Yapay Zeka Çağında Savaş ve Barış

Henry A. Kissinger, Eric Schmidt ve Craig Mundie: War and Peace in the Age of Artificial Intelligence – 18 Kasım 2024

Bu makale, Henry A. Kissinger, Eric Schmidt ve Craig Mundie tarafından yazılan Genesis: Artificial Intelligence, Hope, and the Human Spirit (Yapay Zeka, Umut ve İnsan Ruhu) adlı kitabından (Little, Brown and Company, 2024) uyarlanmıştır.

Yapay Zeka (Makineler) Strateji ve Devlet Yönetimini Şekillendirdiğinde Dünya İçin Ne Anlama Gelecek?

Askeri stratejinin yeniden kalibrasyonundan diplomasinin yeniden yapılandırılmasına kadar, yapay zeka dünya düzeninin temel belirleyicilerinden biri haline gelecek. Korku ve kayırmadan muaf olan YZ, stratejik karar alma süreçlerinde yeni bir nesnellik olasılığı sunuyor. Ancak bu nesnellik, savaşçının ve barış sağlayıcının hizmetinde kullanıldığında, güç kullanımında sorumluluk için hayati öneme sahip olan insan öznelliğini korumalıdır. Savaşta yapay zeka, insanlığın en iyi ve en kötü ifadelerini ortaya çıkaracaktır. Hem savaşı yürütmenin hem de sona erdirmenin bir aracı olarak hizmet edecektir.

İnsanlığın, hiçbir devletin diğerleri üzerinde mutlak bir hakimiyet kazanmaması için giderek daha karmaşık düzenlemeler içinde kendini yapılandırma mücadelesi, doğanın sürekli ve kesintisiz bir yasası haline gelmiştir. Ana aktörlerin hâlâ insan olduğu—her ne kadar YZ ile bilgilendirilmiş, danışmanlık ve öneri sağlayan sistemlerle donatılmış olsalar da—bir dünyada, ülkeler yine de paylaşılan davranış normlarına dayalı bir dereceye kadar istikrarı, zamanın ayar ve düzenlemelerine tabi olarak koruyabilmelidir.

Ancak yapay zeka, pratikte bağımsız bir siyasi, diplomatik ve askeri varlıklar kümesi olarak ortaya çıkarsa, bu durum asırlık güç dengesi anlayışının yerini yeni ve bilinmeyen bir dengesizliğe bırakmaya zorlayacaktır. Son birkaç yüzyılda zorlukla ve sürekli değişen bir dengeyle elde edilen ulus-devletler arasındaki uluslararası uyum, kısmen oyuncuların sahip olduğu doğal eşitlik sayesinde sürdürülebilmiştir. Ancak, bazı devletlerin yapay zekayı en üst seviyede benimsemekte diğerlerinden daha hızlı davranması gibi ciddi bir asimetri dünyası, çok daha az öngörülebilir olacaktır.

Bazı durumlarda, insanlar yapay zeka tarafından güçlendirilmiş bir devletle ya da doğrudan yapay zeka ile askeri ya da diplomatik bir karşılaşma yaşarsa, rekabet etmek bir yana, hayatta kalmakta dahi zorlanabilirler. Bu tür bir ara düzen, toplumların içten çökmesine ve dış çatışmaların kontrol edilemez şekilde patlamasına tanıklık edebilir.

Güvenlik arayışının ötesinde, insanlar uzun zamandır zafer kazanma ya da onuru savunma adına savaşlar yapmıştır. Oysa makineler—şimdilik—ne zafer ne de onur kavramına sahiptir. Belki de hiçbir zaman bu kavramları benimsemeyeceklerdir. Bunun yerine, karmaşık hesaplamalara dayalı olarak anlık ve dikkatle bölünmüş toprak transferlerini tercih edebilirler. Ya da bireysel yaşamları önemsizleştirip sonuç odaklı bir yaklaşımı benimseyerek, insanlığın tükenişine yol açabilecek kanlı savaşlar başlatabilirler. Bir senaryoda, insanlık bu süreçten öyle bir dönüşüm geçirerek çıkabilir ki, insan davranışlarının vahşetinden tamamen kaçınmayı başarabiliriz. Diğer bir senaryoda ise, teknoloji bizi öylesine baskı altına alabilir ki, barbarlık dolu bir geçmişe geri dönmek zorunda kalabiliriz.

Yapay Zeka Güvenlik İkilemi

Birçok ülke, “yapay zeka yarışını kazanma” fikrine takılmış durumdadır. Bu durum bir bakıma anlaşılabilir. Kültür, tarih, iletişim ve algılar, günümüz büyük güçleri arasında her tarafın kendini güvensiz ve şüphe içinde hissettiği bir diplomatik durum yaratmıştır. Liderler, gelecekteki herhangi bir çatışmada küçük bir taktiksel avantajın belirleyici olabileceğine ve yapay zekanın tam da bu avantajı sağlayabileceğine inanıyorlar.

Eğer her ülke kendi konumunu en üst düzeye çıkarmak isterse, insanlığın daha önce hiç karşılaşmadığı bir psikolojik rekabet ortamı oluşacaktır; bu rekabet, rakip askeri güçler ve istihbarat teşkilatları arasında gerçekleşecektir. Varoluşsal bir güvenlik ikilemi kapıda bekliyor. Süper zeki bir yapay zekaya—yani bir insandan daha zeki olduğu varsayılan bir yapay zekaya—sahip olan herhangi bir insan aktörün ilk mantıklı isteği, muhtemelen bu güçlü teknolojiyi başka kimsenin ele geçiremeyeceğinden emin olmak olacaktır. Aynı zamanda, bu aktör, kendi rakibinin de aynı belirsizliklerle yüzleştiğini ve aynı hamleyi düşündüğünü varsayması makul bir beklenti olacaktır.

Savaştan Daha Azı: Süper Zeki Yapay Zeka ve Tehditleri

Bir süper zeki yapay zeka, doğrudan bir savaşa girmeden de rakip bir programı sabote edebilir, altını oyabilir ve engelleyebilir. Örneğin, yapay zeka, hem geleneksel bilgisayar virüslerini benzeri görülmemiş bir güçle donatmayı hem de bunları tamamen gizlemeyi vaat ediyor. 2010 yılında keşfedilen ve İran’ın uranyum santrifüjlerinin beşte birini yok ettiği düşünülen Stuxnet gibi bir bilgisayar kurdu misali, bir yapay zeka ajanı, rakibinin ilerlemesini, varlığını bulanıklaştırarak sabote edebilir ve düşman bilim insanlarını boşuna çaba göstermeye zorlayabilir.

Yapay zeka, insan psikolojisindeki zayıflıkları benzersiz bir şekilde manipüle etme kapasitesine sahip olduğu için, bir rakip ulusun medya sistemini ele geçirebilir. Böyle bir durumda, ülkenin yapay zeka geliştirme kapasitesine karşı kitleleri harekete geçirecek kadar endişe verici ve sahte bir dezenformasyon dalgası yaratabilir. Bu tür bir bilgi savaşı, bir ülkenin kendi yapay zeka çabalarını baltalayan iç muhalefet dalgalarına yol açabilir.

Yapay Zeka Yarışında Belirsizlik

Ülkelerin yapay zeka yarışında birbirlerine kıyasla nerede durduklarını anlamaları giderek zorlaşıyor. Şu anda en büyük yapay zeka modelleri, internetin geri kalanından izole edilmiş güvenli ağlarda eğitiliyor. Bazı yöneticiler, yapay zeka geliştirmenin er ya da geç geçilmesi imkânsız sığınaklara taşınacağını ve bu sığınakların süper bilgisayarlarının nükleer reaktörlerle çalıştırılacağını öngörüyor. Veri merkezleri şimdiden okyanus tabanına inşa ediliyor ve yakında Dünya yörüngesine taşınarak tamamen izole edilebilir.

