Ulus Devletin Kimlik Mücadelesi: Küreselleşme, Göç ve Milliyetçi Hareketler

Bilgesu TABAKOĞLU

Göç Çalışmaları o-Staj Programı

Ulus Devletin Kimlik Mücadelesi: Küreselleşme, Göç ve Milliyetçi Hareketler


Giriş Ulus Devletin Kimlik Mücadelesi

Küreselleşme ile birlikte ekonomik, kültürel ve siyasi süreçler dünya genelinde hızla yayılmıştır. Küresel iletişim, ulus devletlerin sınırlarını aşan bir etkileşim ağı yaratmıştır. Bu süreç, özellikle ulusal kimlikler ve milliyetçi söylemler üzerinde önemli etkiler yaratmıştır. Küreselleşme, ulus devletlerin egemenlik algısını zayıflatırken, uluslararası aktörlerin, şirketlerin ve göçmen gruplarının etkisini artırmıştır. Ancak bu etkileşim, her zaman olumlu karşılanmamış, birçok ülkede milliyetçi hareketlerin yükselişine neden olmuştur. Özellikle son on yılda, küresel ekonomik krizler, iklim değişikliği ve çatışma bölgelerinden kaynaklanan göç hareketleri, göçmen karşıtı ve milliyetçi söylemleri körüklemiştir. Bu bağlamda, Mudde (2019), 1980 sonrası Avrupa’da yükselen dördüncü popülizm dalgasına dikkat çeker. Bu popülist dalga, küreselleşmeye ve özellikle göçmen hareketliliğine karşı bir tepki olarak ortaya çıkmış, milliyetçi ve yabancı düşmanı söylemleri güçlendirmiştir. Avrupa’da popülist sağ partiler, göçmenleri ulusal kimlik için bir tehdit olarak sunarak sınır kontrollerini sıkılaştırma ve göç politikalarını sertleştirme talebinde bulunmuştur. UNCHR raporlarına göre Suriye iç savaşı patlak verdikten sonra Türkiye, dünyada en fazla sığınmacıya en sahipliği yapan ülke haline gelmiştir (UNCHR, 2021). Türkiye’de de benzer bir popülist söylem gelişmiş, artan Suriyeli göçmen sayısı ulusal kimlik ve entegrasyon üzerine tartışmaların merkezinde yer almıştır.  Ulus Devletin Kimlik Mücadelesi

Küreselleşmenin bu etkileri, sadece ekonomik ve sosyal alanlarda değil, ulus devletin varlığını sürdürme kabiliyetinde de kendini göstermektedir. Robertson’a (1992) göre küreselleşme, yerelleşmeyle birlikte düşünüldüğünde, ulusal kimliklerin dönüşmesine neden olan bir süreçtir. Küyerelleşme, küresel ve yerel unsurların birbirleriyle etkileşime girdiği ve karşılıklı olarakyeniden şekillendiği bir süreç olarak tanımlanır. Küyerelleşme, küreselleşme yolunda ilerleyen bir şirketin ürünlerini çeşitli pazarların kültürel ihtiyaçlarına uygun olacak şekilde yeniden yapılandırması olarak da tanımlanabilir. Küresel etkileşimler, yerel kimliklerin korunması ya da yeniden inşası sürecinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu çalışma, küreselleşme ile göç hareketlerinin ulusal kimlik inşası üzerindeki etkilerini inceleyerek, milliyetçi söylemlerin bu süreçlerle nasıl şekillendiğini ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Küreselleşme ve Ulusal Kimlik: Değişen Bir İlişki

Küreselleşme süreci, ulusal kimliklerin yapılandırılmasını önemli ölçüde etkilemiş ve dönüştürmüştür. Anthony Smith’e göre ulusal kimlik, ortak bir tarih, kültür, dil, toprak ve kader bilincinin birleşimiyle oluşur ve bir ulusun bireylerini bir arada tutan temel bir yapı taşı olarak işlev görür (Smith, 1991). Küreselleşme, ekonomik ve kültürel sınırları aşındırarak, ulus devletlerin bu ortak kimliği koruma ve sürdürme yeteneklerini zayıflatmıştır. Dolayısıyla, küreselleşme ile değişen sosyal, ekonomik ve politik dinamikler, ulusal kimlik inşasını yeniden değerlendirilmesi gereken kritik bir mesele haline getirmiştir. Bu yeni düzende, ulusal kimlikler, esnek ve dinamik yapılar olarak sürekli yeniden tanımlanmakta ve dönüştürülmektedir. Ulus Devletin Kimlik Mücadelesi

