Yunanistan’ı Cameron mu Kurtaracak?

Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi’nin (AB Konseyi) 9 Aralık 2011 Cuma günü biten zirvesi medyada daha çok “İngiltere’nin vetosu” şeklinde haber oldu. Hâlbuki zirvenin asıl amacı Euro bölgesi borç kriziyle ilgili kararlar almaktı.

Zirve sonunda “Euro Bölgesi Devlet ve Hükümet Başkanları” imzasıyla bir bildiri yayımlandı. Bu bildiride biri uzun vadeli, diğeri kısa vadeli olmak üzere iki önemli kararlar dizisi vardı. Uzun vadeli kararlar olarak, bütçe disiplini ile ilgili Maastricht kriterlerinin (merkezi hükümet bütçe açığının GSYİH’nın %3’ünü ve borç yükünün de GSYİH’nın %60’ını geçmemesi) daha sıkı işletileceği, yapısal bütçe açığı için %0,5’lik yeni bir limit getirileceği ve bu hedefleri tutturamayan ülkeler için otomatik olarak bazı yaptırımların devreye gireceği açıklandı. Kısa vadeli önlem olarak da, AB bünyesinde krizle mücadele için kurulan geçici fonun (EFSF) daha hızlı ve etkin bir şekilde kullanılacağı, kalıcı fon için oluşturulacak yapının (ESM) bir an önce kurulacağı, ayrıca Euro bölgesi ülkelerinin IMF’ye krizle mücadelede kullanması için ilave kaynak sağlayacağı açıklandı.

Avrupa Birliği bundan önceki zirvelerinde borç krizinden çıkış için gerekli adımları yeterli ölçüde atmamakla eleştirilmişti. Bu zirveden çıkan açıklamanın kısa vadeli önlemlerle ilgili kısmı için de benzer eleştiriler yapıldı. Açıklanan uzun vadeli önlemler konusunda ise iki farklı görüş mevcut. Bazı ekonomistler kriz ortamında daha sıkı bir bütçe disiplininin ekonomik büyümeyi baskılayarak krizden çıkışı daha da geciktireceğini ileri sürüyor. Diğer görüş ise bütçe disiplininin piyasa oyuncularına güven vereceğini ve bunun sonucunda söz konusu ülkelerin daha uygun koşullarda borçlanabileceğini savunuyor. Zirveden çıkan karar bu ikinci görüşü yansıtıyor.

Son zirvede alınan kararlar sadece içerikleri açısından değil, kararların alınmasında kullanılan yöntem bakımından da tartışılmayı hak ediyor. İngiltere’nin kararları “veto” etmiş olması, kararların içeriğinden bağımsız olarak bir takım ekonomik sonuçlar getirebilir.

Zirveden Euro kullanan ülkelerin mali politikalarını birbirine daha fazla yaklaştıracak ve daha sıkı bir bütçe disiplininin uygulanmasını getirecek bir takım kararların çıkması zaten beklenen bir şeydi. Bu kararların nasıl alınacağıyla ilgili ise bir görüş ayrılığı vardı. Almanya bu yöndeki kararların AB’nin anayasası sayılan kurucu anlaşmalarda yapılacak değişikliklerle alınmasını istiyordu. AB Konseyi Başkanı Van Rompuy ise, kurucu anlaşmaları değiştirmenin ulusal parlamentolarda onaylanma ve bazı ülkelerde referandum gerektirmesinden dolayı uzun ve sıkıntılı bir süreç olduğundan bahisle, alınacak kararların “Protokol 12” olarak bilinen bir protokolü değiştirmek yoluyla alınmasını öneriyordu. Bütçe hedeflerini tutturamayan ülkelerle ilgili olan ve anlaşmanın asıl metninin bir parçası olmayan bu protokol, AB Konseyi’nde oybirliğiyle alınacak bir kararla ve ulusal parlamentoların onayı gerekmeksizin değiştirilebiliyordu.

