Demokrasi ve Totalitarizm Kitap İncelemesi

Yazar: Raymond Aron

Kitap Adı: Demokrasi ve Totalitarizm

Çevirmen: Vahdi Hatay

Yayınevi: Milli Eğitim Basımevi

Sayfa Sayısı: 196

Raymond Aron bu kitabında; elit kuramının Marksizm’e karşı savunuculuğunu yapmıştır. Ona göre günümüze kadar gelmiş hiçbir devlet yoktur ki çoğunluk azınlığı yönetsin, tüm yönetim biçimlerinin içinde aslında azınlık yönetimi hâkimdir ve bu nedenle oligarşik karaktere haizdirler.

Yönetimin oligarşik karaktere sahip olması onun antidemokratik olduğunu göstermez çünkü; demokrasi, oluşturulacak siyasaların çoğunluk tarafından değil, çoğunluk için yapılması gerektiğini bize anlatır yani, halk egemenliği denen şey (demokrasi) aslında halkın kendi kendini yönetmesi değildir ve yönetimi elinde tutan azınlığın demokrasiye taş koyduğunu veya onun işlerlik kazanmasına engel olduğunu söylemek pek mümkün değildir.

Aron, yönetim biçimlerine (özde demokrasinin siyasi bir azınlığın yönetimiyle inşa edilemeyeceğini savunan klasik elit yaklaşımına) olan eleştirilerini temelde iki sistemden hareketle ortaya koyuyor: çoğulcu-anayasal rejimler ve tekelci rejimler. Anayasaya bağlı-çoğulcu rejimlere bakıldığında; demokratik düşünce, parlamenter yapı, çok partili rejim, anayasaya bağlılık (hukukun üstünlüğü) ya da halk egemenliği anlayışını, birebir veren bir sistem özelliği göstermekte midir? Çok partili rejimlerde iktidar gerçekten kimin elindedir? (ya da bir başka deyişle demokrasiler aslında oligarşi midir?)

Modern demokrasiler, “zor”un sistem içine yedirildiği ve bunun çoğu zaman hileyle inşa edildiği yapıdadırlar. Zor’u elinde bulunduranlar (siyasi, askeri, ekonomik vb. zor araçlarına sahip olanlar) ki bunlar sistem içinde azınlıkta olan demokrasi içindeki burjuva kesimidir ve gerçek iktidar aslında bu az sayıda kimsenin elindedir. Yapısal olarak birer temsilci olduğunu unutup, kendi çıkarları peşine düşen rejimi idame ettirenler, sistemin içinde bozulma meydana getirir ve modern devletin demokrasi anlayışına zarar vermiş olurlar, bu durumun sürekliliği siyasi istikrarı ortadan kaldırır, kamuoyu zihniyetinde ortak çıkar bilinci yok eder, Aron’un verdiği Fransız rejimi örneğinde olduğu gibi yurttaşlar artık yönetenlere hiçbir bağlılık duymaz ve çok partili yapı (disiplinsiz ve bir rejim geleneği olmayan) hükümeti istikrarsız hale getirmiştir.

Aynı konuya bir de tekelci parti rejimleri açısından baktığımızda üç ayrı tipoloji ortaya konulabilir. Birinci grup, anayasallıktan ziyade çok partiliğe karşı olan rejim; Portekiz’deki Salazar rejimi anayasayı kabul etmez ancak; devletin yetkilerini kısıtlamaya ve sosyal gruplara, derneklere, cemaatlere özerk nitelikli haklar sağlamaya çalışır. Partiler arası rekabet bir kenara bırakılır (toplum siyaset dışında bırakılır) ve yönetenlerin mutlak yetkilerinin aslında yasa, ahlak ve dinin buyruğu altında ortaya çıktığını savunur ve demokratik olmadan liberal olmayı isteyen ancak başarılı olamayan bir rejim örneğini sergiler. İkinci grupta yer alan Mussolini ve Hitler kişileri mutaasıplaştırıp onlara siyasi birer kimlik kazandırmaya çalışır, özellikle Hitler “ırk birliği” esasına dayanarak toplumu inşa etmeye girişir. Anayasalcı-çoğulcu rejimlere karşılık bir diğer grup ise komünist anlayışta oluşturulan ve tek partinin etrafında sınıfsız bir toplum oluşturulması fikrine dayalı, demokrasiye aykırı olmayan ve bu hedef için emekçi sınıfın iktidarının söz konusu olduğu bir rejim öngörülür.

Zor kullanılarak inşa edilmiş bir rejim anayasaya bağlıdır çünkü; devletin asli görevi sınıflar arası ilişkileri düzenlemek ve bu doğrultuda bir “araç”tır ve anayasa durumun muhafaza edilmesi için zaruridir, eğer sınıflar arası rekabet ortadan kalkarsa devletin varlığı da gereksiz bir hal mi alır? Marksist düşüncede üretim araçlarının kolektif kullanımı sınıf mücadelesini ve sınıfı ortadan kaldıracağı için, dolayısıyla devlet de ortadan kalkabilir mi? ya da bu durum ayrı bir oluşumu mu tetiklemiş olur, proletarya diktatörlüğü. Sovyetler anayasaya bağlı çoğulcu rejimleri ‘tekelcilerin oligarşisi’ olarak görürler ancak; bakıldığında proletarya hareketinin siyasi olarak vücuda gelmiş hali olan parti oluşumunda ortaya çıkan durum da bundan pek farklı değildir, parti gerisindeki işleyiş benzerlik arzeder. Marksist düşünüş de aslında anayasalcı-çoğulcu rejimler gibi bir ‘hükümet etme’ aracından farklı bir şey değildir, şöyle ki; siyaset etme tekeline sahip parti, bir ideoloji çerçevesinde kurumlarını, ‘zor’ araçlarını kullanarak şekillendirir ve aslında kendi terörünü meydana getirmiş olur çünkü; rejimin öngördüğü ideolojiden farklı düşünüşler ortaya çıkamaz eğer çıkarsa derhal gereği yapılır (hainlikle suçlanıp cezalandırma ya da sürgün edilme gibi). Bu bir iç savaş şeklidir, partiler kendine karşı olanlara, muhalefet edenlere, terör uygular. Hainlik, sadece onun (parti ya da hizibin) dünüşünüşüne karşı olmakla eş anlamlı hale gelir, muhalefet eden kimse proletaryayı zayıflatır ve bir kimseye ya da kitleye hain davranmak arasında fark yoktur, Stalin kendiyle aynı görüşte olmayanları ‘halkın düşmanı’ diye nitelendirmiştir.

Totalitarizmde siyasi faaliyeteler tek parti tekelinde oluşturulur, partinin sahip olduğu ideoloji ona güç verir ve bu gücünü (ideolojisini) yaymak için ‘zor’ araçlarını devreye sokar (oluşturulacak bürokratik yapı –tüm toplumsal gruplar bürokratik bir hiyerarşi içinde aslında tek bir hiyerarşiye göre ayarlanır- ile tam anlamıyla merkezileşmiş bir planlama öngörülür) ve tüm yaşam devletin kontrolü altında şekillenir ve buradan da totaliter rejimlerde ideolojik bir terör uygulandığı sonucuna varılır.

Sonuç olarak; anayasaya bağlı çoğulcu rejimler fiili olarak yanlışlara düşerler, aslında parti adı altında yapılan siyasi faaliyetlerin gerisinde bir azınlığın mutlak gücü söz konusudur, tekelci partiler ise olması muhtemel bir siyasi rejim anlayışını ortaya koyamazlar çünkü; kolektif mülkiyet eğer sınıflar arası rekabeti ortadan kaldırıyorsa zaten parti tekeline de gerek kalmamış olur ve ilk başta bahsettiğim Marksist düşünüş burada yanlışlanır ve Aron besbelli kusurları olan rejim yerine özde kusurları olan tekelci rejimin yerine kullanılmasının mümkün olabileceğini söyler.

Serap KANBUR

TUİÇ Staj Programı

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Gençlere Avrupa Turu: DiscoverEU ile Kültürel Keşifler

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından başlatılan DiscoverEU programı, gençlere...

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...