Şirketler veya ülkeler, kötü niyetli aktörlere karşı önlem almak ve kendi gelişim hızlarını gizlemek için yapay zeka araştırmalarını yayımlamayı durdurabilir. Hatta bazıları, ilerlemelerinin gerçek durumunu çarpıtmak için yanıltıcı araştırmalar yayımlamaya başlayabilir ve bu yanıltıcı içeriklerin oluşturulmasında da yapay zeka kullanabilir. Bu tür bir strateji, küresel çapta yapay zeka yarışının daha da karmaşık ve şeffaflıktan uzak hale gelmesine neden olacaktır.

Bilimsel Aldatmacanın Örnekleri ve Yapay Zeka Yarışındaki Belirsizlikler

Bu tür bilimsel aldatmacalara dair bir emsal bulunmaktadır. 1942 yılında, Sovyet fizikçi Georgy Flyorov, Amerikalıların ve İngilizlerin ani bir şekilde atom çekirdeği bölünmesi üzerine bilimsel makaleler yayımlamayı bırakmasından yola çıkarak, ABD’nin nükleer bomba inşa ettiğini doğru bir şekilde öngörmüştü. Günümüzde ise bu tür bir yarış, zekâ gibi soyut bir kavram üzerindeki ilerlemeyi ölçmenin karmaşıklığı ve belirsizliği nedeniyle daha da öngörülemez hale gelmektedir. Bazıları, sahip oldukları yapay zeka modellerinin boyutunun bir avantaj sağladığını düşünse de, daha büyük bir model her bağlamda üstün olmayabilir ve ölçekli olarak dağıtılmış daha küçük modeller karşısında her zaman galip gelmeyebilir. Daha küçük ve özelleşmiş yapay zeka makineleri, bir uçak gemisine karşı bir drone sürüsü gibi hareket edebilir; onu yok edemese de etkisiz hale getirmesi mümkün olabilir.

Bir aktör, belirli bir yetenekte başarı göstererek genel bir avantaja sahip olarak algılanabilir. Ancak bu düşünce tarzının sorunu, yapay zekanın yalnızca bir teknolojide değil, çok çeşitli teknolojilerde yerleşik bir makine öğrenimi sürecini ifade etmesidir. Bir alandaki yetenek, başka bir alandaki yetenekten tamamen farklı faktörler tarafından yönlendirilebilir. Bu anlamda, genellikle hesaplanan herhangi bir “avantaj” yanıltıcı olabilir.

Ayrıca, son yıllarda yapay zeka yeteneklerinde yaşanan beklenmedik ve katlanarak artan patlama, ilerlemenin doğrusal ya da öngörülebilir olmadığını göstermiştir. Bir aktörün diğerine “yıllar veya aylar” bazında liderlik ettiği düşünülebilse de, kritik bir anda gerçekleşen teknik ya da teorik bir atılım, tüm oyuncuların konumlarını tersine çevirebilir.

Paranoya, Güvensizlik ve Stratejik Yarış

Böylesine bir dünyada, liderlerin en sağlam istihbaratlarına, en temel içgüdülerine ya da gerçeğin temeline bile güvenemediği bir ortamda, hükümetlerin maksimum paranoya ve şüphe ile hareket etmeleri anlaşılabilir olurdu. Liderler, çabalarının gözetim altında olduğu ya da kötü niyetli etkiler tarafından çarpıtıldığı varsayımıyla kararlar alıyor olabilir. En kötü senaryolara varsayılan bir yaklaşım benimsenirse, ön cephedeki herhangi bir aktörün stratejik hesaplaması, güvenlikten ziyade hız ve gizliliğe öncelik vermek olacaktır.

İnsan liderler, “ikinci bir sıranın” olmadığı korkusuna kapılabilir. Bu baskı altında, dış müdahalelere karşı caydırıcılık sağlamak için yapay zekanın devreye alınmasını erken hızlandırma riskine girebilirler. Bu tür aceleci adımlar, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde tahmin edilemeyen sonuçlar doğurabilir ve zaten belirsizliklerle dolu bir dünyada daha fazla istikrarsızlığa yol açabilir.

