Nükleer Enerji Politikalarının İran-ABD İlişkilerine Yansıması

Sanayi devriminden sonra devletlerin giderek artan enerji ihtiyacı ve küreselleşen dünyada bu etkinin daha da artacağı görülmektedir. Bu durum ise devletlerin, nükleer enerji gibi alternatif enerjiye yönelmelerine sebep olmaktadır. Atom çekirdeğinin parçalanmasıyla birlikte ortaya çıkan ısının teknoloji aracılığıyla meydana getirdiği enerji türü nükleer enerjidir. Çoğunlukla elektrik üretimi için kullanılan nükleer enerjinin, reaktörler özelinde doğal ya da zenginleştirilmiş uranyumla beraber ‘toryum yakıt’ olarak kullanımı da ortaya çıkmaktadır. Nükleer enerji, barışçıl amaçlar veya silah üretimi amacıyla kullanılabilmektedir. Bu doğrultuda uranyumun %2 oranlarında zenginleştirilmesi elektrik enerjisi, %20 civarında zenginleştirilmesi tıbbi ihtiyaçlarının karşılanması için yeterliyken; %90 oranında zenginleştirilmesi ise nükleer silah üretiminin gerçekleşmesi için uygundur (Akbaş ve Baş, 2013: 22). Dolayısıyla nükleer enerji reaktöründe uranyumun %20 oranından fazla zenginleştirilmesinin, barışçıl amaçlar doğrultusunda gerçekleştirilmediği söylenebilir. Günümüzde İran’ın uranyum zenginleştirmesinin %20 oranını geçtiği göz önüne alındığında, İran’ın nükleer enerji politikasının temelinde yatan etkenlerin araştırılmasının önem arz ettiği ve bu durum başta ABD olmak üzere İran’ın Batılı devletler ile ilişkilerini ve başta İsrail olmak üzere bölgesel devletler ile ilişkilerini olumsuz etkilediği söylenebilir.

Dünyanın nükleer silahlar ile tanışması, ABD’nin 1942 yılında ortaya koyduğu Manhattan Projesi ile başlamıştır. Söz konusu proje kapsamında New Mexico’da ilk nükleer silah denemesi yapılmıştır. Nükleer silahların tam olarak kullanılması ise Japonya’ya karşı gerçekleştirilmiştir. ABD’nin 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya attığı 20.000 ton TNT’ye eşit (Trinitrotoluen) atom bombasının ardından üç gün sonra, 9 Ağustos’ta Nagazaki’ye atom bombası atması, özellikle Japon halkı olmak üzere insanların ve devletlerin büyük bir facia ile tanışmasına neden olmuştur. Yaşanan facialardan dolayı Hiroşima’da 70-80.000 insan hayatını kaybederken; Nagazaki’de 40-75.000 insan olayın yaşandığı an hayatını kaybetmiştir. Patlamanın ardından 5 yıl içerisinde 200.000 insan daha yaşamını yitirmiştir. Yüz binlerce insanın ölmesinin akabinde trajikomik olarak adlandırılabilecek şekilde ABD’de nükleer enerjinin kontrolünü ve barışçıl amaçlarla kullanılmasını sağlamak amacıyla 1946 yılında Atom Enerjisi Kanunu çıkarılmıştır. Bununla birlikte Avrupa’da birçok ülke nükleer enerjiden vazgeçmiş, yeni santrallerin açılmasını ve mevcut olanların kullanımını yasaklamıştır (Pamir, 2017: 122-131).

Birçok devlet yaşanan olaylar sonucu nükleer çalışmalarını askıya alma veya tamamen durdurma yoluna başvursa bile İran, bunun tam tersi bir yaklaşımda bulunarak nükleer çalışmalar gerçekleştirmek için harekete geçmiş ve ülkesinde nükleer tesisler inşa etmeye başlamıştır. Bu hareketi bölge ve bölge dışı devletlerin endişelerine yol açmakla birlikte çalışmalarına karşı durmasına neden olmuş, ancak İran hepsini göz ardı ederek çalışmalarını sürdürmeye devam etmiştir. Nükleer enerji konusu dünya gündeminde önem arz etmektedir. Yanlış amaçla kullanımı geçmişte de görüldüğü üzere birçok insanın hayatını kaybetmesine ve devletlerin büyük oranda olumsuz etkilenmesine neden olabilir. Nükleer enerjinin bilinmesi, risklerinin anlaşılması ve kullanılacaksa da bu kullanımın doğru bir amaçla gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, dünyanın yeni bir facia ile karşı karşıya kalma ihtimali bulunmaktadır.

 

1.İran’ın Nükleer Enerji Politikalarının Gelişimi

İran’ın nükleer enerjiye yönelmesi çok eski bir tarihe dayanmakla birlikte; ABD aracılığıyla gerçekleşmiştir. ABD, 8 Aralık 1953’te yaptığı, herkesin nükleer teknolojiyi barışçıl kullanım hakkına sahip olabileceğini içeren konuşmasının akabinde İran ile nükleer anlaşma imzalamıştır (Kibaroğlu, 2013: 2). İran, 15 Nisan 1957 tarihinde ABD ile ‘Atomun Sivil Kullanımına Dair İş Birliği Anlaşması’nı imzalamıştır. 1958 yılına gelindiğinde İran, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na (UAEA) üye olmuştur. Bu doğrultuda 1959 yılında bir nükleer araştırma merkezini, 1967 yılında da ilk nükleer araştırma reaktörünü Tahran’da kurmuştur. 1970’de Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nı (Non Proliferation Treaty-NPT) imzalayan İran, bu yıldan itibaren birçok farklı Batı ülkesiyle reaktörlük anlaşmaları imzalamaya başlamıştır (Jane, 2017: 266-267). Böylece İran, nükleer enerjiye yönelik çalışmalarına Batı aracılığıyla başlamış ve kısa bir süre içerisinde önemli gelişmeler kat edebilmiştir.

Nükleer çalışmalarını geliştirmek isteyen İran, uranyumun zenginleştirilmesine önem vermiştir. Bu doğrultuda İran’ın Pakistanlı bilim adamı Dr. Abdulkadir Han’dan destek alarak amacına ulaştığı söylenebilir. Şah Rıza Pehlevi döneminde İran, 1973 yılında yaptığı bir açıklamada amaçlarının yirmi yıl içerisinde 20 bin megavat nükleer enerji elde etmek olduğunu ifade etmiştir (Akbaş ve Baş, 2013: 26-27).  İran, 1974 yılında Dr. Ekber İtimad önderliğinde İran Atom Enerjisi Kurumu’nu kurmuştur (Köse, 2008: 85). Aynı yıl içerisinde Buşehr’de santral kurmak için Almanya ile anlaşma yapan İran, Fransa ile de Benderabbas’da bir santral için anlaşmıştır. Ayrıca Belçikalılar tarafından Karj’da Nükleer Tıp Merkezi kurulmuştur. Bunun yanı sıra İran; Arjantin, Çin, Kuzey Kore, Pakistan ve İspanya ile iş birliği gerçekleştirmiştir (Uşaklı, 2009: 111).

İran, nükleer politikasındaki ilk dönüşümü 1979 İslam Devrimi ile birlikte yaşamıştır. Başlangıçta nükleer enerji konusunda ABD’nin desteğini alan İran, önce İslam Devrimi’nin yaşanması ve daha sonra İranlı bir grup öğrencinin Amerikan Büyükelçiliği’ndeki 52 kişiyi 444 gün boyunca esir tutmasıyla yaşanan Rehineler Krizi, ABD ile İran arasında gerilim yaratmıştır. Bu olayın sonucunda Amerikan yaptırımlarına maruz kalan İran, destek bulamayacak bir konuma gelmiştir (Akbaş ve Baş, 2013: 27). Devrim ile birlikte Ayetullah Humeyni tarafından söz konusu çalışmaların İslam’a uygun bulunmaması sonucunda nükleer çalışmalarına ara vermeyi kararlaştıran İran, bir yıl sonrasında Irak ile bir savaş sürecine girmiştir. Sekiz yıl boyunca süren bu savaşın dördüncü yılında, bir diğer ifadeyle 1984’te Irak’ın Buşehr’deki nükleer tesisi bombalaması ve kimyasal silahlar kullanması sonucunda, nükleer çalışmalarına yeniden başlama kararı almıştır (Köse, 2008: 85).

1989’dan sonra nükleer politikalarını yeniden şekillendiren İran, kendisine destek verecek devletler aramaya başlamıştır. İslam Devrimi ve Rehineler Krizi dolayısıyla İran ile arası açılan ABD’nin, Bill Clinton dönemiyle birlikte uyguladığı yaptırımlar ve Çifte Çevreleme’ politikası; ardından George W. Bush’un İran’ı ‘Şer Ekseni’ içerisine dâhil etmesi, İran’ın ilk dönemde aldığı desteği alamayıp yalnız kalmasına neden olmuştur (Jane, 2017: 272). İran’ın ‘Şer Ekseni’ olarak ilan edilmesinin sebebi olan 11 Eylül 2001 saldırısından sonra Ağustos 2002 tarihinde Ulusal Direniş Konseyi’nin eski üyelerinden biri olan Ali Rıza Caferzade, Natanz ve Arak’ta gizli nükleer tesislerin olduğunu açıklamıştır. Akabinde İran, ABD ve diğer ülkeler tarafından NPT’yi ihlal etmek ve nükleer enerji geliştirmekle suçlanmıştır (Akbaş ve Baş, 2013: 25). Ancak İran, bu süreç içerisinde AB Troykası adı verilen İngiltere, Fransa ve Almanya ile iyi ilişkiler geliştirmeye çalışmıştır. Bu ilişkiler neticesinde İran, 21 Ekim 2003 tarihinde Tahran Deklarasyonu’nu yayınlanmıştır. UAEA’nın talepleri doğrultusunda uranyum zenginleştirme çalışmalarına ara veren İran, 18 Aralık 2003 tarihinde de NPT Ek Protokolü’nü imzalamıştır (Jane, 2017: 274).

