Çinlilerin Türkiye Algısı

Şimdiye kadar doğal olarak Türk kamuoyunda Çin’e ilişkin toplumsal algı tartışmaları yapıldı. Çin ekonomik olarak bir tehdit mi yoksa fırsat mı, siyasi olarak Türkiye’nin Batı dünyasıyla ilişkilerini dengeleyebilir mi gibi konular sıklıkla tartışılmaya başladı. Fakat Çinlilerin Türkiye’yi nasıl algıladığı konusu üzerinde pek durulmadı. Aslında Çinlilerin Türkiye algısının bilinmesi Ankara’nın oluşturacağı Çin politikası açısından son derece önem taşıyor.

Son yıllarda hızla gelişen ikili ilişkilere bağlı olarak Türkiye ve Çin arasında çok sayıda akademik, diplomatik ve ticari nitelikli değişim gerçekleşti. Son dönemde özellikle akademik nitelikteki Türkiye veya Çin’de organize edilen bazı faaliyetlere katılma şansım oldu. Çin Sosyal Bilimler Akademisi (CASS) ve T.C. Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) tarafından 4 Eylül 2012 tarihinde Pekin’de düzenlenen “Çin ve Türkiye İlişkileri Semineri” bunlardan birisi. Gün boyu süren bu üç oturumlu toplantı sırasında Türk ve Çinli akademisyenler ikili ilişkilerin yanı sıra, Türkiye ve Çin’i ilgilendiren bölgesel ve küresel konularla ilgili değerlendirmelerde bulundular.

Çin’de Akademik Kültür

Öncelikle Çin’deki sosyal bilimlere bakışı değerlendirmekte yarar var. Çinli yöneticiler açısından sosyal bilimler, ülkenin siyasi, ekonomik ve toplumsal çıkarlarını savunmaya yarayan bir araç olarak görülüyor. Üniversitelerin ve tamamı devlete bağlı çeşitli düşünce kuruluşlarının yayınlarına baktığınızda, bunların akademik kaygılarla yazılmaktan çok Çin’in mevcut çıkarlarını meşrulaştırmaya dönük olduğunu görüyorsunuz. Yayınlarda Çin resmi politika ve söylemleri dışında bir bakışa rastlamanız pek mümkün değil. Ayrıca Çin bilim dünyası çok fazla Çince’ye hapsolmuş bir durumda. Yayınların ezici bir çoğunluğu Çince yapılıyor ve Çinli akademisyenler de daha çok Çince kaynaklardan besleniyor. 

Ayrıca uluslararası nitelikteki toplantılarda Çinli akademisyenler Çince konuşmayı tercih ediyorlar. Bunun temel iki sebebi bulunuyor. Öncelikle Çinli akademisyenler arasında İngilizce konferans verebilecek düzeyde olanların sayısı oldukça sınırlı. İkinci olarak Çinliler akademik platformları tıpkı resmi veya diplomatik görüşme gibi değerlendiriyorlar. Diplomatik toplantılarda kesinlikle Çince konuştukları gibi akademik toplantılarda da İngilizcesi iyi olanlar dâhil Çince konuşmayı tercih ediyorlar. Çince’nin uluslararası alanda yaygın bir dil olmadığı düşünülürse, böyle bir tavır Çinliler açısından karşı tarafla yeterince etkileşime geçememe gibi bir sıkıntı doğuruyor. Çinlilerin sırf Çince konuştuğu platformlar ise Çinli olmayan akademisyenler açısından can sıkıcı resmi toplantılar haline geliyor. Üstelik böyle toplantılarda İngilizce konuşmayan ülkelerden gelen heyetler de kendi dillerinde konuşmaya başlayınca, akademik bir ortamdan artık tamamen kopup çeviri dünyasına dalıyorsunuz. Bu durum da Çinlilerin kendi tezlerini inandırıcı bir şekilde muhataplarına ulaştırmalarını engelliyor. Hâlbuki Tayvan’daki (Milliyetçi Çin) düşünce kuruluşu ve üniversitelerle temasa geçtiğinizde daha başarılı şekilde uluslararası akademik standartların yakalandığını görüyorsunuz.

Türkiye Algısı

Çinli diplomat ve akademisyenler Türkiye’yi dünyanın stratejik bir noktasında bulunan siyasi ve ekonomik istikrara sahip bir ülke olarak değerlendiriyorlar. Hem ekonomik kalkınmada gösterdiği başarı hem de potansiyeli dolayısıyla Çin’in Türkiye’yle mutlaka iyi ilişkiler kurması gerektiğini düşünüyorlar. Türkiye’nin coğrafi konumu konusunda ise kafaları karışık. Çinliler Türkiye’yi Asyalı bir ülke olarak değerlendirmelerine rağmen, yine de Türkiye’nin Asyalı mı yoksa Avrupalı mı olduğunu soramadan edemiyorlar. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye’yi bir Afro-Avrasya ülkesi olarak tanımladığını duymak Çinlileri oldukça şaşırtıyorlar. Türkiye’nin bölgeler arasında bir geçiş ülkesi olduğunu ve pek çok bölgeyle kültürel ortaklığının bulunduğunu vurgulamak Türkiye’ye yönelik olarak duydukları saygıyı daha da artırıyor.

Türkiye’nin 2000’li yıllarda geliştirdiği “Komşularla Sıfır Sorun” ve “Merkez Ülke Türkiye” gibi dış politika yaklaşımlarının Çinli akademisyen ve diplomatlar tarafından “Doğuya (Asya’ya) Yönelme Politikası” olarak algılandığı ve bunun da son derece olumlu karşılandığı anlaşılıyor. Hatta Ankara’nın bu politikası Çinliler tarafından Yeni-Osmanlıcılık olarak da tanımlanıyor. CASS’taki toplantıda Türk devlet yetkililerinin hiçbir şekilde sahiplenmediği Yeni Osmanlıcılık politikası üzerine tebliğler de dinledik. Ancak Çinliler Yeni Osmanlıcı politikayı eleştirel bir anlamda değerlendirmeyip Doğu’ya Açılma stratejisinin bir unsuru olarak ele alıyorlar. Aslında bu noktada Çinliler ve Batılılar birleşiyor. Özellikle 2010 yılında Batılı medyada zirve yapan Türkiye’ye yönelik eksen kayması eleştirileri, Çinliler tarafından Doğu’ya yaklaşma politikası olarak değerlendirilip alkışlanıyor. Bu açıdan Ankara’nın eksen kayması olmadığına dönük tezlerinin ne Doğu’da ne de Batı’da yeterince kabul görmediği anlaşılıyor.

Arap Baharı, NATO ve AB’ye Bakış

Türkiye ve Çin arasında 2000’li yıllarda geliştirilen uluslararası barış ve istikrarın korunması, dünyada dengeli ve adil bir ekonomik kalkınmasının sağlanması noktasında bir mutabakat bulunuyor. Bunun en önemli kırılma noktası ise 2011’de ortaya çıkan Arap Baharı ve özellikle Suriye’de yaşanan gelişmeler. Çinliler ağız birliği etmişçesine Suriye’deki gelişmeleri Esed rejimine karşı Amerikan emperyalizminin bir oyunu olarak görüyorlar. Esed rejiminin halkına baskı uygulaması hatta şiddet kullanması Çinliler tarafından pek dikkate alınmıyor. Mevcut konumu itibariyle Çin’in BM vasıtasıyla özellikle de NATO tarafından Suriye’ye dış müdahale yapılmasına kesinlikle rıza göstermeyeceği anlaşılıyor. Çinlilere göre NATO, Soğuk Savaş şartlarında oluşmuş ve bugün Amerikan emperyalizmine hizmet eden bir askeri örgüt niteliğinde ve Türkiye’nin NATO’da yer almaması gerekiyor. Çinliler Başkan Obama’nın ilan ettiği Asya-Pasifik bölgesinde Çin’in dengelenme stratejisine oldukça tepkililer ve Kasım 2012’deki başkanlık seçimlerini Demokratların veya Cumhuriyetçilerinin kazanmasının Amerikan politikaları açısından pek bir şeyi değiştirmeyeceğini düşünüyorlar.

Çinliler Avrupa Birliği (AB) ile ilgili gelişmeleri ve Avro bölgesinde çıkan krizi müstehzi bir edayla değerlendiriyorlar. AB’nin geleceğinin parlak olmadığını dünyanın ikinci büyük ekonomisine sahip bir ülkenin vatandaşları olmanın verdiği rahatlık içerisinde söylüyorlar. Avrupa ülkelerinin ekonomik durumunun hiç parlak olmadığını vurgularken şimdilik verdikleri tek örnek Yunanistan oluyor. Çinliler NATO için söyledikleri gibi Türkiye’nin yerinin AB olmadığını ve Ankara’nın niye halen krizdeki bir AB’ye üyelikte ısrar ettiğini anlamadıklarını belirtiyorlar.

Dünyada hızla artan “Çin’in yükselişi”, “dünyanın ikinci büyük gücü Çin” ve “geleceğin süper gücü Çin” kavramlarına Çinliler şüpheyle yaklaşıyorlar. Çinli diplomat, akademisyen veya gazeteci kimle konuşursanız konuşun Çin olarak böyle iddialarının olmadığını söylüyor. Çin olarak tek dertlerin ekonomik olarak kalkınmak ve dünyanın kalkınmasına da hizmet etmek olduğunu ve hiçbir yayılmacı niyetlerinin olmadığını vurguluyorlar. Bu tür kavramları ortaya atanların da Çin’in kalkınmasını sekteye uğratma niyeti taşıdığına inanıyorlar. Ama Çin’in kalkınmasında yaşanacak herhangi bir sorunun hatta çıkacak bir ekonomik krizin sadece Çin’i değil tüm dünyayı etkileyeceğini de vurgulamaktan çekinmiyorlar. Yani Çinliler “bizim tekerimize çomak sokmayın, yoksa siz de fena olursunuz” mesajını vererek aba altından sopa göstermeyi ihmal etmiyorlar. Bu açıdan Çin, uluslararası alanda düşük profilli görünmeye ve sadece yumuşak güç unsurlarıyla hareket etmeye özellikle dikkat ediyor. Dünyada ve komşu ülkelerde siyasi, askeri ve ekonomik olarak “Çin tehdidi” algılamasını besleyecek söylem ve davranışlardan özellikle kaçınıyorlar.

Hassas Nokta: Doğu Türkistan / Şincan

Çinlilerle yapılan görüşmelerde en hassas konu Doğu Türkistan. Çinliler Türkiye’de Doğu Türkistan isminin kullanılmasına itiraz ediyorlar ve bunu Çin’in bölünmesine destek vermekle eşdeğer tutuyorlar. Çinliler sadece ayrılıkçı Uygurlara terörist demek için Doğu Türkistanlı teröristler tabirini kullanıyorlar. Bu açıdan Çin’in Doğu Türkistan terimini terörizmle eş tutmak gibi bir politikası olduğu anlaşılıyor. Yani nasıl El-Kaide denilince dünya kamuoyunda terörizm anlaşılıyorsa, Doğu Türkistan denince de terörizmi çağrıştırması isteniyor. Ayrılıkçı Uygurları ise Amerikan ajanı olarak görüyorlar. Türkiye’nin Çin’i bölmek gibi bir niyetinin olmadığını ama Uygurların iki ülke ilişkilerini geliştirme konusunda olumlu katkı sağlaması gerektiğine itiraz etmiyorlar. Urumçi-İstanbul uçak seferlerinin başlaması, Çinli (Uygur ve Hui) Müslüman din adamlarının Türkiye’de eğitilmesi için T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı’yla protokol imzalanması ve Urumçi’de Türk sanayi tesisinin kurulması konusunda atılan adımlar Çin tarafının bölgeyi Türkiye’ye açma konusunda olumlu gelişmeler. Türkiye ise kendi kapasitesinin sınırlarını da gözeterek Türkiye-Çin ilişkilerinin gelişmesine bağlı olarak Uygurların durumunun iyileşeceğini düşünüyor. Doğu Türkistan/Şincan’ın Türklerin ata yurdu mu olduğu, yoksa tarih boyunca hep Çin’e mi ait olduğu konusunda iki taraf arasında halen yaklaşım farkı bulunuyor.

CASS’taki seminerde yapılan ilginç bir diğer sunum da dünyadaki Çin algısıyla ilgiliydi. Buna göre dünyada Çin’e en fazla olumsuz bakan ülkeler arasında Türkiye de bulunuyor. Örneğin 2011 yılında Türkiye ancak yüzde 18 destekle Çin’e en olumsuz bakan ülke konumunda. Türkiye’yi yüzde 25 ile Hindistan ve yüzde 34 ile Japonya ve Almanya takip ediyor. Türk toplumunun Çin’e olumsuz bakışını Doğu Türkistan ile ilgili gelişmelere bağlıyorlar. Diğer ilginç bir nokta ise Almanların Çin’e olumsuz bakışını Almanya’da yaşayan Türk toplumunun etkisine bağlıyorlar. Ancak Almanların sırf Almanya’daki Türk toplumu olumsuz bakıyor diye Çin’e şüpheyle yaklaşması pek mümkün değil. Yine Çin kamuoyunda Türkiye algısının olumsuz olduğuna vurgu yapılıyor. Çin halkı Uygurlarla ilgili olarak Türkiye’nin Çin’in içişlerine karıştığını düşünüyor.

Son olarak, Çinlilerin güçlü bir gelecek inşa etmek için Türkiye’nin dostluğuna önem verdikleri anlaşılıyor. Sadece Karadeniz ve Doğu Akdeniz havzasında değil Orta Asya ve Afrika’da Türkiye ile güçlü bir ortaklık kurmak istiyorlar. İlginçtir Türkiye’yi Afrika’da kendilerine en önemli rakip olarak görüyorlar. Türkiye’nin kıtadaki siyasi, ekonomik ve kültürel faaliyetlerini yakından takip ediyorlar. Nasıl olup da Türkiye gibi bir ülkenin 5-6 yıl gibi kısa süre içerisinde tüm Afrika kıtasında nüfuzunu bu derece artırabildiği, Çinlilerin de çok merak ettikleri bir konu. Önümüzdeki yıllarda Türkiye-Çin ilişkilerin gelişerek daha da derinleşmesi kimse için sürpriz olmasa gerek.

Selçuk Çolakoğlu

USAK Uzmanı

Adnan Menderes Üniversitesi Öğretim Üyesi


Kaynak: USAK

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...