1971-1980 Arası Türk Siyasetinin Genel Tablosu

Özet:

1960 ve 1980 yılları arasındaki sağ – sol çatışmaları Türkiye’nin toplumsal düzeninde büyük değişimlere yol açmıştı. Bununla birlikte, 1971 muhtırasından 1980 askeri darbesine kadar olan dönemde iktidarın başına gelen hiçbir koalisyon hükümetinin sürekliliği yoktu ve bu durum hükümetin sürekli el değiştirmesine sebep olmuştu. Hükümetin sürekli değişmesi halk arasında güvensizliğin artmasına yol açmıştı ve bu durum toplumda bir ötekileştirme örneği olan sağ – sol olaylarının daha da artmasına neden olmuştur. 1970’li yılların gergin siyasi ortamı da 1980 askeri darbesine giden yolu aralamıştır.

Anahtar Kelimeler: Darbe, Koalisyon, Sağ, Sol, Meclis.

Abstract:

The confrontation between left-wingers and right-wingers had led to significant changes in the social order in Turkey between 1960 and 1980. In addition to this, there was no stability of any coalition government coming into power between 1971 and 1980, and this situation caused to change of governments again and again. The constant change of governments led to an increase in lack of confidence in society, and this situation caused to increase in the confrontation between left-wingers and right-wingers as an example of marginalization. The intense political atmosphere of the 1970s led to the military coup in 1980.

Keywords: Military coup, Coalition, Left, Right, Assembly

Giriş

1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren Türkiye’de sağ-sol kutuplaşması ilk temellerini atmaya başlamıştı. 1960’lı yılların iki kutuplu dünya düzeninde yaşanan olaylar tüm dünyada öğrenci hareketlerinin ve sosyalist hareketlerin yükselmesine sebep olmuştur.  Türkiye’de de sol ideoloji, akademisyen ve gazetecilerin öncülüğünde akademide incelenmeye başlamıştır. Türkiye’de sol siyaset yükselmeye başlamıştı. Bu durumun en önemli kanıtı, 1965 milletvekili seçimlerinde sosyalist bir partinin, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) ilk kez meclise girmesidir. Türkiye’de artan sol siyasete paralel olarak sağ siyaset de yükselmeye başlamıştır ve böylece, Türkiye’de etkisini yıllar boyunca artarak gösterecek olan sağ- sol kutuplaşmasına doğru giden yol aralanmıştır. Sağ-sol kutuplaşmasının araladığı bu yol, ordunun 12 Mart 1971 tarihinde bir muhtıra yayınlayarak siyasete müdahale etmesiyle sonuçlanmıştır. 12 Mart müdahalesi ilk başlarda toplumda artan siyasi kargaşayı sonlandırma amacıyla yapılmasına rağmen, gerek muhtıradan sonra iktidara gelen hükümetlerin sürekliliklerini sağlayamamaları, gerekse bu hükümetlerin toplumda artan siyasal şiddete ve ekonomik krize hiçbir çözüm bulamamaları sebebiyle toplum adeta bir kaosa sürüklenmiştir.

Bu makale, 1971 muhtırası sonrasında ordunun siyaset üzerindeki etkisine, 1980 darbesine kadar iktidara gelen koalisyon hükümetlerinin yapısına, bu koalisyon hükümetlerinin ortaya çıkmasına etki eden faktörlere, Türkiye’deki sağ ve sol ideolojik akımların yapısına, 1971 ve 1980 askeri müdahaleleri arasındaki yıllarda mecliste oluşan parti sistemine ve siyasette meydana gelen çatışmaların toplumda artan siyasal şiddeti nasıl etkilediğine değinmiştir. Kısacası, bu makale 1971 ve 1980 yılları arasındaki siyasi ve toplumsal düzenin genel bir değerlendirmesini yapmayı hedeflemiştir.

Ordu, Siyaset ve Parti Sistemi

12 Mart 1971 muhtırası ile 12 Eylül 1980 tarihleri arasındaki Türk siyasetine baktığımızda, özellikle muhtıranın ilanından 1973 cumhurbaşkanlığı seçimine kadar olan dönemde ordu ile sivil siyaset arasında bir iktidar mücadelesi hakimdir. 70’li yılların başlarında gördüğümüz ordunun siyaset üzerindeki etkisinin dışında, 1971 ve 1980 askeri müdahaleleri arasındaki dönemin siyasetine damga vuran bir diğer durum ise 1973 genel seçimleri sonrası mecliste oluşan parti sistemi ve bu sistemin ülke siyasetinde doğurduğu sonuçlardır. İki askeri müdahale arasındaki dönemi anlayabilmek için ordu ile sivil siyaset arasındaki iktidar mücadelesine ve dönemin parti sistemini incelememiz gerekir.