2004 yılına gelindiğinde ise İran hakkında yeni bir iddia ortaya atılmıştır. Söz konusu iddia, İran’ın, nükleer bomba için kullanılan materyaller üzerine deney yaptığı yönünde olmuştur. İran, bu duruma karşı sessizliğini koruyup uranyum zenginleştirme programını durduracağını açıklamıştır, ancak ilerleyen dönemde çalışmaların durdurulduğuna dair bir bulguya rastlanmamıştır. İddiaların üzerine UAEA, İran’dan nükleer çalışmalarını açıklamasını istemiş ve İran istenilen açıklamayı bir rapor üzerinden sunmuştur. Birkaç ay sonra İran’ın geniş ölçekli uranyum zenginleştirme çalışmalarına başlamasının ardından UAEA, İran’dan çalışmaları durdurmasını istemiştir. UAEA ve AB Troykası ile görüşmelerde bulunan İran, bu yıl içerisinde çalışmalarını yeniden askıya almayı kabul etmiştir (Köse, 2008: 87-88).

İran’ın nükleer enerjiye sahip olması diğer devletler açısından her daim tehdit olarak görülmüştür. Bunun nedeni İran’ın zengin enerji kaynaklarına sahip olmasına rağmen nükleer enerji konusunda attığı adımlardır. İran daima nükleer enerjiye sahip olmanın bir hak olduğunu ve barışçıl amaçlarla kullanılabileceğini savunmuştur (Uşaklı, 2009: 112). Bu kapsamda gerçekleştirdiği çalışmaların sonucunda önemli nükleer tesislerin oluşmasını sağlamıştır. Bu tesislerden ilki, 1962 yılında Tahran Üniversitesi’ne bağlı olarak kurulmuştur. Ardından 2000’de yapımına başlanan Natanz Nükleer Tesisi önem arz eden tesislerden biri haline gelmiştir. Söz konusu tesis uranyum zenginleştirme çalışmalarında kullanılmıştır. Ayrıca, Arak Ağır Su Üretim Tesisi, 2006’da faaliyete geçmiştir. Tesislerin biri, 2009’da UAEA’na bildirilen Fordo Nükleer Tesisi’dir. Bu tesis yer altında inşa edilmiştir. İran’ın önemli tesislerinden biri ise Buşehr Nükleer Santrali’dir. Santral, 2012 yılında tam kapasite ile faaliyetlerine başlamıştır (Ahıshalı, 2019). Denebilir ki İran, tüm karşı çıkmalara rağmen, birçok bölgede nükleer tesis kurabilmiştir.

Nükleer çalışmalar konusunda yaptığı ısrar İran’ın yalnız kalmasına, İsrail ve ABD başta olmak üzere diğer devletler tarafından riskli konumda olmasına sebep olmuştur.  Ancak İran, süreç içerisinde UAEA ile sürekli iletişimde olmuştur. Gerekli durumlarda, İran’ın da izin verdiği müddetçe tesislerde incelemeler yapan UAEA, raporlarını yayınlayarak bilgilendirmelerde bulunmuştur. 2005 yılı itibariyle UAEA, ABD, Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB) ve 5+1 devletleri (ABD, Rusya, Fransa, İngiltere, Almanya) ile görüşmelerde bulunmuş ve belirli dönemlerde sorunlar yaşamıştır. Tüm sorunlara ve yaptırımlara karşı yetkililer tarafından aralıklarla yapılan açıklamalarda nükleer çalışmalara devam edileceği görülmektedir.

 

2.1900-2016 tarihleri Arasında İran-ABD ilişkileri

İran ve ABD’nin nükleer enerji kapsamındaki ikili ilişkileri, 64 yıllık bir tarihe dayanmaktadır. İran’ın ABD ile nükleer ilişkileri 1957 yılında, nükleer politikaların İran özelinde geliştirilmesiyle başlamıştır. 1959’da İran’da ilk nükleer merkez kurulduktan sonra ABD, Tahran için hafif su reaktörü temin etmiştir. 1970’lerden itibaren ikili anlaşmalar gerçekleştiren iki devletin ilişkisi, 1979 İran İslam Devrimi ve Rehineler Krizi ile bozulmaya başlamıştır. Ayrıca İran’ın 1983’te Beyrut’ta, 1996’da Suudi Arabistan’da gerçekleştirilen Amerikan ordusuna yönelik saldırılara yardım ettiği ve farklı ülkelerdeki terörist gruplara destek verdiği söylemleri bulunmaktadır (Telatar, 2012: 55). Söylemlerin ABD-İran ilişkisini olumsuz etkilediği söylenebilir.

