Arap Baharı ve ‘Erdoğan Anı’

12-16 Eylül tarihlerinde Mısır, Tunus ve Libya’yı ziyaret eden Başbakan Erdoğan, Arap devrimlerinin gerçekleştiği üç ülkeyi birden ziyaret eden ilk lider oldu. Başbakanın ziyareti, uluslararası basında ve kamuoyunda geniş yankı buldu ve Arap baharı ve Türkiye’nin bölgedeki yeni rolü etrafındaki tartışmalara yeni boyutlar ekledi. Guardian’da bir makale yayınlayan Michigan Üniversitesi’nden Muhammed Eyüp, Ortadoğu’da artık bir “Türkiye çağı”nın başladığını ilan etti. Bu ifadeyi manşetlere taşıyan Türk basınını, Başbakan’ı Ortadoğu’nun yeni “imparatoru” olarak tanımlayan Avrupalı yorumcular takip etti. Uluslararası basına göre Arap dünyasında bir “rock star” gibi karşılanan Başbakan’ın artan popülaritesi, Türkiye’nin Ortadoğu’da yükselen profili ve nüfuzu hakkında önemli ipuçları veriyor.

Fakat bu tablo aynı zamanda Arap dünyasındaki derin değişimi de çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Bu değişimi Mısır’a ayak bastığımız 12 Eylül gecesinde hava alanında alenen hissettik. Yaptıkları halk devriminin haklı gururunu yaşayan Mısırlılar, Başbakanı seçimle iş başına gelmiş, sivil, Müslüman kimliğiyle iftihar eden ve demokratik ve güçlü bir ülkenin lideri olarak bağırlarına bastılar.

Recep Tayyip Erdoğan, devrime ve halkın iradesine inanmış Arap halkları için, Weberyan manada bir “ideal tipi”, arkasından yürümek istedikleri lideri temsil ediyor: Sivil, demokratik, Müslüman, karizmatik, kararlı ve adaletle yöneten bir lider. Türkiye’de olduğu gibi Arap dünyasında da kitleler, Başbakan’ın ne söylediğine kulak kabartıyor, dinliyor, ölçüp biçiyor, değerlendiriyor. Ama ondan önemlisi “Tayyip Erdoğan anı”nı yaşamak istiyor. Tayyip Erdoğan’ın gelişinden sahneye çıkışına, konuşmaya başlamasından meydan ayrılmasına kadar geçen dakikalar, bazen saatler, aslında tek bir “an”da bütünleşiyor.

Yeni Ortadoğu ne istiyor? 

Bunun basit ama temel bir sebebi var: O “an”(moment), resmi kimliklerin ötesinde bir takım değerlerin, ilkelerin, tutumların idrak edilmesini, yeniden hatırlanmasını ifade ediyor. O “an”da, Ortadoğu’nun onlarca yıllık makus tarihi gözden geçiriliyor. Gelecek umutları yeşeriyor. “Biz de insanız” haykırışı karşılık buluyor. “İşte bizi anlayan, ciddiye alan, bize inanan lider” duygusu ortalığı kaplıyor. Başbakan Mısır sokaklarında konvoy halinde ilerlerken, opera binasında konuşmasını yaparken, TV’de konuşurken, ikili ve heyetler arası görüşmelerde ve Kahire’deki Yunus Emre Kültür Merkezi’nde Tahrir gençleriyle hasbıhal ederken, bu havayı teneffüs ediyor insanlar.

Tayyip Erdoğan’ın Arap dünyasındaki popülaritesini İsrail karşıtlığına indirgeyen ve bunu basit ve irrasyonel bir duygu boşalması (Aristo’nun tabiriyle “katarsis”) olarak görenler, bölgedeki gelişmelere eski düzenin gözüyle baktıklarının ne kadar farkındadırlar bilmiyorum. Ama yeniden şekillenen Ortadoğu’nun ve Arap dünyasının yeni dinamiklerini anlamakta zorlandıkları aşikar. Harici ve dahili oryantalizmin izlerinden kurtulamayanlar, Arap dünyasındaki derin değişimi de Tayyip Erdoğan’ın artan etkisini de akliyetten yoksun, stratejik vizyonu ve hedefi olmayan bir duygu boşalması olarak takdim etmeye çalışıyorlar. “Siz bu duygusallığa aldanmayın, reel politik gerçekler başkadır” diyorlar ama bu “gerçekler”in ne olduğunu makul ve mantıki bir şekilde izah edemiyorlar. Komplo teorilerine sığınarak Arapların ve kendilerinin tarihte aktör olma becerisini gösteremeyeceklerini beyan ediyorlar. Başkalarını tahfif edeyim derken, kendilerini mahkum ediyorlar.