YENİ BİR SAVAŞ PARADİGMASI

İnsanlık tarihinin neredeyse tamamında, savaşlar belirli bir alanda gerçekleşmiş ve düşman kuvvetlerin yeteneklerini ve konumlarını makul bir kesinlikle bilmek mümkün olmuştur. Bu iki özelliğin birleşimi, her iki tarafa da psikolojik bir güvenlik ve ortak bir anlayış duygusu sağlamış, öldürücülüğün kontrollü bir şekilde sınırlandırılmasına olanak tanımıştır. Sadece aydınlanmış liderler, bir savaşın nasıl yapılacağına dair temel bir anlayışta birleştiğinde, karşıt güçler bir savaşın yapılması gerekip gerekmediğine karar verebilmiştir.

Hız ve hareket kabiliyeti, herhangi bir askeri ekipmanın kapasitesini destekleyen en öngörülebilir faktörlerden biri olmuştur. Bunun erken bir örneği, topun geliştirilmesidir. İnşa edildikten sonra bin yıl boyunca Theodosios Surları, Konstantinopolis’i dış istilacılardan korumuştur. Ancak 1452’de bir Macar topçu mühendisi, İmparator XI. Konstantin’e, savunma surlarının arkasından ateş ederek saldırganları paramparça edecek devasa bir top inşa etme teklifinde bulunmuştur. Ancak geleceği öngöremeyen ve gereken malzeme kaynaklarına sahip olmayan imparator, bu öneriyi reddetmiştir.

Ne yazık ki onun için, Macar mühendis bir paralı asker çıkmıştır. Taktik değiştirerek (ve taraf değiştirerek), tasarımını daha taşınabilir olacak şekilde güncellemiş ve bu devasa topun taşınması için en az 60 öküz ve 400 kişilik bir ekip gerekmiştir. Ardından, geçilmez kale surlarını kuşatmaya hazırlanan Osmanlı Sultanı II. Mehmed’e yaklaşmıştır. Genç sultanın ilgisini, bu topun “Babil’in surlarını bile yıkabileceği” iddiasıyla kazanan girişimci Macar mühendis, Türk güçlerinin 55 gün içinde antik surları aşmasına yardım etmiştir.

Bu on beşinci yüzyıl dramasının izleri, tarihte defalarca görülmüştür. On dokuzuncu yüzyılda hız ve hareket kabiliyeti, önce Napolyon’un ordusunun Avrupa’yı alt etmesiyle Fransa’nın, ardından Helmuth von Moltke (Büyük) ve Albrecht von Roon liderliğinde yeni gelişen demiryollarını kullanarak daha hızlı ve esnek manevralar gerçekleştiren Prusya’nın kaderini değiştirmiştir. Benzer şekilde, aynı Alman askeri ilkelerinin bir evrimi olan blitzkrieg, II. Dünya Savaşı’nda Müttefikler’e karşı büyük ve korkunç bir etkiyle kullanılmıştır.

“Yıldırım savaşı” kavramı, dijital savaş çağıyla birlikte yeni bir anlam ve yaygınlık kazanmıştır. Hız artık anlık bir olgu haline gelmiştir. Coğrafya artık bir sınırlama olmadığı için saldırganlar, hareket kabiliyetini sürdürebilmek için öldürücülükten ödün vermek zorunda kalmamaktadır. Bu kombinasyon dijital saldırılarda genellikle saldırganı avantajlı kılsa da, yapay zeka çağı, savunma hızını artırabilir ve siber savunmaların siber saldırılarla aynı seviyeye gelmesine olanak tanıyabilir.

Kinetik savaşta yapay zeka, başka bir sıçramayı teşvik edecektir. Örneğin dronlar, son derece hızlı ve hayal edilemeyecek kadar hareketli hale gelecektir. Yapay zeka yalnızca bir drone’u yönlendirmekle kalmayıp, drone filolarını da yönetmek için kullanıldığında, drone sürüleri tek bir uyumlu kolektif gibi hareket edecek, kusursuz bir senkronizasyonla uçacaktır. Gelecekteki drone sürüleri, özel harekat kuvvetlerinin her biri bağımsız komuta edebilen ölçeklenebilir birliklerden oluşması gibi, her boyutta birim halinde kolayca ayrılıp yeniden bir araya gelebilecektir.

Buna ek olarak, yapay zeka aynı derecede hızlı ve esnek savunmalar sağlayacaktır. Drone filoları, geleneksel mühimmatlarla etkisiz hale getirilmesi pratikte imkânsız ya da çok zordur. Ancak fotonlar ve elektronlar (mühimmat yerine) ateşleyen yapay zeka destekli silahlar, bir güneş fırtınasının açıkta kalan uyduların devrelerini yakması gibi, aynı derecede öldürücü ve etkisizleştirici kapasiteleri yeniden yaratabilir.

Yapay zeka destekli silahlar, eşi benzeri görülmemiş bir kesinlikte olacaktır. Antagonistin coğrafyasına dair bilgilerin sınırlılığı, savaşan tarafların yeteneklerini ve niyetlerini uzun süredir kısıtlamıştır. Ancak bilim ile savaş arasındaki ittifak, araçlarda artan bir doğruluğu garanti altına almıştır ve yapay zekanın daha fazla atılım yapması beklenmektedir. Böylece yapay zeka, ölümcül güç uygulaması dahil olmak üzere, orijinal niyet ile nihai sonuç arasındaki farkı daraltacaktır. İster karada konuşlanmış drone sürüleri, ister denizde yer alan makine birlikleri, isterse yıldızlararası filolar olsun, makineler insanları neredeyse hiç belirsizlik olmadan ve sınırsız bir etkiyle öldürebilecek son derece hassas yeteneklere sahip olacaktır. Olası yıkımın sınırları, yalnızca insanın ve makinenin iradesine ve öz kontrolüne bağlı olacaktır.

Bu durumda, yapay zeka çağında savaş, esas olarak bir düşmanın yeteneklerinin değil, niyetlerinin ve bu niyetlerin stratejik uygulamalarının değerlendirilmesine indirgenecektir. Nükleer çağda bu tür bir aşamaya zaten girmiş durumdayız, ancak yapay zeka bir savaş aracı olarak değerini kanıtladıkça bu dinamikler ve önemi çok daha keskin bir şekilde ortaya çıkacaktır.

Böylesine değerli bir teknoloji söz konusu olduğunda, yapay zeka destekli savaşlarda birincil hedeflerin insanlar olması bile gerekmeyebilir. Yapay zeka, insanları savaşın bir aracı olmaktan tamamen çıkarabilir, bu da savaşları daha az ölümcül ama potansiyel olarak daha az belirleyici olmayan bir hale getirebilir. Benzer şekilde, yalnızca toprak, yapay zeka saldırganlığını tetiklemek için yeterli olmayabilir, ancak veri merkezleri ve diğer kritik dijital altyapılar kesinlikle olabilir.

Bu nedenle teslimiyet, düşmanın asker sayısının azalması ve cephaneliğinin tükenmesiyle değil, hayatta kalanların silikondan kalkanlarının teknolojik varlıklarını—ve nihayetinde insan vekillerini—koruyamaz hale gelmesiyle gerçekleşecektir. Savaş, tamamen mekanik kayıplara dayanan bir oyuna dönüşebilir ve belirleyici faktör, insanın (ya da yapay zekanın) risk alarak ya da tamamen yıkımı önlemek için vazgeçerek o anı önlemeye çalışırken sergileyeceği psikolojik güç olacaktır.

Yeni savaş alanını yöneten motivasyonlar da bir ölçüde yabancı olacaktır. İngiliz yazar G. K. Chesterton bir keresinde, “Gerçek asker, önündekine duyduğu nefretten değil, arkasındakine duyduğu sevgiden savaşır,” diye şaka yapmıştı. Yapay zeka savaşları, sevgi ya da nefret, hatta askeri cesaret kavramını içermeyecektir. Öte yandan, ego, kimlik ve sadakati içerebilir—ancak bu kimliklerin ve sadakatlerin doğası, bugünkülerle tutarlı olmayabilir.

