Bir 6 Mayıs Günü!

Sizlere bir “eşitsizlik” hikâyesi anlatmak istiyorum…

6 Mayıs Pazar, 2012

Macera yoldaşımla fotoğraf makinelerimizi alıp ufak çaplı bir İstanbul keşfi yapalım dedik. Hedefimiz Kumkapı sahil… Aklımda 6 Mayıs 1972 günü boynuna geçirilen urganlarla hayata veda eden -Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan- gencecik üç yiğidin canımı yakan acısı ve onun yarattığı huzursuzlukla düştük yollara. Bu ülke darağacında sallandırdığı insanlarla bir şey mi kazandı – neler kaybetti? O vakitler suç sayılan fikirler bugün hepimizin aklında ve dillerimizde pelesenk değil mi?  Suçlu kim – suçsuz kim? İnsanın yaşam hakkıyken en doğal ve en kutsal olan neden benim ülkemde dinmek bilmeyen acılar ve kapanmayan yaralar var?  Bu bunaltıcı iç konuşmalarımla ilerlerken, Laleli’de bir sokaktan Kumkapı sahiline doğru inmeye başlamıştık bile. Baya dik bir yokuştayız. Şöyle bir kulak kabarttığımda etraftaki kalabalığa, çok az Türkçe konuşan insan olduğunu fark ettim. Orta Asyalı olduklarını sandığımız teyzeler, gençler ve dedelere gülümseyerek ilerlerken, Rusça konuşan minik çocuklar sardı etrafımızı; bildiğiniz turist biz oluverdik bir anda. O sırada mahalle gençlerinin kendi aralarındaki ufak çaplı bir meydan kavgasından güç bela uzaklaşırken, tarihi konaklar evler hemen ilgi odağımız oluverdi. Derken üzerinde Ermenice yazılar bulunan çok eski bir yapının karşısında kalakaldık. Büyüleyiciydi. Bir beyefendi ilgilendiğimizi fark edip bunun tarihi bir kilise olduğunu ve girişinin arka tarafta yer aldığını söyledi. Tabi ki de soluğu hemen girişinde aldık. İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin hemen karşısında yer alan kilisenin adı Meryem Ana Kilisesi ve şansımıza içeride bir düğün var. Kapının önünde eski bir Cadillac marka araba, ön tarafına bağlı çiçekler… Birçok fotoğraf çektik. Nasıl yapsak da içeriye girsek kiliseyi de düğünü de görsek derken, macera yoldaşım hevesimi içimde bıraktı ve izin almak sorun yaratacak falan filan derken tekrar yola koyulduk.

Sonunda Kumkapı Sahili’ne vardık. Birer balık-ekmek alarak sahilde yürümeye başladık. O ne kalabalık torun torba herkes piknikte. Mangallar mı dersiniz sıcaktan bunalıp denize atlayanlar mı daha neler neler… Sahil boyu yürürken pek tabi ki de! kendini bilmez erkek tiplemelerin sözlü tacizleri canımızı sıkmaya başladı. Durdurdum benim yoldaşı geçti bunlar bizim önümüze, bize attıkları lafları aynen onlara büyük bir keyifle sesli bir şekilde iade ettim. Nedir bu kadınların sizden çektikleri yahu! Eşitsizlik varan1! Neyse baktık olmayacak davul zurna çalan bir gruba yaklaştık, Allaahh keyifler yerinde valla bu sırada Cankurtaran taraflarına gelmiştik bile. Yolun karşı tarafına geçip, kendimizi insan görünümlü o garip laf atma mezisyetçilerinden kurtarıp saptık Ayasofya tabelası olan bir yokuşa. Tabi ben hala laf sayıyorum içimden onlara.

Daracık sokaklar bizi harika konakların, İstanbul’un belki de en eski yerleşim yerlerinden olduğunu tahmin ettiğim mahallelerin içine soktu. Sorduk eşrafa nerdeyiz yahu biz diye Küçük Ayasofya ile Kadırga arasında bir yerlerdeymişiz. Birbirinden güzel fotoğraflar çekerek yolumuza devam ettik. Sonunda Sultanahmet Camii ile Ayasofya Müzesi’nin ortasındaki yola vardık. Sultanahmet Camii’ni gezmek için o tarafa yöneldik. Kapıda büyük bir turist kalabalığı vardı; ayakkabılarımızı poşete koyup içeri girerken kadın turistlerin şortlu olanları altlarına sarmaları için verilen bezlere hayret dolu gözlerle bakıyorlardı ve şaşkınlıklarını anlatmalarını duyduk. Ne gerek var bunlara yahu derken, içeride yaşayacağımız tatsız hadiseden haberimiz yoktu tabi ki! Büyüleyici iç süslemeleri seyre dalmışken fotoğraf çekmek için,  ufak paravanla erkeklere ayrılan bölüme geçtim. Sadece iki erkek en önde namaz kılıyor diğerleri; fotoğraf çekiyor, sohbet ediyor, çocuklar bir o yana bir bu yana koşturuyorlardı. O da ne! Heybetli güvenlik görevlisi ateş saçan gözlerle elini kolunu sallayıp bana doğru koşmaya başladı yemin ederim tarihi bir şeyi kırdım üstüne bastım falan sandım. Adam ne dese beğenirsiniz! “Hemen dışarıya bayan!(bu kelimeyi kullandığı an onu zaten öldürmek istedim). Buraya sadece Müslüman erkekler girebilir görmüyor musun namaz kılıyorlar!” deyince şaşkınlığım bir kat daha arttı. “Beyefendi ben namaz kılan iki kişi görüyorum onlarda en öndeler zaten, gerisi de fotoğraf çekiyor pencereden manzara izliyor sohbet ediyor oturmuş ben sadece fotoğraf çekeceğim” dememe kalmadan bir bağırtı dalgası daha “Anlamıyorsun galiba bayan!(hay senin bayanına) Müslüman erkekler dışında giriş yasak!” Vay canına adamın beyni dogmalarla öylesine dolmuş ki gözleri öylesine kör ki benim mantıksal cevaplarıma tek kelime söylemeden sadece Müslüman erkek vurgusunu beynime çakıyor! Kavga gürültü derken en son “Bak senden başka bayan(hasbinallah) var mı” dedi. Dönüp şu cevabı verdiğimde yüzünde oluşmasını umduğum ifade yerine yine ezberlediği dogmatik fikirlerinden yansıyan bakışları vardı: “Ben bir kadın olarak şuan buraya girdim ve sen de bunu engelleyemiyorsun ve çıkmıyorum da ee ne olacak şimdi?”  Evet boşuna benim bu çabalarım hadi çıkalım dedim yoldaşıma çıktık dışarı. Sinirden köpürüyorum ama! Nedir Allaş aşkına sevgili erkekler! Sizi bu kadar üstün kılan? Sırf erkek olduğu için 2 yaşında çocuğun emekleme hakkı olan “Müslüman erkekler bölümüne”(Şunu da belirteyim elbette pek çok Müslüman olmayan erkekte o bölümdeydi ve fotoğraf çekip sohbet ediyorlardı. Onlara şimdilik tepki gösteremiyorlardı belli ki. Zamanı gelsin sizi gidi kâfirler hadi dışarı diyecekler sanırım!) ben sırf kadın olduğum için hem de Müslüman bir kadın olduğum halde ibadethaneme giremiyordum. Bana bak beyni örümcek bağlamış erkek! Orası Allah’ın evi ve sen beni bu kadar komik gerekçelerle yargılayamazsın. Ama bu keşke seninle sınırlı olsaydı. Ben bilirim ki bunun kökeninde dini erkek egemenliği üzerinden var etme çabası olan zehirli fikirler var! Eşitsizlik varan2!

