Angela Merkel’in Türkiye Ziyareti Nasıl Yorumlanmalı?

Alman Şansölyesi Angela Merkel, geçtiğimiz haftalarda Türkiye’yi ziyaret etti. Türkiye’nin AB üyeliğine karşı bir tutum sergileyen ve imtiyazlı ortaklık seçeneğini ortaya koyan en önemli isim olarak bilinen Merkel’in Türkiye ziyareti birçok siyasal analist tarafından sürpriz olarak yorumlandı. Hâlbuki bu gezinin arkasında yatan birçok önemli faktör bulunmaktadır. Bunlardan en önemli olanı da 22 Eylül 2013 tarihinde gerçekleştirilecek olan Almanya genel seçimleridir.

Genel seçimlerde bir kez daha şansölye adayı olacak olan Merkel, göçmen karşıtı söylemleri ile tanınan ve ortaya koyduğu politikalar ile göçmenlerin asimile edilmesine yönelik girişimlerde bulunmuş bir isimdir. CDU üyesi bir siyasetçinin bu tarz bir söylem ve eylem içerisinde olması şaşırtıcı olmasa da, AB gibi bir toplumsal ve siyasal entegrasyon girişiminin liderliğini üstlenmiş bir ülkenin liderinin bu tarz ayrımcı politikalar izlemesi hem Almanya içerisinde hem de AB nezdinde çok ciddi bir rahatsızlığa yol açmaktadır. Nüfusu 3 milyonu aşmış olan Türk nüfusun yaşadığı en önemli problem ise “çifte vatandaşlık” konusudur. Bugün itibarıyla Almanya’da çifte vatandaşlık hakkından yalnızca Türkler, Arap ülkelerinden gelenler ve AB üyesi olmayan ve Temmuz 2013’te tam üye olacak olan Hırvatistan dışındaki Balkan ülkelerinden gelenler yararlanamamaktadır. Tabii ki bu mesele en çok Türkleri etkilemektedir. 2000 yılında yapılan bir değişiklik ile bu tarihten sonra doğan göçmen çocuklarına 23 yaşına kadar kullanabilecekleri çifte vatandaşlık hakkı tanınmıştı. Ne var ki, 23 yaşına geldiklerinde bir tercih yapmaya zorlanmakta ve çifte vatandaşlık hakkını kaybetmektedirler. Bu durum, Alman kamuoyunda ve siyasetinde ahlaki ve toplumsal/siyasal yönleriyle sürekli olarak gündemde olan bir meseledir. Hıristiyan Demokrat Birlik Partileri (CDU/CSU)’nin bu tutumu, Sosyal Demokrat Parti, koalisyon ortağı Hür Demokratlar, Yeşiller ve Sol Parti tarafından da büyük bir tepkiyle karşılanmaktadır. Bu partiler, 3 milyonluk Türk nüfusu içerisinde vatandaşlık hakkını kazanmış olan 800 bini aşkın kişinin oyunu kazanmak ve Merkel’i zor durumda bırakmak için büyük bir çaba göstermektedirler. Angela Merkel ise, içerisine sürüklendiği bu sıkışmışlığı aşabilmek ve Almanya’da yaşayan Türkleri etkileyebilmek için, içerisinde bol vaat bulunan ve Türklere “şirin” görünmeyi hedefleyen bir program ile kamu diplomasisi uygulamasına girişmek istemiştir. Ne var ki, gezileri çerçevesinde halk ile arasına çekmiş olduğu “güvenlik halatı”, Merkel’in bu çabasını da boşa çıkarmıştır.