Smith’e (1991) göre ulusal kimlik, tarihsel süreçte oluşmuş köklü bir yapıdır ve modern devletlerin meşruiyet kazanmasında kritik bir role sahiptir. Küreselleşme ise bu köklü yapıları sarsarak ulusal kimlikleri daha esnek ve akışkan bir hale getirmiştir. Örneğin, küreselleşmenin bir sonucu olarak, göç ve teknolojinin etkisiyle farklı kültürler bir araya gelmekte, ulusal kimliğin sınırları eskisi kadar belirgin olmamaktadır. Bu durum, ulusal kimliklerin homojen bir yapı olarak kalmasını zorlaştırmaktadır (Smith, 1991). Özellikle internet ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte bireyler, kendi ulusal kimlikleri dışında farklı kimliklere ve kültürlere daha fazla maruz kalmaktadır. Netflix, küresel medya dünyasında önemli bir oyuncu olarak, kültürel yayılma ve kimlik oluşumu üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Netflix’in küyerelleşme stratejisi, platformun içeriklerini yerel zevklere göre uyarlarken küresel değerleri de yaymasını sağlamaktadır. Bu strateji, küreselleşmenin ve yerelleşmenin birleşimi olarak tanımlanır ve Netflix gibi platformlar, farklı ülkelerde yerel kültürlere uygun içerikler üreterek aynı zamanda bu içerikleri küresel izleyicilere ulaştırır. Squid Game gibi diziler, Güney Kore kültürünü yansıtarak yerel bir bakış açısı sunarken, aynı zamanda küresel izleyicilerin dikkatini çekmiş ve büyük başarı elde etmiştir (Wang & Weng, 2022). Bu tür içeriklerin başarısı, dijital platformların kültürel yayılmaya nasıl katkıda bulunduğunu ve yerel içeriklerin küresel ölçekte nasıl ilgi çekebileceğini göstermektedir.

Bu örnekler, dijital platformların kültürel etkileşimleri artırarak farklı kültürel kimlikleri daha görünür hale getirdiğini ortaya koymaktadır. Ancak, ulusal kimlik kavramı bu bağlamda ele alınmamış, daha çok kültürel kimlik ve kültürel yayılma üzerine odaklanılmıştır. Ulusal kimlik ile bu süreçler arasındaki ilişkiyi açıklamak gerekirse; dijital platformlar, yerel kültürleri küresel çapta görünür kılarken, ulusal kimliğin sabit ve tekil bir yapıdan ziyade esnek ve değişken bir hale gelmesine neden olabilir. Ulusal kimlik, küresel medya içerikleriyle etkileşim halinde sürekli yeniden şekillenebilir, bu da ulusal aidiyet duygusunun zayıflamasına ya da yeni biçimlerde yeniden tanımlanmasına yol açabilir. Dijital platformlar, farklı kültürel unsurları bir araya getirerek ulusal kimliğin dönüşümünü hızlandırabilir, böylece ulusal kimlik artık sadece ulusal sınırlar içinde oluşan bir kavram olmaktan çıkarak küresel etkileşimlerle harmanlanan dinamik bir yapıya dönüşebilir.

Netflix ve benzeri platformların yaygınlaşması, izleyicileri farklı kültürel hikâyelere maruz bırakarak kimlik anlayışlarını ulusal sınırların ötesine taşımaktadır. Platform, kültürel sembollerin küresel dağıtımında önemli bir araç haline gelmiş ve içeriği sınırları aşarak bireylerin kendi ve diğer kültürlere bakışını değiştirmiştir. Bu çeşitliliğe maruz kalan insanlar için sabit bir ulusal kimlik fikri giderek daha akışkan hale gelmektedir. Yanis Varoufakis’in Technofeudalism kitabında belirttiği gibi, bulut sermayesine sahip olan bu tür şirketler, insan davranışlarını algoritmalar aracılığıyla izleyip yönlendirmektedir. Varoufakis’e göre, bu şirketler sadece kullanıcıların beğenilerine göre içerik sunmakla kalmaz, aynı zamanda algoritmaları sayesinde kullanıcıların gelecekteki davranışlarını şekillendirir ve yönlendirir. Bu durum, bireylerin kimliklerinin ve tercihlerinin artık yalnızca kültürel etkileşimlerle değil, dijital platformların algoritmik müdahaleleriyle de yeniden yapılandığını gösterir. Ulus Devletin Kimlik Mücadelesi

