Suriye’de ‘İç Savaş’ ve Uluslararası Hukuk

Suriye’de artık tam anlamıyla iç savaş durumu hâkimdir. Ülkenin bazı kesimlerinin hâkimiyeti devlet güçlerinin denetimi dışına çıkmıştır. Suriye Ulusal Konseyi başta olmak üzere çeşitli yerel güçler ülkenin bazı kesimlerine hâkim olmaktadır. Devlet güçleri ile bu güçler arasında ağır çatışmalar devam etmektedir.

Suriye’ye krizine uluslararası hukukun hangi kurallarının uygulanabileceği bağlamında Kızılhaç Uluslararası Komitesi’nin 16 Temmuz 2012’de buradaki çatışmaları ‘uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışma’, yani bilenen adıyla ‘iç savaş’ olarak nitelemesi çok büyük önem taşıyor. Her ne kadar hem Birleşmiş Milletler (BM) hem de Esad yönetimi tarafından ‘çatışma’ ve ‘savaş’ tabirleri daha önce kullanılmışsa da Kızılhaç örgütünün bu nitelemesi çok daha etkili olacaktır. Çünkü Kızılhaç savaş hukuku kurallarının oluşumuna büyük katkı sağlayan bir örgüt olduğu gibi, aynı zamanda Kızılhaç’ın bu kuralların ihlallerini de yeryüzünde gözleme, belgeleme ve kamuoyuna duyuma, bir anlamda takip, işlevi bulunmaktadır. 

Kızılhaç daha önce sadece İdlib, Humus ve Hama için çatışma bölgeleri tabirini kullanmış ancak geneldeki çatışmanın niteliği açığa kavuşmamıştı. Bugün için ise ülkenin tümü için açıkça ‘iç savaş’ durumu geçerlidir. Bunun bir sonucu olarak Esad güçleri ile muhaliflerin çatıştığı her yerde ‘uluslararası insancıl hukuk’ (UİH) kuralları uygulama alanı bulacaktır. UİH kurallarının uygulanabilmesi için çatışmanın üç koşulu yerine getirmesi gerekmektedir: Süre, yoğunluk ve organizasyon. Süre itibarıyla Suriye’deki çatışmanın, bir veya birkaç defaya mahsus olmayan ve uzun zamandan beri süreklilik arz eden bir nitelikte olduğuna kuşku yoktur. BM İnsan Hakları Konseyi’nin kurduğu Uluslararası Bağımsız Suriye Soruşturma Komisyonu Şubat ayında Suriye’deki durumu ‘savaşın eşiği’ olarak nitelemiş ve çatışmaların yoğunluk itibarı ile iç savaş olarak nitelenebilecek seviyeye ulaştığını tesbit etmiş ancak gerekli ‘organizasyon’ düzeyinin bulunmadığını belirtmiştir. Nitekim, çatışmalarda ağır silahlar kullanılmaktadır ve bu yoğunluğu göstermektedir. Kızılhaç’ın iç savaş nitelemesi, kendilerini muhalif olarak niteleyen güçlerin organizasyon düzeyi itibarıyla Esad güçleri ile çatışırken artık onların karşısında bir taraf olarak kabul edilebilecekleri bir organizasyon seviyesine ulaştıklarını göstermektedir. Dolayısıyla, UİH kurallarının uygulanması için gerekli tüm koşullar yerine gelmiştir.

UİH kuralları içinden üç kategori iç savaşlarda uygulanma alanı kazır. Bunlar: i. 1949 tarihli Cenevre Konvansiyonlarının ortak 3. Maddesi, ii. 1977 tarihli II. No’lu Protokol ve, iii. Uluslararası teamül hukuku kurallarıdır. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki Suriye 1977 tarihli II. No’lu Protokol’e taraf değildir ve bunun burada uygulanması mümkün değildir. Ortak 3. Madde, özetle, teslim olma, hastalanma, yaralanma ve yakalanma gibi nedenlerle çatışmalarda yer alamayan kişilere her halukarda insani muamele yapılacağını hükme bağlamakta özellikle öldürme, gayri insani muamele, işkence, rehin alma, insanlık onuruna uygun olmayan fiiller ve idamları yasaklamaktadır. Benzer düzenlemeler uluslararası teamül hukukunda da mevcuttur. İlaveten teamül hukuku, savaşanlarla savaşmayanlar arasında ayrım yapılması, yani sivillerin hedef alınmaması, ve sadece orantılı güç kullanılması yükümlülükleri içermektedir.