1995 yılında ABD Başkanı Bill Clinton’ın İran’a karşı uyguladığı yaptırımlar, gerginliğin İran tarafında artmasına neden olmuştur. Ayrıca Clinton, İran’ın bölgedeki barışı bozarak nükleer silah elde etmek istediğini savunmuştur. 1996’da gerçekleşen Amerikan Kongresi’nde İran-Libya Yaptırım Bildirisi açıklanmıştır (Köse, 2008: 85-86). Clinton döneminde ABD, İran karşısında sert tutumunu sürdürmüştür.

Söz konusu ‘Şer Ekseni’ deyimi, Bush tarafından Ocak 2002’de ortaya atılmıştır. İran’ın Şer Ekseni ülkelerinden biri olarak ilan edilmesinin ardından Aralık ayında ABD, İran’ı nükleer silah konusunda bir kez daha suçlamıştır. Ayrıca, UAEA’nın hazırladığı raporda, gerçekleştirilen nükleer faaliyetlerin sivil amaçlar için olduğunu açıklanmıştır. 2003’e gelindiğinde ABD tarafından yapılan suçlama bu kez İran’ın NPT hükümlerine uymadığı noktasında olmuştur. Bununla birlikte UAEA, çalışmalarını denetlemek üzere aralıklarla tesislerde incelemelerde bulunmuştur. ABD, kendisinin uyguladığı yaptırımlara ek olarak 2004 yılında BM Güvenlik Konseyi’nden de İran’a karşı yaptırım gerçekleştirmesini istemiştir. UAEA’nın tavrı bu dönemde İran’ın faaliyetlerinin açıklanması gerekliliği yönünde olmuştur. Ajansın bu isteği üzerine İran, Mayıs ayında 1000 sayfalık bir dosya sunmuştur. Bir ay sonra İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi, İran’ın nükleer enerji hakkı olduğunu ve bu hakkın uluslararası toplum tarafından kabulünün gerekli olduğunu açıklamıştır. 2005’ten itibaren nükleer silah konusunu açmaya devam eden ABD, yaptığı ilk açıklamada 5 yıl, ikinci açıklamada 10 yıl içerisinde İran’ın nükleer silahları üretebilecek kapasitede olduğunu ifade etmiştir. Basına sızan bir BM raporunda İran’da nükleer silah programına dair bir bulguya rastlanmadığı ifade edilmiştir. Bu belirsizliklerin sonucunda UAEA yaptığı bir açıklamada İran’ın nükleer çalışmalar konusunda kaçınılmaz bir şekilde şeffaf olması gerektiğini vurgulamıştır. 2006 yılından itibaren ABD’nin İran konusundaki açıklamalarında bir artış söz konusudur. İran’ın nükleer politikalarını barışçıl bulmayan ABD, İran’ı kitle imha silahlarının kullanımını arttırmakla itham etmiş, daima ‘tehlike’ olarak tanımlamış ve mevcut yaptırımlarına yenilerini eklemeye devam etmiştir (Köse, 2008: 86-96). Yönetimdeki kişi değişse bile ABD’nin asıl amacı İran’ın nükleer silah üretme olasılığının engellenmesi yönünde olmuştur (Telatar, 2012: 56). 2009 yılı Barack Obama dönemine kadar söz konusu engellemenin sert yaklaşımlarla gerçekleştirilmeye çalışıldığı söylenebilir.

Obama döneminde ise mevcut yaklaşım yerine diplomasi yolu uygulanmaya çalışılmıştır. Başkan Obama, Bush’un politikalarını eleştirerek ABD’nin diplomatik araçları tercih etmesi gerektiğine inanmıştır (Sinkaya, 2009: 42). Bu konu hakkında, başkanlık koltuğuna oturduğu ilk zamanlarda yaptığı bir konuşmada İran tarafından bir istek söz konusu olursa bu isteğe kendilerinin karşılık vereceğini dile getirmiştir. Hatta Beyaz Saray’da gerçekleştirilen ilk basın toplantısında Obama, İran ile doğrudan görüşmelerde bulunulabileceğinden söz etmiştir (Telatar, 2012: 62). Nükleer silah noktasında İran’ın bölgede bir güvenlik ikilemi’ yaratacağından ve bölge ülkelerinin silahlanma yarışına gireceklerinden endişe eden ABD, söz konusu endişesini 2009 yılında ABD eski güvenlik danışmanı Brent Scowcroft ve dönemin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton aracılığıyla aktarmıştır (Uzun, 2019: 245). İran tüm yaklaşımlara ve itirazlara rağmen kendi istediklerini yapmaya devam etmiştir. UAEA’nın tüm eleştirilerine rağmen on adet yeni uranyum zenginleştirme tesisi açmasının yanı sıra ilk kendi yapımı uyduyu yörüngesine yerleştirmiştir (Heywood, 2018: 375).