Küreselleşme ile birlikte artan kültürel etkileşimler ve göç, ev sahibi toplumların kimliklerini muhafaza içgüdüsünü tetiklemekte ve milliyetçi söylemleri güçlendirmektedir. Smith’in (1995) vurguladığı gibi, milliyetçilik, modern toplumlarda kimliklerin korunması ve savunulması için önemli bir araçtır. Özellikle Avrupa’da göç karşıtı hareketlerin yükselmesi, bu milliyetçi söylemlerin en belirgin örneklerinden biridir. Göçmen karşıtlığı ve ulusal kimliğin korunması temaları, küreselleşmenin doğrudan bir yan etkisi olarak değerlendirilebilir. Küreselleşme ekonomik ve sosyal bağlantıları arttırarak ve kolaylaştırarak göç hareketlerini hızlandırabilir (de Haas, 2023). Bu durum milliyetçi hareketler tarafından ulusal kimlikler için bir tehdit olarak algılanır (de Haas, 2023). Milliyetçi söylemler, genellikle göçmenlerin ulusal bütünlüğü bozduğu iddiası ile öne çıkarken, de Haas, bu söylemlerin büyük ölçüde yanlış anlamalara dayandığını ve göçmenlerin aslında ekonomik ve kültürel açıdan birçok katkı sağladığını vurgular. Milliyetçi söylemlerin zemini sağ parti liderleri tarafından retoriğe dökülebilir ve popülist bir zeminde yer alır.Avrupa’da yükselen göç karşıtı hareketler, küreselleşmenin yol açtığı demografik ve kültürel değişikliklere karşı bir tepki niteliğindedir. Göçmen karşıtı politikalar, milliyetçi partiler tarafından halkın korkularını besleyerek, seçimlerde avantaj elde etmek için kullanılır (de Haas, 2023). Ancak bu politikalar, gerçek göç dinamiklerini anlamakta yetersiz kalır ve göçmenlerin topluma olan katkılarını göz ardı eder. De Haas, göçün yönetilebilir bir olgu olduğunu ve ulusal kimliklerin de bu değişimlere adapte olabileceğini savunur.

Göç Hareketleri ve Milliyetçilik: Nedenler ve Sonuçlar

Küreselleşme süreciyle birlikte artan göç hareketleri, ulusal kimlik inşası ve milliyetçi söylemlerin yükselmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle ekonomik ve siyasi krizler, savaşlar ve iklim değişikliği gibi faktörler, dünyanın farklı bölgelerinden göç akımlarını tetiklemektedir. Bu göç hareketleri, göçmenlerin varış noktalarındaki topluluklarla karşılaştıklarında ortaya çıkan sosyal, kültürel ve ekonomik değişimlerle birlikte ev sahibi toplumlarda kimlik krizlerine ve milliyetçi söylemlerin artmasına neden olmaktadır. Göç olgusu bu yönüyle, hem siyasi aktörlerin hem de toplumsal dinamiklerin şekil almasında etkilidir.

Cas Mudde (2019) tarafından Avrupa’daki sağ popülist hareketlerin yükselişi ve göçün bu süreçteki rolü ele alınmaktadır. Mudde’ye göre, sağ popülist partiler göçü, ulusal kimlik için bir tehdit olarak sunarak, politikalarının merkezine yerleştirmiş ve göçmen karşıtı söylemlerle seçmen tabanlarını genişletmiştir. Klaus Von Beyme ise savaş sonrası aşırı sağ hareketleri üç dalgaya ayırmaktadır. 1980’lerde başlayan üçüncü dalga, Milliyetçi Cephe veya Avusturya’daki Özgürlük Partisi gibi göçmen karşıtı hareketlerle öne çıkmıştır. Özellikle Avrupa’da artan göç hareketleri, sınır kontrollerinin sıkılaştırılması ve daha katı entegrasyon politikaları talep edilmesine neden olmuştur. Mudde, sağ popülist partilerin göçü sadece ekonomik bir mesele olarak değil, aynı zamanda ulusal kimlik ve güvenlik krizi olarak sunduklarını vurgular. Bu bağlamda, milliyetçi söylemler, göçün ulusal kimliği tehdit ettiği iddiasıyla güç kazanmakta ve bu partiler toplumda oluşan korkuları retoriğine dahil etmektedir. Milliyetçi söylemler ile göç birlikte ele alındığında, kimlik siyasetinin merkezine konumlandırıldığı görülür.

Hein de Haas (2023), göçün dinamiklerini derinlemesine analiz ederek, göçmenlerin neden hareket ettiklerini ve bu hareketlerin ev sahibi ülkeler ile göçmenlerin kendi kimlikleri üzerindeki etkilerini tartışır. Küreselleşen ekonomi ve bölgesel eşitsizliklerin göçün ana itici güçleri olduğunu vurgulayan de Haas, özellikle gelişmiş ülkelere yönelik göç hareketlerinin iş gücü piyasalarını etkilediğini ve ev sahibi ülkelerde ekonomik, kültürel ve siyasi değişimlere yol açtığını belirtir (de Haas, 2023). Göçmenler, bir yandan geldikleri ülkenin kültürel normlarına uyum sağlamaya çalışırken, bir yandan da kendi kimliklerini ve ulusal aidiyetlerini koruma mücadelesi verirler. De Haas, bu ikili sürecin, ev sahibi ülkelerde milliyetçi söylemlerle sıkça “entegrasyon sorunu” olarak çerçevelendiğini ve bu söylemlerin popülist politikaların yükselmesine zemin hazırladığını vurgular. Göçün sadece ekonomik bir olgu değil, aynı zamanda ulusal kimliklerin yeniden şekillenmesinde merkezi bir role sahip olduğunu ifade eder (de Haas, 2023). Ulus Devletin Kimlik Mücadelesi

Göç hareketlerinin milliyetçilik üzerindeki etkileri, sadece göçmenlerin varış ülkelerindeki politikalarla sınırlı kalmaz, aynı zamanda bu hareketler, göç veren ülkelerde de kimlik krizlerine neden olabilir. Koser (2016) göçün, göç veren ülkelerde de siyasi ve sosyal sonuçlar doğurduğunu vurgular. Göçmenlerin ayrıldığı toplumlarda, kalan bireyler arasında ulusal kimliğin yeniden tanımlanması ve milliyetçi duyguların güçlenmesi mümkündür. Göç hareketleri, yalnızca ev sahibi toplulukları değil, aynı zamanda göçmenlerin anavatanlarındaki kimlik inşası süreçlerini de etkiler.     

Hein de Haas (2010) ayrıca, göçmenlerin entegrasyon sürecinde karşılaştıkları zorlukların, göç hareketlerinin neden olduğu sosyal çatışmaları artırabileceğini savunur. Göçmenler ve yerel halk arasındaki kültürel farklılıklar, sosyal gerilimlere neden olabilir ve bu da milliyetçi hareketlerin beslenmesine zemin hazırlayabilir. Göçmenler, ev sahibi toplumlarda kendilerini dışlanmış hissederken, bu durum milliyetçi hareketlerin göçmen karşıtı söylemlerini daha da güçlendirir. De Haas (2010), bu tür toplumsal çatışmaların uzun vadede daha büyük kimlik krizlerine ve toplumsal ayrışmalara yol açabileceğini öne sürer.

Göçün Ulusal Kimlik İnşasına Etkisi: Türkiye ve Avrupa Örnekleri

Göç, sadece fiziksel sınırların aşılmasını değil, aynı zamanda kültürel, sosyal ve politik sınırların yeniden tanımlanmasını da beraberinde getirir. Türkiye ve Avrupa, tarih boyunca farklı göç dalgalarıyla karşı karşıya kalmış ve bu süreçler her iki bölgedeki ulusal kimlik inşasında kritik bir rol oynamıştır. Özellikle son yıllarda artan mülteci krizleri, hem Türkiye’de hem de Avrupa’da kimlik politikalarını derinlemesine etkilemiştir. Göçmenler, ev sahibi toplumlarda sadece demografik değişikliklere yol açmamış, aynı zamanda milliyetçilik ve ulusal kimlik üzerine süregelen tartışmaları da yeniden şekillendirmiştir. Bu bölümde, Türkiye ve Avrupa’daki göç hareketlerinin ulusal kimlikler üzerindeki etkileri ele alınacak ve bu süreçlerin milliyetçilik ve entegrasyon politikaları üzerindeki yansımaları incelenecektir.

Türkiye, tarih boyunca çeşitli göç dalgalarına ev sahipliği yapmış bir ülke olmasına rağmen, 2011 sonrası Suriyeli mültecilerin yoğun bir şekilde Türkiye’ye sığınması, ulusal kimlik inşasında önemli değişimlere yol açmıştır. Yaklaşık 3,7 milyon Suriyeli mültecinin (UNCHR, 2021) Türkiye’ye yerleşmesi, hem demografik hem de sosyal yapıyı dönüştürmüş ve bu durum, ulusal kimliğin yeniden tartışılmasına neden olmuştur. Türkiye’de “misafir” olarak kabul edilen Suriyeli mültecilerin kalıcı hale gelmesi, Türk kimliği üzerine yapılan tartışmalarda merkezi bir yer edinmiştir. Bazı milliyetçi gruplar, mültecilerin Türk kimliğine tehdit oluşturduğunu savunarak göçmen karşıtı söylemleri yaygınlaştırmıştır (Kaya, 2012). Bu söylemler, mültecilerin Türk toplumuna kültürel ve ekonomik uyum sağlayamadığı iddiasıyla güçlenmiştir.

Diğer yandan, Türkiye’nin tarihsel olarak farklı etnik gruplara ev sahipliği yaptığına işaret eden bazı görüşler, daha kapsayıcı bir ulusal kimlik geliştirilmesi gerektiğini öne sürmektedir. Türkiye’nin kozmopolit yapısı göz önüne alındığında, mültecilerin entegrasyonunun ulusal kimliği zenginleştireceği düşünülmektedir (Kaya, 2012). Bu tartışmalar, Türkiye’de hem göçmen karşıtı milliyetçi söylemleri hem de daha kapsayıcı kimlik arayışlarını tetiklemekte ve ülkenin ulusal kimlik politikasının geleceğini şekillendiren önemli dinamiklerden biri haline gelmektedir.

Avrupa, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kuzey Afrika ve Orta Doğu’dan gelen yoğun göç dalgalarıyla karşı karşıya kalmış ve bu göçler, Avrupa’daki ulusal kimlik inşası süreçlerinde derin değişikliklere yol açmıştır. Kuzey Afrikalı ve Orta Doğulu göçmenlerin yoğun olarak yerleştiği Fransa, Almanya ve Hollanda gibi ülkelerde, bu grupların ulusal kimlik tartışmalarının merkezine yerleştiği görülmektedir. Göçmenlerin varlığı, Avrupa’nın homojen ulusal kimlik anlayışını zorlamış ve bu durum, milliyetçi ve göçmen karşıtı söylemlerin yükselmesine neden olmuştur (Brubaker, 1992). Avrupa’nın tarihsel olarak yerel kimlikleri koruma eğiliminde olduğu düşünülürse, göçmenler üzerinden şekillenen milliyetçi söylemler, ulusal kimliği bir “ötekilik” üzerinden inşa etme çabalarının bir parçası olarak öne çıkmaktadır (Said, 1978).

Fransa, özellikle Kuzey Afrikalı göçmenlerin yoğun olarak yerleştiği ülkelerden biridir. Frantz Fanon’a (1961) göre, bu göçmenler sadece ekonomik ve sosyal dengeleri değil, aynı zamanda Fransız ulusal kimliğinin yapı taşlarını da sorgulatmıştır. Fanon, göçmenlerin, Fransa’nın sömürgeci geçmişinin bir yansıması olarak görüldüğünü ve bu tarihsel ilişkinin göçmenleri “yabancı” ve “öteki” olarak konumlandırmaya devam ettiğini savunur. Bu durum, Fransa’daki milliyetçi hareketlerin, özellikle de göçmen karşıtı sağ partilerin söylemlerini beslemiştir. Göçmenler, ulusal kimlik için bir tehdit olarak sunulmuş ve bu algı, toplumda göçmen karşıtı politikalara olan desteği artırmıştır (Fanon, 1961).