Gelinen noktada Suriye yönetimi kendisine karşı savaşanları artık ‘isyancı’, ‘terörist’ gibi nitelemeler kullanarak işkenceye tabi tutma ve yok etme gerekçesini hiçbir şekilde ileri süremeyecektir. Suriye yönetimine karşı silahlı mücadele içinde olanlar uluslararası hukukun kendilerine haklar tanıdıkları kişilerdir. Şunu da belirtmek gerekir ki, uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülükler sadece Suriye yönetimi üzerinde değil aynı zamanda muhalifler üzerinde de bulunmaktadır. Devlet-dışı aktör olarak hem Özgür Suriye Ordusu hem de çatışan diğer muhalif unsurlar, savaşan taraf olarak bu yükümlülüklere uymak zorunluluğundadır.

Uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerin ihlali savaş suçlarını gündeme getirebilir. Ortak 3. Maddenin ihlali bireysel cezai sorumluluğa neden olabilir. Suriye 1988 tarihli Roma Statüsü ile kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) taraf değildir ancak buna bakılmaksızın BM Güvenlik Konseyi’nin savaş hukuku ihlallerinde bulunanları UCM’ne sevk yetkisi bulunmaktadır. Diğer bir yargılama seçeneği de Suriye için ayrı bir uluslararası mahkemenin kurulması olabilir. Rejimin değişmesi sonrasında, Suriye’de kurulabilecek bir mahkeme de yargılamalarda bulunabilir.

Ayrıca belirtilmelidir ki, uluslararası hukuka göre, Uluslararası Adalet Divanı’nın ifade ettiği gibi, özel bir düzenleme olan UİH kurallarının yanında insan hakları kuralları da çatışma halinde uygulamaya devam edecektir. Yaşama hakkı, kişi güvenliği, işkence yasağı, adil yargılanma hakkı bunların en önemlileri olarak değerlendirilebilir.

Kızılhaç örgütünün iç savaş nitelemesi ve bunun sonucunda UİH kurallarının uygulanma alanı bulması özellikle Suriye yönetiminin ve askerlerinin cezai sorumluluğunu açıkça ortaya koyar. Uluslararası hukuk ihlallerinin günün birinde bu kişilerin karşılarına çıkabileceği ihtimalinin, zemin kaybeden bir rejim dikkate alındığında, er yada geç ciddi oranda bir caydırıcılığa sebep olacağı değerlendirilebilir. Başka önemli bir sonuç daha ortaya çıkmıştır. Siyasi olarak muhalifler çok önceden muhatap olarak kabul edilmişti. Şimdi buna ek olarak muhalifler, kısıtlı bir ölçüde de olsa, hukuken de bir taraf olarak kabul edilmiştir ve bu mevcut rejimin düşüşünü kolaylaştırabilir.

Her ne kadar geleneksel uluslararası hukukun, iç savaş durumunda diğer devletlerin tarafsız kalmaları şeklinde konumlandığı belirtilse de gerek tarihsel gerek güncel uygulamalar bu konumla bağdaşmamaktadır. Komşu devletler başta olmak üzere diğer devletler kendi politikaları doğrultusunda dolaylı yada doğrudan tarafları destekleyebilmektedirler. Özellikle insan hakları ihlallerinin kitlesel ve ağır boyutlara ulaştığı durumlarda taraflara yapılan dış destekler anlayışla karşılanmaktadır. Hatta bazı durumlarda dıştan müdahalenin ‘koruma yükümlülüğü’ bağlamında zaruri olduğunu savunanlar da bulunmaktadır. İç savaşın yaşandığı devletlerin bölünme ve sınırların değişme olasılığı diğer devletlerin dahli ihtimalini arttırmaktadır.

 

Prof. Dr. İbrahim Kaya

Uluslararası Hukuk Uzmanı

Uluslararası Hukuk Birliği (ILA-International Law Association) Türkiye Direktörü

 

Kaynak:  USAK Gündem

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Gençlere Avrupa Turu: DiscoverEU ile Kültürel Keşifler

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından başlatılan DiscoverEU programı, gençlere...

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...