Savaş hesaplaması her zaman nispeten basit olmuştur: Savaşın acısını ilk katlanılamaz bulan taraf genellikle yenilir. Kişinin kendi eksikliklerinin bilincinde olması geçmişte bir ölçüde itidali beraberinde getirmiştir. Bu tür bir farkındalık olmaksızın ve acıya dair bir hissiyatı (ve dolayısıyla acıya karşı büyük bir toleransı) olmayan bir yapay zeka, savaşa dahil edildiğinde, onu itidale neyin sevk edeceği ve yürüttüğü çatışmaları nasıl sonlandıracağı büyük bir soru işareti oluşturur. Satranç oynayan bir yapay zeka, oyunun kurallarına ve nasıl sona ereceğine dair bilgilendirilmemişse, son piyon kalana kadar oynamaya devam edebilir.

JEOPOLİTİK YAPILANMA

İnsanlık tarihinin her çağında, adeta doğal bir yasanın emrine uyar gibi, uluslararası sistemi kendi değerlerine göre şekillendirme gücüne, iradesine ve entelektüel ile ahlaki motivasyona sahip bir birim ortaya çıkmıştır. Bunu birimiz (Kissinger) bir keresinde bu şekilde ifade etmişti. İnsan medeniyetlerinin en tanıdık düzeni, geleneksel olarak anlaşıldığı şekliyle Vestfalya sistemi olmuştur. Ancak egemen ulus-devlet fikri yalnızca birkaç yüzyıllıktır; bu kavram, on yedinci yüzyılın ortalarında Vestfalya Barışı olarak bilinen anlaşmalarla ortaya çıkmıştır. Bu, sosyal organizasyonun önceden belirlenmiş bir birimi değildir ve yapay zeka çağına uygun olmayabilir. Nitekim, kitlesel dezenformasyon ve otomatik ayrımcılık bu düzenlemeye olan inancı zayıflattıkça, yapay zeka ulusal hükümetlerin gücüne doğrudan bir meydan okuma oluşturabilir. Alternatif olarak, yapay zeka, bugünkü sistem içinde rakiplerin göreli pozisyonlarını yeniden düzenleyebilir. Gücü esas olarak ulus-devletler tarafından kontrol edilirse, insanlık hegemonik bir durağanlığa ya da yapay zeka ile güçlendirilmiş ulus-devletlerin yeni bir dengesine doğru zorlanabilir. Ancak teknoloji, çok daha köklü bir dönüşümün, küresel siyasi altyapıda devlet hükümetlerinin merkezi rollerini terk etmek zorunda kalacakları tamamen yeni bir sistemin katalizörü de olabilir.

Böyle bir olasılık, yapay zeka geliştiren ve sahip olan şirketlerin sosyal, ekonomik, askeri ve siyasi gücü tamamen ellerine geçirmesidir. Günümüz hükümetleri, hem bu yerli şirketlerin askeri gücünü, diplomatik sermayesini ve ekonomik ağırlığını teşvik eden bir destekçi olarak, hem de tekelci açgözlülük ve gizlilikten şüphelenen sıradan vatandaşın yanında duran bir destekçi olarak zor bir konumla karşı karşıyadır. Bu, sürdürülemez bir çelişki haline gelebilir.

Bu arada şirketler, zaten önemli olan güçlerini pekiştirmek için ittifaklar oluşturabilir. Bu ittifaklar, tamamlayıcı avantajlar ve birleşmeden sağlanan kâr temelinde ya da yapay zeka sistemlerinin geliştirilmesi ve uygulanmasına ilişkin paylaşılan bir felsefe temelinde inşa edilebilir. Bu kurumsal ittifaklar, geleneksel ulus-devlet işlevlerini üstlenebilir, ancak sınırlandırılmış toprakları tanımlamak ve genişletmek yerine, kendi alanları olarak dağınık dijital ağları geliştirmeyi hedefleyebilirler.