Almanya ve Hollanda gibi ülkelerde ise, göçmenler ulusal kimlik tartışmalarında daha çok kültürel farklılıklar üzerinden ele alınmaktadır. Rogers Brubaker (1992), Almanya’da göçmenlerin ulusal kimlik inşasındaki rolünü analiz ederken, bu ülkelerdeki kimlik kavramının etnik kökenle sıkı sıkıya bağlı olduğunu belirtir. Almanya’nın tarihsel olarak etnik homojenliğe dayalı bir ulusal kimlik anlayışı geliştirdiğini belirten Brubaker, göçmenlerin bu homojen kimlik anlayışına meydan okuduğunu ve bu durumun, milliyetçi söylemlerin yükselmesine neden olduğunu savunur. Aynı zamanda, göçmenlerin entegrasyon süreçlerinde yaşanan zorluklar, bu söylemleri daha da güçlendirmektedir (Brubaker, 1992). Ulus Devletin Kimlik Mücadelesi

Edward Said (1978), Avrupa’daki göçmen karşıtı söylemlerin temelinde sömürgeci dönemin yarattığı “öteki” kavramının yer aldığını belirtir. Özellikle Orta Doğulu göçmenler, Avrupa’da tarihsel olarak bir “kültürel tehdit” olarak görülmüş ve bu algı, milliyetçi hareketlerin söylemlerinde sıkça kullanılmıştır. Said’e göre, bu söylemler, Avrupa’da ulusal kimlik inşasını göçmenler üzerinden şekillendirirken, aynı zamanda onları dışlayıcı bir anlayışa dayanır (Said, 1978). Bu nedenle, Avrupa’daki göçmen karşıtı milliyetçi hareketlerin, tarihsel ve kültürel temelleri olan derin bir “ötekileştirme” süreci üzerine inşa edildiği söylenebilir.

Türkiye ve Avrupa’daki göçmen karşıtı söylemler, tarihsel ve sosyo-kültürel farklılıklar nedeniyle farklı dinamikler üzerinden gelişmiştir. Türkiye’de, Suriyeli mülteciler misafir statüsünde değerlendirilmiş ve tartışmalar daha çok geçici bir kabul ile ekonomik kaygılar etrafında şekillenirken, Avrupa’da göçmenler kalıcı topluluklar olarak görülmüş ve milliyetçi söylemler daha derin kültürel uyumsuzluk ve ötekileştirme ekseninde gelişmiştir. Türkiye’deki göçmenler daha çok ekonomik ve sosyal entegrasyon sorunu olarak ele alınırken, Avrupa’da ulusal kimliği tehdit eden kültürel farklılıklar vurgulanmaktadır.

Bu farklılıklar, her iki bölgede göçmenlerin ulusal kimliğe dahil edilme süreçlerini derinden etkilemiştir. Türkiye, göçmenleri ulusal kimliğin sınırları içinde kabul etmekte daha esnek bir pozisyonda dururken, Avrupa’da daha katı entegrasyon politikaları ve kültürel asimilasyon baskısı öne çıkmıştır. Gelecekte, hem Türkiye hem de Avrupa, göçmen karşıtı söylemleri aşabilmek için daha kapsayıcı politikalar geliştirmek zorunda kalacak ve bu süreçler, ulusal kimliklerin daha dinamik ve çok kültürlü bir yapıya dönüşmesine yol açabilecektir.

KAYNAKÇA

Brubaker, R. (1992). Citizenship and nationhood in France and Germany. Harvard University Press.

De Haas, H. (2010). Migration and development: A theoretical perspective. International Migration Review, 44(1), 227-264.

De Haas, H. (2023). How migration really works: a factful guide to the most divisive issue in politics. Random House.

European Commission. (2016). A European agenda on migration. Publications Office of the European Union.

Fanon, F. (1961). The wretched of the earth. Grove Press.

International Organization for Migration. (2019). Migration and national identity: A comparative analysis. Geneva.

Kaya, A. (2012). Europeanization and Tolerance in Turkey: The Myth of Toleration. Palgrave Macmillan.

Koser, K. (2016). International Migration: A Very Short Introduction. Second Edition. Oxford University Press.

Mudde, C. (2019). The far right today. John Wiley & Sons.

Robertson, R. (1992). Globalization: Social theory and global culture. Sage.

Said, E. W. (1978). Orientalism. Pantheon Books.

Smith, A. D. (1991). National identity. University of Nevada Press.

Smith, A. D. (1995). Nations and nationalism in a global era. Polity Press.

United Nations High Commissioner for Refugees (UNCHR). (2021). Global trends: Forced displacement in 2020. https://www.unhcr.org/statistics

UNHCR. (2020). Global trends: Forced displacement in 2020. UNHCR.

Wang, Y., & Weng, X. (2022). Analysis on How “Globalization” Affect Netflix to Cultural Diffusion. Proceedings of the 2022 8th International Conference on Humanities and Social Science Research (ICHSSR 2022).

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...