Neyse dedik yolumuza devam ettik. Sultanahmet Camii’ne yakın, gezmediğimiz ve acaba içi nasıl dediğimiz Firuz Ağa Camii’ni görelim bari dedik. Demez olaydık! Daha içeri bile girmeden başladı tatsızlık! Cami görevlilerinden olduğunu sandığımız kişi “Başınıza örtü almadan giremezsiniz!” diye tutturunca ben de “Neden Sultanahmet’e örtmeden girdik orası cami değil mi?” dedim. Cevaba bakınız “Hayır orası müze!” vay canına arkadaş koskoca Sultanahmet Camii müzeymiş de haberimiz yok! Yahu bir taneniz de mantıklı bir açıklama ve fikirle gelin karşıma. Münakaşa sürerken kendi beyni az gelen adamcağız yanına destek kuvvet olarak gençten, hacı sakallı bir delikanlı! çağırdı. “Başınızı örtmeden giremezsiniz!” diyor, ben de “Bakın ibadet için değil sadece fotoğraf çekmek için gireceğiz. Üstelik bu benim tercihim sizi ne alakadar eder!” diye kendimi anlatmak için parçalanıyorum. O sırada yanımıza başı örtülü bir teyze yaklaştı ve adamı seni ilgilendirmez istediği gibi girer diye tersledi. Ama yok bizim örümcek kafa bombayı patlattı “Benim ibadethaneme senin gibiler giremez burası benim!” . Tabi ben durur muyum cevabı yapıştırdım “ Tapusu var sanırım sen de! Bana bak burası Allah’ın evi ve ben buraya gireceğim sen de hiçbir şey yapamayacaksın!” deyip girdik yoldaşla içeri. Tabi ki de hiçbir şey yapamadı ve atıp tutmasıyla kaldı. Zaten ufak bir cami olduğu için hemen girişte iki dakika durup, hiçbir namaz kılanı rahatsız etmemek için sessizce fotoğraf çekip çıktık. Sinirden titreyerek uzaklaşırken densiz hala bağırıyordu arkamızdan. Hey Allah’ım sen bana sabır ver! Ya sabır çekip yolumuza devam ettik. Eşitsizlik varan3!

Bu yaşanan tatsız mı desem acı mı desem trajikomik mi desem olaylardan sonra; kadının toplumdaki yeri, toplumsal cinsiyet, eşitsizlik sorunsalları beynimi yiyip bitiredursun, hazır yolumuz üzerindeyken Türk Ocağı’na girdik. Ziya Gökalp’in mezarı ve Osmanlı hanedan mensuplarının mezarlarını ziyaret ettiğimiz sırada en sonda sade gösterişsiz bir mezar dikkatimi çekti. Kimdir nedir diye bakınırken güvenlik gelip düşen mezar taşını kaldırdı : “Simavnalı Şeyh Bedreddin” ! Şok üstüne şok yaşamaya alışan bünyemiz bir afalladı. Güvenliğin açıklaması : “ İdam edildikten sonra başı Saros Körfezi’ne atılmış bedenine ait kemikler ise yıllar sonra Topkapı’da bulunup 1961 de buraya defnedilmiş.” Ne kadar doğru bir bilgi bilemiyorum elbette tabi ama şaşkınlığımız son safhada ayrıldık oradan.

Evet gezimizin sona erme vakti gelmişti sanırım. Gördüğümüz güzel manzaralar, tarihi sokaklar, yapılar ruhumuzda mutluluk yaratırken; bu güzel Pazar gününde yaşanan çirkin olaylar ise soru işaretleri ve artan isyan duygularını yüreğime kazıdı. Sahi eşitlik ya da eşitsizlik neydi sizce?

 

Sıla Sezge ÇINAR

UİÇ Stajyeri

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Gençlere Avrupa Turu: DiscoverEU ile Kültürel Keşifler

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından başlatılan DiscoverEU programı, gençlere...

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...