Tarih, Uluslararası İlişkiler ve Çıkarsama

Bilindiği üzere, uluslararası ilişkilerin derindeki dayanaklarından biri tarihtir. O kadar ki, tarihselliği dışlayan yahut buna aykırı düşen uluslararası ilişkilere dair hiçbir çıkarsama ilgiye hazhar olmaz.

Gelgelelim, bir bilgi dizgesi olan tarihin diğer özellikleri kesinlikli tanımlanabilir olmaktan henüz uzaktır. Sadece kazı bulgularına dayanan uzak tarih, bu kalıntıların ele geçirilme olasılığına bağlı olarak rastgelelik içerir. Yeryüzünün, denizler ve buzul bölgeler dışarıda tutularak, yaklaşık 200 metre derinliğine dek her karış toprağı kazılıp elekten geçirilmediği sürece de uzak tarihin nesnelliği kuşkulu kalacaktır. Ele geçirilen kalıntılardan nasıl yararlanabileceğindeki uzlaşma eksikliği ise, örneğin jeolojik çağların yahut daha yakında insansı atalarımızdan kalan el aletlerinin tarihlendirilmesindeki kargaşada kendini gösterir. Asıl olarak yazılı belgeye dayalı yakın tarihin nesnellik sorunu, bu belgelere güven duyulup duyulamayacağı noktasına odaklıdır. Aynı konuda en az kaç kişi tarafından yazılmış belgeye sahip olunması gerekliliği hususundaki belirsizlik de yakın tarihi gölgede bırakan etmenlerdendir. Sonuçta, uzak tarih gibi yakın tarih de rastlantısallıktan ve kişisellikten arındırılabilmiş değildir ve geçmiş zamanı kapsama (örtme) oranı hayli düşüktür.

Hoş, benzer zayıflıklar modern bilimde de mevcuttur. Örneğin, Royal Society of Chemistry (RSC) su gibi herkesin her zaman kullandığı bir malzemenin ısıya ilişkin bir özelliği hakkında oylamaya başvurmaktan kaçınamamış durumdadır. Aristo’dan bu yana bilinen sıcak suyun soğuk sudan daha hızlı soğuyup donabilmesi Mpemba adlı bir okul çocuğunun konuyu sündürmesiyle bugün RSC’nin gündemini işgal edecek boyuta ulaşmıştır. Konuyu açıklayabilecek olana 1000 poundluk sembolik bir ödül verileceğinin duyurulması üzerine, biri bu satırların yazarı tarafından olmak kaydıyla, yaklaşık 20.000 başvuru gerçekleşmiştir. RSC, sunulan teorileri oylama yoluyla elemeyi yeğlemekten başka bir çare bulamamıştır.[1] Umulur ki, su gibi temel bir malzemenin temel özelliklerinin ne denli az araştırılmış ve dolayısıyla ne denli az biliniyor olduğu da bu sayede anlaşılır.

Öte yandan, şu ünlü Higgs bozonunun varlığını kanıtlamak için milyarlarca parçacık çarpışması içinden sadece ve sadece bir tekinin beklenen şekilde tezahür etmesinin yeterli olacağına (ve o arada, tüm çarpışma sayısı eksi bir tane örneğin ise, tamamıyla göz ardı edilebileceğine) dair hayli yaygın ve kuvvetli bir konsensüs oluşmuş durumdadır. Oysa tek örneğe dayalı teori kurulamayacağı kendiliğinden barizdir.

Karl Popper’ın ünlü deyişiyle “Güneş’in her sabah doğmuş olması, ertesi sabah da doğacağına kanıt olarak kullanılamaz.” ise, Güneş’in ertesi sabah da doğacak olduğuna dair tam bir konsensüs olsa da bunu kanıtlayabilmekten vareste miyiz? En kolayından bunu bile kanıtlayabilir değilsek, neyi kanıtlayabiliriz? Peki, deney yoluyla neleri kanıtlayabiliriz? Yahut tersten söyleyecek olursak, deney yoluyla kanıtlanabilir olan herhangi bir şey var mıdır? Var ise, bu kanıtlama aynı sonucu vermiş kaç tane deneyle yapılabilir? Yok, ise hangi bilimsel nesnellik ve kesinlikten söz edilebilir?

Bu tartışma, Lawrence Berkeley ve İmam Gazali günlerine dek geri götürülebilir elbette. Ama kestirmeden şu da söylenebilir: Belli sonuçla gerçekleşmiş (N) adet olaydan sonra (N+1)inci olayın da aynı sonucu vereceği herhangi bir tümevarım yöntemiyle kanıtlanabilir mi? Popper’ın da hocası ve Viyana Çevresi’nin kurucusu olan Rudolf Carnap tarafından (nedense ‘’bilimin’’ demekten imtina edilerek) “felsefenin dolabındaki ceset” diye yaftalanmış bu düğüm çözülmeden, Güneş her sabah doğmaya devam etse de Gordiyon’dan ileri geçmek mümkün olmayacak gibi görünmektedir.

Güncel Tarih ve Uluslararası İlişkiler

Güncel tarihin yazılmasındaki temel sorun hem tarihsel nitelikte olan hem de önem içeren veriye ulaşma olanaksızlığıdır. İlgili veriye ulaştıktan sonra ise, bilginin nasıl üretilecek olduğu bir başka geniş konudur.