27 Mayıs 1960 darbesinden sonra ordunun meclisi askıya almasına nazaran 12 Martçılar böyle bir yola girişmediler. Findley’e göre “1971-1973 askeri müdahalesi, ordunun iktidarı doğrudan devralmayıp sivil siyasetçilere ne yapmaları gerektiğini söylediği ‘muhtırayla yapılmış bir darbe’ olması açısından 1960’tan farklıydı” (Findley, 2019: 316). Gerçekten de muhtırayı yayınlayan ordu üst komutasındaki askerler böyle bir yola girişmemişler ve 26 Mart 1971 yılında ordunun denetiminde olan bir “teknokratlar kabinesi” kurulmuştur (Gökçen, 2020: 248). Bu kabinenin başına da CHP’den Nihat Erim getirilmiştir. Erim hükümeti 3 Aralık 1971 tarihine kadar görev yapabilmiştir. Kurulan “İkinci Erim Hükümeti” de birincisi gibi uzun ömürlü olamamıştır. Bundan sonra da 1973 genel seçimlerine kadar olan süreç içerisinde Ferit Melen ve Naim Talu hükümetleri kurulmuştur.

Aslında dönemin iki büyük partisinin, CHP ve Adalet Partisi’nin (AP) liderleri konumunda olan Süleyman Demirel ve İsmet İnönü ilk başlarda darbeye şiddetle karşı çıkmışlardı. Fakat daha sonra her iki partinin lideri de uzlaşmacı bir tavır takındılar. 1971 muhtırası, İsmet Akça’nın (2013: 56) deyimiyle “27 Mayıs’ın modernist – kalkınmacı iyimserliğinin dağıldığı ve işçi sınıfının siyasal alandan ve devletin kurumsal mimarisinden otoriter yöntemlerle dışlanacağı bürokratik – otoriteryen bir müdahaledir.” 60’lı yıllarda artan sol hareketler, sosyalist bir partinin, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) ilk kez meclise girmesi, artan ABD düşmanlığı vb. durumlar ordu içerisinde iyi karşılanmıyordu. Bununla birlikte, 1965 ve 1969 yıllarının hükümeti olan AP, 1961 Anayasası’nın kurmaya çalıştığı düzen ile ülkenin yönetilemeyeceğini ve bu yüzden de anayasada bazı değişikliklerin yapılması gerektiğini düşünüyordu. Başka bir deyişle, AP’nin kurmaya çalıştığı düzende sol hareketlere karşı iyimser bir tutum yoktu ve komünizme karşı ciddi bir mücadele vurgusu vardı. Şüphesiz ki, 1971 muhtırası, ilk başlarda AP hükümetini iktidardan indirdiği için partinin lideri Süleyman Demirel tarafından iyi karşılanmamıştı. Hatta Demirel, bu müdahaleden duyduğu rahatsızlığı, dönemin cumhurbaşkanına gönderdiği istifa mektubunda şu sözlerle belirtmiştir:

“Cumhurbaşkanlığı Yüce Katına,

Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları tarafından zatı devletinize, Cumhuriyet Senatosu Başkanlığına ve Millet Meclisi Başkanlığına tevdi edilip bugün saat 13.00’te Türkiye Radyolarından Türk Kamuoyuna duyurulan muhtırayla anayasa ve hukuk devleti anlayışını bağdaştırmak mümkün değildir. Bu durum muvacehesinde hükümetin istifasını saygıyla arz ederim.

– Süleyman Demirel, Başbakan” (Cumhuriyet, 13 Mart 1971).

Demirel’in müdahale karşıtı tutumuna rağmen müdahaleyi yapan ordu içerisindeki kesimin, AP’nin savunduğu gibi, sol hareketlerle mücadele etme, anayasada değişiklikler yapılması, vb. ortak fikirlere sahip olması Demirel’in daha sonradan bu müdahaleye daha ılımlı yaklaşmaya başlamasına ve zamanla orduyla ilişkilerini geliştirmeye başlamasına yol açmıştır.

Demirel’in yanı sıra, İsmet İnönü’de ordu tarafından belirlenen yeni hükümetin başına yakın dostu olarak gördüğü Nihat Erim getirildiği zaman açık bir şekilde bu hükümeti desteklediğini açıklamıştı (Zürcher, 2018: 296).  İnönü’nün bu tavrı parti içerisinde büyük bir tepkinin oluşmasına sebep olmuştu. Bu tepkinin başını partinin genel sekreteri konumunda olan Bülent Ecevit çekiyordu. Nitekim İnönü’nün ordu tarafından atanan hükümeti desteklemesi, parti içinde İnönü’ye karşı etkili bir muhalif grubun ortaya çıkmasına ve Ecevit’in partiden istifa etmesine neden olmuştur. Parti içerisindeki bu muhalefet, etkisini 6-7 Mayıs 1972 tarihlerinde yapılan CHP genel kurultayında göstermiş ve Bülent Ecevit parti genel başkanı olarak seçilmiştir (Ertem, 2018: 664). Ecevit’in CHP genel başkanı olmasıyla birlikte, 1971 muhtırası ile 1980 askeri darbe arasındaki süreçte CHP siyaseti gözle görülür bir şekilde dönüşüm geçirmiştir.

12 Mart muhtırasından sonra ordunun siyaset üzerinde büyük bir baskısı vardı. Ordunun bu baskısı 1973 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçiminde büyük bir oranda hissediliyordu. 1973 yılı asker ile sivil siyaset arasındaki mücadelenin daha da derinleştiği bir yıldı. 1973 yılına gelindiğinde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın görev süresi artık sona ermişti. Ordu, yeni cumhurbaşkanı olarak Genelkurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler’i destekliyordu. Buna karşılık meclisteki partiler, bir genelkurmay başkanının cumhurbaşkanı olarak seçilmesinin bir gelenek haline gelmesine karşıydılar (Zürcher, 2018: 299). Partilerin bu tutumu sayesinde, ordunun desteğini almasına ve sivil siyaset üzerinde ordunun baskı uygulamasına rağmen Faruk Gürler cumhurbaşkanı seçilememiştir. Faruk Gürler’in yenilgisinden sonra CHP ve AP ortak bir aday üzerinde anlaştılar ve Fahri Korutürk’ü aday olarak gösterdiler. Böylece Fahri Korutürk, ordunun karşısında sivil siyasetin gösterdiği aday olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin altıncı cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Bu durum, 12 Mart muhtırasını yapan ordunun iktidarı atadığı iki yıllık dönemin sonunu getirmiştir.

Ordunun sivil siyaset üzerindeki baskısı 1973 senesinde nispeten azalmıştı. Fakat, 1973’ten sonra ülkenin başına gelen iktidarlar, seçimlerde tek başlarına hükümet kurabilecek çoğunluğu hiçbir zaman sağlayamadılar ve çareyi koalisyon hükümetlerinde aramaya başladılar. 1961’den 1977’ye kadar olan dönemde, 1960’lı yılların iki büyük partisi olarak bilinen CHP ve AP’nin toplam oy oranları %73’e kadar gerilemiştir (Sayarı ve Esmer, 2002: 13). Bu durumun ortaya çıkmasında kuşkusuz ki seçim sisteminin ve seçim sisteminden dolayı mecliste oluşan parti sisteminin çok büyük bir etkisi vardır. Özellikle 70’li yıllarda uygulanan barajsız seçim sistemi mecliste küçük partilerin de yer alabilmesini sağlamıştır. Bu seçim sisteminde, örneğin 1980 senesinde uygulamaya koyulan %10 oy oranı şartı gibi, meclise girebilmek için sağlanması gereken herhangi bir baraj şartı yoktu.  Böylece, örneğin Milliyetçi Halk Partisi (MHP), 1973 genel seçimlerinde %3,38 gibi küçük bir oy oranına sahip olmasına rağmen meclise girebilmiştir. 

Dönemin iki büyük partisi olan CHP ve AP, 70’li yıllarda yapılan seçimlerin hiçbirinde tek başına hükümet kurabilecek çoğunluğa sahip olamadıkları için diğer partilerin desteğine ihtiyaç duymak zorunda kalmışlardır ve koalisyon hükümetleri kurulmaya çalışılmıştır (Aydemir, 2006: 73). Bu durum meclisteki küçük partilerin önemini daha da arttırmıştır. Çünkü onların desteği olmadan bir hükümetin kurulabilmesi imkânsız bir hale gelmişti. Bu durum, 1970’li yıllardaki hükümetlerin sürekliliğini olumsuz yönde etkilemişti. Bu yıllardaki hükümetleri sırasıyla incelemek 1970’li yılların siyasetini iyi bir şekilde anlamak adına bize birçok ipucu verecektir.

1973 genel seçimlerinde Ecevit liderliğindeki CHP, %33,30 gibi bir oy oranıyla birinci parti olarak çıkmasına rağmen sağ partilerin toplam oy oranları %63’ü bulmuştu (Ahmad, 1995: 224). Bu durum CHP’nin tek başına hükümet kurabilecek çoğunluğa ulaşamamasına yol açmıştı. Koalisyon ortağı olarak CHP’nin yanında herkes AP’nin yer almasını uygun görüyordu. Fakat Süleyman Demirel, CHP ile koalisyon kurmayı kabul etmeyince Ecevit çareyi Erbakan’ın partisi Milli Selamet Partisi (MSP) ile koalisyon yapmakta bulmuştu. CHP ve MSP, karma ekonomi, önemli ulusal kaynakların üzerinde devlet denetiminin olması, ekonomik kalkınmayla birlikte toplumsal adaletin de iyileştirilmesi gerektiği, vb. bazı ortak noktalar üzerinde uzlaşıyorlardı. Tüm bu ortak fikirlere rağmen CHP-MSP koalisyon hükümeti sadece 8 ay sürebildi. Bu koalisyon hükümetinin bu kadar kısa ömürlü olmasının sebebi olarak bazı yazarlar iki parti arasındaki ideolojik ayrılıkları belirtirken, bazı yazarlar ise Ecevit’in Kıbrıs Harekâtı sayesinde kazandığı büyük destek sebebiyle hükümetten istifa etmesini ve tek başına hükümet olabileceği inancıyla erken seçim istemesini sebep olarak göstermişlerdir (Dursun, 2018: 428).

