Büyük Devlet Kavramı ve Türkiye

“Büyük Devlet” olgusu… Günlerdir aklımı kurcalayan bir konu bu. Nereye gitsem, nereye baksam, kimle konuşsam sürekli bir kenardan beni rahatsız ediyor. Üzerinde düşündürdü uzun uzun ve ülkemizden de bazı örneklerle bütünleşti sonunda.

Büyük devlet tanımı kişiden kişiye, kurumdan kuruma ya da içinde bulunulan zamana göre değişiklik göstermiştir. Ulus- devlet dönemine kadar daha çok sahip olunan toprak büyüklüğü gösterirdi devletin büyüklüğünü. Daha sonra asker sayısı oldu bu ana kriter. Günümüzde ise büyük devlet olma kriteri nedir diye düşündüğümüzde birkaç kriterden bahsedebiliriz, bunlar;  askeri güç ( füzeler ve yıkım güçleri, askeri teknoloji vb.), ekonomik güç (sahip olunan enerji rezervi, dışa bağımlılık, büyüme vb.) ya da diplomatik güç( kitleleri etkileyebilme ve yönlendirebilme).

Son yıllarda diplomatik güç askeri güçten daha önemli bir konuma gelmiştir. Bunu süper güç Amerika ve diğer batılı büyük devletler itina ile kullanmaktadır. ABD, 2001 Afganistan ve 2003 Irak işgallerinin meşruiyetini tüm dünyaya terörizm korkusu salarak ve bunun kendisinin önderliğinde birleşerek çözülebileceğini empoze ederek sağlamıştır. 

Soğuk savaşın bitmesiyle birlikte ABD uluslararası arenada yalnız başına kalmıştır. Bunun yanında günümüzde birkaç bölgesel güçten bahsedilmektedir. Bu bölgesel güçler arasında Türkiye de vardır. İlk bakışta ülkemizin bir bölgesel güç olarak gösterilmesi hepimizi gururlandırır. Ancak duygusal yaklaşımları bir kenara bırakıp reel politikaya ve gerçek yaşama dönüp somut örnekleri incelemekte yarar vardır.

Türkiye, ekonomik açıdan 2001 ekonomik krizinden sonra büyük bir atılım gerçekleştirmiştir ve ekonomi alanındaki çatlakları onarmıştır. Bu ekonomik atılımda 2002’de başa gelen AKP’nin tek başına iktidar olmasının ve 10 yıldır istikrar göstermesinin payı tartışılmaz bir gerçektir. Ancak büyük devlet, süper güç, bölgesel güç ya da siz ne derseniz deyin onu olmak için sadece ekonomik gelişmeler de yeterli olmamaktadır.

Askeri teknoloji de bir ülkenin gücü açısından önemli bir kolondur. Sahip olunan askeri teçhizatın yanı sıra hareket kabiliyeti, yıkım gücü ve stratejik zamanlarda doğru karar alabilme yeteneği de bir ülke için önemli konulardır.

Ancak 2000’li yıllarda bir ülkeyi ön plana çıkartan en önemli etmen diplomatik güçtür. Peki diplomatik güç dediğimizde ne anlamalıyız? Ülkelerin dış işleri bakanlığı bünyesinde örgütlenen diplomasi anlayışı artık klasik kalmıştır ve günümüzdeki ülkeler arası ilişkiler bu tür ilişkinin çok uzağındadır. Artık hükümetler sadece kendi yönettiği halkı değil diğer ülke halklarını da etkileme ve kendi politikaları doğrultusunda çalışmalar gerçekleştirmektedir. Ülkemizde de bu yönde önemli bir adım atılmıştır ve Başbakanlık bünyesinde Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü kurulmuştur. Bu koordinatörlüğün amacını çok basit bir şekilde tanımlamak gerekirse üretilen politikaları pazarlamaktır. Bu politikalar sadece siyasi değil aynı zamanda ekonomik, sosyal, kültürel ve diğer konuları da içerir.

Yazının başından beri aklımdaki iki olaydan bahsetmeden geçemeyeceğim. Bu iki olay, Türkiye’nin büyük devlet, bölgesel güç kavramlarını ne kadar karşılayabildiğini gösteren olaydır. Mavi Marmara ve Suriye’nin  jetimizi düşürmesi. Aslında yukarıda bahsettiğimiz askeri, ekonomik ve diplomatik güç ya da diğer başka etmenleri de katarsak bu saydıklarımız teorik olarak büyük devlet, bölgesel güç kavramlarının içini doldursa da reel politikada Türkiye’nin kat etmesi gereken biraz daha yol var sanki.

Davos’ta Başbakan Erdoğan’ın “one minüt” çıkışı ülkemizde ve Ortadoğu’da büyük bir coşku ve heyecanla karşılandı. Ayrıca Erdoğan’ın Tahrir Meydanında neredeyse Osmanlı padişahı ve halifesi gibi karşılanması Türkiye’nin Ortadoğu coğrafyasında bölgesel bir güç, sözü dinlenen lider bir ülke gibi görülmesini ve gösterilmesini güçlendirdi. Ancak Türkiye, dışarıya karşı böyle bir imaj verirken kendi içindeki karar ve hareket mekanizmalarıyla pratik anlamda bölgesel güç kavramının altını dolduramamıştır.

Mavi Marmara baskınında 9 Türk vatandaşı İsrail Devleti tarafından uluslararası karasularında öldürüldü. Olayın hemen ertesinde Türkiye, hem Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini hem de NATO’yu acil topladı, olayın yaşandığı günden sonraki birkaç gün boyunca dünya bizim haykırışımız ve ortalığı ayağa kaldırmamızla meşgul oldu. Ardından İsrail ile diplomatik ilişkilerimizi askıya aldık büyükelçimizi çektik. Sonra İsrail’in bizden özür dilemesini ve öldürdüğü kişiler için tazminat vermesini istedik.

Ne Birleşmiş Milletler somut bir adım attı, ne NATO. Ayrıca İsrail de bırakın özür dilemeyi yaptığının arkasında sonuna kadar durdu tazminatta vermedi tabi ki. Olan yine öldürülen 9 tane vatandaşımıza oldu. Bozduğumuz diplomatik ilişkiler de elbet sonsuza dek böyle gitmeyecek birkaç seneye kadar mutlaka normalleşme süreci başlayacak. Yani Türkiye’nin Mavi Marmara olayında elinde var kocaman bir sıfır.

İkinci olayı da incelediğimizde ilkinden pek farklı bir sonuca ulaşamıyoruz. Suriye 22 Haziranda Türk jetini hava sahasına girdiği gerekçesiyle düşürdü. Türkiye ise jetin uluslararası hava sahasında düşürüldüğünü açıkladı. Türkiye, NATO’yu acil toplantıya çağırdı. Başbakan, Obama ile telefonda görüştü. ABD Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton, Türkiye’ye destek açıklamaları yaptı, ulusal ve uluslararası basında savaş çığırtkanlığı bile yapıldı. Türkiye bir özür bekledi. Beşer Esed keşke düşürmeseydik dedi ancak bu kadar. Ne Türkiye’nin uğradığı maddi zarar ne de şehit olan iki tane askeri kimse görmüyor, düşünmüyor. Sanırım farkında değiliz iki tane askerimiz başka bir devlet tarafından öldürüldü.  Son bir iki gündür bile haber kanallarında düşürülen jet ile ilgili haberler azaldı kimi kanallarda yok bile. Bir süre sonra bu olayın da üstü kapanacak. Bizim NATO’yu acil toplantıya çağırmamızın boş olduğu bir kez daha ortaya çıkacak. Yani Türkiye’nin jet krizinde de elinde var kocaman bir sıfır.

Eğer Türkiye, Mavi Marmara ve jet krizinde gerekli hamleleri yapsaydı durum daha farklı olurdu. Kastettiğimiz hamleler sadece askeri hamleler değil. Tabi ki gerekirse askeri hamleler de yapılabilir. Gereken yapılacaktır açıklaması sadece söylemde kalmamalı fiiliyata da geçirilmeli eğer büyük devlet olmak, bölgemizde lider ülke olmak istiyorsak. Başkalarının sana sen büyüksün demesi ile büyülemiyor maalesef. Eğer sana karşı yapılan bir eyleme karşı sen de karşı bir eylem içinde bulunabiliyorsan ve bundan daha önemlisi bu eylemin zararına veya getirisine katlanabiliyorsan işte o zaman büyük devlet olursun. Türkiye henüz büyük devlet gücüne ve olgunluğuna erişebilmiş değildir.  Ancak doğru tespit edilen hedefler ve kararlılıkla sürdürülen çalışmalarla Türkiye sahip olduğu potansiyele erişebilir. Bu sorun sadece iktidarın değil muhalefetin, sivil toplum kuruluşlarının, akademisyenlerin, öğrencilerin, işçinin, memurun kısacası toplumun tüm kesiminin sorunudur.

 

Şükrü ERCAN

Akdeniz Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Gençlere Avrupa Turu: DiscoverEU ile Kültürel Keşifler

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından başlatılan DiscoverEU programı, gençlere...

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...