Diplomatik ilişkiler çerçevesinde ilerlemeye çalışan Obama yönetimi, ilişkilerin sonuçsuz kalması ile birlikte yeniden yaptırım uygulama yoluna gitmiştir. Bu karar kapsamında 1 Temmuz 2010 tarihinde Kapsamlı İran Yaptırımları, Sorumluluk ve Mahremiyet Yasası’nı yürürlüğe koymuştur. Söz konusu yaptırımlar sonucunda İran’ın tepkisi Hürmüz Boğazı’nı kapatmakla devletleri tehdit etme şeklinde gerçekleşmiştir. Obama, Hürmüz Boğazı’nın ‘kırmızı çizgisi’ olduğunu belirten bir mektup yollayarak İran’ı bu karardan vazgeçirmeye çalışmış, bununla birlikte böyle bir durumun olması karşısında karşılığının verileceğini de mektup yoluyla bildirmiştir (Telatar, 2012: 62-72). Obama yönetiminin bu dönemdeki başarısı olarak 2015 yılında ABD’nin de aralarında bulunduğu 5+1 devletler ile İran arasında yapılan nükleer anlaşma söylenebilir. 14 Temmuz tarihli anlaşmaya göre İran’a yönelik yaptırımlar kaldırılırken zenginleştirilmiş uranyum üretme noktasında kısıtlamalar getirilmiştir (Çam, 2018). Bu anlaşma her iki tarafın diplomasi ile anlaşabileceğinin tek göstergesi olmuştur.

 

3.2016’dan Günümüze İran-ABD İlişkileri

İran-ABD diyaloğunun yakın tarihi ele alındığında iki devletin ılımlı bir şekilde ilişki kurmaya çalışması, Donald Trump’ın başa gelmesiyle birlikte son bulmuştur. Trump’ın sert söylemlerinin en büyük sonucu Obama döneminde yapılan anlaşmadan ABD’nin geri çekilmesi olmuştur. Trump, 8 Mayıs 2018’de anlaşmadan çekilmiş ve Ağustos 2018 tarihinden itibaren yaptırımları yeniden yürürlüğe koymuştur (Aygün, 2019: 43). İran, Mayıs 2019’da anlaşmadan kademeli olarak çekilmeye başlamıştır. İlişkilerin kopmaya başladığı bu noktada İran, uranyum zenginleştirme konusundaki kısıtlayıcı taahhütleri askıya aldığını bildirmiştir. 2020 yılında İranlı nükleer fizikçi Muhsin Fahrizade’nin öldürülmesi de ilişkilere etki eden bir unsur olmuştur (Şen, 2021: 3-6). Trump’ın açıklamaları ve eylemleri göz önüne alındığında, İran’ın nükleer enerji politikalarının sertliği konusunda geri adım atmama kararlılığı sergilediği söylenebilir. Ancak sert tutumunun ve yıldırmaya yönelik hareketlerinin İran’ın kararlılığını etkilemediği ve sonuçsuz kaldığı da ifade edilebilir.

Trump’ın anlaşmadan çekilmesiyle birlikte İran’ın da sınırlamalara uymamaya başlaması sonucunda UAEA’nın yaptığı bir açıklamaya göre İran’ın izin verilen uranyum zenginleştirme miktarının yaklaşık 12 katı kadar bir stoklama yaptığı belirtilmiştir (Adams, 2020). Anlaşma geçerliyken bile yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmeyen İran’ın, anlaşmanın etkisini yitirmesi ile birlikte çalışmalarına büyük hız verdiği anlaşılabilir.

Söz konusu sınırlandırmalar ve yaptırımlar İran ekonomisini büyük oranda etkilemektedir. Nükleer anlaşmanın gerçekleştirildiği 2015 yılından bir yıl sonra İran ekonomisinde %12.3’lük bir büyüme görülürken; Trump’ın 2018 yılında anlaşmadan çekilmesiyle beraber yıl içerisinde ekonomide %3’ten fazla bir daralma olmuştur. 2019 yılına gelindiğinde ise söz konusu daralma %9’lara kadar çıkmıştır (BBC, 2019). Dolayısıyla nükleer enerji üretiminin kontrolünün sağlanmasında ekonominin önemli bir etken olduğu ve ekonomik yaptırımların uluslararası ilişkilerde en etkili yöntem olarak görüldüğü söylenebilir. Bu doğrultuda İran’ın nükleer enerji alanındaki çalışmalarının engellenmesi için Batılı devletler ekonomik yaptırımlar gerçekleştirmekte ve bu politikanın da başarılı olduğu görülmektedir.