CHP-MSP koalisyon hükümetinin düşmesinden sonra hükümetin başına Sadi Irmak getirilmiştir. Fakat Sadi Irmak da hükümetin başında çok fazla kalamamıştır. Bundan sonra, Süleyman Demirel öncülüğünde oluşturulan ve içinde AP, MHP, MSP, Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) ve bağımsız milletvekillerinin olduğu “I. Milliyetçi Cephe Hükümeti” olarak adlandırılan koalisyon hükümeti 12 Nisan 1975 tarihinde göreve başlamıştır. Milliyetçi Cephe hükümeti, 1970’li yılların siyasetinde birtakım olumsuz durumlar doğurmuştur. Bu olumsuz durumlardan bir tanesi ise, MHP’nin oy oranı %4’ü aşmamasına rağmen mecliste var olabilmesi, hatta bununla birlikte hükümet ortağı olabilmesidir. Yukarıda da değinildiği üzere, büyük partilerin tek başlarına hükümet kurabilecek desteğe sahip olamamaları, küçük partilere orantısız bir güç ve önem sağlıyordu. Bu koalisyon içerisinde MHP’nin sadece üç milletvekili vardı, ama buna rağmen hükümet ortaklığından dolayı iki bakanlığı da elinde bulunduruyordu. MHP bu durumu kendi nüfuzunu arttırmak için bir fırsat olarak görmüştü ve bu yüzden bakanlıklara kendi adamlarını getirmeye başlamıştı (Findley, 2019: 317). Bu durum, şüphesiz ki bürokrasinin liyakat temeliyle işlemesini olumsuz etkilemişti. Ayrıca MHP’nin bu denli orantısız bir güç kazanması, sokaklardaki sağ-sol çatışmasını körükleyen bir etken olmuştur.

5 Haziran 1977’de herkesin gözü genel seçimlerdeydi. Seçimlerden CHP en fazla oy olan parti olarak çıkmış olmasına rağmen, tıpkı 1973 seçimlerinde olduğu gibi yine tek başına hükümeti kurabilecek çoğunluğu sağlayamamıştı. Seçimlerden sonra Cumhurbaşkanı hükümet kurma görevini, seçimlerde en fazla milletvekili çıkaran CHP’nin genel başkanı Bülent Ecevit’e verdi. Ecevit, koalisyon kurmak için görüştüğü hiçbir partiden olumlu bir sonuç alamayınca azınlık hükümeti kurma yoluna girmişti. Azınlık hükümetinin devamlılığı için meclisteki diğer partilerin desteği önemlidir. Buradaki destekten kasıt, koalisyon hükümetlerinde olduğu gibi değildir. Azınlık hükümetleri, bir koalisyon olmasa da mecliste çoğunluğu sağlayamadıkları için atacakları her adımda diğer partilerin desteğine ihtiyaç duyarlar. Ecevit’in 1977 seçiminden sonra kurmaya çalıştığı azınlık hükümeti bu desteği alamamıştır. Böylece Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, hükümeti kurma görevini Süleyman Demirel’e vermiştir.  Demirel’in MHP ve MSP ile oluşturduğu koalisyon, 1 Ağustos 1977’de güvenoyu almıştır ve böylece II. Milliyetçi Cephe Hükümeti göreve başlamıştır (Dursun, 2018: 436).

1. Milliyetçi Cephe hükümeti de bundan önceki hükümetler gibi uzun süre kalamamıştır. CHP, Demokrat Parti (DP) ve CGP ile yeni bir koalisyon kurmuştu. Bununla birlikte AP’den istifa eden 11 milletvekili CHP saflarına geçmişti. Tüm bu gelişmelerle birlikte Ocak 1978’de Ecevit hükümeti göreve geldi (Özdemir, 2002: 245). AP’den istifa edip CHP’ye geçen 11 milletvekili o dönem Türk siyasetinde büyük yankı uyandırmıştı. Türk siyasal tarihinde “Güneş Motel Olayı” olarak anılacak bu olay hakkında basında yer alan iddialara göre, Bülent Ecevit, Florya’daki Güneş Motel’inde 11 tane AP’li milletvekili ile gizli bir görüşme gerçekleştirmişti. Ecevit, CHP’ye geçmeleri halinde bu milletvekillerine bakanlıklar vermeyi teklif etmişti. Bu görüşme sonrasında AP’li milletvekilleri Ecevit’in kuracağı hükümette yer almışlar ve II. Milliyetçi Cephe hükümetinin dağılmasında etkili olmuşlardır. Bununla birlikte, Güneş Motel Olayı, siyasette meydana gelen durumların sadece meclisteki ilişkilerle sınırlı kalmadığını gösteren önemli bir olaydır.

 Ecevit’in kurduğu koalisyon hükümeti 14 Ekim 1979’daki seçimlere kadar görevde kalmıştı. Bu seçimlerde CHP’nin oy oranının %29’a kadar gerilemesi ile Ecevit hükümetten istifa etmişti. Bu seçimlerden sonra 12 Kasım 1979’da Süleyman Demirel başkanlığındaki kabine göreve başlamıştı. Bu kabineye “Örtülü – III. Milliyetçi Cephe Hükümeti” de denmektedir. ‘’Örtülü’’ olarak adlandırılmasının sebebi, Demirel’i destekleyen partilerin kabineye girmeden hükümeti desteklemelerinden dolayıdır (Gökçen, 2020: 250). Demirel’in başkanlığındaki bu kabine, 1970’li yılların son hükümetidir. Fakat, III. Milliyeti Cephe hükümeti zamanında siyasetteki ve toplumdaki kutuplaşma en üst seviyeye yükselmişti.

Tüm bu bilgilere bakarak 1970’li yılların siyaseti hakkında şunları söyleyebiliriz: 1971 muhtırasından 1980 darbesine kadar olan süreçte birçok hükümet değişikliği yaşandı ve iktidara gelen hiçbir hükümet sokaklardaki şiddet ve ekonomik krizler ile baş edemedi. 1960’lı yıllarda başlayan siyasi kutuplaşma, 1971 askeri muhtırası sonrasındaki yıllarda da hız kesmeden artmaya devam etti. 1970’li yıllar, toplumda sağ – sol çatışmasının çok fazla yükseldiği ve sokaklarda her gün siyasal şiddet olaylarının yaşandığı yıllardı. 1970’li yıllardaki sağ-sol çatışması sadece toplumla sınırlı değildi. Milliyetçi Cephe koalisyonu hükümetin başına geçtikten sonra mecliste de sağ – sol kutuplaşması çok şiddetlenmişti. Örneğin, CHP’nin meclis içerisinde yapılan tartışmalarda değindiği konular arasında MHP gençlik teşkilatının sokaklardaki faaliyetleri de vardı (Coşkun, 2017: 295). CHP’ye göre kendilerini “bozkurtlar” olarak adlandıran bu grup I. Milliyetçi Cephe hükümeti zamanında sokaklardaki etkinliklerini daha da arttırmıştı. Meclis içerisindeki sağcı kesimi oluşturan Milliyetçi Cephe ile sol kesimi temsil eden CHP arasındaki çatışmalar, siyasette uzlaşma ortamının yok olmasına ve siyasetçilerin toplum içerisinde artan siyasal şiddete karşı kalıcı bir çözüm bulamamalarına sebep oldu. Başka bir deyişle, meclis içerisinde var olan kaos, toplumsal düzende var olan kaosu körüklemiştir. 1970’li yılların bu siyaseti, 1980 askeri müdahalesine doğru giden yolu aralamıştı.

Türkiye’de Sağ-Sol Çatışmaları

Türkiye’de Sol

Tarihsel olarak sol kavramının ortaya çıkışı ve siyaset diline geçmesi 1789 Fransız devrimin 1. Cumhuriyet meclisinde olmuştur. Bu meclisin solunda (Jakoben) eşitliğe ve kralı devirmeye inananlar otururken sağda (Girondin) da bu fikre çekimser olanlar oturmuştur (Işıklı, 2001). Tabii ki sol ve sağ kavramları eskiden beri var olduğu için bu tarihsel süreçte zamanla anlam değişikliğine uğramış farklı zamana ve mekâna bağlı olarak siyasi olarak anlam kayması yaşanabilmiştir (Giddens, 2000). 1960’lı yıllarda dünya genelinde başlayan öğrenci hareketleri ve sol değerlerin gençler üzerindeki büyük etkisini gören CHP siyasi kimliğini merkezden sola kaydırmıştır (Göksu, 2013). Bundan sonra “ortanın solu” kavramı yeterince düşünülüp tartılmadan devletçilik ilkesiyle bağlantı kurdurularak İsmet İnönü tarafından bir slogan olarak söylenmiştir ve ortanın solu hareketi merkez sol siyaseti terminolojisinde sosyal demokrat ya da demokratik sol gibi ifadelerle sol kimliğin ana hattını belirleyen olarak 1980’lere kadar devam etmiştir. 12 Eylül’den sonra oluşan baskı döneminde ise sol kimlik özellikle CHP için bir ütopyaya dönüşmüştür (Gürpınar, 2012). Ayrıca 1960’lı yıllarda başlayan soldaki yükselmeyle beraber 1961 yılında Türkiye İşçi Partisi kurulmuştur. TİP’in 1965 seçimlerinde meclise girebilmesinin en önemli sebeplerinden biri seçim propagandasını Bilim ve Araştırma Bürosuyla yapmış olması ve bu araştırmaların sonucunda İşçi Partisinin diğer partilerden ayrı sade, bilime dayalı, açık yürekli olması onların halka etki etmesindeki en büyük etmen olmuştur ve bunların sonucunda TİP meclise giren ilk sol parti olmuştur (Yeşilbağ, 2021).