“Arap dünyasında popüler olmak istiyorsan İsrail’e çak; bir günde Arapların gönlünü fethedersin” formülü, “İsrail istisnacılığı”nın en yaygın türlerinden biridir. Ortadoğu ve Arap siyasetini İsrail-merkezli hale getirmek için inşa edilen bu söylem, bölgede itibar ve nüfuz elde etmek için ya siyasi elitlerin yaptığı gibi mutlak olarak İsrail’in ve Amerika’nın yanında durmayı, ya da kitlelerin yaptığı gibi mutlak olarak İsrail’in ve Amerika’nın karşısında durmayı bir mecburiyet olarak vaz ediyor. Böylece “Ortadoğu’da her yol Tel Aviv’e çıkar” yanılsaması tescilleniyor.

Doğulu ve Batılı oryantalizm

Bu yaklaşım aynı zamanda Arapları akliyeti olmayan, düşünemeyen, siyaset üretemeyen, sadece hisleriyle hareket eden bir kalabalığa indirgiyor. Bu sürü psikolojisini ifade etmek için “Arap sokağı” ifadesinin kullanılması bir tesadüf değil. Adı üstünde bunlar sokaktan gelen, sokakta üretilen ve sokakta tüketilen bir takım fanteziler. Fakat Arap devrimlerinin tetikleyicisi olan bu “Arap sokağı”, Doğulu ve Batılı oryantalistlerin zannettiklerinin tersine güçlü bir analiz kabiliyetine, örgütlenme yeteneğine ve siyaset bilincine sahip olduğunu bütün dünyaya gösterdi. Tahrir Meydanı’nda sadece duygu değil, akıl da vardı. Tunus’ta sadece his değil, siyasi vizyon da vardı. Libya’da sadece “Kahrolsun Kaddafi” demiyor insanlar; yeni Libya’yı kurmak, hepimizin sorumluluğu diyor. 

Arap devrimlerini küçümseyenler, Arapları düne kadar başlarındaki diktatörlere boyun eğen, iradesiz, kişiliksiz, korkak yığınlar olarak aşağılıyorlardı. Şimdi halk devrimini yapmış bu insanları “emperyalizmin maşası” olmakla, onları oyununa gelmekle, vs. suçluyorlar. Bu irrasyonel komplo teorilerine cevap vermeye çalışmanın pek bir faydası yok. Zira İbn Sina’nın dediği gibi “şüphecilik (bunu bugüne komploculuk olarak tercüme edebiliriz), felsefi bir hastalıktır; tedavi yeri ilim meclisi değil, kliniktir”.

Tayyip Erdoğan’ın Arap ve Müslüman halklar nezdindeki itibarı, sadece dış politikadaki cesur ve dik duruşundan kaynaklanmıyor. Şüphesiz onlarca yıllık korku duvarlarını yıkmak ve bölgesel açılıma gitmek, bu sürecin önünü açtı. “One minute”, dipteki değişimin zirvesi ve sembolüydü.

Sivil, demokrat, Müslüman

Ama Başbakan’ın seçimle iş başına gelmiş, demokratik, sivil ve Müslüman bir lider olması, yeni bir siyaset dilinin inşasına imkan tanıyor ve İslam aleminde ve Batı’da muhatap buluyor. Yaptığımız bütün görüşmelerde “Türkiye tecrübesi” başlığı altında öne çıkanlar bu noktayı teyit ediyor: Türkiye’nin demokratikleşme süreci, sivil-asker ilişkilerinin yeni çerçevesi, din ve ifade hürriyeti, ekonomik büyüme ve refahın adil paylaşımı, etkin kamu yönetimi, genç ve eğitimli nüfus, sağlık hizmetleri, Türk sineması, basını, iş dünyası, üniversiteleri, turizmi… Kısacası Türkiye’nin “ince güç” (soft power) kapasitesini oluşturan unsurların tamamı, Arapların öğrenmek ve paylaşmak istediği “Türkiye tecrübesi”ni hülasa ediyor. Tayyip Erdoğan, aynı zamanda bu değerlerin stratejik bir güç haline gelmesini temsil ediyor.