Nükleer çalışmaların etkilenmesinin bir sebebi de Fahrizade suikastidir. Fahrizade’nin öldürülmesinin asıl sorumlusu olarak İsrail görülmüştür. İki devletin sorunlu olan ilişkisi, söz konusu suikast ile daha gerginleşmiştir. İsrail, faaliyetlerinden dolayı İran’ı her zaman bölge için büyük bir tehdit olarak görmüştür (Çiçekçi, 2015: 44). İran, 27 Kasım 2020 tarihinde gerçekleşen nükleer fizikçi Muhsin Fahrizade suikastının özel yöntemler kullanılarak uzak bir mesafeden gerçekleştirildiğini açıklamıştır. Bazı analistler, İsrail’in bu saldırıyla birlikte asıl amacının başkanlık koltuğuna oturacak olan Joe Biden’ın yeniden anlaşmaya dönmesini engellemek olduğunu söylemiştir ancak İsrail saldırı hakkında herhangi bir onay veya ret açıklamasında bulunmamıştır (Kleinman, 2020). Sonuçlanamayan bu olayın sorumlusu bulunduğunda, İsrail olsun veya olmasın İran’ın karşılık vermekte çekinmeyeceği yetkililerin açıklamalarından anlaşılabilir.

İran için önemli olaylardan birisi de 2020 yılında Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan, Fas, ABD ve İsrail arasında imzalanan Abraham Anlaşmaları’dır. Abraham Anlaşmaları’nın amacı Ortadoğu’da barışın ve din özgürlüğünün sağlanmasıdır (www.state.gov, 2021). Söz konusu anlaşma amacında barış ifadelerini barındırsa bile, Körfez ülkelerinin Amerikan silahlarını almalarına ve İsrail’in ülkelere silah satışına olanak tanımıştır ve böylece İran güvenlik endişesine maruz bırakılmıştır (Kuo, 2021). İran’ın yaşandığı güvenlik endişesi sonucunda hareket edebileceği ve bunun sonucunda hızlı olan çalışmalarını artırabileceği ihtimali bulunmaktadır.

2021 yılına gelindiğinde, ABD’nin yeni başkanı Joe Biden’ın nükleer anlaşmaya geri dönme noktasındaki açıklamaları İran-ABD ilişkilerinde yeniden diplomasi olabilir mi sorusunu gündeme getirmiştir. Ancak Biden yönetimi, İran’ı sınırlamak ve üzerinde baskı kurmak isterse Abraham Antlaşmaları aracılığıyla bölgede kendisini destekleyecek ülkeleri bulacaktır (Kuo, 2021). Biden, anlaşmaya hemen dönmekten ziyade İran’da oluşan değişimleri görmek istediğini açıklamıştır. İran ise, yaptırımlar kaldırılmadan herhangi bir hareketi reddederek cevap vermeyi tercih etmiştir (Turak, 2021). Bakıldığında, iki tarafın sürekli olarak karşılıklı beklenti içerisine girmesinin günümüzde halen bir anlaşmaya varılamamasına neden olduğu ifade edilebilir.

Biden, sadece İran ile görüşme düşüncesiyle sınırlı kalmamış, aynı zamanda İsrail ile de İran nükleer politikalarını incelemek için görüşmelerde bulunmuştur. Netanyahu yaptığı bir konuşmasında İran’ın nükleer silah elde etmemesi için anlaşmalı veya anlaşmasız her şeyi yapacaklarını dile getirmiştir. Biden’ın diplomasi yanlısı tutumu çerçevesinde iki devletin ulusal güvenlik danışmanları tarafından gerçekleştirilen görüşmelerin sonucunda İsrail’in diplomasiye olan karşıtlığının yumuşadığı açıklamalarda yer almıştır (Al Jazeera, 2021).

ABD’nin bölgede büyük bir etkinliği ve destekçileri bulunmaktadır. Diplomasi yolunu tercih etsin veya etmesin İran ile mücadele edeceği bir gerçektir. Ancak İran’ın, karşısında hangi devlet olursa olsun kendi istediği gibi davranmakta kararlı olduğu bellidir ve nükleer çalışmalarından yakın gelecekte vazgeçmeyeceği söylenebilir. Biden’ın diplomasi için uğraşacağı açıklamalarından anlaşılsa da İran tarafından beklenilen hareketin sonuçsuz kalmasıyla birlikte Obama döneminde olduğu gibi diplomasi tutumunun değişmesine neden olabilir. İran’ın, kendi istekleri doğrultusunda gerçekleştirdiği çalışmalardan kaynaklı olarak yaşayacağı sorunların ABD tarafından yaptırımlarla sınırlı kalacağı düşünülmektedir. Asıl mücadele açıklamalarından anlaşılacağı üzere şu an için İsrail ile verilebilir. Bununla birlikte liderlerin değişmesiyle ülkelerin bazı politikalarının da değişebileceği göz önünde bulundurulursa Mart ayı içerisinde İsrail seçimlerinin olacağı da hesaba katılmalıdır. Ayrıca yıl içerisinde sadece İsrail’in seçimleri olmayacak, Haziran ayında İran’da da bir seçim gerçekleştirilecektir. Biden ile birlikte ABD politikalarında değişim olduğu gibi ciddi bir dönüşüm olmasa bile İran seçimlerinden sonra açıklamalar ve eylemler boyutunda farklılıkların olma ihtimali bulunmaktadır.