Türkiye’de Sağ

Türkiye’de sağcılık kavramı içi doldurulabilen bir terim değildir. Sağcılık olarak adlandırılan siyasi terimin kuramsal anlamından ziyade pratik ve pragmatik bir anlamı vardır. O anlamda kendinden olmayan, öteki düşünceye karşı geliştirilen yani solculuğa bir reaksiyon olarak gelişmiştir (Reyhan, 2010). Türkiye’deyse Cumhuriyet devrimi büyük bir siyasal dönüşüm ayrıca radikal bir kültürel değişimdir. Esasen Tanzimat’la birlikte başlayan bu değişimin etkili olduğu şehirli elitler dışında kalan toplum tarafından çok benimsenmemiştir (Mert, 2007). Merkez sağın siyasi kimliği iki ideolojik düşünceden oluşur. Birincisi muhafazakâr demokrat gelenek, ikincisi ise siyasal İslamcı gelenek. Genel kabul gören anlayışa göre 1980 darbesinden sonra Türk siyasal hayatındaki dengeler alt üst olmuş ve bu süreç sağ ideolojisinin önünü açmıştır. Sağın bir parçası olan muhafazakâr kimlik yükselişe geçmiştir (Göksu, 2013).  

Türkiye’ de sağ-sol kutuplaşması

Siyasal hayatın birbirine zıt kutupları hem kendilerinden olanı hem de olmayanı belli etmek için buna uygun kavramlar kullanmışlardır. Ötekileştirme, sınıflandırma gibi kavramlar siyasetin asli unsurlarından biri haline gelmiştir. Çünkü, her ötekileştirme veya sınıflandırma olduğunda kimin dışarıda olacağına karar verildiği için siyaset sürecinin çıkarılamaz bir bölümü olmuştur. Sınıflandırma çok yönlü bir kavramdır sadece din ya da ırk kökenli olmayabilir siyasi olarak da sınıflandırmalardan bahsedebiliriz. Örnek olarak sadece Hristiyan-Müslüman değil muhafazakâr-ilerlemeci, devletçi-liberal ya da bugünki konumuzda bahsedeceğimiz sağcı-solcu gibi de bahsedebiliriz (Demirel, 2016). Tüm bunların yanı sıra toplumsal sınıflardan da şu şekilde bahsetmek mümkün: Köle sahipleri-köleler, kentli-köylü. Sosyolojik temelli sınıflandırmalar siyaseti de çok etkiler. Mesela toprak sahipleri monarşist, muhafazakâr ve milliyetçi gruplarına dahil olabilirler (İnsel, 2000).

Sağ-sol farkı ise siyaset özelinde ancak toplumsal yapılanmalarda anlamlı olabilir. Sağcı ve solcu tiplemeleri incelediğimizde genelde şunu görürüz: Solcu bireyler eşitliğe inanan, insana ve dünyaya karşı pozitif düşüncelere sahip ve kendisini ve çevresini bilinç, akıl yoluyla değiştirebileceğine inanan bir insandır. Sağcı ise eşitlik düşüncesini sorgulamakla beraber insan potansiyeli konusunda karamsardır. Ayrıca hakların yerine sorumlulukları, eşitlik yerine hiyerarşiyi savunur. Evrenselcilik yerine milliyetçilik de sağ görüşlülüktür. Sol-sağ farkı olarak birçok sağ düşüncesine sahip bireyler solun tanımına itiraz edeceklerdir. Çünkü, sağcılara göre solcular özgürlük adı altında solcular tarafından bilinen belli ilkeleri topluma dayatma düşüncesi olduğunu düşünürler. Sağcılar ise toplumun insanların kafasına göre değiştirmesine itiraz etmektedir. Bunun daha kötü sonuçlara yol açacağını düşünüyorlar. Ayrıca Türk siyasetindeki belirsizlik ve sürekli dağılan koalisyonlar da bu ayrıma hizmet etmiştir (Demirel, 2016). Biraz bu kutuplaşmanın nasıl kullanılmaya başlandığını irdelediğimizde 27 Mayıs’tan bahsetmek gerekir. Bu darbe 1935 tarihli Ordu dahili Hizmet Kanunu’nun 34. maddesi olan TSK, “Türkiye Cumhuriyeti’ni hem iç hem de dış tehditlere karşı koruma ve kollama görevini” yüklemiş ve ordu bu maddeye atıfta bulunarak mukaddes ve kanuni diyerek bu darbeyi meşrulaştırmaya çabalamıştır (Kılıç, 2020). Tüm bunların sonucunda 27 Mayıs sağ-sol olayları için bir dönüm noktası oldu ve 27 Mayıs beraberinde getirdiği enerjiyle birlikte ülke sorunları karşısında yeni fikirler üretenlerle beraber daha önce sık kullanılmayan ilericilik, Kemalizm ya da Atatürkçülük gibi kavramlar bu darbe sonrasında bir tarafı belli etmek için kullanılmaya başlandı. Bu tarihten sonra daha önce konuşulmayan kavramların akademide konuşulmasıyla beraber modernleşme tarihimiz de gözden geçirildi. Yeni rejimi destekleyen öğretim üyeleri ve gazetecilere baskı kurmayı en başta kimse düşünemiyordu ancak Atatürkçülüğün tanımının incelenmesiyle beraber sol ve sağ kavramları da tartışma gündemine girdi (Nadi, 1972). Sol ideoloji ve Kemalizm’i yakınlaştıran unsurlardan en önemlisi, bir sosyalist hükümetin uyguladığı politikaların Kemalizm’in Cumhuriyet devrimleri sırasında amaçladığı ilkeler ile benzerlik göstermesidir. Bu yüzden Türk solunun önde gelen aydınları, solcu olmadan önce sıkı bir Kemalistlerdi. Bu yüzden Doğan Avcıoğlu, “esasen sosyalizmi, halkçılık, devletçilik, devrimcilik, laiklik, cumhuriyetçilik ve milliyetçilik ilkelerine dayanan Atatürkçülüğün en tabii sonucu ve devamı sayıyoruz” diye yazacaktır (Demirel, 2009). Daha önce dediğimiz gibi sağ, sola olan bir reaksiyondu ve sol fikrin yükselmesi sağ fikrin de önünü açmış oldu. Sağcıların görüşüne göre, 27 Mayıs ve sonrasında yaşananlar, daha dindar ve milliyetçi değerleriyle öne çıkan Anadolu halkını mağdur etmiştir. Bunun getirisi olarak da DP’nin içinde hiçbir zaman direkt ifade edilmeyen ama var olan İslamcı ve Batılılaşma karşıtı olmanın vurgusu artmıştır. Bununla birlikte gelen mağduriyet hissi ötekileştirmeyi arttırmıştır (Demirel, 2009). 12 Mart 1971 muhtırası yükselen sol güçten rahatsız olan ordu tarafından yapılmıştır. Bu darbeden sonra ordu bu sefer partileri kapatmamış aksine sadece kendi uygun gördüğü kişilerden oluşan “partiler üstü” hükümetler aracılığıyla ülkeyi 3 sene yönetmişlerdir (Ertem, 2018). 27 Mayıs darbesiyle beraber sol ideoloji normalleştirilmiştir, fakat solculuğun anlamı da bir ölçüde değişmiş ve solda bölünmeler başlamıştır (Belge, 1990).  Tabii ki bu değişim sadece sol tarafını değil sağ tarafı da etkilemiş ve AP de kendisini yavaş yavaş sağ bir parti olarak nitelendirmiştir (Göktaş, 1991). Daha ilerleyen zamanlarda da Demirel siyasi konumunu açıklarken sağcılık yerine milliyetçilik terimini kullanmaya başlamıştır. Bu da bir bakıma MHP’yle yakınlaşmasına sebep olmuştur. AP ve MHP’nin kurdukları sokak örgütlenmeleri ile sağ-sol ayrımı daha da derinleşmiştir. Askerin de solun güçlenmesinden rahatsız olmasıyla sağcılık arkasına aldığı destekle çok daha rahat bir şekilde büyümüştür. Türkiye’de o dönemde yaşanan olayların şiddete evrilmesinin en önemli sebebinin, AP’nin ve CHP’nin birbirlerini olduklarından fazla sol ya da sağ şeklinde yansıtmaları olduğu söylenebilir. Bu yansıtmanın sonucunda kutuplaşma çok hızlı bir şekilde ülkeyi sarmış ve 12 Eylül 1980 Darbesi’ne giden yolun taşları örülmüştür (Demirel, 2009).

Sonuç

1960’lı yıllarda güç dengelerinin değişmesi, 1971 muhtırasından sonraki dönemde meydana gelen hem siyasal hem de toplumsal gerginliklere adeta zemin hazırlamıştır. 1971 muhtırasından sonra iktidara gelen hiçbir hükümetin istikrarlı bir şekilde ülkeyi yönetmeye devam edememesi, mecliste var olan sağ-sol kutuplaşması ve bu kutuplaşmaların mecliste oluşturduğu gergin ortam toplumsal karışıklıkların önlenebilmesini zorlaştırmıştır.  Siyasetçilerin içinde bulunduğu çatışma ve kutuplaşma ortamı toplumu da paralel olarak etkilemiştir. Bunun sonucunda Türkiye, 1980 darbesiyle birlikte geri dönülmesi zor bir döneme girmiştir.

Akın Öner

Bihterin Begüm Somersan

Türk Siyasal Hayatı Staj Programı

Kaynakça:

Ahmad, F. (1995). Modern Türkiye’nin oluşumu. (Çev. Yavuz Alogan). Sarmal Yayınevi.