Bu yüzden Başbakan Mısır’da, Tunus’ta ve Libya’da adalet, özgürlük, izzet, demokrasi, hukukun üstünlüğü, şeffaflık, hesap verebilirlik, istikrar, işbirliği, üretim dediğinde, Türkiye’deki dönüşümü anlatıyor ve Arap halklarına geleceğe ilişkin ipuçları veriyor. Araplar bunların boş laflar olmadığını biliyor.

Çünkü önlerinde Türkiye örneği var. Bu hedeflere ulaşmanın mümkün olduğunu görüyorlar. Özgürlük, demokrasi ve kalkınmanın önündeki engellerden, diktatörlerden, kötü yönetimden, ataletten kurtulmaya başlayan Arap toplumları, tarihin yeniden yazıldığını, kendilerinin de bu tarihin yeni aktörleri olacağını biliyor. Türkiye ve Tayyip Erdoğan aynasında kendilerine bakıp, kendilerine olan inançlarını tazeliyorlar.

Arap devrimlerini tetikleyen talepler, yeni Türkiye’nin değerleriyle örtüşüyor. Eski Türkiye’nin “geri, cahil ve bağnaz bir toplumu modernleştirmenin ve adam etmenin yolu zecri tedbirlerden geçer” yaklaşımı ve bunun için demokrasiden taviz verilmesi “mecburiyeti”, artık ne Türkiye’de, ne Arap ve İslam dünyasında, ne de Batıda karşılığı olan bir söylem. Yeni Türkiye’nin üzerine yükseldiği değerler, aynı zamanda yeni Arap dünyasının da öncü değerlerini ifade ediyor: Özgürlük, adalet, onurlu bir yaşam, demokratik temsil, insan hakları, çoğulculuk, kalkınma, adil paylaşım, bölgesel işbirliği.

Arapların gönlündeki Erdoğan

Arapların zihnindeki ve günlündeki “Tayyip Erdoğan fenomeni”, bu değerlerin ve ilkelerin bir hülasası olduğu için, sahici bir duruma, gerçek bir “hal”e tekabül ediyor. Bu yüzden Başbakan Kahire’de, Tunus’ta, Trablus’ta, Tacura’da, Misrata’da, Bin Gazi’de kitlelerle “hemhal” olurken tarih, siyaset, kimlik, din, metafizik, akıl, duygu, coğrafya, insan, birey, toplum, medeniyet, adalet, özgürlük, barış, izzet, şeref, iş, ticaret hepsi birden yeni bir akliyet üretiyor. Yeni bir tarihin, yeni bir siyasetin mümkün olduğuna dair iradeyi güçlendiriyor.

Başbakan Erdoğan’ın demokrasi, kalkınma, bölge siyaseti yahut İsrail konusunda söylediklerini söyleyen başka liderler de var. Batılıların demokrasi söylemini Araplar her gün onlarca defa duyuyor. Arap devlet başkanlarının İsrail karşıtlığını her gün işitiyorlar. Başbakan’ın farkı, bölük pörçük siyasi söylemlerin üstüne çıkıp, sahici bir siyaset üretebilmesi. Ve bunu değer ile çıkar, ilke ile maslahat, strateji ile vicdan, akıl ile duygu arasında denge kurarak yapıyor.

Erdoğan liderliğindeki yeni Türk siyaseti, hem gerçekçi olmayan nostaljik idealizme, hem de değerden ve ilkeden yoksun reel-politik hesaplara karşı çıkıyor. Bunun yerine çıkar-değer dengesini gözeterek Türkiye’nin ve bölgenin tarihi birikimini ve kültürel derinliğini harekete geçiriyor. Dahası Türkiye bunu, “üçüncü dünyacılık” kolaycılığına kaçmadan yapıyor. Bu yaklaşımın Arap ve İslam dünyasında muhatap bulması, demokratik, sivil ve müreffeh bir Ortadoğu’nun kurulması için tarihi bir fırsattır.

Tayyip Erdoğan bu “tarihi an”ı temsil ettiği için Arapların aklında ve vicdanında yer buluyor.

Yazının İngilizcesi için tıklayınız…

 

Doç. Dr. İbrahim Kalın

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Baş Danışmanı

 

Kaynak: Star Gazetesi

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...

Dijital Dönüşümün Düzensiz Göç Yönetimine Etkileri

Feyza Betül Demirci  Göç Çalışmaları o-Staj Programı Özet 21. Yüzyıldan beri etkisini...