Euro bölgesi içinde daha fazla entegrasyona gidilmesinin Londra’nın finans merkezi olma konumuna verebileceği zarardan dolayı İngiltere Başbakanı Cameron bu kararları veto edince, her iki yöntem de uygulanamadı ve ortaya üçüncü bir yol olarak hükümetler arası anlaşma yöntemi çıktı. Nitekim zirve sonrası yapılan açıklama da “Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları” adına değil, “Euro Bölgesi Devlet ve Hükümet Başkanları” adına yapıldı. Bu noktada İngiltere’nin vetosunun ne işe yaradığı, gerçek bir “veto” olup olmadığı tartışma konusu haline gelmektedir. Söz konusu veto ile İngiltere kurucu anlaşmalarda veya Protokol 12’de değişiklik yapılmasını engellemiş oldu ama diğer üyeler farklı bir yöntem (hükümetler arası anlaşma) kullanarak bir anlamda vetoyu geçersiz kılmış oldular.

Her ne kadar İngiltere bu anlaşmanın AB mekanizması dışında olduğunu, dolayısıyla anlaşmanın uygulanması için Komisyon, Konsey ve Avrupa Adalet divanı gibi AB kurumlarının kullanılamayacağını, hatta Euro kullanan ülkelerinin hükümet ve devlet başkanlarının toplantılarında AB binalarını kullanmamaları gerektiğini ileri sürse ve bu konularda bir noktaya kadar hukuki mücadele yürütmesi mümkün olsa da, sonucun değişmesi pek mümkün gözükmemektedir. Zirve sonunda “Euro Bölgesi Devlet ve Hükümet Başkanları” adına yapılan açıklama, sanki “AB Devlet ve Hükümet Başkanları” adına yapılmış gibi bir dil kullanmakta, Avrupa Adalet Divanı’nın yetkisini kabul ettiğini ifade etmekte, Komisyona ve AB Konseyi’ne alınan kararların uygulanmasıyla ilgili bir takım görevler yüklemektedir. Yani söz konusu ülkeler AB kurumlarını bu anlaşmanın yürütülmesi için kullanma konusunda kararlıdır. Ayrıca, hem mevcut yalnızlığını daha da artıracağı için hem de kazanma ihtimali düşük olduğu için İngiltere büyük ihtimalle AB kurumlarının kullanımıyla ilgili bir hukuk mücadelesine girişmeyecektir. Sonuç olarak İngiltere’nin vetosu pratikte herhangi bir şeyi engellememiş, sadece AB içinde daha da yalnızlaşması sonucunu getirmiştir.

Başka bir açıdan bakıldığında, İngiltere’nin “veto”su Euro ülkeleri için arzu edilen bir takım sonuçların doğmasına da vesile olabilir. Alınan kararların içeriğinden bağımsız olarak, kararların İngiltere’nin büyük direnişine rağmen ve vetosunu hiçe sayarak alınmış olması, Euro bölgesi ülkelerinin krizi çözme konusunda ciddi bir irade gösterdiği ve kararlı oldukları mesajını vermektedir. Sıkı bütçe disiplininin doğru politika olup olmadığı ve kurtarma fonunun miktarının yeterli olup olmadığı tartışmaları devam etmekle beraber, Euro bölgesi ülkeleri AB içinde ciddi sonuçlar da doğursa krizin çözümü için büyük adımlar atma iradesine sahip olduklarını göstermişlerdir. Önceki zirvelerde alınan kararlara getirilen en büyük eleştirilerden birinin AB’nin krizin çözümü için gerekli iradeyi gösterememesi olduğu dikkate alınırsa, üyelerden birinin vetosunun çiğnenmesi pahasına alınan bu yeni kararların, piyasa oyuncularının algılarını en azından orta vadede olumlu yönde değiştirmesi ve Euro bölgesindeki ülkelerin borçlanma koşullarında iyileşmelere neden olması beklenir. Bu anlamda Cameron’un vetosu Yunanistan’ı da kurtarabilir.

 

Yrd. Doç. Dr. Salih BAYRAM

Yalova Üniversitesi Öğretim Üyesi

 

Kaynak: Yalova Üniversitesi Uluslararası Çatışma Çözümleri Uygulama ve Araştırma Merkezi (YÜÇAM)

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...

Sığınmacıların Ev Sahibi Ülkelere Katkıları: Türkiye’deki Suriyeliler

Sena Özdemir Göç Çalışmaları o-Staj Programı ÖZET İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanan...