukları da unutulmamalıdır. Türkçülerin İslâm Mecmûası’nı neşretmiş olmaları, bazı “sarıklı Türkçülerin”  varlığı, bazı Türkçülerin ideolojik evrimlerinin bir yerinde İslâmcı bir merhalenin bulunuşu, Rusya’daki Türkçülüğün de Ceditçilik bağlamında dinî bir hareketle iç içe olduğu hatırlanmalıdır. Özellikle Millî Mücadele yıllarında iki cereyan da ideal düzeyinden toplumsal gerçekliğe indikçe, yerli kültürle temas ettikçe daha fazla yakınlaşmışlardır. Kısacası İslâmcıların Türkçüler ile ilişkileri hiçbir zaman Batıcılar ile olan ilişkileri gibi sert, mutlak anlamda kapalı, doldurulamaz bir boşluk hâlinde olmamıştır.

 

5- Türkçülerin İslamcılara karşı savunduğu din-milliyet sentezini nasıl değerlendirmeliyiz, bu çekince bir Türk birliği endişesi mi, yoksa gerçek bir İslam endişesi mi taşıyordu?

Türkçülere göre din/İslâm, dil/Türkçe ile birlikte milletin/Türklüğün iki temel yapı taşıydı. Türkçüler, tarihsel ve sosyolojik olarak İslâm’ın geleneksel kültür üzerindeki kurucu rolünün farkındaydılar. Dolayısıyla, modern Türk kimliğinin inşasında da modernleştirilmiş/millileştirilmiş bir İslâm’a, zaman zaman toplumsal fonksiyonlarını ön plana çıkararak, zaman zaman bir kültürel Müslümanlığa atıf yaparak kurucu bir kaynak olarak bakmaya devam ettiler.

 

6- İslamcıların bahsettiği İslam milliyetçiliği gerçek bir beynelmilel millet oluşum hayali miydi, yoksa Osmanlıcılık düşüncesinin bünyesinde taşıdığı politik bir endişe türü müydü?

İki seçeneği birlikte düşünmek daha doğru gibi. İslâmcılık, hem Osmanlı sınırları içerisinde bir birlik arayışıdır, yani bir İslamizmdir, hem de ittihad-ı İslâm veya Pan-İslamizm olarak beynelmilel bir ideale de sahiptir.

 

7- İslamcılığın milliyetle derin bir bağı olduğu savunulurken bunun nedenleri arasında Osmanlı imparatorluk döneminden miras kalmış bir Türk milliyetçiliği düşüncesinin varlığından da söz edilebilir miydi?

İslamcılığın homojen bir yapı olmadığı, çok farklı ve çeşitli görünümler verebildiği ve daha mühimi aşağı yukarı 150 yıllık macerası içerisinde de önemli dönüşümler geçirdiği, epey çeşitlendiği unutulmamalıdır. Türkiye özelinde düşünürsek elbette İmparatorluk’tan ve Millî Mücadele sürecinden tevarüs eden bir İslamcılık-Türkçülük tecrübesi olduğu gibi Türkiye’de sağın çoğu zaman bir büyük şemsiye oluşu, özellikle İslâmcılığın uzun süre kendisini milliyetçi-muhafazakâr-mukaddesatçı bir söylem içerisinde ifade edebilmesi, 60’lı ve 70’li yıllarda Komünizme karşı sağ cenahta safların sıklaştırılması gibi faktörleri de bu konuda gözden uzak tutmamalı.

 

8- İslam kardeşliği fikri Arap milliyetçilerinin engeline rastladığı için mi Pan-İslamizm düşüncesi geri adım attı, farklı bir sonuç mümkün müydü?

İslâm kardeşliği bir idealdir, tabii ki ideal olarak bütün Müslümanlar kardeştir. Ancak hayat ve idealler nadiren çakışırlar. Maalesef gerek tarihte ve gerekse günümüzde kavramın/idealin nesnel dünyada pek karşılığı yok. İster tarihe gidin Hulefâ-yı Râşidin dönemindeki Müslümanların politik eylemlerine bakın, isterseniz o kadar uzaklara gitmeyip bugün Müslümanların piyasa içindeki iktisadî davranışlarına, tüketim alışkanlıklarına, zenginliği nasıl paylaştıklarına, aralarındaki büyük gelir ve yaşam standardı farklılıklarına bakın, isterseniz farklı İslâm mezhepleri ve yorumları arasındaki “kardeşçe” ilişkilere bakın. Sonuç değişmeyecektir. Müslümanların kardeşliğini sadece etnik-toplumsal kimlik bağlamında almamak, asıl hayatın diğer alanlarında, ekonomide, siyasette, gündelik hayatta yoklamak gerekli. Klasik Pan-İslamizm ise bu açıdan bir büyük muhayyel cemaattir. İdealden tarih, coğrafya, antropoloji, kültür, dil, gündelik hayat, kısacası gerçeklik düzeyine inince böyle bir cemaatin klasik kurgu içinde imkânı olamayacağını anlıyorsunuz. Türkçülerin, Müslüman milletler arasında bir dayanışma organizasyonu şeklinde takdim ettikleri ittihad-ı İslâm modeli bir nebze daha gerçekçidir. Ancak İslâm dünyasının mevcut durumu, böyle bir modele de pek imkân bırakmıyor.

 

 

AYŞEGÜL ADANIR

MİLLİYETÇİLİK STAJ PROGRAMI

 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...

Sığınmacıların Ev Sahibi Ülkelere Katkıları: Türkiye’deki Suriyeliler

Sena Özdemir Göç Çalışmaları o-Staj Programı ÖZET İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanan...