Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte uluslararası sistemde kanlı veya barışçıl bölünmelerin yaşandığı yeni bir süreç başlamıştır. Bu anlamada 1990 sonrası genel eğilim ülkelerin bölünmesi yönündeyken ülke birleşmeleri istisna olarak kalmıştır. Soğuk Savaş’ın bittiği yıl olan 1990’da Batı Almanya Doğu Almanya’yı barışçıl yolla ilhak ederken, Kuzey Yemen ve Güney Yemen eşit şartlarda anlaşarak birleşmişlerdir. Bunun dışında son dönemde başka ülke birleşmesi göremiyoruz. Ancak ülkeler tek bir egemenlik altında birleşmeden kaçınırken bölgesel entegrasyona gitme konusunda daha istekli ve cesur davranmaktadırlar. Bu anlamda Soğuk Savaş sonrasında Avrupa Ekonomik Topluluğunun (AET) Avrupa Birliği’ne (AB) dönüşmesi ve ekonomik ve parasal birlik konusunda derin bir entegrasyona girmesi, aynı zamanda çok taraflı siyasi birleşmenin bir süreci olarak nitelendirilebilir. ASEAN, APEC, NAFTA, MERCOSUR gibi başka kıtalarda biraz daha zayıf ekonomik entegrasyon girişimleri de bu çerçevede değerlendirilebilir.
Ülkelerin Bölünmesinin Siyasi ve Ekonomik Mantığı
Soğuk Savaş sonrası dönemde ise çeşitli sebeplerle barışçıl yolla veya savaşla çok sayıda bölünme gerçekleşmiştir. Bölünmeyle ortaya çıkan devletlerin çoğunun ekonomik olarak kendi kendine yetemeyen ve siyasi sorunlarla boğuşan ülkeler olduğu görülmektedir. Bu devletlerin siyasi ve ekonomik realitelere pek uymayan bağımsızlığı, bir nevi erken doğum olarak tarif edilebilir. Çoğunun bağımsızlığını kazanmasında ya uluslararası sistemin dönüşmesi ya da büyük devletlerin desteği etkili olmuştur.
Bu konuda yaşanan en büyük değişim 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin tek bir kurşun atılmadan barışçıl yolla dağılmasıdır. Sovyetler Birliği, 15 irili ufaklı parçaya dağılırken dünya tarihinde ender görülebilecek cinsten uluslararası sistemde büyük bir değişim yaşandı. Tarihte hiç bu kadar büyük ve stratejik öneme haiz toprak parçasının tamamen barışçıl bir şekildi el değiştirmesi pek görülmemiştir. Bu dağılmada dünyanın en güçlü iki ordusundan birine sahip olduğu halde Rusya Federasyonu’nun ekonomik olarak diğer cumhuriyetleri finanse edecek gücünün kalmaması en önemli sebep olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca bu kadar milleti bir arada tutmanın zor olacağı ve üç Baltık cumhuriyetinin (Estonya, Letonya, Litvanya) Ağustos 1991’de ayrılmasından sonra diğer cumhuriyetlerin de eninde sonunda ayrılmak isteyeceği öngörülmüş olabilir. Sovyet dağılması ancak uluslararası sistemdeki dönüşümün yol açtığı bir sonuç olarak açıklanabilir.
1991 yılında başlayan Yugoslavya dağılması ise oldukça kanlı olmuştur. Yugoslavya’da dağılmanın fitilini Hırvatistan ve Slovenya’yı daha hızlı AB’ye entegre etmek isteyen Almanya ateşlemiştir. Bu süreçte Slovenya ve özellikle Hırvatistan Sırbistan’la savaşmıştır. Yugoslavya’nın dağılmasının bedelini etnik temizliğe hatta soykırıma uğrayan Müslüman Boşnaklar ödemiştir. Tüm acımasız savaş şartlarına rağmen Boşnaklar biraz parçalı bir yapıya sahip olsa da Bosna-Hersek’in bağımsızlığını korumaya başarmışlardır. Makedonya ve Karadağ ise savaşmadan bağımsızlıklarını kazanmışlardır.
Cumhuriyet statüsünde olmadığı için diğer Yugoslav devletleriyle birlikte bağımsız olamayan Kosova ise 1999 yılında yapılan NATO müdahalesiyle aşamalı olarak Sırbistan’dan bağımsızlığını kazanmıştır. Kosova’nın bağımsızlığını kazanmasında Balkanlar’a yerleşmek isteyen ABD’nin desteği etkili olmuştur. Diğer taraftan Arnavutların ezici bir çoğunluğa sahip olduğu Kosova’daki krize müdahale edilmemesi halinde yeni bir Balkan savaşının çıkabileceği endişesi de Avrupalı NATO müttefiklerinin askeri müdahaleye destek vermesine yol açmıştır.
Etiyopya’da Müslümanların çoğunlukta yaşadığı Eritre de 1993’te barışçıl yollarla bağımsızlığını kazanan bir devlettir. Müslüman Eritre tarih boyunca Hıristiyan Etiyopya’dan daha farklı bir yönetime sahip olduğu için 1952’deki zoraki birleşme gerçek anlamda entegrasyona dönüşmemiş ve Eritreliler 1961’den 1991’e kadar bağımsızlık savaşı vermişlerdir. Ancak Etiyopya ve Eritre 1993 sonrasında sınır ihtilaflarından dolayı zaman zaman çatışma yaşamaktadır.
Doğu Timor ise 1999 yılında yapılan referandumla devasa Endonezya’dan ayrılmayı seçmiştir. Doğu Timor’un bağımsızlığı barışçıl bir şekilde gerçekleşmiş gibi gözükse de, bağımsızlık özellikle Batılı ülkelerin Cakarta Yönetimi üzerine yıllarca kurduğu yoğun baskı sonrasında gelmiştir. Eski Portekiz sömürgesi olan ve nüfusun çoğunluğunu Katolik Hıristiyanların oluşturduğu Doğu Timor, hem AB hem ABD hem de Avustralya’dan ciddi destek görmüştür. 1997 Asya mali krizi ile sarsılan ve siyasi istikrarsızlıkla boğuşan Endonezya, diğer ayrılıkçı bölgelerin desteklenmemesi karşılığında eski Hollanda sömürge topraklarının dışında kalan Doğu Timor’un bağımsızlığına rıza göstermiştir. Katolik Doğu Timor’un Müslüman Endonezya’dan ayrılmasıyla Asya’da yeni bir Hıristiyan devlet ortaya çıkmıştır.
Son bölünme örneği ise Sudan’da yaşanmıştır. Hıristiyan ve Animist Afrikalılar, Müslüman Arapların kontrolündeki merkezi hükümetten ayrılmak için uzun süre mücadele vermişlerdir. Batılı devletlerin de desteğiyle Güney Sudan 2011 yılında yapılan referandum sonrası barışçıl bir şekilde bağımsız olmuştur. Sudan’ın Güney Sudan’ın bağımsızlığına rıza göstermesinde Batılı devletlerin uyguladığı yoğun baskı etkili olmuştur. Yalnız tıpkı Etiyopya-Eritre bölünmesindeki gibi Sudan-Güney Sudan bölünmesinden kısa bir süre sonra sınır ihtilafları dolayısıyla çatışmalar yaşanmaya başlamıştır. Yani bölünme çözüm olmamış, sadece iç savaş, sınır savaşına dönüşmüştür.
Çekoslovakya Bölünmesi
Bu bölünmeler içerisinde en yumuşak ve nispeten sorunsuz gerçekleşen ayrılma ise Çekoslovak bölünmesi olmuştur. Pavol Jozef Safarik Üniversitesi’nin davetlisi olarak Mayıs 2012’de gittiğim Slovakya’da en çok merak ettiğim konulardan biri Çekoslovakya bölünmesinin mantığını anlamaya çalışmak oldu.
Çekoslovakya, 1918’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun dağılması sonrası ortaya çıkmış bir devlettir. 1939-45 yılları arasındaki Nazi Almanyası’nın desteklediği bağımsız Slovakya’ya saymazsak, Çekler ve Slovaklar 1993 yılına kadar beraber yaşamışlardır. Çekoslovakya’nın bölünmesinde Slovakların federasyonda kendilerini ikinci sınıf vatandaş olarak hissetmeleri etkili olmuştur. Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun en gelişmiş ve sanayileşmiş kısımlarını miras alan Çek bölgesi tarih boyunca daha mamur ve zengin olmuştur. Slovaklar ise siyaseten hep gölgede kalmış ve iktisadi olarak daha az pay almışlardır. 1989’da komünist sistemin tasfiyesi sonrasında Çekoslovakya kendisine hedef olarak AB’yi katılımı koymuştur. Ancak yapılması planlanan büyük özelleştirmeler ve beklenen büyük gelir Çekoslovakya’nın ayrılmasında en etkili faktörlerden biri olmuştur.
Yine yükselen Slovak milliyetçiliği, Çeklerin Çekoslovak kimliğinin artık tutmadığını kabullenmelerine yol açmıştır. Çekleri bölünmeye ikna eden bir diğer gerekçe de daha gelişmiş olan ve siyasi sorunları bulunmayan Çek bölgesinin AB’ye daha erken üye olabileceği beklentisiydi. Çünkü Slovak bölgesi hatırı sayılır bir oranda Macar ve Roman azınlığa sahipti ve 1993 şartlarında Slovak bölgesinin AB’nin siyasi ve ekonomik kriterlerine uyum sağlaması mümkün gözükmüyordu.