Merkel’in Türkiye ziyaretinin arkasında yatan bir diğer neden de Türkiye’nin AB üyeliği konusu olmuştur. Merkel, son dönemde kaydettiği ekonomik gelişim ile bölgesinde çok önemli bir aktör haline gelen Türkiye’nin AB’ye olan bağlılığını ve heyecanını canlandırabilme hedefiyle bu geziye büyük bir önem atfetmiştir. Türkiye’nin çok yönlü dış politika uygulamalarına girişmesi ve ülkedeki AB karşıtı söylemlerin artması, Merkel’i hareketlendirmiştir. Almanya, AB içerisinde İngiltere’den kaynaklanan büyük çaplı bir siyasal problem ile karşı karşıyadır. Merkel, AB içerisinde olmasını istemediği ancak her koşulda AB ile birlikte hareket etmesini arzuladığı Türkiye’nin farklı bir yönelim içerisine girdiğini gördüğü için düzenleyeceği bir ziyaret ile ikili ilişkileri canlandırabileceğini düşünmüştür. Hem Almanya hem de AB içerisinde Türkiye’nin kaybının büyük bir külfet doğuracağına dair endişelerin artması ve müzakere sürecinin canlandırılması gereğinin başta Fransız lider Hollande olmak üzere, İtalya ve İngiltere tarafından da ortaya konması Merkel’i etkilemiştir. Ne var ki, Merkel’in Türkiye ziyareti bu noktada da başarısız olmuştur. Nitekim Merkel’in, Güney Kıbrıs’ın tanınmasını içeren Ankara Protokolü’nün derhal uygulanmasını istemesi ve Türk vatandaşlarına uygulanan vize konusunda da herhangi bir açılıma sıcak bakmadığının anlaşılması, Türk tarafında bir huzursuzluk yaratmıştır. Hatta iki başbakanın basın toplantısı sırasında dahi bu anlaşmazlığın yarattığı soğukluk hissedilmiştir. Türkiye, başta Almanya olmak üzere AB’nin lider ülkelerinin verdiği boş vaatlere kanmaması gerektiğini artık anlamış bulunmaktadır. Ülkenin kaydettiği ekonomik gelişim ve 50 yılı aşkın bir süredir kapısında beklenen AB’nin yaşadığı derin ekonomik kriz, AB üyeliğinin Türkiye kamuoyundaki değerini azaltmış durumdadır. Kısacası Türkiye’nin dış politika anlamında kendisine olan güveni artmış durumdadır. Şanghay söylemi ve Başbakan Erdoğan’ın 2023 yılına kadar AB üyesi olunamazsa Türkiye’nin kendi yoluna gidebileceğine dair açıklamaları bunu kanıtlamaktadır.

Merkel’in Türkiye ziyaretinde üzerinde durulan unsurlardan biri de PKK olmuştur. Türkiye, Almanya’da yakalanan PKK’lıların kendisine teslim edilmesini ve PKK’nın bu ülkedeki faaliyetlerinin, özellikle de kara para trafiğinin, yakından takip edilmesini istemektedir. Almanya’nın PKK konusunda daha etkin tedbirler uygulaması ve paylaşımcı olması, Paris’te PKK’lı 3 kadının suikast sonucu öldürülmesi de dâhil olmak üzere birçok olayın çözümüne katkı sağlayabilecek bir gelişme olacaktır. Hatta Türkiye’de Kürt Sorunu’nun çözümüne ilişkin ortaya konan siyasal/toplumsal iradeye de olumlu bir yansıması olabilecektir. Ne var ki, Almanya’nın bu konuda çok da istekli olmadığını, hatta gerektiği yerde Kürt Sorunu ve PKK’yı Türkiye’nin AB üyeliğini gündeme geldiğinde kullanmak istediğini görüyoruz.

Angela Merkel’in AB üyeliği noktasında Ankara Protokolü’nün uygulanması gerektiğini belirtmesi ve dini azınlıkların statüsünü bir sorun olarak vurgulaması, AB içerisinde Türkiye’nin üyeliği noktasında oluşmaya başlayan olumlu havaya karşın, Merkel’in bu yönde bir adım atmak istemediğini göstermektedir. Merkel, Güney Kıbrıs’ın yaşadığı ekonomik kriz de ortada iken Türkiye’nin protokolü uygulamasını sağlayarak bu ülkenin içerisine sürüklendiği krizi aşabilme noktasında ticari ve ekonomik bir alan açabilmeyi hedeflemektedir. Bunun sonrasında da Güney Kıbrıs ile Türkiye arasında Akdeniz’de süregelen petrol/doğalgaz yataklarının kullanımı noktasındaki anlaşmazlığı da bir oldu-bitti ile çözerek Türkiye’nin elindeki kozları alabilmek, Merkel’in en önemli hedeflerinden biriydi. Ancak bu konuda istediklerini alamadan Almanya’ya dönmüştür.

Alman kamuoyunun %60’nın Türkiye’nin AB üyeliğine olumsuz yaklaşması ve %57’sinin de Türkiye’nin ekonomik-askeri gelişimine şüpheyle yaklaşması Merkel’in elini güçlendirmektedir. Bu nedenle, Merkel’e oy veren ve Türkiye’nin AB üyeliğine de karşı çıkan kitlenin Merkel’e olan bağlılığını azaltması beklenmemelidir. Türkiye gibi bir ülkenin AB üyeliğinin iç politikada süregelen kısır tartışmaların merkezinde yer alması ve AB’nin lider ülkesi konumunda olan Almanya’nın dış politikasını hala sosyo-kültürel ve tarihsel ayrımlar çerçevesinde şekillendirmesi ise trajik bir durum olarak görülmelidir.

Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...