Ve başka bir alternatif daha var. Kontrolsüz, açık kaynaklı yayılım, daha düşük standartlarda ancak kayda değer yapay zeka kapasitelerine sahip küçük çeteler veya kabilelerin ortaya çıkmasına yol açabilir. Bu gruplar, sınırlı bir kapsamda kendi kendilerini yönetmek, ihtiyaçlarını karşılamak ve savunmak için yeterli güce sahip olabilir. Merkezi otoriteyi reddedip merkezi olmayan finans, iletişim ve yönetişimi tercih eden insan grupları arasında, teknolojiyle desteklenen bu proto-anarşi türü bir düzen üstün gelebilir. Veya bu gruplar dini bir boyut da kazanabilir. Sonuçta, Hristiyanlık, İslam ve Hinduizm gibi dinler, tarihte herhangi bir devletten daha geniş bir etkiye sahip olmuş ve daha uzun süre varlık göstermiştir. Gelecek çağda, ulusal vatandaşlıktan ziyade dini aidiyetin kimlik ve sadakat için daha geçerli bir çerçeve haline gelmesi olasıdır.

Her iki gelecekte de, ister kurumsal ittifakların hâkim olduğu bir düzen olsun ister gevşek dini gruplara yayılmış bir yapı, her grubun talep edeceği ve uğruna mücadele edeceği yeni “toprak,” artık kara parçası değil, dijital bir manzara olacaktır. Bu gruplar, bireysel kullanıcıların sadakatini kazanmaya çalışacak ve kullanıcılar ile herhangi bir yönetim arasındaki bağlantılar, geleneksel vatandaşlık kavramını alt üst edecektir. Bu varlıklar arasındaki anlaşmalar ise, sıradan ittifaklara benzemeyecektir.

Tarihte ittifaklar genellikle bireysel liderler tarafından kurulmuş ve savaş durumunda bir ulusun gücünü artırmaya hizmet etmiştir. Buna karşılık, barış zamanlarında sıradan insanların görüşleri, inançları ve öznel kimlikleri etrafında yapılandırılmış vatandaşlıklar ve ittifaklar—belki de fetihler ya da haçlı seferleri—olasıdır. Bu, imparatorluğa dair yeni (ya da çok eski) bir kavrayışı gerektirecektir. Ayrıca, bir sadakat yemininin beraberinde getirdiği yükümlülüklerin ve gelecekte yapay zeka ile dolu bir dünyada, herhangi bir çıkış seçeneği mevcutsa, bunun maliyetinin yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılacaktır.

BARIŞ VE GÜÇ

Ulus-devletlerin dış politikaları, idealizm ve realizm arasında bir denge kurularak inşa edilmiş ve zamanla bu dengeler yeniden düzenlenmiştir. Liderlerimizin kurduğu bu geçici dengeler, geriye dönüp bakıldığında, son durumlar olarak değil, kendi zamanlarının sadece geçici (ancak gerekli) stratejileri olarak görülür. Her yeni çağla birlikte, bu gerilim siyasi düzenin ne olduğuna dair farklı bir ifadeye yol açmıştır. Çıkarların peşinde koşma ile değerlerin peşinde koşma—ya da belirli bir ulus-devletin avantajı ile küresel iyilik arasındaki ikilik—bu bitmeyen evrimin bir parçası olmuştur. Diplomasi yürütürken, küçük devletlerin liderleri tarihsel olarak basit bir şekilde hareket etmiş, kendi hayatta kalma gerekliliklerini önceliklendirmiştir. Buna karşılık, daha geniş hedefleri gerçekleştirebilecek araçlara sahip olan küresel imparatorlukların liderleri daha zor bir ikilemle yüzleşmek zorunda kalmıştır.