Akça, İ. (2013). Türkiye’de darbeler, kapitalizm ve demokrasi(sizlik). B. Bilmez (Ed.). Cumhuriyet Tarihinin Tartışmalı Konuları içinde. (49– 71). Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Aydemir, S. (2006). Seçim sistemlerinin siyasal hayattaki etkileri ve Türkiye örneği. Bilgi Sosyal Bilimler Dergisi, (1), 61-79.

Belge, M. (1990). Sol geçiş sürecinde Türkiye. Belge Yayınları.

Demirel, T. (2009). Modern Türkiye’de siyasi düşünce 9: Dönemler ve zihniyetler. İletişim Yayınları.

Dursun, S. (2018). Türk siyasal hayatında milliyetçi cephe hükümetleri (1975-1977). 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum Eğitim Bilimleri ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 7 (20), 425-440.

Ertem, B. (2018). 12 Mart 1971 askerî müdahalesi sonrası ara rejim ve Türkiye siyasetine etkileri (1971-1974). OPUS Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi, 8 (14), 655-676. DOI: 10.26466/opus.407560

Findley, C. V. (2019). Modern Türkiye tarihi: İslam, milliyetçilik ve modernlik (1789 – 2007). (7. Baskı). Timaş Yayınları

Giddens, A. (2000). Üçüncü yol- sosyal demokrasisinin yeniden dirilişi. Birey Yayınları.

Gökçen, S. (2020). İki darbe arası Türk demokrasisi (1961-1980). Atatürk Yolu Dergisi, (67), 241-264.

Göksu, V. (2013). Siyasal kimlikler ve merkez-çevre dikotomisi bağlamında Türkiye’de merkez sağ ve merkez sol. Akademik İncelemeler Dergisi, 1-25.

Göktaş, H. (1991). Vatan, millet, pragmatizm Türk sağında ideoloji ve politika. Metis Yayınları.

Gürpınar, D. Türk Solundan Elde Kalan II: 12 Eylül Sonrasında Laikçiliğin İmalatı ve Sol. http://www.tpe.org.tr/index. php?option=com_content&task=view&id=149&Itemid=58 (Erişim Tarihi: 10.10.2012).

Işıklı, A. (2001). Sosyalizm, kemalizm ve din. İmge Kitabevi.

İnandım, A. (Yapımcı). (1998). Mustafa Ünlü (Yönetmen). 12 Eylül (Belgesel).

Mert, N. (2007). Merkez sağın kısa tarihi. Selis Kitaplar.

Özdemir, H. (1997). Siyasal Tarih (1960 – 1980). S. Akşin (Ed.). Türkiye tarihi 4: çağdaş Türkiye 1908 – 1980 içinde. (191 – 261). Cem Yayınevi.

Reyhan, H. (2010). Türkiye’de sağ milliyetçi siyasal düşünce geleneğinde çevre algılaması. Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 855-878.

Sayarı, S. (2002). The changing party system. S. Sayarı, Y. Esmer (Ed.). Politics, Parties and Elections in Turkey içinde. (9 – 32). Lynne Rienner Publishers.

Sözcü. (8 Haziran 2015). Azınlık hükümeti nedir? Azınlık hükümeti senaryoları. Erişim Adresi: https://www.sozcu.com.tr/2015/gunun-icinden/azinlik-hukumeti-nedir-azinlik-hukumeti-senaryolari-853653/ (Erişim Tarihi: Temmuz 2021).

Türkiye Büyük Millet Meclisi. Türkiye Cumhuriyeti Milletvekili Genel Seçimleri. Erişim Adresi: https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/secim_sorgu.genel_secimler (Erişim Tarihi: Temmuz, 2020).

Yeşilbağ, M. (2021). 1960’larda Bilim Dünyası ile İlişkiler Bağlamında Türkiye’de Sosyalist Hareket: Türkiye İşçi Partisi. Madde, Diyalektik ve Toplum, 18-25.

Zürcher, E. J. (2018). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. (4. Baskı). İletişim Yayınları

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Sığınmacıların Ev Sahibi Ülkelere Katkıları: Türkiye’deki Suriyeliler

Sena Özdemir Göç Çalışmaları o-Staj Programı ÖZET İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanan...

Covid-19 Sonrası Yeni Normal: Dijital Göçebelik ve Güneydoğu Asya

Ecem Hayırcı  Göç Çalışmaları O-Staj Programı ÖZET Günümüzde teknolojinin gelişmesi, küreselleşme, iş verenlerin...

”Deontolojik değil sonuççu liberteryenim” – Dr. Merve Karataş

Bu röportaj Zeynep Naz Terzi tarafından Liberal Demokrat Parti...

Hırvatistan’da Seçim Rüzgarları: Cumhurbaşkanı Milanović, Başbakanlık Koltuğu İçin Yarışa Giriyor

Hırvatistan'da Seçim: Hırvatistan siyasi sahnesi, Cumhurbaşkanı Zoran Milanović'in, Nisan...