Slovaklar ise bölünmeyle ilgili bu gerekçeyi kabul etmiyorlar. Macar azınlıkla son yıllarda çok iyi bir uyuma sahip olduklarını vurguluyorlar. Özellikle AB üyeliğinden sonra Slovakya, hem Macar azınlıkla hem de Macaristan’la daha sağlıklı ilişkiler kurabilmiştir. Tüm Slovakların şikâyetçi olduğu en önemli sorun ise Roman azınlığın uyumu meselesidir. Slovakya’daki Romanlar eğitim alma ve Slovak toplumuna uyum sağlama konusunda çok zayıf durumda bulunuyorlar. Ayrıca suça bulaşma oranlarının oldukça yüksek olması, Roman toplumunun Slovaklar tarafından dışlanmasına yol açmıştır. Slovaklar ise Roman toplumunun sorunlarının sadece kendilerini değil, Roman azınlığın bulunduğu tüm Doğu Avrupa’yı ilgilendirdiğini vurguluyorlar.
Çekoslovakya bölünmesinde en kritik nokta ise ayrılmanın Çek ve Slovak siyasilerin yukarıda aldıkları bir karar sonrasında gerçekleşmesidir. Yani bölünme ve bağımsızlık gibi hayati bir konu referanduma götürülmemiştir. Bölünme sürecinin tepeden inme bir şekilde gerçekleşmesi ve bağımsızlık sonrası Slovakya’daki özelleştirmelerin şeffaf olarak yapılmaması, bazı Slovakların şikâyet ettiği konular arasında bulunmaktadır.
Dikkat çekici bir husus da Slovaklar, Çekoslovakya’nın niye dağıldığını sormanızdan pek hoşlanmıyorlar. Slovaklar bölünme konusunun sorgulanmasından rahatsız oluyorlar. Orta yaş üzeri kuşakta bölünmenin iyi olmadığı ve Slovakya’nın daha zayıf bir ülkeye dönüştüğünü düşünenler de bulunuyor. Ancak genç kuşaklarda duygusal bir Slovak milliyetçiliği var ve Slovakya’nın güç ve kapasitesinden oldukça emin görünüyorlar.
Çekoslovak bölünmesinde ilginç olan bir diğer gerçek de 2004 yılında Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’nın aynı anda AB’ye girmesiyle birlikte, bu sefer daha geniş bir çatı altında yeniden entegrasyona gitmeye başlamasıdır. Şimdi Çekler ve Slovaklar yine ortak para (Avro) kullanıp ortak vize sitemi (Schengen)uyguluyorlar. İki ülke arasında sınır kontrolleri Çekoslovakya döneminde olduğu gibi tamamen kaldırılmış durumda bulunuyor. Çek Cumhuriyeti 1999’da ve Slovakya 2004’te NATO’ya üye olmuş ve aynı güvenlik ittifakının parçası haline gelmişlerdir.
“Tekrar birleşecektiniz madem niye ayrıldınız?” sorusu ise havada kalıyor. Şimdi aynı süreç eski Yugoslavya cumhuriyetlerinde yaşanıyor. Çekoslovakya’dan farklı olarak ayrılırken birbirleriyle savaşan Yugoslav cumhuriyetleri, şimdi AB çatısı altında birleşmek için can atıyorlar. Slovenya 2004’te AB’ye tam üye oldu, Hırvatistan da 1 Ocak 2013 tarihinde AB’ye dâhil olacak. Diğer eski Yugoslav cumhuriyetleri de sırada bekliyorlar. 1991’de Sovyetler Birliği’nden ayrılan üç Baltık cumhuriyeti Estonya, Letonya ve Litvanya 2004 yılında aynı anda hem NATO hem de AB üyesi olmuşlardı.
Doğu Avrupa’nın yeni bağımsız devletleri, kendilerini daha büyük bir siyasi, iktisadi veya askeri birliğe dâhil ederek hem ekonomik yardım elde ediyorlar hem de dış tehditlere karşı koruma sağlıyorlar. Bu açıdan Doğu Avrupa’nın bu küçük ülkelerinin bağımsızlık sonrası gözlerini hemen AB ve NATO üyeliğine dikmesi sürpriz olmasa gerek.
Yani Çek ve Slovakların durumu tam bir ayrılsak da beraberiz hali.
Yazının İngilizcesi için tıklayınız…
Selçuk Çolakoğlu
USAK Uzmanı
Adnan Menderes Üniversitesi Öğretim Üyesi
Kaynak: USAK Gündem