Medeniyetin başlangıcından bu yana, insan organizasyon birimleri büyüdükçe yeni iş birliği seviyelerine ulaşmıştır. Ancak bugün, belki de gezegen çapındaki zorlukların büyüklüğü ve devletler arasında ve içinde belirgin olan maddi eşitsizlikler nedeniyle, bu eğilime karşı bir tepki ortaya çıkmıştır. Yapay zeka, insan yönetiminin bu daha büyük ölçekli taleplerine uygun olabilir ve sadece bir ülkenin zorunluluklarını değil, aynı zamanda küresel etkileşimlerin detaylarını ve hassasiyetlerini de görebilecek kapasiteye sahip olabilir.

Yapay zekanın, siyasi amaçlarla hem yurtiçinde hem de yurtdışında kullanıldığında, yalnızca dengeli değişimleri aydınlatmakla kalmayıp, ideal olarak yeni ve küresel olarak en iyi çözümleri sunabileceğine dair bir umut taşımaktayız. İnsanların ulaşamayacağı bir zaman ufkunda ve daha büyük bir kesinlikle hareket ederek, yapay zeka, rakip insan çıkarlarını uyumlu hale getirebilir. Gelecek dünyada, çatışmaları yönlendiren ve barışı müzakere eden makine zekaları, geleneksel ikilemleri netleştirebilir veya hatta aşabilir.

Ancak, eğer yapay zeka gerçekten bizim çözmemiz gerektiğini umduğumuz sorunları çözebilirse, bir güven kriziyle karşı karşıya kalabiliriz—hem aşırı özgüven hem de güvensizlik açısından. Özgüven fazlalığı açısından, kendi kendimizi düzeltme yeteneğimizin sınırlarını anladığımızda, insan davranışının varoluşsal meselelerini ele almakta makinelere çok fazla güç devrettiğimizi kabul etmek zor olabilir. Öte yandan, işlerimizi insan iradesinden tamamen arındırmanın en zorlu sorunlarımızı çözmek için yeterli olduğu gerçeği, insan tasarımının eksikliklerini fazlasıyla açık bir şekilde gözler önüne serebilir. Eğer barış her zaman basit bir gönüllü tercih olmuşsa, insan kusurlarının bedeli, sürekli savaşla ödenmiştir. Bir çözümün her zaman var olduğunu, ancak bizim tarafımızdan asla tasarlanmadığını bilmek, insan gururuna ağır bir darbe olurdu.

Güvenlik durumunda ise, bilimsel veya diğer akademik alanlardaki insan katkısının yerinden edilmesinden farklı olarak, mekanik bir üçüncü tarafın tarafsızlığını, insanın kendi çıkarlarını gözeten doğasından üstün olarak daha kolay kabul edebiliriz—tıpkı insanların çekişmeli bir boşanma davasında bir arabulucuya ihtiyaç duyduğunu kolayca kabul etmesi gibi. Bazı en kötü özelliklerimiz, en iyilerimizi sergilememizi sağlayabilir: İnsanların, başkalarının zararına dahi olsa, kendi çıkarlarını gözetme içgüdüsü, yapay zekanın bireysel çıkarın ötesine geçişini kabul etmemizi kolaylaştırabilir.

HENRY A. KISSINGER, 1973-1977 yılları arasında ABD Dışişleri Bakanı ve 1969-1975 yılları arasında ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev yapmıştır.

ERIC SCHMIDT, Özel Rekabet Çalışmaları Projesi Başkanı ve Google’ın eski CEO’su ve Başkanıdır.

CRAIG MUNDIE, Alliant Computing Systems’in Kurucu Ortağı ve Microsoft’un CEO’suna eski Kıdemli Danışmanıdır.

Bu makale, Genesis: Artificial Intelligence, Hope, and the Human Spirit (Yapay Zeka, Umut ve İnsan Ruhu) adlı kitabından (Little, Brown and Company, 2024) uyarlanmıştır.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...

Srebrenitsa Soykırımı Mahkumu Radislav Krstic’in Mektubu

Srebrenitsa’da soykırımın desteklenmesi ve yardım edilmesi suçundan Lahey’de 35...