 

Sonuç

Nükleer enerji, dünya gündeminde önem arz etmektedir. Çünkü nükleer enerji, başta güç unsuru olmakla birlikte uluslararası alanda güç dengelerini değiştirebilecek ve caydırıcılık unsuru oluşturabilecek bir etken olmakla birlikte, diğer taraftan artan enerji arzı karşısında devletlerin enerji ihtiyaçlarını karşılayabilmek amacıyla sıklıkla başvurduğu alternatif enerji kaynakları arasında görülmektedir. İran, nükleer enerjiyi her iki amaçla da kullanmak istemektedir. Bölgede kendine tehdit olarak gördüğü İsrail başta olmak üzere bölge devletleri ve bölge dışı devletlere karşı nükleer enerjiyi bir koz olarak kullanmaktadır. Diğer yandan enerji kaynakları açısından dünyada önde gelen ülkelerden biri olan İran, nükleer enerjiyi üreterek kendi enerji ihtiyacını karşılayabilecek, sahip olduğu enerji kaynaklarını da ihraç ederek ekonomisini güçlendirebilecek, enerji piyasasını yönetebilecek ve piyasaya olan bağımlılığını daha kırılgan hale getirebilecektir.

İran, nükleer enerji ve uranyum zenginleştirme çalışmalarını 1957 yılından beri sürdürmektedir. Başlangıçta destek gördüğü projede İslam Devrimi’nden itibaren desteği kesilmiş ve yalnız kalmasıyla beraber farklı ve zorlu yaptırımlara maruz bırakılmıştır. Ancak söz konusu yaptırımlar nükleer enerji planlarının kaldırılmasına neden olmamış ve İran, tek başına olsa da çalışmalarına devam etmiştir. Günümüzde İran’ın kararlılığı halen devam etmektedir ve çalışmalarının durdurulmasına dair herhangi bir açıklamanın dile getirileceği görülmemektedir. Ayrıca İran amacının barışçıl olduğuna dair açıklamalarda bulunsa bile nükleer enerjinin olduğu bir ortamda risk her zaman mevcuttur ve bu risk birçok devleti endişeye sürüklemektedir. Nükleer enerji çalışmalarına hızla devam ettiği ve herhangi bir sınırlama uygulamadığı sürece İran, bölgede tehlike olarak anılmaya devam edecektir.

Asıl amacı yaptırımlardan kurtulmak olan İran’ın, Biden’ın 2015 yılındaki nükleer anlaşmaya geri dönmeye yönelik açıklamalarından yararlanarak yaptırımların durdurulmasını sağlamaya çalışmakta olduğu söylenebilir. Ancak elinde kozu olan ve bundan yararlanmak isteyen tek devlet İran değildir. ABD, her ne kadar diplomasiye ve karşılıklı iletişime dayalı açıklamalarda bulunsa da, yaptırımları uygulayan ülke olması bakımından İran üzerinde etkili olmakta ve etkisini İran’ın kurallara uymasına mecbur bırakmak açısından kullanmaktadır. Yaptırımların İran’ın ekonomisi üzerindeki küçümsenmeyecek derecedeki olumsuz etkisi göz önünde bulundurulursa ve ABD antlaşma konusunda ılımlı davranmaya, diplomatik yollar konusunda açıklamalar yapmaya devam ederse İran, Biden hükümetine olumlu bir karşılık verebilir. Ancak İran’ın şimdiye kadar sergilediği ve halen sergilemekte olduğu inatçı yaklaşımının da devam etme ihtimali bulunmaktadır. İran’ın Biden’ın dediği gibi anlaşma hükümlerine uymak yerine farklı bir yaklaşımı ılımlı söylemleri yok edebilir ve yaptırımların devamına neden olabilir. Ancak Biden hükümeti şu an için harekete geçmemiştir. Ayrıca ABD, bölgede İsrail ile ortak çalışmalar da gerçekleştirmektedir ve İsrail’in gündeminde yeni bir seçim bulunmaktadır. Seçim sonucunda gelen yeni bir İsrail lideri hem ABD-İsrail ilişkilerini az olsa bile etkileyebilir hem de iki devletin İran politikasında bazı farklılıkların yaşanmasına neden olabilir. Aynı zamanda İran’ın Haziran ayında seçimleri bulunmaktadır. İran seçimleri sonucunda nükleer enerji çalışmalarında ve ABD, İsrail gibi devletlerle ilişkilerinde farklı bir tutum izlenebilir.

 

Beyza TÜKENMEZ

Akademi Birimi

 

 

Kaynakça

Ahıshalı, M. M., (2019). İran’ın Batı’yı kaygılandıran nükleer tesisleri. (11.07.2019), https://www.aa.com.tr/tr/dunya/iranin-batiyi-kaygilandiran-nukleer-tesisleri-/1529098 (Erişim Tarihi 14.03.2021).