Örneğin Suriye’de ve ilgili ülkelerde neler olup bittiğini izlemek mümkün müdür? Açıktır ki, bu amaçla, hiç değilse üst önemde pek çok şahsın her kelâmının dinlenebilir ve kayda geçirilebilir olması gerekmektedir. Böyle bir devasa işi kotaranın elde ettiği veriyi paylaşmayacağı açıktır. Tıpkı güncel endüstrideki “know how”lar gibi, uluslararası ilişkilere dair hemen her veri hayati öneme sahiptir ve pek çoğu para ile takas edilmez bile. İşte, uluslararası ilişkilere dair bilgi üretmek için kolları sıvamış akademisyenler, uzmanlar ve diğer entelijansiya, hem ham veri ile beslenmek zorundadır hem de aynı veriden güvenilir bilgi üretmek zorundadır. İkinci zorunluluk bir yana, vatandaşı olduğu vatandaki devletin ulaşabildiği verinin nicel ve nitel özellikleri, ardından aynı devletin şeffaf ve paylaşımcı olup olmadığı her sivil uluslararası ilişkiler erbabının temel sorunlarındandır. Zira veri toplama olanağı yoktur hiçbirinin. Bir istihbarat teşkilatının üyesi olmayanın, bizatihi medya istihbaratına bağlı kalması kaçınılmazdır. Bu da uluslararası ilişkiler alanında isabetli çıkarsama yapabilmeye ket vurur elbet.

Aynı cüzden bir başka ket, uluslararası ilişkiler alanında bireysel veya toplumsal etkileşmelerin şimdiki hâlinin geçmiştekinden dış değer biçim (“extrapolation”) yahut buna benzer bir yöntemle elde edilemeyeceğinden kaynaklanmaktadır. Çünkü herhangi bir andaki gibi geçmişteki hâlin ne ölçüde gerçeğe yakın olduğunu saptayabilmek asla mümkün değildir, mümkün olmamıştır 2012 yılı itibariyle. İkincileyin, o pek afralı tafralı bilimsel yöntem denen yaklaşımlardan yana da pek ümit var sayılmayız. Zira bazı konularda pek üstün addedebileceğimiz bilimsel ve teknolojik gelişmeler sağlayabilmişsek de, en azından son 1 milyon yıldır ateş yakmak[2] gibi herkesin yaptığı bir işte sağlayabildiğimiz ilerlemeye bir bakalım. Tahtaya sürtülen çubuğun ucuna kimyasal bir madde bulayıp biraz pütürleştiğimiz ama halen bir yüzeye, halen sürterek yakmıyor muyuz kibriti? Yahut iki çakmak taşını birbirine tokuşturmak yerine halen bir çakmak taşını ama artık bir metal çarkı döndürerek halen kıvılcım çıkarttırma yoluyla ama kav yerine artık sıvıdan dönüşen gazı tutuşturarak yakmıyor muyuz çakmağı? Peki de, son 1 milyon yıldır bu kadarcık mı gelişebildi insanlık? Yanıt, hiç tereddütsüz, evet! Bu kadarcık. Zira Halep de arşın da burada. Dere gitmişiz, tepe gitmişiz, 1 milyon yılda bir arpa boyu anca gitmişiz. Tabii ki, birkaç milyon parçanın eşgüdümle çalıştığı V2 roketleri yapıp (Formula II’deki elektronik aksam dışında hareketli parça sayısı 100 bin kadardır) çok daha gelişkinleriyle fırlattığımız uydular Güneş Sistemi sınırlarına ulaştı. Tabii ki, bilgisayarlar ve robotlar yapabiliyor, gen mühendisliği uygulamalarıyla yeni calı türleri yaratabiliyoruz. Tabii ki, lazer kullanarak da ateş yakabiliyoruz. Gelgelelim, bütün bunlar kibrit ve çakmak örneğimize mugayir değildir. Az yukarıda sözünü ettiğimiz pek üstün addedebileceğimiz bilimsel ve teknolojik gelişmelerimizin gerçek niceliksel yeğinliğini (“fluctuation”) tarif edebilir ancak. Yanisi şu ki, fizik, kimya, biyoloji gibi bilimsel ve diğer tüm dallarda işin o denli başındayız ki, herhangi bir şey yapmış sayılmayız henüz. Kontrollü ateş yakmayı 1 milyon yıl önce ama yazıyı şunun şurasında henüz 6 bin yıl önce bulmadık mı? Filhakika, şu bizim Kos’lu tababet üstadı Hipokrat’ın hekimlere ilk öğüdünün hastanın durumunu daha da kötüleştirmekten kaçınmak olması boşuna değil demek ki.

ÇağlarTUNCAY

ODTÜ

 

 

[1] URL: www.rsc.org, URL: http://en.wikipedia.org/wiki/Mpemba_effect

[2] i) URL: http://www.nhm.ac.uk/about-us/news/2010/august/oldest-tool-use-and-meat-eating-revealed75831.html

      ii) Bowman D M, Balch J K, Artaxo P et al. (2009) Fire in the Earth system, Science, 324 (5926), sayfa 481 – 484. doi: 10.1126/science.1163886.

URL: http://www.geo.arizona.edu/~reiners/geos195K/Bowmanetal2009.pdf

      iii) Wrangham R (2009), Catching Fire: How Cooking Made Us Human (Basic Books, New York).

      iv) Berna F, Goldberg P, Horwitz L K, Brink J, Holt S, Bamford M ve Chazan M (2012),

Microstratigraphic evidence of in situ fire in the Acheulean strata of Wonderwerk Cave, Northern Cape province, South Africa, PNAS 109 (20) E1215–E1220.

URL: www.pnas.org/cgi/doi/10.1073/pnas.1117620109 ; ayrıca bkz, www.pnas.org/lookup/suppl/doi:10.1073/pnas.1117620109/-/DCSupplemental

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Gençlere Avrupa Turu: DiscoverEU ile Kültürel Keşifler

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından başlatılan DiscoverEU programı, gençlere...

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...