Adams, P., (2020). After Trump, what will Biden do about Iran?. (18.11.2020), https://www.bbc.com/news/world-middle-east-54958361 (Erişim Tarihi 18.03.2021).

Akbaş, Z., Baş, A. (2013). İran’ın Nükleer Enerji Politikası ve Yansımaları. History Studies, Cilt: 5 Sayı: 2, Mart, 2013, ss.21-44.

Al Jazeera, (2021). US, Israel hold talks on Iran nuclear diplomacy, security threats. (11.03.2021), https://www.aljazeera.com/news/2021/3/11/xx-hold-us-israel-meeting-thursday (Erişim Tarihi 19.03.2021).

Aygün, F. T. (2019). ABD-İran Geriliminin Irak’a Yansımaları ve Siyasi Kutuplaşma. Ortadoğu Analiz, Cilt: 10 Sayı: 88, Temmuz-Ağustos, 2019, ss.42-45.

BBC, (2019). Six charts that show how hard US sanctions have hit Iran. (09.12.2019),  https://www.bbc.com/news/world-middle-east-48119109 (Erişim Tarihi 19.03.2021).

Çam, T., (2018). Dünden bugüne İran nükleer anlaşması. (09.05.2018), https://www.aa.com.tr/tr/dunya/dunden-bugune-iran-nukleer-anlasmasi/1139503 (Erişim Tarihi 15.03.2021).

Çiçekçi, C. (2015). Bir ‘Faydalı Tehdit’ Hikayesi: İsrail’in ‘İran Tehdidi’ Söyleminin İşlevselliği. Ortadoğu Analiz, Cilt: 7 Sayı: 70, 44-45, Eylül-Ekim, 2015.

Heywood, A. (2018). Küresel Siyaset. Ankara: BB101 Yayınları, 2018.

Jane, M. (2017). İran’ın Nükleer Politikasının Gelişimi ve Uygulanan Ambargo ve Yaptırımların Dış Politikasına Etkilerinin Analizi. Bölgesel Araştırmalar Dergisi, Cilt: 1 Sayı: 2, 264-314, Ekim, 2017.

Kibaroğlu, M. (2013). İran’ın Nükleer Programı ve Türkiye. Bilge Strateji, Cilt: 5 Sayı: 9, 1-8, Güz, 2013.

Kleinman, Z., (2020). Mohsen Fakhrizadeh: ‘Machine-gun with AI’ used to kill Iran scientist. (07.12.2020),  https://www.bbc.com/news/world-middle-east-55214359 (Erişim Tarihi 18.03.2021).

Köse, T. (2008). İran Nükleer Programı ve Ortadoğu Siyaseti: Güç Dengeleri ve Diplomasinin İmkanları. Ankara: SETA Yayınları, 2008.

Kuo, M. A., (2021). Israel, Iran, and China: US-Middle East Relations. (10.03.2021),  https://thediplomat.com/2021/03/israel-iran-and-china-us-middle-east-relations/ (Erişim Tarihi 19.03.2021).

Pamir, N. (2017). Enerjinin İktidarı. İstanbul: Hayy Kitap, 2017.

Sinkaya, B. (2009). Obama Döneminde ABD-İran İlişkileri ve Değişim Seansı. Ortadoğu Analiz, Cilt: 1 Sayı: 1, 41-49, Ocak, 2009.

Şen, G. (2021). Trump Dönemi ve Sonrasında İran’ın Nükleer Programı Üzerine Bir İnceleme. Güvenlik Yazıları Serisi, No: 55, 1-9, Haziran, 2021.

Telatar, G. (2012). Barack Obama Yönetiminin İran’ın Nükleer Faaliyetlerine Yönelik Politikası. Akademik ORTA DOĞU, Cilt: 7 Sayı: 1, 53-78, 2012.

Turak, N. (2021). Biden team takes a major step in offering to start talks with Iran as Tehran’s sanctions deadline approaches. (19.02.2021), https://www.cnbc.com/2021/02/19/jcpoa-bidens-return-to-the-iran-nuclear-deal-is-getting-harder.html (Erişim Tarihi 16.03.2021).

Uşaklı, A. B. (2009). Nükleer Güç Olarak İran’ın Uluslararası Sistemdeki Yeni Konumu ve Konunun Türkiye Açısından Değerlendirilmesi. Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt: 7 Sayı: 13, 108-123, Mayıs, 2009.

www.state.gov, (2021). The Abraham Accords. https://www.state.gov/the-abraham-accords/ (Erişim Tarihi 20.03.2021).

Uzun, Ö. S. (2019). İran Nükleer Programıyla İlgili Güncel Tartışmalar. Erol, M. S., Ekşi, M., Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar, Ankara: Akçağ Yayınları, 243-261.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...

Sığınmacıların Ev Sahibi Ülkelere Katkıları: Türkiye’deki Suriyeliler

Sena Özdemir Göç Çalışmaları o-Staj Programı ÖZET İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanan...